GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:60
Tarih:31.01.2013

CHP GRUBU ADINA METİN LÜTFİ BAYDAR (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyarbakır ilimizde Selahaddin Eyyubi Üniversitesinin kurulması konusunda verilen kanun tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Kanunla ilgili görüşlerimizi belirtmeden önce, Millî Eğitim Bakanlığına atanması dolayısıyla Sayın Nabi Avcı'yı tekrar kutluyor, kendisine çalışmalarında başarılar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, yeni Millî Eğitim Bakanının işi zor. Hem görevdeki öğretmenler hem de atanamayan öğretmenler tarafından pek hayırla yâd edilmeyen bir Bakanın bırakmış olduğu miras, yeni Bakan ve ülkemiz için bir felakettir.

Yeni Bakanın acil olarak gündeminde yer alması gereken -bize göre- üç sorun bulunmaktadır. Bunlardan ilkini serbest kıyafet uygulamasının yarattığı olumsuz sonuçların ortadan kaldırılması oluşturmaktadır. Bir önceki Millî Eğitim Bakanına öğrencilerimizden biri şöyle seslenmişti: "Sayın Bakanım, serbest kıyafet uygulamasıyla okulumuza kimler girip kimler çıkıyor bilemiyoruz." Bakan Bey'in vermiş olduğu cevap ilginçti: "Kafanı karıştırmalarına izin verme." Gerçi, bizleri bile, "Çocukları küçük yaşta okula göndermeyin, bilimsel olarak bu mümkün değil." dediğimizde terörist olarak suçlamıştı.

Bakanın, ülke ekonomisiyle ilgili zerre kadar bilgisinin olmadığı ortada. Bilgisi olsa çocuklar arasında eşitliği bozacak, zengin ve fakir arasında uçurumu gözler önüne serecek -ülke genelindeki okul kıyafetleri sektörüne milyonlarca liralık darbe indirmeye kalkmaz- serbest kıyafet uygulamasına başlamazdı. Umarım, uykusundan uyanmıştır.

Değerli milletvekilleri, yeni Bakanın önündeki bir diğer sorun ise aile bütünlüğünün bozulmasına neden olan eş durumu özür atamalarının yapılmamasıydı. Başbakanın grup toplantısında yaptığı açıklamayla şubat ayında atamaların yapılacağını öğrendik. Doğru bir karar vererek yanlıştan dönüldüğü için bu haberi bekleyen öğretmenlerimiz ve aileleri adına mutluyuz. Eski Bakanın "Atamalar yılda bir kez olacak." diye tutturması, eşleri birbirinden uzak tutmaya davet etmesi, öğretmenlere -sonuçlarını hiç düşünmeden- alan değişikliği yaptırtması, alan değişikliği sonrası sorunların katlanmasının ardından geri ama yarım adım atarak soruna farklı bir boyut kazandırması eğitim bütünlüğünün bozulmasına neden olmuştu.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanın halletmesi gereken üçüncü ve en büyük sorun ise atanamayan öğretmenlerin durumudur. Atanamayan ve atama bekleyen öğretmenlerin haykırışlarını duyması, bu zulme, işkenceye bir an önce son vermesi, tüm öğretmen adaylarının ve onlara bütün imkânlarını seferber etmiş olan ailelerinin beklentisidir. "Analar ağlamasın." diyen bir Başbakana, öğretmen adaylarının da analarının olduğunu, onların da ağladığını milletimin kürsüsünden hatırlatmak isterim.

Sayın Avcı'ya bu sorunun çözümü konusunda Cumhuriyet Halk Partisi olarak üzerimize düşen ne varsa yapacağımızı belirtmek isterim. Sayın Bakanın işi hayli zor ve güç. Bir önceki Bakanın, millî eğitime sadece bakmasının verdiği tahribatı düzeltmek zaman alacak fakat söylemiş olduğum durumlardan etkilenen herkes çözüm beklemektedir.

