GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 3'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:31
Tarih:09.12.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA YASİN ÖZTÜRK (Denizli) - Gelir İdaresi Başkanlığı ve Kamu İhale Kurumu bütçeleri üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Birbirinden alakasız görünse de ülkemizin kasasından Z raporu alınırken birbirini doğrudan etkileyen 2 kurumun 2022 bütçesini görüşüyoruz. Gelir İdaresi Başkanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığının bağlı kuruluşu, Kamu İhale Kurumu ise Bakanlığınızın ilişkili kuruluşu.

Gelir İdaresi Başkanlığının başlıca görevi, devlet alacaklarının tahsilini sağlamak ve bu konuda gerekli tedbirleri almaktır. Devlet alacaklarını kamu hizmetlerinde kullanmak üzere toplar, topladığı gelirle de bu hizmetleri gerçekleştirebilmek için mal ve hizmet satın alır. Bu satın alma faaliyetlerini de kamu ihaleleri yoluyla yapar.

Gelir ve satın alma birbiriyle bağlantılıdır. Geliriniz çoğaldıkça satın alma gücünüz artar. Satın alma da bir tercihtir. İktidar, hepimizin vergilerinden oluşan bütçemizi kullanırken tercihini yapıyor; hem israfa varan lüks harcamalar yapıyor hem de alışverişte güvendiği, sır saklayan dostlar kazansın istiyor ki foyası ortaya çıkmasın, milletimiz görmesin istiyor.

Değerli milletvekilleri, Kamu İhale Kanunu'muz 2002 yılında yürürlüğe girdi ancak bu 70 maddelik Kanun 190 küsur defa değiştirildi. Bir kanunda bu kadar değişiklik yapılır mı? Eğer "Alışverişte adamım kazansın." denilirse yapılır. Ne zaman malum 5'liden 1'i büyük bir ihaleye girecek olsa kanun değişiyor. Değişmeyen tek şey ise ihale yöntemi, 21/b; tanıdıkları davet edip pazarlık yapmak. Tekrar ediyorum, bu projelere garanti adı altında ayrılan ödenek tutarları bile birçok bakanlığın bütçesinden katbekat fazla. 21/b kapsamındaki bu ihaleler verilirken Kamu İhale Kurumu işlevsiz kaldı. İlan yapılmayan ihalelerde, ihale dokümanının sadece idare tarafından davet edilenlere satılacağı hüküm altına alınmıştır. İdare kimdir? Bunu sorgulamak bile abesle iştigal; her konuda tek tek yetkili, son sözün sahibi, tek sahibi, "Teklik Allah'a mahsustur."dan "Teklik benim şahsımdır."a dönüşen zihniyetin sahibi. İhaleye davet edilmeyenler de ihale dokümanını bile alamadığından şikâyet etme ehliyetine bile sahip olamamaktadırlar.

Yine, Kamu İhale Kanunu'nun istisnalarını düzenleyen bir maddesi var ki evlere şenlik. Kanunda savunma, güvenlik ve istihbarat veya gizlilik içerisinde yürütülmesi gereken mal ve hizmet alımları verme yetkisi de Sayın Cumhurbaşkanına tanındı. Cumhurbaşkanı bu yetkiyi öyle bir genişletti ki bugün, kurumlar, araç kiralama hizmetleri, bakım, onarım, tadilat işleri yanında, tuvalet kâğıdı alımlarını bile ticari sır içinde yapar hâle geldi. İstisnalar bu kadar artınca da Kamu İhale Kurumunun görevi kamu alımlarında dönen dolaplara seyirci olmakla sınırlı kaldı.

Değerli milletvekilleri, hep garanti ödemeli şehir hastanesi, otoban, havaalanı ihalelerinden bahsedecek değiliz, size bu defa değişik bir ihaleden bahsetmek istiyorum: Önem seviyesi hayati; hikâye aynı, yerli ve millî üretim garantili ihale ve iktidara yakın bir şirket. 2015 yılında Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve Kızılay arasında yerli plazmadan plazma ürünleri üretilmesi projesi konusunda bir protokol imzalandı. Proje kapsamında, Kızılayın topladığı ancak kullanılmayan kanlar ham madde olarak değerlendirilecek, sağlık alanında Türkiye'nin en önemli ithalat kalemlerinden olan kan ürünleri millîleşecekti. Proje duyurulduktan sonra 18 firma üretime talip oldu. Kriterlerin açıklanmasından sonra da şartlar değiştirilerek sayı 2'ye düşürüldü ve ihale, en iyi teklifi verdiği söylenen ancak ihale dokümanında en az beş yıllık ilaç üretim deneyimi olması gerektiği, vurgulanmasına rağmen bu sektörde hiçbir yatırımı ve deneyimi olmayan bir firmaya verildi. Firma, proje ortaklarıyla 2 ayrı sözleşme yaptı; SGK'yle olan on iki yıllık sözleşme 2017'de, Kızılayla olan sözleşme ise 2018 yılında imzalandı. Bir ürünün yerli ve millî olması için bu ürünleri üretecek fabrikanın da Türkiye'de kurulu bulunması gerekmez mi hele hele böylesine önemli ve stratejik bir konuda? Ancak ihaleyi alan şirketin bırakın fabrikayı, Türkiye'de laboratuvarı bile yok. Ama şirketin Almanya'da kan ürünleri ithalatı yapan bir ortağı var. Yandaş firmamız sayesinde, onların aracılığıyla Kızılaydan toplanan plazmaları yurt dışına deneme üretimi ve testlerin yapılacağı bu laboratuvarlara göndermeye başlıyoruz.

