| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 60 |
| Tarih: | 31.01.2013 |
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu araştırma önergesiyle, dünyamız ve bölgemizin yeni şartlarına bakmayı, bu şartları insani ve ulusal sorumluluğumuz altında değerlendirip ülkemiz ve dünyamız açısından çözüm ve çıkış noktalarına işaret etmeyi hedefledik.
Dünyamız öyle büyük bir değişim sarmalına girmiştir ki bunları on dakika içerisinde yeterli boyutta yansıtmamız mümkün olmayacaktır. Ancak, kısa değerlendirmelerle sorunlara, tehlikelere ve çözüm yollarına değineceğiz. İlk tespit: OECD'nin Kasım 2012 başlarında yayımladığı raporda, elli yıllık küresel büyümenin ortalamasının yüzde 3 olacağı, bu süreçte asıl büyümenin Asya'da ortaya çıkacağı öngörülmektedir; Asya'da ortaya çıkması demektir ki bugünün gelişmiş ülkelerinin yüzde 2'nin altında büyümesi tahmini vardır. Özetle, önümüzdeki elli yılda gelişmiş ülkeler için çok uzun bir durgunluk dönemi, hatta yoksullaşma, dünya skalasında şimdiki durumuna göre geride kalma veya göreli olarak küçülme beklenmektedir.
Tespit edilen bu durumun tüm göstergeleri bugün için mevcuttur. Batı'nın aktüer rakamları tam da böyle bir gelişmenin başlangıcını vermektedir. Başka bir deyişle, Batı'nın gelişmiş ülkeleri ekonomilerinin ve refah seviyelerinin sürdürülebilirlik şartlarını kaybetmek üzeredirler. ABD ve Avrupa, düşük büyüme oranlarıyla yılı tamamlamıştır, işsizlik oranları yüksektir, bulundukları durum her an resesyon ve krize girme riskini içermektedir.
Asya'nın ise en yüksek büyüme hızına sahip bölgesi güneydoğusudur. Güneydoğu Asya, eşsiz büyüklükteki nüfusu, şimdiye kadar görülmemiş büyüklükteki üretim ve tüketim kapasitesi sayesinde tüm dünya ülkeleriyle rekabet edebilmektedir. Bu coğrafya, ölçek ekonomisi, dünya 1'incisi AR-GE yatırımları, ucuz iş gücü ve müthiş pazarıyla hem dünya sermayesini çekmekte hem de rekabet gücüyle âdeta yıkıcı etkilerini sürdürmektedir. Üç yıldan bu yana, artık dünya mal pazarlarında dünya şampiyonu Güneydoğu Asya'dır. Hiçbir dünya şirketi, yatırım yaparken 50-60 milyonluk bir ülkeyi 1,5 milyarlık bir ülkeye tercih etmeyecektir. Dolayısıyla, bu şartlar, sürekli olarak Güneydoğu Asya'da dünyanın başka coğrafyalarına nazaran daha büyük bir büyümeye yol açmaktadır. Bu süreç, alternatifsiz bir ortamda dünyanın tek bir bölgesinin diğerlerine nazaran orantısız bir hızla büyümesine neden olmuştur ve bu durum devam etmektedir. Mevcut koşullar ve beklentiler açıkça tarif edildiğinde akla şu soru gelmektedir: Batı medeniyeti ve hegemonyası kendisine yüzlerce yılda sağladığı avantajlardan, yüksek konfor ve refah şartlarından, üstünlük duygusundan vazgeçebilecek midir? Başka bir deyişle, gelişmiş Batı'nın yeni rakiplerinden onlarca yıl ileride silah ve müdahale gücü varken bizzat kendisinin tespit edip raporladığı olumsuz bir gelecek beklentisi karşısında Batı'nın tepkisi ne olacaktır?
Dünya, son altı yılda hızla değişmiştir. Tek kutuplu dünyanın şiarı olan söylemler tükenmek üzeredir. "Ulusal devlet bitti." söylemini artık duymuyoruz eskisi gibi. "Liberal ekonomi tek seçenektir." demiyorlar. Gelişmiş ülkelerde ekonomiye devlet müdahalesi de yaygınlaşmıştır. "Mikromilliyetçilik desteklenmelidir." söylemi, artık tercih edilmesi gereken söylemler arasından çıkarılmaya başlanmıştır. Küreselleşmeye övgüler ise hızını oldukça kaybetmiştir. Tek kutuplu dünya dengesinin sona erdiği, yerine çok kutuplu dünya düzenine geçilmekte olduğu doğrultusunda kanaatler yaygınlaşmıştır. İşte "Arap Baharı" diye anılan süreçte Suriye'deki yönetimin direnişinin altındaki gerçek budur. Suriye'de, yeni kutuplar geçmişin tek kutuplu dünyasıyla karşı karşıya gelmişlerdir. ABD, askerî gücünü Orta Doğu'dan Güneydoğu Asya'ya kaydırmaya hazırlanmaktadır. ABD ve Hindistan'ın Çin'e karşı inşa etmeye başladıkları bloklaşma? Vietnam, Kamboçya ve Filipinler de Çin baskısından korunabilmek kaygısıyla dış politikalarını uyumlaştırmaya başlamışlardır.