Değerli milletvekilleri, eğitim önemlidir, Millî Eğitim ise ülkemizin can damarıdır; alınan kararların çok iyi düşünülmesi, analizlerinin iyi yapılması gerekmektedir. Binanın temellerinden birinin eksik olması nasıl ki binanın yıkılması sebebiyse, Millî Eğitimdeki yanlış veya eksik alınmış bir kararın sonuçları da ülke için yıkım olmaktadır.

Sayın Avcı'nın dediği gibi, eğitim yatırımları, sonuçları on-on iki yıl sonra görülen düzenlemelerdir. Sayın Avcı'ya, AKP hükûmetleri boyunca Millî Eğitimin aldığı kararları ve değiştirdikleri sistemleri tekrar aklıselimle gözden geçirmesini öneririm. Kendisinin ifade ettiği gibi, bırakın on-on iki yılı, alınan kararlar daha bir ay bile dayanmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; YÖK'ü ve Millî Eğitimi yönetebilmek için ilk önce gençliğinizi yaşamış olmanız gerekmektedir. Gençliğinizi yaşınıza göre yaşayamamışsanız ileride alacağınız kararlarda, atacağınız adımlarda olumsuz yönlere sevk olur gidersiniz. Gençlerin düşüncelerine değer vermezseniz onların dediklerini anlamaz, size karşı geldiklerini zannedersiniz; size söylenen her sözü mermi gibi, bomba gibi görüp daha fazla tepki gösterirsiniz.

Değerli milletvekilleri, "Böyle yöneticiler var mı?" diye sorarsanız, Ulaştırma Bakanımıza bakalım. Ulaştırma Bakanı şöyle bir açıklamada bulunuyor: "Önce Boğaziçi Üniversitesini ziyaret ettim. Bir baktım, farklı bir dünya; değişik binalar, surlarla çevrilmiş alan. Sonra, bahçesinde gençler kızlı erkekli oturuyor; ben çok şaşırdım, `Burada yoldan çıkarım.' dedim." Sayın Bakan böyle bir düşünceye sahip olduğu için, gençliğin o coşkusunu, o saflığını, o temizliğini ve bitip tükenmez enerjilerini maalesef anlaması mümkün değildir.

Sayın Başbakan makul taleplere bile oldukça sert cevaplar vererek, gençliği, özellikle de üniversite gençliğini sadece biat eden, kendisini devamlı alkışlamasını istediği bir kitle olarak görmektedir. Göktürk uydusunun fırlatma töreni öncesinde ODTÜ'de yaşanan olaylar sonrası verdiği tepkide bunu açıkça görebiliriz. Hatta, kini ve nefreti o kadar fazladır ki, Çamlıca'daki Radyo Televizyon Vericisi Proje Yarışması'nda ODTÜ 1'inci olmasına rağmen, projeyi yarışmada 3'üncü olarak verdirtmiştir.

Değerli milletvekilleri, Diyarbakır ilimizde kurulması düşünülen Selahaddin Eyyubi Üniversitesi konusunda komisyona yeterli bilgi verilmemiştir. Bu üniversiteyi kuracak olan vakıf kimdir? Bugüne kadar hangi eğitim faaliyetleriyle uğraşmıştır? Bu vakfın mali kaynakları nelerdir? Bunların yeterince açıklanmadığı ve açıklanmaya ihtiyaç olduğu ortadadır.

Araştırma, inceleme sürecinin iyi değerlendirilememesi, altyapısının çok iyi hazırlanmaması kurulacak üniversitelerden beklenen yararın zarara dönüşmesine, ülke kaynaklarının boşa harcanmasına neden olmaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak yeni üniversitelerin kurulması taraftarı olduğumuzu her konuşmamızda dile getirmekteyiz. Üniversiteler, kuruldukları şehirlere ve bulundukları bölgeye ekonomik ve sosyal yönlerden katkı sağlamaktadır. Parti olarak muhalefetimiz yeni kurulacak üniversitelere değil, planlama eksikliği sonucu üniversitelere yeterince kaynak ayrılmamasınadır.

Son yıllarda vakıf üniversitelerinin, adına uygun vakfetmeyi amaçlayan bir anlayışla değil, para kazanmayı amaçlayan bir ticari zihniyetle kurulduğu görülmektedir. Yeni kurulan devlet üniversitelerimize de yeterince kaynak ayrılmadığı ortadadır. Bu endişelerimizin giderilmesine ihtiyaç vardır.

