GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:38
Tarih:16.12.2021

HDP GRUBU ADINA ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Dün Türkiye'nin her yerinde "Artık bu şartlarda çalışamıyoruz." "Emeğimize ve halkın sağlık hakkına sahip çıkıyoruz." diyerek sağlık emekçileri grevdeydi. Türk Tabipleri Birliği, SES, İstanbul Tabip Odası, İSTAHED ve Birinci Basamak Sağlık Çalışanları Sendikasının çağrısıyla sağlık emekçileri taleplerini dile getirdi. Özlük haklarına ilişkin kanun teklifinin tüm hekimleri ve tüm sağlık emekçilerini kapsaması gerektiğini talep ederken bu eksik teklifin bile geri çekilmesini protesto ettiler. Salgın döneminde canla başla çalışırken işten atılmalarla, şiddetle, yoksullukla karşı karşıya bırakıldıklarını, kölelik koşullarında otuz altı saat çalıştırılıp ucuz iş gücü olarak görüldüklerini ve bu düzene artık tahammüllerinin kalmadığını söylediler. Biz de buradan seslenelim: Sağlık emekçilerinin özlük hakları bir an önce teslim edilsin.

Türkiye'de milyonlarca insan açlıkla, yoksullukla boğuşurken ne hikmetse iktidar inanılmaz bir sorumsuzluk ve umursamazlık içerisinde. Derin yoksulluk artık sizin süslü cümlelerinizle ya da havuz medyanızın yalanlarıyla üstü örtülemeyecek kadar büyüdü. Hayat pahalılığı ve zamlar, kredi borçları ve iflaslar toplumun üzerine karabasan gibi çöktü. "Yeni Türkiye" diyorsunuz ya; bakın, sizin yarattığınız yeni Türkiye'de neler var? Şimdi, insanlar tam simit alamıyor, yarım simit alabiliyor; insanlar daha ucuz ekmek bulabilmek için yağmur altında metrelerce uzayan kuyruklarda, halk ekmek kuyruklarında ekmek almaya çalışıyor; sizse "Oy kaybedeceğiz." diye muhalif belediyelerin ekmek satışını bile engellemeye çalışıyorsunuz. Çocuk bezini bile tane tane almaya başladı insanlar; lahana, çeyrek olarak satılıyor artık. Bir pazarcı şöyle diyor: "Az önce bir müşteriye çeyrek lahana sattım. Hâlâ 'Ekonomi iyi.' diyenler varsa at gözlüğünü çıkarıp etrafına bir baksın." Emekli bir vatandaş, iş aramak için gittiği bir fabrikada "Ekmeği tavuklara vereceğim." diye alıyor ve evine getirip kendisi yiyor ve bunu ağlayarak anlatıyor, haberiniz var mı? Yoksulluğu ve sefaleti din istismarıyla örtmeye çalışıyorsunuz, insanlara "Sabredin." diyorsunuz. Peki, bir anlaşma yapalım; gelin, bütün mal varlıklarınızı, yandaş sermayelerinizin bütün mal varlıklarını halka verin, evet, o zaman hep birlikte sabredelim, ne dersiniz? Maliye Bakanı "Sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama bu iş düzelmezse ben bütün mal varlığımı kaybederim." diyor. Zaten sorun bu değil mi? Siz sayısız mal varlığına sahipken halk açlıkla karşı karşıya. Nasıl oluyor da gece gündüz çalışan, mesaiye kalmasına rağmen çalışan emekçiler, asgari ücret gibi yoksulluk sınırı altında bir ücretle karşı karşıya kalırken siz yattığınız yerden sayısız servete kavuşuyorsunuz? İşte tam da adaletsizlik bu zaten. "TL'yi dövize yatırmak ahlaksızlıktır." deyip Katar'la dolar üzerinden anlaşma yapıp Antalya Limanı'nı satıyorsunuz. Sadece bugünü değil, geleceğimizi de yok ediyorsunuz. Diyanet, Bir Damla Hayat Projesi kapsamında alınan bağışların dolarla yapılabileceğini söylüyor; öyleyse bu nasıl bir durum?