Hindistan ve Japonya silahlanma harcamalarını artırmaktadırlar. Japonya, Çin ile başlayacak olası bir savaşı Senkaku Adaları ve Tayvan üzerinden tartışmaya başlamıştır ve anayasasında değişikliklere gitmektedir.
Güneydoğu Asya'da yaşanan tezat şudur: Bu coğrafyanın ülkeleri ekonomik olarak Çin'in etrafında bütünleşirken güvenlik ve savunma alanında ABD ile iş birliklerini artırmaktadırlar.
"Arap Baharı" denen Akdeniz'deki dönüşüm hareketlerinin arkasında da gerçekte, yükselen Güneydoğu Asya'yı dengeleyecek bir bölgesel entegrasyonun hazırlanma projesini aramak mantıklı olacaktır.
Afrika'da artan huzursuzlukların ve Batı'nın stratejik ortaklarının bu coğrafyalara yönlendirilmeye başlanmasının -bizim gibi- arkasında da aynı kurgu vardır.
Altını çizmemiz gereken mesele, artık ABD'nin ekonomik büyüklüğüne eşitleyebileceğimiz Çin'in ekonomik büyümesini kriz ortamlarında dahi yüzde 7-8 oranlarında sürdürmesidir, bu tabandır kendileri için. İşte, bu yüzden bölgesel gerginlikler artmakta, silahlanma hızlanmakta, uzak kıtaların kaynak bölgelerine doğru etki yarışı kızışmaktadır. Bu süreç, küreselleşmeyle süratlenen ve beslenmiş olan bir sonuçtur.
Bir coğrafyanın ekonomik olarak diğer coğrafyalara göre orantısızca ve olağanüstü büyümesi ve Batı'nın reel sektörü terk etme eğilimi ve uygulamaları bugünkü küresel dengenin bozulmasıyla sonuçlanmıştır. Öyle ki mevcut durum tüm taraflar için türlü riskler içermektedir. Kendi adıma, yıllarca izlediğim ve analiz ettiğim bu sürecin bizzat kendisi ve nedenleri, dünyamızın geleceği ve barış ortamı için son derece önemlidir.
Bize göre bu sürecin barış içerisinde tüm taraflar için çözümü, ekonomik olarak yükselmiş olan bu bölgeye alternatif ve rakip olabilecek, çok sayıda ülkeden oluşan yeni bölgesel entegrasyon alanlarının ortaya çıkarılmasıdır dünyada. Dünyada yeni bölgesel ekonomik alanlara ihtiyaç vardır arkadaşlar. Bu olgunun adı bölgeselleşmedir. Bizim de dünyanın gidişine bakıp yıllar önce tespit ettiğimiz bölgeselleşme çözümü, bugün, gelişmiş ülkelerin de gündeminde tartışılmaktadır. Bize göre, dünyada yeni bölgesel entegrasyon alanlarının yükselmesine katlanmak, bugünün hegemon ülkeleri için bir taviz olacaktır. Gelişmişlerin kalkınmışlıklarını barış ortamında sürdürebilmeleri ancak bu tür bir yolla sağlanabilir gözükmektedir, buna rağmen. Bu şartlarda, bölgeselleşmeyi sanayileşmiş, gelişmekte olan ülkelerin katılıp gerçekleştirebileceği oluşumlar olarak düşünmek gerektiği kanısındayız. Az gelişmişler ise bu süreçten ham madde satışlarının artırılması, pahalanması ve satın alma avantajlarının gelişmesi gibi konularda yarar sağlayabileceklerdir.
Bölgeselleşmede, bölgeler kendi içerisinde homojenizasyon sağlarken dünya dengelerine hizmet edeceklerdir. Türkiye için düşünürsek, bölgeselleşme ve entegrasyon istikrarsız ülkeler yerine, göreli de olsa istikrarlı ülkelerle yapılmalıdır. Bölgeselleşme ve entegrasyon ancak istikrarlı ülkelerle yapılabilir.
Ekonomik entegrasyon, bir açık alışveriş hâlidir. Ancak, bununla beraber siyasal krizler ve istikrarsızlık da bu alışverişe konu olabilirler. İstikrarsızlık olgusu, bulaşıcı bir özellik de taşır. Dolayısıyla, ülkemizin güneyinde entegrasyon aramak, ne Türkiye'nin ne Batı dünyasının ne Doğu'nun ihtiyaçlarına uygun olacaktır bundan böyle, şimdiye kadar böyle düşünülebilirdi.
Bölgesel entegrasyon alternatifleri konusu, yakın coğrafyamızda yeterince mevcut ve yüksek potansiyeldedir. Bu potansiyelleri değerlendirmek, yapılan anlaşma ve iş birliklerinden vazgeçmek anlamına gelmeyecektir. Dolayısıyla, yeni bir bölgesel entegrasyon ortamı mutlaka Avrupa Birliğinden vazgeçme veya AB'yle ilişkilere, iş birliğine karşıt olma olarak algılanmamalıdır.
Hepinize teşekkür ederim, saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gümüş.