GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 5'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:33
Tarih:11.12.2021

HDP GRUBU ADINA MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Teşekkürler Başkan.

Genel Kurul ve değerli halkımız; dünyamız büyük bir yok oluşla karşı karşıya; uzunca zamandır özellikle iklim kriziyle ilgili tartışmalar var. Bu tartışmalara hem sermaye devletleri, şirketler bir taraftan dâhil oluyor fakat bir taraftan da meselenin doğrudan mağduru olan, doğrudan sonuçlarıyla karşı karşıya kalan ezilen, yoksul milyarlarca insan. Evet, Türkiye de bu tartışmaya dâhil oldu fakat Türkiye, sürece dâhil olduğunda politikasını ne kadar çok kirleten varsa esasen sorumluluğu onların alması üzerine kurmuştu fakat bu politikanın özellikle bu geçtiğimiz COP tartışmalarında bir kez daha güncellendi ki hiçbir karşılığı yok. Çünkü dünyanın herhangi bir yerinde kaybolan bir ormanın sonuçlarını Türkiye'de pekâlâ yaşıyoruz. Türkiye de fazlasıyla bu küresel iklim krizinin yani kapitalizmin krizinin sonuçlarıyla karşı karşıya; kuraklıkla karşı karşıya, gıda kriziyle karşı karşıya ve benzeri. Şimdi, dolayısıyla, Türkiye'de biz Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığını tartıştığımızda sadece bu Bakanlığı tartışmış olmuyoruz, tartışamıyoruz maalesef çünkü AKP'li yıllar söz konusu olduğunda çok komplike bir organize işlerle karşı karşıyayız. Yani Tarım ve Orman Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Adalet Bakanlığı velhasıl tüm bakanlıklar aslında bütün bu bahsettiğimiz doğa talanı, çevre talanı konularında organize bir ittifak içerisindeler. Nasıl işliyor sistem? Şöyle işliyor: Başta bir tek adam var, bu tek adamın yaratmaya çalıştığı bir sermaye birikimi var, bu sermaye birikiminin aracı beton ekonomisi; bunun için, etrafında "5'li çete" dediğimiz şirketler var, bu şirketlerin talepleri var. Bu şirketler talep ediyor, tüm bakanlıklar bunu emir telakki ederek hayata geçirmeye çalışıyorlar. Süreç buna benzer, şöyle gelişiyor: Bir doğa tahsis ediliyor bu şirketlere, bu doğa tahsisinden sonra yaşam alanları ortadan kalkan köylüler direnişe geçiyorlar, direnişe geçenlerin karşısına İçişleri Bakanlığının kolluk güçleri dikiliyor, burada insanlar bir yardım görürüz, buluruz derdiyle mahkemelere gidiyorlar, mahkemelerde yine sarayın tetikçisi hâline gelmiş hukukçular devreye giriyorlar ve en nihayetinde mesele Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına geliyor ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı da tüm bu -tırnak içerisinde- süper projelere janjanlı makyajlar yaparak janjanlı kılıflar uydurmaya çalışıyor.

Şimdi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, aslına bakarsanız hem dünyada hem de Türkiye'de böylesine ekolojik yıkımın tartışıldığı günlerde bir kere kendisini bir bütün olarak bütün bu bakanlıkların karşısında konumlandırması gerekiyor, onlara karşı belki bizden daha fazla mücadele etmesi gerekiyor ama tam tersine, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bütün bu yıkım politikalarının meşrulaştırılması için çaba harcıyor. Bu, gerçekten trajik, çok trajik bir durum. Trajikliği şuradan kaynaklı: Burada birçok bakanlığın bütçesini tartışıyoruz fakat bütün bu bakanlık bütçelerinin, politikalarının, yaptığımız eleştirilerin telafisi bir biçimde mümkün olabilir. Yani sağlık politikalarını değiştirebiliriz, ekonomi politikalarını değiştirebiliriz, eğitim politikalarını değiştirebiliriz kısa ya da orta vadede fakat bu yaşanan ekolojik yıkımın düzeltilmesi neredeyse imkânsız. O yüzden, bugün yaptık yaptık, yapamazsak eğer gerçekten gelecek karartılmış olacak.