"Yastık altındakileri çıkarın." diyorsunuz ya; bırakın yastık altını, vatandaşın yastığı kalmadı. "Kocaeli'de bir haftada 7 kişi yaşamına son verdi." "Aydın'da bir günde 3 kişi canına kıydı." "1,5 yaşında çocukları olan anne-baba intihar etti." "Eline 'iş-aş' yazarak intihar etti." "Kendisini kamyonuna astı." "'Çocuklarım aç' dedi, valilik önünde kendini yaktı." "'Sadece 1 liram kaldı.' dedi ve intihar etti." Bütün bunlar bizim sıkça duyduğumuz haberler. Bunlardan hiç utanıyor musunuz?

KHK'yle zulmettiklerinizden Fatma Demirel intihara sürüklendi. KHK'lileri sivil ölüme dayattınız. Yandaşlarınızdan şöyle sözler duyduk: "Bana ne ya, isterse ağaç kabuğu yesinler, defolup gitsinler." sözleri sizin yandaşlarınıza ait.

700 bin müzisyen işsiz kaldı bu ülkede, 100'ü aşkın müzisyen intihar etti. Geçtiğimiz yıl şubat ayında, Hatay Valiliği önünde "Çocuklarım aç." diyerek kendini yakan Adem Yarıcı sizin yeni Türkiye'nizin eseri, İstanbul Fatih'te 4 kardeşin borçları nedeniyle intiharı yine sizin yeni Türkiye'nizin eseri.

İktidar "Almanya'da kuyruklar, Fransa'da kuyruklar, yiyecek bulamıyorlar." diye sözler söylüyor. "Türkiye'de bir sorun yok." diyorlar. Evet, halkın açlığı, yoksulluğu sizin için elbette ki sorun değil. Milyonlarca esnaf evine ekmek götüremeyecek noktaya geldi, esnaf kepenk kapattı. Zor durumdaki binlerce küçük işletme icrayla karşı karşıya. Çiftçiler tarım politikalarınız yüzünden artık maliyetleri karşılamaz durumda; bütün üretim araçlarını, arazilerini sizin tarım kooperatiflerinize, bankalara, tefecilere olan borçları yüzünden kaybediyor. Çiftçi diyor ki: "Bu iktidar yandaşlarını besliyor, halkı dize getiriyor. Köylü üretim yapmazsa ne yiyecek bu insanlar? Biz bir şey yemeyek mi! Yüreğimiz sızlıyor, yeter bu diktatörlük!" (HDP sıralarından alkışlar)

Öğrenciler mezun olduktan sonra bir yandan işsizlik sorunuyla karşılaşırken bir yandan yüksek faizli öğrenim kredisinin borçlarıyla boğuşuyorlar. KYK borcu olan yaklaşık 400 bin genç hakkında icra takibi başlatılmış durumda. Öğrenciler kalacak, barınacak yurt bulamıyor. Siz ne yapıyorsunuz? Ankara'ya haklarını talep etmek için "Barınamıyoruz!" diyerek gelen öğrencileri, Ankara Üniversitesinde "geçim sorunu forumu" yapmak isteyen öğrencileri şiddetle, dayakla gözaltına alıyorsunuz. E, madem her şey söylediğiniz gibi güllük gülistanlık, ortada bir sorun yok, niye insanların seslerini kesmeye çalışıyorsunuz? Niye sesini, sözünü söylemesini engelliyorsunuz? Çünkü sizin derdiniz iktidarınızı korumak, başka bir derdiniz de yok.

Türkiye'de en zengin 8 milyon kişinin yıllık toplam geliri, kalan 75 milyonun toplam gelirinden daha fazla; siz yarattınız bu düzeni. Halka "Kurtuluş savaşındayız!" deyip "Yoksulluğa katlanın!" diyorsunuz. Siz lüks hayatlarınızdan zerre ödün vermiyorken, siz bu ülkenin yoksullarını savaşa, ölüme gönderirken sizin çocuklarınız şatafatlı hayatlar yaşamaya devam ediyor. Buyurun, iktidarınızı kurtarma savaşını kendiniz verin; aynı gemide değiliz, hiçbir zaman da olmadık. Siz zenginleştiğiniz için halk yoksullaşıyor. Kapitalist sömürü düzeniniz de siz de yok olmaya mahkûmsunuz. Ha, bu arada, zulümleriniz arşa vardı, yatacak yeriniz yok!