Değerli milletvekilleri, sizlere birkaç örnek vermek istiyorum. 2008 yılında kurulan Ardahan Üniversitesi medyada "tek odalı üniversite" olarak geniş yer bulmuştu, üniversitenin rektörünün ve yardımcılarının eski Köy İşleri binasında tek odada mesai doldurdukları basına yansımıştı. Hatta, ilginç bir olay da yaşanmıştı; sloganı "Işığa karışın." olan Ardahan Üniversitesi Rektörü, "Gerekirse çadırda üniversite kurarım." diyerek Kızılay'ın Ardahan şubesine başvurmuş ama ilde bir tek Kızılay çadırının dahi olmadığı ortaya çıkmıştı.

Mardin Artuklu Üniversitesinin 2008 yılında 5 milyon Türk liralık bütçesi vardı. 5 milyon Türk lirası ise sadece kırtasiye ve temizlik giderlerine gitmişti.

Şu anda üniversitelerimizin durumlarının günden güne daha iyi olması, eğitimlerinin ve bütçelerinin, kuruluş aşamasına göre tedricen artmış olması, kuruluş aşamasında yaşanan kaynak ve zaman kaybını yok etmemektedir. Bu nedenle, üniversitelerin yeterli kaynak ayrılarak kurulması, kuruluş aşaması açısından hayati önemdedir.

Ayrıca, yeni kurulan üniversiteler ciddi öğretim üyesi sıkıntısı çekmektedir. Bizim önerimiz, bunun giderilmesi için, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı çerçevesinde kadro miktarı artırılmalı, bir yükseköğretim seferberliği başlatılarak, yüksek lisans ve doktoraya başvuru koşullarını taşıyan tüm başvuran gençlerimize kadro verilerek kabul edilmelidir. Bu, yaşadığımız öğretim üyesi sıkıntısını gidermede bir çözüm olabilir.

Değerli milletvekilleri, şimdi de, AKP tarafından bütçenin hazırlanması ve uygulanması konusunda bir örnek vermek istiyorum: ÖSYM'nin sınavlarda dağıtmış olduğu kırtasiye setiyle ilgili vermiş olduğum soru önergeme eski Bakan tarafından verilen cevaba göre, sınav seti maliyeti, bir kişi başına 1,14 Türk lirası. Sınava başvuran toplam 1 milyon 904 bin 101 adaydan alınan toplam sınav ücreti, KDV dahil, 46 milyon 193 bin 365 Türk lirasıdır. Kırtasiye setinin maliyeti 2 milyon 170 bin 675 lira 14 kuruştur ve bu tutar, ÖSYM tarafından değil, sınava giren adaylardan alınmıştır. Sadece kırtasiye seti değil, bunun yanında, testlerin hazırlanması, soru kitapçıklarının bastırılması, paketlenmesi, nakliyesi, sınav uygulamalarına ilişkin her türlü organizasyon, sınav görevli ücretleri, sınav sonuçlarının değerlendirilmesi, adaylara duyurulmasına ilişkin harcamalar ile genel yönetim giderlerine ilişkin cari harcamalar ve yatırım harcamaları da sınava giren adaylardan alınmaktadır.

Ülkemiz iyi ki sosyal bir devlet. Öyle bir sosyal devletiz ki, ekmek ve yaşam mücadelesi veren gençlerimizden para alıp bütün giderleri onlara ödetiyoruz, ancak sınavla ilgili bir soru sorduklarında devletin en soğuk yüzünü gösteriyoruz. Teşekkür ederiz Adalet ve Kalkınma Partisine, ileri demokrasi anlayışından sonra, işte size ileri sosyal devlet uygulaması.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitime ilişkin temel göstergelerin birçoğunda Türkiye, OECD ve AB ülkeleriyle karşılaştırıldığında ya en kötü durumda ya da en kötülerden birisidir. OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporu'na göre, Türkiye, 2010 itibarıyla üniversite eğitimine ulaşan kişilerin nüfusa oranı açısından sondan üçüncüdür. Kore'de nüfusun yüzde 67'si, Japonya ve Kanada'da yüzde 59'u, üniversite sayısında son yirmi yıla sığdırdığımız sayısal artışa rağmen Türkiye'de ise gençlerimizin ancak yüzde 20'si üniversiteye gitmektedir. Yine aynı rapora göre, OECD ülkeleri ortalaması alındığında, gençlerin yüzde 39'unun gelecekte dört yıllık üniversite eğitimini tamamlaması bekleniyor. Türkiye'de bu oran yüzde 25. Yüksek eğitimlerin nüfusa oranla kıyaslamasında OECD ortalaması yüzde 31 olarak belirlenirken, Türkiye, yüzde 13'lük oran ile sıralamada ortanın altında yer alıyor.

