| Konu: | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 7'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 13.12.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakanlar; dış politikamız üzerine belki birkaç saat konuşmam gerekir ama maalesef bütçe konuşmalarının getirdiği zaman sınırlaması nedeniyle Komisyonda yirmi dakika konuştum, o zaman da şunu söyledim: "Arkasını Genel Kurulda getireceğim." Bugün on beş dakikam var ama arkasını çarşamba gününde getireceğim, orada da on dakikam var. Yine yetmeyecektir ama ben özünü anlatmış olayım. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Bu Suriye politikasıyla başlayayım isterseniz; bunun başından beri yanlış olduğunu bizler söyledik ama siz yanlış ortaklar seçtiniz Suriye politikasını yönetirken. Bir tarafta ÖSO, şimdi, son zamanda HTŞ dediğimiz örgütle -ki listenizde bile teröristtir- bir iş birliği yapıyorsunuz ve arkadan vurulmaya başladı Türk Silahlı Kuvvetleri. Yani Fırat'ın doğusunda PYD-YPG'ye veyahut başka coğrafyalarda PKK'ya karşı mücadele götürüyorsunuz, onu anlıyoruz ama sizin kendi ortaklarınız, HTŞ'ye muhalif olanlar sizi arkadan vurmaya başlıyorsa burada bir sıkıntı var. Kaldı ki biz Türkiye'de kalktık "Asgari ücret ne olacak?" diye tartışıyoruz; orada, o coğrafyalarda Türk lirası kullanılıyor olmasından dolayı maalesef siz resen HTŞ'ye zam yaptınız, vatandaşınıza yapmadığınız zammı HTŞ'ye yaptınız.
11 Ekimde Sayın Cumhurbaşkanı önümüzdeki dönemde Suriye'de bir askerî harekâtın yapılacağına dair birtakım işaretler verdi ama trafik polislerini unuttu. "Trafik polisleri" derken Rusya'dan veya Amerika'dan yeşil ışık almadan o coğrafyada bir hareket yapılamayacağını bilmiyor muydu ki? Niye bunu anıyorum? Maalesef iktidar söylediği şeyleri yapamıyor, onun için de ben diyorum ki: Yapamayacaksan bari söyleme. Bu, seni hem yurt dışında hem yurt içinde biraz mahcup duruma sokuyor. Ayrıca, iktidar, siyaseten yapamayacağı şeyleri Türk Silahlı Kuvvetlerini kullanarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Başkomutan kim? Tabii ki Sayın Cumhurbaşkanı. Ama Sayın Cumhurbaşkanının hükmettiği ortamda maalesef Türkiye Cumhuriyeti'nin caydırıcılığı kalmamıştır. Niye bunu söylüyorum? "Bir gece ansızın girerim." deyip de giremezseniz artık sizin piyasada bir itibarınız yoktur.
Geçmişten bir örnek vererek devam edeyim: 1998 senesinde Kara Kuvvetleri Komutanı, o zaman baba Esad var, baba Esad'a "Ya, o Öcalan oradan çıkacak yoksa biz onu oradan gelip alacağız." dedi, 16 Eylül 1998'de bunu söyledi; Öcalan 9 Ekimde palas pandıras Suriye'yi terk etti. Bunu yapabiliyorsanız caydırıcılığınız var. Türk Silahlı Kuvvetlerinden medet umuyorsanız ve ancak onun gücüyle o coğrafyada hüküm sürmeye çalışıyorsanız bu bir zafiyet işaretidir.
Üzülerek söylemem gerekiyor ki pek çok ülke tarafından Türkiye bugünkü koşullarda, bu iktidarla kullanışlı bir hükûmet hâline gelmiştir. Niye "kullanışlı" diyorum? Tavizkâr oldunuz, cömert oldunuz; geçmişte ağzınızdan eksiltmediğiniz "mavi vatan" "Oruç Reis" "NAVTEX" "Doğu Akdeniz" gibi kelimeleri bir kenara ittiniz. Garip bir yere geldiniz, Limni konusunda NAVTEX ilan etmek gibi komik bir hareket içindesiniz. Ne demek istiyorsunuz Limni konusunda NAVTEX ilan etmekle? "Orasının silahsızlandırılmış olması lazımdı, dolayısıyla biz NAVTEX ilan ederek bunu duyuruyoruz." diyorsunuz. Aynı şekilde Birleşmiş Milletlere de bir duyuru yaptınız; silahsızlandırılmış olan adaların, silahsızlandırılmamış durumunu onlara duyurdunuz. Bunu duyan Yunanistan korktu, kaçtı mı? Yok. Dolayısıyla, Birleşmiş Milletlere dönerek âdeta "Ağabey, bu Yunanistan bizi dinlemiyor, bu işe bir baksana." dediniz. Maalesef, Türkiye Cumhuriyeti'nin sizin yürütmenizdeki tarihi, yaptıklarınızla değil; yapmadıklarınızla, taşeronluklarınızla ve Büyük Orta Doğu Projesi'nin Eş Başkanlığıyla ileride anılacaktır.
