Konu: | YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 60 |
Tarih: | 31.01.2013 |
CHP GRUBU ADINA ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, görevinizde başarılar diliyor, saygılar sunuyorum.
Sayın Bakan, önemli iki konuyu konuşmamın başında hemen ifade etmek istiyorum. Birincisi, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde Millî Eğitim Komisyonuyla ilgili görüşmeleri bilen binlerce vatandaşımız -birbirlerine haber vermişler- İnternet'ten, televizyondan izliyorlar, telefonlarla da bize ulaşıyorlar, diyorlar ki: Acilen çıkan ve hemen uygulamaya sokulan okullardaki serbest kıyafetten dolayı binlerce esnafımız çok mağdur durumdadır. Bu esnafların ellerinde okul kıyafetleri kalmıştır ve Sayın Bakandan, bugün, kendileriyle ilgili, bu millî servetin heba olmaması, iflas noktasına gelen bu esnafımızın desteklenmesiyle ilgili -yeni bakanlığa gelmiş- bugün de kendilerine iyi, hayırlı bir haberi vermesini buradan bekliyorlar. Birincisi bu.
İkincisi: Konuşmamda ifade edeceğim, 50/d'den muzdarip olan asistan öğretmenlerimiz şu anda YÖK'ün önünde bugün yapılan konuşmaları ve alınacak kararları yarın için büyük bir sabırsızlıkla bekliyorlar. Bunu da konuşmamın başında ifade edeyim.
Değerli milletvekilleri, üzerinde görüştüğümüz kanun tasarısı hakkında yapacağım konuşmayı şu başlıklarla açmayı düşünüyordum. Türkiye'de üniversiteler "Bastır parayı, al diplomayı" anlayışıyla işleyen kurumlar hâline gelmiştir. Üniversiteler, marketten mal alır gibi diploma dağıtan kurumlar hâline gelmiştir. Üniversiteler, marketten mal alır gibi, aynı zamanda akademik unvan alınan bir kurum hâline getirilmiştir. Türkiye'de bir günde profesör olan akademisyenler bulunmaktadır.
Üniversitelerin parasıyla 400 bin liralık makam aracı sahibi olan rektörler bulunmaktadır.
Hiç gitmediği bir üniversiteden profesör unvanı alıp İstanbul'da özel bir hastanede çalışanlar ve bunun bedeli olarak rektöre her ay 30 bin lira ödeyenler bulunmaktadır.
Sağlık Bakanlığı bürokratı olarak çalışan ancak, profesörlük kadrosuna alındıkları üniversitelerin kapısına dahi uğramayan, hiç ders vermediği üniversitelerin akademisinde, akademik kadrosunda görünen, profesör maaşı alan, hastanesinin döner sermayesinden payını alan, hemşirelik yüksekokullarında profesör unvanı alan doktorlar vardır.
Ankara Tabip Odası, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesine atanacak 32 kadrodan 31'ini önceden, atamalar yapılmadan önce açıklamıştır. Tabip Odası bu atamaları mahkemeye götürmüş ve davayı kazanmıştır. Buna rağmen sözü edilen isimler hâlâ yerinde durmaktadır. Sözü edilen Üniversitenin Rektörü, Tıp Fakültesi Dekanı ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı da bu isimlerin arasındadır.
Bunları vurgularken şu soruyu yanıtlarız amacındaydım: Hükûmetin bol keseden akademik unvan dağıtmasının karşılığı nedir? Orta Doğu Teknik Üniversitesinde, Türkiye'nin gururu sayılması gereken bir üniversiteye Sayın Başbakanın binlerce polis eşliğinde gitmesiyle yaşanan olayların ardından bazı üniversite rektörlerinin yaptığı açıklamalar Hükûmetin amacını açıkça ortaya koymuştur. Yıldırım Beyazıt Üniversitesinin bir saat bile ders vermeden profesör olmuş Rektörü "Bizdeki özgürlük Oxford'da yok." diye açıklama yapmıştır. Başka bir üniversitenin rektörü "Başbakanı istemiyorsan verdiği maaşı da alma." diyebilmektedir. Orta Doğu Teknik Üniversitesini kınadığı için varlığından haberdar olduğumuz bir üniversitenin rektörü daha önce AKP'den belediye başkanlığı yapmıştır. Belediye Başkanlığı döneminde Başkan olduğu ilçede bir bina çökmüş ve 92 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Bütün tazminat davalarını kaybeden belediye icralık olmuştur. Muhalefet parti belediyelerini âdeta işgal eden Hükûmet, o dönem adı geçen Belediye Başkanı hakkında maalesef soruşturma izni dahi vermemiştir. O dönemde belediyeyi suçlu bulan bilirkişi raporunun ODTÜ tarafından yazılmış olması da rektörün öfkesini daha da artırmıştır. Kendi özgeçmişini İngilizce bile yazamayan bir rektör "Başbakanımıza bir nevi muamelenin reva görülmesini doğru bulmuyoruz." diye açıklama yapmıştır.