Değerli milletvekilleri, ihalenin kime verildiği, nasıl verildiği tabii ki kamu yararı adına bir sıkıntı. Ancak asıl sıkıntı kanımızın, DNA verilerimizin, genetik kodlarımızın bir yandaşı ihya etmek adına yurt dışına çıkarılması. Bu iktidardan, işini yapmaya çalışan, alınlarından öpülecek müfettişlerimiz var; bu durumu tespit edip uyarıyorlar. Yerli bağışçıdan toplanacak plazmanın yanı sıra tam kan test tüplerinin de yurt dışı firmalara gönderildiği anlaşılmıştır. Kanların Almanya'ya gönderilmesi DNA bilgileri açısından risk yaratmaktadır. Olan ne biliyor musunuz? Özellikle vatandaşımızın genetik, biyogüvenlik verileri zahmetsizce yabancı ülkelerin bilgisine sunuldu. Sözleşme süresi beş yıl, sözleşmeye konu kan ünitesi yılda 5 milyon ünite; 25 milyon ünite kanın yurt dışına çıkarılması Anadolu'daki insanımızın DNA profilini çıkarmak için fazlasıyla yeterlidir. Şimdi, milletimizin verdiği yetkiyle bu Genel Kurulda konuşma hakkı bulunan bir milletvekili olarak soruyorum: Genetik haritalarımızın yabancı ülke kurum ve kuruluşlarının eline geçmesinde, bize ait ve yaşamsal önemi bulunan biyolojik verilerin ifşa edilmesinde nasıl bir kamu yararı vardır? Rahmetli Osman Durmuş'un Oktar Babuna meselesi nedeniyle verdiği mücadele hâlâ hafızalarımızda tazeliğini koruyor.

Yeni dünya düzeninde saldırı, savunma, korunma ve savaş stratejileri değişmiştir. İki yıl önce Çin'de ortaya çıkan Covid-19, hâlâ tüm dünyayı etkisi altında tutmaya devam etmektedir. Virüsün genetik varyantlarının değişmesi nedeniyle, bu salgının etkisinin ne kadar süreceğine ilişkin bir öngörüde dahi bulunulamamaktadır. Şu an dünyanın elindeki tek silah ve savunma sistemi aşıdır. Böyle bir durumda genetik verilerimizin, biyolojik verilerimizin bizim dışımızdaki ülkelere açık hâle getirilip ifşa edilmesi hangi akla sığar? Siz, bu konuda hiç mi endişe taşımıyorsunuz? "FETÖ, FETÖ" diyorsunuz ya, Ankara'da, Mamak'ta Adasel Vakfı adıyla çalışan bir genetik ve kök hücre merkezi vardı. Bu vakfın kurucusu ve yönetim kurulu üyeleri kimlerdi? Kuruluşunda yer alanlardan hâlâ görevde olan ve/veya firari olanlar var mıdır? Birini ben söyleyeyim: Vakfın kuruluşundaki kişi FETÖ'den kaçak Tuncay Delibaş, FETÖ'nün doktoru. O tarihlerde kamu hastanelerinin laboratuvar işletmeleri bu adamın elindeydi. 15 Temmuzda el konulduktan sonra bu merkezin adını Aziz Sancar Araştırma Merkezi olarak değiştirdiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

YASİN ÖZTÜRK (Devamla) - Sadece adını, temiz olan bir isme değiştirdiniz. Yaptığınız aynı, işlev aynı, FETÖ ne yapıyorsa onu yapmaya devam ediyorsunuz. FETÖ'nün bu kuruluşunun, vatandaşlarımızın kanlarından; DNA dizi analizi, doku uyumluluk testleri ve benzeri kişisel ve tüm toplumun ortak hassasiyetine, hayatiyetine matuf biyolojik verileri topladığını biliyoruz. 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde bu merkezde toplanan verilerin hangi haber alma teşkilatına veya herhangi bir ülkenin misyonuna gönderilip gönderilmediği konusu araştırılmış mıdır? Bu veriler vatandaşlarımızı biyolojik bir taarruzun açık hedefi hâline getirmektedir. Ülke savunması sadece bütçede savunma harcamalarına ayrılan ödeneği artırmakla yapılmaz. Savunma, açık saldırılara karşı önlem almayı da gerektirir.

Sözüm bitti... Türk milletinin kanını bile ihaleye çıkardınız, bunu ne tarih ne Türk milleti unutacaktır.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)