Suriye'de bir güvenli bölge yaratma kararıyla Suriye'ye girdiniz ama onu beceremediğiniz gibi sadece bir tampon bölgede kaldınız. Ve biz her zaman size söyledik; bizim orada doğal müttefikimiz, Şam'da kimse odur." Adam, kendi ülkesini kurtarmaya çalışıyor, yurt içinden ve yurt dışından baskı altında ama maalesef siz o adamı yalnız bırakmak suretiyle âdeta bugünkü şartların oluşmasına ortaklık ettiniz.
Çin Halk Cumhuriyeti meselesine döneyim; olimpiyatları Sayın Sezgin söyledi. Biliyorsunuz, bizim partimiz hem bu binanın içinde hem bu çatı altında hem dışarıda Uygur ve Doğu Türkistan meselesini en çok dile getiren partidir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, buradan nereye gelmek istiyorum? Siz bu "Doğu Türkistan" kelimesini hiçbir zaman telaffuz edemediniz; "Uygurlar"ı sonunda, nihayet, bizim baskılarımız üzerine telaffuz ettiniz, arkasından ne geldi? Arkasından, Çin Halk Cumhuriyeti "Türkiye, Suriye'de işgalcidir." dedi; dedi, çok sevdiğiniz Çin dedi bunu. Bitmedi, Irak'ta PKK'ya karşı yürüttüğümüz harekâtlar karşısında "Türkiye, Irak'ın egemenliğini ihlal ediyor, sivilleri öldürüyor." dedi. Sayın Sezgin söyledi. Gidiyor musunuz olimpiyatlara? Bunun da cevabını vereceksiniz.
İktidarın maalesef bugünkü hâlini ben bir kum saatinin üst haznesine benzetiyorum. Askerlik yapanlar için daha da anlamlı bir şey söyleyeyim; İtalyan çukuruna düşmüş nefer durumundasınız, çıkamıyorsunuz. İçine düştüğünüz çukurdan çıkmanız mümkün değil sizin ve o -yukarıdaki- biraz evvel söylediğim kum saatinin haznesi de boşalıyor, aynı sizin siyasi anlamda kaybettiğiniz kan gibi. Dalgalı bir denizde, yüzmekten aciz bir şekilde, başınızı suyun üstünde tutabilmek için el âlemden medet umuyorsunuz. Bunu ben "tükenmişlik sendromu" olarak tanımlıyorum çünkü bu hareketleriniz sonunda içine düştüğünüz durum... Biraz sonra sayacağım kimleri bir araya getirdiniz diye. O, ileride bir sayfadaydı ama hatta şimdi söyleyeyim. Bizim bir araya gelmelerini hiç arzulamayacağımız ülkeleri, sayenizde, iktidarınızın sayesinde, bizim karşımızda bir arada bir cephe olarak bulduk.
Krizden krize gidiyoruz. Bir 10 büyükelçi krizi yaşadık, biliyorsunuz; hatalı oldular. O 10 büyükelçinin hatalı olduğunu kabul ediyorum ama onun ötesine gittiğimizde, onun çözümü pek çok kişi tarafından Sayın Çavuşoğlu'na atfedildi "Bu sorunu çözdü." diye ama bu sorunu çözen Çavuşoğlu değil, maalesef Biden oldu. Niye Biden oldu? Biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanının Biden'la Birleşmiş Milletlerde konuşması bekleniyordu, arzulanıyordu; bu olmadı. Roma'ya kaldı iş ama Roma'dan evvel bu kriz yaşandı ve Sayın Cumhurbaşkanı birden fazla kez "Bunları 'persona non grata' ilan edin, atın." dedi. Ama şunu unuttu: Eğer -örnek vereceğim bir tanesi için- Amerikan Büyükelçisi atılmış olsaydı Roma'da görüşme olmayacaktı. Dolayısıyla, Amerikan Büyükelçisini atmamak da tek başına yapılamayacağından hepsini atmamak gibi bir tercih yaptınız. Onlar da şeker keyfiniz için veya paşa keyfiniz için bir açıklama yaptılar. O açıklamanın Türkçesi ile İngilizcesi birbirinden farklı. İngilizcesini okursanız "Biz bildiğimizi okuruz." diyorlar. Siz Türkçesiyle avunun isterseniz.