Şimdi, düşünün, nasıl bir Türkiye'deyiz? Yirmi yıllık AKP dönemi, tarihin en kapsamlı yıkımlarını yaşattı bize. Gerçeklerin, hakikatlerin ortaya koyulması lazım. Bakın, Türkiye yüz ölçümünün yarısından fazlası madenlere ayrılmış durumda, yani bunu düşünün, bunu kafanızda bir canlandırın; yarısından fazlası... Fakat Komisyonda sorduğumuzda şunu söyledi bize Bakanlar, dediler ki: "Evet, biz bunu böyle yaptık ama bu, şu anlama gelmez: 'Bütün bu maden sahalarında maden ruhsatı vereceğiz.' anlamına gelmez." Düşünün, böylesine komik, trajikomik bir açıklamayla karşı karşıya kalabildik.

Yine, denizler, Marmara Denizi'nde olduğu gibi, yok oluyor; göller, 70 civarında göl yok oldu, kurudu gitti; ormanlar zaten son derece büyük bir saldırı altında fakat yine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının yaptığı açıklama da ormanlar yok ediliyor fakat ormanların oranı nedense, nasıl oluyorsa artıyor, tıpkı TÜİK'in rakamları gibi. Fakat mantık şu: Dikilen fidanlar orman sayılıyor. Yani dikilen bir fidan ile ormanın bambaşka şeyler olduğunu maalesef ki maalesef biz burada anlatmak zorunda kalıyoruz ya da bilim insanları döne döne bunu anlatmak zorunda kalıyorlar. Derelerimiz işgal altında, HES'lerle işgal altında. Nedir? "Yenilenebilir enerji" adı altında HES'ler doğada, Karadeniz'de, Türkiye'de dereleri ortadan kaldıran bir politikaya dönüşmüş durumda.

Şimdi, bakın arkadaşlar, küresel iklim krizine karşı mücadele COP'ta tartışıldı, Türkiye'de tartışılıyor; Komisyonumuzun, Bakanlığımızın da temel dertlerinden bir tanesi ama aynı dönemde, bakın, nükleer santral projeleri var. Nükleer santral projeleri hâlâ, şu anda muazzam bir yatırım olarak sunulmaya çalışılıyor iktidar tarafından.

Sinop nükleer santraliyle ilgili yeni bir gelişme var, bunu anlatmak istiyorum. Bilirkişi raporu açıklanmış geçtiğimiz günlerde. Bilirkişi raporunda şu söyleniyor: "Kaza durumunda acil tahliye güç. Atıkların akıbeti belirsiz -yani nükleer atıkların nereye depolanacağı belirsiz- yer seçimi hatalı. ÇED raporu eksik -yani Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının burada marifeti var- izinsiz ağaç kesimi var -döne döne burada anlattık, yüz binlerce ağaç katledildi Sinop'ta- hafriyat tozu emisyonu eksik hesaplanmış. Kandilli Rasathanesi'nin depremsellik çalışmasının raporu yok, belirlemesi yok. Heyelan yer raporu yok." Düşünün, bütün bunların olmadığı bir nükleer santralle karşı karşıyayız Sinop'ta.

Sinop'ta nükleere karşı direnen arkadaşlarımızı buradan selamlıyorum, nükleer karşıtı platformları buradan bir kez daha selamlıyorum.

Bir diğer örnek arkadaşlar, yine, bir gelişme daha: Muğla'da, yine, ormanlarını devletten koruyan İkizköylüler var. Buradan, yine, bir kez daha, başlarken, İkizköy'de direnen köylüleri ve orada ekoloji mücadelesi yürüten tüm arkadaşlarımızı selamlıyoruz; muazzam bir direniş ortaya koydular, ne yapmak gerektiğini ortaya koydular. Orada da yeni bir gelişme var. Daha önceki aylarda verilen bilirkişi raporu incelemesi iptal edildi. Yani orada usulsüz bir bilirkişi incelemesi olmuştu, bu şimdi yenileniyor. Orada da yine, bir durdurma kararı var. Durdurma kararından sonra şirketin şu anda bir genişletme çalışması olmaması gerekiyor. Orada Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri var. Şimdi, burada 780 dönüm orman yok edilmek üzere. Düşünün, Muğla, bu yaz en çok ormanın yandığı ilden bahsediyoruz, yüz ölçümünün çoğunun maden sahasına dönüştürüldüğü bir alandan bahsediyoruz ve burada köylüler ormanlarını yine bakanlıklardan, bir bütün olarak bakanlıklardan koruyorlar, saldırıya uğruyorlar vesaire vesaire. Buradan bir kez daha ormanlarını koruyan köylülerimizin direnişini selamlıyoruz ve onların yanında olacağımızı buradan bir kez daha belirtiyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)