Üniversite sayılarını artırmak başarı hanesine yazılabilir ancak asıl başarı, sayıyı artırırken kaliteyi de artırmakla yakalanabilir. Türkiye'de son on yılda seksenin üzerinde yeni üniversite açıldı. Asıl sorun, 2023 hedefine odaklandığını söyleyen iktidarın, bunu gerçekleştirebilme kapasitesiyle ilgilidir. Yükseköğretime ayırdığınız bu bütçe ile bunu yapabilmeniz olası değildir.

Yükseköğretimde yatay büyüme göz kamaştırıcıdır. Bu hızla elli üniversite daha açılabilir ancak derinlik ve üniversitelerin araştırma fonksiyonunda ciddi zafiyetler bulunmaktadır. Üniversiteler kurulurken tematik olmak yerine en kolayı tercih edilmekte, sonuçta her ilde bir yükseköğretim kurumu olmakta ama gerçek anlamda üniversite olmamaktadır.

Üniversitelerin şu andaki durumlarıyla ilgili genel tespitlerimizi sıralayacak olur isek, üniversiteler bütçe sistemi değişiyor ama bürokratik yönetim devam ediyor. Maddi kaynakları sınırlı ama mali özerklikten söz ediliyor. Üniversiteler yirmi yıldır en önemli kaynağını personel için harcıyor. Üniversite bütçelerinin yüzde 60'ı personel gideri. Ancak yüzde 20'si yatırım, bina, makine ve tesisata gidiyor. Bunların çoğu da derslik ve ofis gideri yani üniversitelerin bütçesinde araştırmaya para ancak bir kırıntı kadar. AR-GE, üniversitenin kendi AR-GE'si, bilimsel araştırma projeleri, kaynağı döner sermayeye bağlanmış, döner sermaye artarsa BAP projeleri artacak.

Geçen seneye kadar döner sermayeler dışında üniversite gelirlerinin yüzde 93'ü hazine yardımı. Öğrenci harçlarından sadece ve sadece yüzde 7 geliri vardı. Şimdi harçlar da kaldırıldı, geliri de o anlamda sınırlandı. Harçların kaldırılması çok doğru bir karardır, ancak üniversiteyi gelirsiz, sadece hazineden aktarılacak kaynaklara bağımlı hâle getirmek yanlıştır. Ön lisans, lisans, yüksek lisans, doktora öğrencileri için hazine, öğrenci sayısı başına üniversitelere ayrı bir bütçe aktarabilir, bu da yalnızca üniversitelerin AR-GE faaliyetlerinde kullanılabilinir.

Mali yönetmeliklerde üniversitelere manevra kabiliyeti verecek kadar bile bir gelir alanı sağlanmamış durumdadır. Mali özerklik hepten yok edilmiştir. Üniversiteler, sütçülük, yoğurtçuluk, "2 dana alalım, bakalım, Kurban'da satalım, gelir elde edelim." derdine düşmüştür. Yükseköğretim bütçesi son on yıldır merkezî bütçenin yüzde 3,5'i düzeyinde ama millî gelir içindeki payı yüzde 1'in altına inmiştir.