Biliyorsunuz, Dışişleri Bakanlığımızda bugün Bakanlık mensubu olmayan 25'ten fazla büyükelçi var. Bir jenerasyona "monşer" dediniz, ben sizin atadıklarınıza "tonşer" diyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Çünkü Dışişleri Bakanlığında tayin ve terfi zinciri kırılmış, ehliyet ve liyakat ikinci plana atılmış, pek çok yerde uzatmalı büyükelçiler veya görevliler peydahlanmış. Bu uzatmalıları kastederken kocaman kocaman memurları kastediyorum, altını kocaman kocaman da çiziyorum. Dolayısıyla, böyle bir sistemde iktidarın tutarsız ve inanmadıkları politikaları savunmak mecburiyetinde kalmıştır kadrolar.
Bakanlık mensuplarına da bir mesajım olacak: Bu iktidarın günleri sayılı olduğu gibi sizlerin de çektiği çilenin sonu yakındır. Bu dışarıdan yapılan büyükelçi atamaları faciasının da son bulacağından ve kariyer basamaklarında ehliyet ve liyakat temelinde yükseleceğinizden emin olmanızı isterim. Kurtuluş ise ufuktadır, güneş ufuktan yakında doğacaktır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Döneceğim yine çarşamba günü ama birkaç konuya daha değineyim isterseniz. Bir Demokrasi Zirvesi yapıldı geçen hafta; bu Demokrasi Zirvesi'ne 110 ülke katıldı, Türkiye yok. Demek ki özürlüyüz yani bunu biz söylüyoruz zaten ama cümle âlem de Türkiye'nin böyle bir zirvede bulunmaya ehil olmadığını ortaya koydu. Dolayısıyla iş, mesele sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından ibaret değil, Türkiye maalesef içinde bulunduğu ortamda daha derin bir krize gebe.
Buradan başka bir hususa geçeyim izin verirseniz. Biraz evvel sözünü ettiğim ülkeler zincirini -Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Filistin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan, Fransa, İtalya, İsrail, Lübnan, Mısır- bunları biz bir araya getirdik ya. Bunlar başka cephelerde, ayrı cephelerde bulunurken Türkiye'yle aralarındaki husumet bunları bizim karşımızda bir cephe hâline getirdi. Hâlbuki biz geçmişte hep "Bunlar ne kadar dağınık bir cephede olursa bizim millî çıkarlarımız için o kadar yerinde olur." diyorduk.
O "Katar" dediğinizin bizi ne hâllere ittiğini de söylemeye gerek yok. Bu Kıbrıs'ın coğrafyasında diyeyim, mücavir bölgesinde, biliyorsunuz, birtakım petrol ve gaz aramaları için çalışmalar yürütülüyor ve Dışişleri Bakanlığı yarattığı bir soruya cevaben 2 Aralık tarihinde bir açıklama yaptı, o açıklamasıyla âdeta Katar'a "Sakın ha, o coğrafyada bir araştırmaya filan kalkışmayın." dedi. 10 Aralıkta ne oldu? "Vız gelip tırıs gider." dedi Katar ve oturdu hem Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'yle hem de bir Amerikan şirketiyle o anlaşmayı imzaladı. Şimdi, ben soruyorum: Başka vesile olsa büyükelçinizi geri çekerdiniz, değil mi? "Büyükelçimizi" demedim, "büyükelçinizi" dedim, oradakinin de kim olduğunu tarif etmeme gerek yok. Yapamadınız, çıkıp Katar'a bir laf da edemediniz, demek ki birtakım mecburiyetleriniz var. Bitmedi, orada -biraz evvel değinildi- bir gazetecinin sorusuna muhatap oldunuz, o soru da yetmedi; Katar Dışişleri Bakanı ne dedi? "Ekonomik gidişat nedeniyle Türkiye'de ortaya çıkacak fırsatları değerlendiriyoruz." Bu çok diplomatikçe söylenmiş bir cümle. Aslında şunu dedi Bakan: "Batmışlar, neleri varsa 3 kuruş, 5 paraya satmaya hazırlar." Bizi bu hâle getiren sizsiniz, sizin iktidarınız. Bitmedi, Sayın Cumhurbaşkanı Katar'ın güvenliği ile Türkiye'nin güvenliği arasında bir ilişki kurdu. Aslında bu ilişkinin yani güvenlik ilişkisinin telif hakkı size ait. Bunu hangi anlamda söylüyorum? Siz 2017'de ne demişsiniz? "Çin'in güvenliğini kendi güvenliğimiz gibi görüyoruz, gerek ülkemizde gerek bölgemizde Çin'e yönelik hiçbir olumsuz faaliyete izin vermiyoruz." Kutlarım sizi. Uygurlar da kutlayacak sizi bir gün. PKK/YPG, bunların hepsini pek çok defa söyledim, oraya gelmeyeyim.