Bakın, aynı zamanda, termik santraller meselesi, termik santraller, işte, fosil yakıtlar meselesi ısınmayla ilgili en temel meselelerden bir tanesi fakat biz bu konuda da yine ikiyüzlü ve tutarsız bir politika ortaya koyuyoruz. Dünyada en çok kömürlü termik santrali bulunan 10 ülkeden biri Türkiye. Termik santraller ve çevre kirliliği her yıl 28 bin ila 58 bin insanın erken ölümüne sebep oluyor. Sadece Çanakkale'de, Kaz Dağları'nda 400 bin ağaç katledildi ve düşünün, ağaçların katledildiği yerde biz küresel iklim krizine karşı mücadele ediyoruz. 780 dönüm, yine ormanların yok edilmesi, bunu çok temel olarak arkadaşlarımız da belirttiler.

Şimdi, termik santral meselesi, Türkiye'de 28 tane kömürlü termik santral var fakat 30'dan fazla da proje var; Çin'den sonra en fazla kömürlü termik santral planlaması yapan ülke yani Çin sadece ucuz emek açısından örnek alınmıyor, bu açıdan da pekâlâ örnek alınan bir ülke.

Peki, biz ne yapacağız? Bizim yapacaklarımız şunlar değerli arkadaşlar, değerli halkımız: Biz bunun bir sistem sorunu olduğunu düşünüyoruz. Ranta dayalı, kâra dayalı, sermayeye dayalı bir yönetim anlayışının karşısında, demokratik, halkçı, ekolojist, kadın özgürlükçü bir halk iktidarını hedefliyoruz, bir siyaseti hedefliyoruz. Demokratik ve halkçı diyoruz çünkü halkın ve tüm tarafların demokratik dâhiliyeti olmadığında, işte, bu mesele gelir, 5'li çete gibi şirketlerin insafına kalır. Bir diğeri de halkçı olacak, doğadan yana olacak yani halka ve doğaya rağmen hiçbir kalkınma stratejisini kabul etmiyoruz, reddediyoruz; bu, artık tüm dünyada böyle olmak zorunda. Şirketlerin kârını değil, halkın ve doğal yaşamın çıkarını esas alan bir stratejiyi, bir siyaseti hedef alacağız.

Enerji konusunda, kesinlikle kamulaştıracağız. Her şeye rağmen enerji yatırımını reddediyoruz; doğayı katleden, insanı zehirleyen bir enerji yatırım politikasını reddediyoruz; iklim krizini derinleştiren tüm bu projeleri reddediyoruz, bunları iptal edeceğiz, bunları reddediyoruz, kaldıracağız ortalıktan.

İnsanların büyük kentlere göçü yani bu mesele en kritik meselelerden bir tanesi. Siz insanların doğduğu yerde karnını doyurmasını engellerseniz; tarımı, hayvancılığı bitirirseniz insanları göçe zorlarsınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

MURAT ÇEPNİ (Devamla) - Göçe zorladığınız koşullarda da Kanal İstanbul gibi 1 milyona yakın insanın yeniden orada yerleşeceği kentler kurarsınız. Bu anlamda biz, demokratik anlamda, demokratik halk iktidarı koşullarında halklarımızın kendi yaşadıkları yerlerde yaşamlarını idame ettirecekleri koşulları sağlayacağız.

Yine, termik santral ve nükleer santral projelerini iptal edeceğiz; bunları bir suç olarak görüyoruz.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Tüm bu yıkım projelerine imza koyanlar, onay verenler bilsinler ki suç işliyorlar ve bu suç, öyle basit suçlar değil, insanlığa karşı işlenmiş suçlardır. O yüzden buradan bir kez daha uyarıyoruz. Bu suça hiç kimse ortak olmasın. Halkımıza da çağrımız şudur: Bu düzeni biz değiştireceğiz, demokratik halkçı bir iktidarı biz mutlaka kuracağız. Bizim tüm sorunlara çözümümüz var; yeter ki yan yana gelelim, yeter ki birleşelim ve mutlaka kazanacağımıza olan inancımızı her zaman koruyalım. (HDP sıralarından alkışlar)