Değerli arkadaşlarım, tüm bunlardan sonra çok acil bir soruna değinmem gerekiyor. Bildiğiniz gibi, Yükseköğretim Kanunu'nun 50'nci maddesinin (d) fıkrasına göre çalışan asistanlar işten çıkartılmış ya da çıkartılmakla tehdit edilmektedirler. İstanbul Teknik Üniversitesinde onlarca asistan işten çıkartılmıştır. Bu genç arkadaşlarımız İstanbul'dan Kocaeli'den ve birçok ilden bir araya gelerek bu soğuk havada, Ankara'da YÖK binasının önünde beklemektedir. Genç akademisyenlerin, tek istediği akademik özgürlük ve iş güvencesidir. Şimdi okumaya başlayacağım tamamen onların sözleridir: "50/d araştırma görevlileri dört yıl sonra bir kere daha YÖK önündedir. 2009 yılında doktoralarını bitirmeleriyle birlikte 50/d'li araştırma görevlilerini işsiz bırakan YÖK Yürütme Kurulu kararını protesto etmek için buradayız. O dönem sürdürdüğümüz kararlı mücadele sonucu Danıştaya açtığımız davayı kazandık ve ilgili kararının iptal edilmesini sağladık. Danıştayın gerekçeli kararı, son derece açıktır. `33/a'lı araştırma görevlileriyle aynı işin tanımına sahip 50/d'li araştırma görevlileri için farklı bir iş güvencesi söz konusu olamaz.' Dört yıl sonra geldiğimiz noktada yüzlerce 50/d'li araştırma görevlisi yüksek lisans ve doktoralarını bitirmeden işten çıkartılmıştır. Geri kalan binlerce 50/d'li büyük bir belirsizlik içinde iş kaybedeceği günü beklemektedir. İş güvencesi tamamen ortadan kaldırılacak ve başta araştırma görevlileri olmak üzere, akademisyenleri sosyal haklardan yoksun sözleşmeli personele dönüştürecek bu yasadan derhâl vazgeçilmelidir. Hukuksuz bir şekilde işten atılarak mağdur edilen asistanlar geri alınmalıdır.
Hiçbir hukuki ve bilimsel dayanağı olmayan azami süre uygulaması kaldırılmalıdır.
İstanbul Teknik Üniversitesinin, 33/a kadrosuna geçişte bölümlerin iradelerini yok sayan değerlendirmeleri, kuralları kaldırılmalıdır.
Değerli Bakanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hiçbir konuya ön yargılı bakmıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi her gelen bakanın gerçekten Türkiye Cumhuriyeti'nin iyi şeyler yapabileceği, doğru kararlar alacağı kanaatiyle, iyi niyetle bakmaktadır. Ancak eğer şu anda YÖK'ün önünde onlarca asistan genç kardeşimiz işten çıkartıldıkları için, üstelik de Danıştaydan alınan karara rağmen yasal olmayan bir şekilde işten çıkartıldıkları için orada seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar. Ben onların sesi olarak Sayın Bakanımıza buradan sesleniyorum: Lütfen, bu gençlerin seslerine kulak verin ve siz gençlerin ve siz Türkiye'de sesi çıkamayanların Bakanı olun. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli Bakanım, acilen çıkartılan ve hemen uygulamaya sokulan, öğrencilerimizin serbest kıyafetle dolaşımı? Şimdi, bazı öğrenciler liselerde tek tip kıyafet giyiyorlar. Nasıl mı? Tek tip siyah kıyafet giyiyorlar, yakalarına birer tane gül takıyorlar. O öğrencilerin bundan sonra çete olduğu ve bir gruba ait olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. Artık bu aşamaya gelmiş bir anda öğrencilerimizin ayrım yapılarak sınıflarda oturtulmasını değil? Onların Bakanı olarak onların önünü açın. Böylece Türkiye sizi kucaklasın, böylece muhalefet partisi de sizi tebrik etsin. Biz Türkiye'nin önünü açan her yasada o yasayı çıkartanların yanında olacağız.
Saygılarımla, sevgilerimle. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Özkoç.