Gelelim bütçeye, gerçek bütçeye: Bugün rakamlar üzerinden konuşuyoruz. Bu sabah dolar 13,98'di, gün içinde 14,75'e kadar çıktı; yoyo gibi iniyor çıkıyor, iniyor çıkıyor. Daha 16'sı var, 16'sında yeni karar alınacak Merkez Bankası tarafından, ondan sonra... Yani şöyle bir çelişki var: Sizin bütün dua etmeniz gereken şey "Merkez Bankası inşallah faizi indirmez." demeniz. Merkez Bankası faizi indirirse Dışişleri Bakanlığının bütçesi batıyor. Ne demek istiyorum? Siz Komisyona 4 Kasım günü bütçeyi getirdiğiniz zaman -7 milyar 487 milyon küsuratıyla vardı- 9,72'ydi kur, 770 milyon dolar ediyordu. 14,75'le hesaplıyorum, bugün en çok çıktığı rakam. Bütçenin uygulamaya gireceği 1 Ocak itibarıyla 14,75 bile iyimser bir kur olacaktır. Şimdi, bugün itibarıyla sizin bütçeniz -"35" dedi Sayın Sezgin, doğru- şu an itibarıyla 35 ama -Komisyonda da söylemişti- siz "Sayın Cumhurbaşkanımız bizim açığımızı arzu ettiğimiz zaman, talep ettiğimiz zaman karşılıyor." demiştiniz. Olabilir ama bugün itibarıyla, daha bütçe uygulamaya girmemişken, şu anda bütçe açığınız 3 milyar 200 milyon Türk lirası. Bırakıyorum siyasi konuları, sırf bu bütçe nedeniyle başınızın çok ağrıyacağı bir noktadasınız. Dışişleri Bakanlığı 70 sente değil, 40 sente mecbur kalacak bir noktaya geldi.
Bunun sonucu ne olacaktır, ben size söyleyeyim: Bu, aynı zamanda, ülke için değil, Dışişleri Bakanlığının da bir yokluk bütçesi olacaktır; tencere, Dışişleri Bakanlığında da kaynamayacaktır. Geçmişte örnekleri görüldüğü gibi, maaşları ödemekte zorlanacaksınız; uluslararası toplantılara merkezden uzmanlarınızı gönderemeyeceksiniz; katılanların uçak bileti veya yolluklarının ödenmesinde güçlük çekeceksiniz; kurye hizmetini izne gidip gelen memurlara emanet edeceksiniz; belki sağlık harcamalarınızı dahi ödeyemeyeceksiniz.
Dolayısıyla, bu hususlar dışında, İYİ Parti olarak biz Dışişleri Bakanlığı bütçesini vizyonsuz, millî çıkarlardan uzak öncelikler üzerine bina edilmiş ve yetersiz mali kaynakların tahsisinden ötürü de, belirlenen hedeflere erişilmesine imkân olmayan bir bütçe olarak görüyoruz.
Cümle âlem Erdoğan'ı artık çözmüş, zafiyetlerini keşfetmiştir. Ekonomide acı ilaçlardan söz ederken şimdi dış politikada siyasi zehirler içme aşamasına gelinmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Dostlarımız da düşmanlarımız da bir sene öncesinde kükreyen Erdoğan'ı âdeta ehlileştirmişler, şimdi de "Nasıl evcilleştirebiliriz?" diye düşünmeye başlamışlardır. Artık "Ey!" diye kükreyen bir aslan yoktur. Dolayısıyla, bugünkü ortamda bizim bu dış güçlere olan muhalefetimizi hepiniz mutlaka biliyorsunuz ama ben şunu söyleyeyim: Biz, Sayın Cumhurbaşkanımızı dış güçlere yedirmeyeceğiz; bu işi kendimiz halledeceğiz halkımızın desteğiyle ilk seçimde. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan, size gelince: Antalya'daki golf sahaları sizi özlemle beklemektedir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)