Ülkeyi şirket gibi yönettiğiniz yetmiyor, cezaevlerini de şirket gibi yönetiyorsunuz. Cezaevlerinde görüntülü arama için şimdi aylık 200 TL istiyorsunuz mahpuslardan. Geliri olmayan mahpuslar bunu nasıl karşılayacak? Ucuz emek olarak cezaevlerinde mahpusları çalıştırdığınız yetmiyor anlaşılan. Cezaevlerinde insanlar tuvalet kenarlarında yatmak zorunda kalıyor, sağlıksız koşullarda yaşamak zorunda kalıyor, Elektrik, su, her şey paralı ama bu da yetmiyor, diyorsunuz ki: "Görüntülü konuşma isteyen parasını peşin ödeyecek." Ağır hasta mahpuslara ise ölüm dayatmalarınız devam ediyor. Şu fotoğraflara bakmanızı istiyorum: Son iki günde 2 hasta mahpus daha yaşamını yitirdi. Diyarbakır Cezaevinde yatmakta olan Halil Güneş, akciğer ve kemik kanseriydi; Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinin "Cezaevinde kalamaz." raporuna rağmen sizin "Adli Tıp Kurumu" dediğiniz, aslında bağımsızlıktan uzak, insanlıktan uzak, tamamen sizin ideolojik zemininizde hasta mahpusları ölüme göndermekte kararlı olan Adli Tıp Kurumunuzdan gelen "Cezaevinde kalabilir." raporu üzerine infaz ertelemesi yapılmadı. Halil Güneş'in serbest bırakılması için onlarca başvuru yapıldı. Kız kardeşi, İHD'ye yazdığı mektubunda şunları söylüyordu: "Sevk adı altında işkenceyle, yapım aşaması bile tamamlanmamış olan Diyarbakır F Tipi Hapishanesine sevk edilen ağabeyim sağlıksız koşullar içinde yaşamını devam ettirmeye çalışmaktadır. Pandemi bahane edilerek ağabeyim altı aydır kontrollere götürülmüyor, ağabeyime ölüm dayatılıyor. Koşulların acil düzeltilmemesi hâlinde ağabeyimin sağlığındaki bozulma tedavi edilemez hâle gelecek. Ağabeyime dayatılan ölümdür ve bunu kabul etmemiz mümkün değildir." diyordu. Siz bu çığlığı da duymadınız; maalesef, Halil Güneş dün yaşamını yitirdi.

Diğer bir yaşamını yitiren mahpus ise Şakran T Tipi Cezaevinde ağır hasta mahpus Abdülrezzak Şuyur, iki gün önce o da hayatını yitirdi. Şuyur'a akciğer kanseri teşhisi konulmuştu, yaşama hakkı yok sayıldı, tedavisi engellendi. Mahkeme birçok yönden aslında hak ihlali kararı vermişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında, yargılama sürecinde adil yargılanmadığı, hak ihlalinin yaşandığı söylenmişti ama siz, geçin hak ihlalini, yaşam hakkını bile yok saydınız ve Abdülrezzak Şuyur'u ölüme mahkûm ettiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) - Sadece bu iki örnek değil, binlerce hasta tutsak cezaevlerinde aynı koşullarda yaşıyor. Bütün cezaevlerinde yaşanan ölümlerden siz sorumlusunuz, Adalet Bakanlığı sorumlu; bile bile, göz göre göre ölüme gönderiyorsunuz insanları. Bunu bir intikam duygusuyla, öç alma duygusuyla yaptığınızı biliyoruz; düşman ceza hukukuyla, düşman infaz hukukuyla bunu uyguladığınızı çok iyi biliyoruz ama siz de şunu bilin: Bu zulüm düzeniniz sonuna kadar sürmeyecek. Bu halk, bu zulüm düzeninden kaynaklı yaptıklarınızın da insanların canına kıyıyor olmanızın da hesabını soracak. O günler de çok uzak günler değil. (HDP sıralarından alkışlar)