2023 hedefleriniz içinde 500 milyar dolar ihracat var. Mümkün mü bu? Bu kafayla mümkün değil. Söylediklerinizi hangi bilgi düzeyiyle, hangi araştırma potansiyeliyle yapacaksınız? Yalnızca göz boyamayı biliyorsunuz. 1 trilyon liralık millî geliri 1 trilyon dolar düzeyine çıkarmak için üniversitelerin gücünden yararlanmanız gerek, 2023 yılında bu hedefi ihracatla birlikte 1,5 trilyon dolarlık üretim olarak görmek gerek. Bunu üretecek bilgi düzeyine sahip değilsek ithal edeceğiz, bilgiyi ithal edeceğiz. Bu da cari açık, fakirlik, başka ülkelerin pazarı olmak demek yani sömürge olmak demek.

Üniversite sayısı artıyor ama yükseköğretim ve üniversiteler bütçesinin millî gelir içindeki payı azalıyor. Konuştuğumuz rakam yüzde 1 bile değil. Rekabet ettiğimiz ülkelerin sadece AR-GE rakamlarının millî gelire oranına baktığımızda yüzde 3 gibi bir rakamı görmek mümkün. Bütçeden yüzde 0,97; yüzde 1 bile olmayan bir pay ile nasıl rekabet edeceğiz değerli arkadaşlar? Üniversite bütçelerinin ortalama yüzde 60'ı personel giderleri. Toplam yükseköğretim bütçe büyüklüğü 15 milyar. Bunun yaklaşık 10 milyar Türk lirası personel gideri; 3 milyar, mal ve hizmet alımları, sosyal harcamalar ya da vesaire sayıldıktan sonra kalanı AR-GE. AR-GE'ye ayırdığınız pay, üniversite bütçesi içerisinde bir kırıntıdır değerli arkadaşlar.

Üniversiteler, sadece ders anlatan ve artan yükseköğretim talebini karşılamaya çalışan, yoğun öğrenci yılmasına cevap vermeye çalışan kurumlar hâline gelmiştir. AR-GE, yasadaki temel fonksiyonlarından biri olmanın dışında kalmıştır. Dolayısıyla, ülkemiz, AKP'nin politikalarıyla, Doğulu gibi üretip Batılı gibi tüketmeye devam edecektir. Yoksullaştırılan bir büyüme, kredi, borç ve ithalat -cari açık destekli- ve tüketim iştahı sürmektedir. İnsanlar tüketmek istemektedir, bu normaldir ama kredilerin hâlâ önemli bir kısmı tüketime yönelik bireysel kredilerdir.

Türkiye'de 1 kilogram ihracatın değeri 1,5 dolardır. Almanya'da ise bu 4 dolardır. Bizimki iş değil, bu tam anlamıyla hamallıktır. Böyle devam ederse, AR-GE, katma değeri yüksek ürünler, yüksek teknoloji, destekli üretim olmadığı sürece, üniversite bütçelerine bu denli cimri davranıldığı sürece hamallığa devam edeceğiz.

Türkiye'de bütçeden yükseköğretime ayrılan pay ve millî gelire oranına baktığımız zaman, 2003'te yüzde 0,94; 2013'te yüzde 0,97'dir. Görüldüğü gibi, AKP'nin "Yükseköğretim bütçesini şöyle artırdım, böyle arttırdım." lafları kocaman bir balondur. Üniversite bütçesinin millî gelire oranı yüzde 0,94'ten ancak yüzde 0,97'ye çıkabilmiştir. AR-GE ve inovasyon olmadan üniversitede kaliteyi, üretiminizin ve ihracatınızın yüksek teknoloji olmasını sağlayamazsınız; üniversitelerin bütçedeki payını artırmadan da AR-GE ve inovasyon yapamazsınız. AR-GE ve inavosyon için de -altını çizerek belirtiyorum- sanat ve kültür eğitimi yetkin almış, hayal gücü olan ve hayatı sorgulayan bir gençliğe ihtiyacınız var. Demek ki ne imiş? Biat eden gençlikle AR-GE ve inovasyonda yeterli bir yol katetmeniz mümkün değil. Yavaş yavaş, bazı gerçeklerle yüzleşince Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü ve onun yaptıklarını daha iyi anlayacaksınız.

Dinlediğiniz için teşekkür eder, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Baydar.