| Konu: | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 17.12.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2022 yılı bütçesinin tümü üzerine İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve erkanları başında bizi takip eden değerli vatandaşlarımızı saygıyla selamlarım.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Ben yaklaşık otuz yıldır bütçeyi takip eden birisiyim -gerek bürokrat olarak gerek siyasetçi olarak- yaşadığımız en tatsız bütçe olduğunu ifade etmek isterim, en tatsız ekonomik ortam olduğunu ifade etmek isterim. 1994 krizini yaşadık, 2001 krizini yaşadık, 2008 ve 2009 krizlerini yaşadık, şimdi de 2021 krizini yaşıyoruz. Emin olun, Türkiye ekonomisi hiç bu kadar sıkışmamıştı.
Şimdi, öncelikle, tabii, otuz sekiz gün Plan ve Bütçe Komisyonunda, on iki gün de Genel Kurulda bütçeyi konuştuk, epeyce şey söylendi, birçok konunun detaylarına girerek gerek şahsım gerekse milletvekili arkadaşlarımız konuları detaylandırdık. Bugün biraz daha genel konuşmak istiyorum fakat öncelikle şunu söylemem gerekir ki: İktidar çevrelerinde ciddi bir üslup sorunu var. Yani bakın, dolar kuru 16 lirayı aştı, 17 lira oldu. Yani iktidar partisi milletvekillerinin veya yetkililerin, -buraya gelsin gelmesin- dışarıda beyanat verenlerin biraz mahcup bir şekilde aslında konuşması gerekir fakat bakıyorsunuz, hiç o mahcubiyet yok, yine en üst perdeden konuşuluyor, yine hep suçlayıcı dille, kutuplaştırıcı dille konuşuluyor, kibir had safhada ve herhâlde pişkinlik de en büyük özellikleri hâline geldi.
Şimdi, değerli arkadaşlar, umuyoruz ve öyle görünüyor ki Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin ve son 4 bütçe itibarıyla da Cumhur İttifakı'nın son bütçesi olacak. Dolayısıyla bir hasar tespiti yapmakta fayda var ve Türkiye bugünkü ortama nasıl geldi, bunu bir analiz etmekte fayda var diye düşünüyorum.
Şimdi, nedir ülkenin durumu, nasıl bir Türkiye manzarası var; buna önce makro açıdan bir bakalım. Güven tamamen yok olmuş durumda yani ekonomide hiçbir şekilde güven yok, güven sıfırın altında. Türk lirasından ciddi bir şekilde kaçış var ve bu kaçış her defasında da hızlanıyor.
Bakın, değerli arkadaşlar, bir yerli paranın 3 tane fonksiyonu var; hepimiz bunu biliyoruz, iktisat okuyanlar bilir. Nedir? Biri, mübadele aracıdır. Bugün Türk lirasının bir mübadele aracı olduğunu söyleyebilir misiniz? Türk lirasıyla alışveriş neredeyse kalktı. Nedir diğer şey? Tasarruf aracıdır. Bugün Türk lirası üzerinden tasarruf yapma imkânı var mı? Türk lirasıyla tasarruf yapılıyor mu? Bakın, toplam mevduatların yüzde 63'ü yabancı para cinsinden; yastık altındaki dövizleri, altınları, şunları bunları söylemiyorum. Dolayısıyla Türk lirası maalesef, tasarruf aracı olma özelliğini de yitirmiştir.
Bir paranın üçüncü fonksiyonu, değer belirleme aracıdır. Bugün Türk lirasıyla değer belirleyebiliyor musunuz? Bakın, fiyatlar hep dolar üzerinden konuşulmaya başlandı, döviz üzerinden konuşuluyor. Dolayısıyla her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı "Paramız bellidir, Türk lirasıdır." demiş olsa da piyasada bugün Türk lirası yoktur. Türk lirası bugün piyasada maalesef, azınlık para hâline gelmiştir değerli arkadaşlar. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla eğer paramız TL ise, Türk lirasıysa o zaman Sayın Cumhurbaşkanına -bir sürü şey sorabiliriz de- şunu sormamız lazım: Ya, bu yandaş müteahhitlere verdiğiniz garantili projeleri niye dolar cinsinden veriyorsunuz? Öyle ya, Türk lirasıysa madem Türk lirası üzerinden niye vermiyoruz?
Şimdi, fiyat istikrarı tamamen kayboldu, yüksek enflasyon hayatımıza geri döndü. Türkiye 1970'li, 1980'li, 1990'lı yılları yaşıyor. Merkez Bankası enflasyonla mücadeleyi bıraktı. Enflasyonla mücadele polise bırakıldı, denetim elemanlarına bırakıldı ve son olarak da Türkiye İstatistik Kurumuna bırakıldı. Türkiye, tarihinde görülmemiş bir kur şoku yaşıyor arkadaşlar. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir kur şoku yaşıyoruz.
Bakın, vaktim kısıtlı olduğu için çok detaya girmeyeceğim. 1994 krizini söyleyeyim size: Kriz sonrası, kriz esnasındaki nominal kurdaki artış yüzde 76, yılın başı ile sonunda nominal artış yüzde 165. Ancak o yıldaki yüzde 125'lik enflasyonu düşündüğümüzde, reel kur artışı, bunu Amerikan enflasyon farkını almadan sadece Türk lirasından arındırarak söylüyorum, yüzde 17,5. Yani 1994 krizi, hâlâ hafızlarımızda olan 94 krizinde reel kur artışı yüzde 17,5'tur. 2001 krizinde, kriz esnasında kurdaki fırlama yüzde 39'dur, yılın başı ile yıl sonunda yüzde 113'lük bir nominal artış olmuştur. Buradaki reel artış da yüzde 26'dır.
Gelelim bugünkü seviyesine; "2021 krizi" diyeceğimiz bu krizde ise bu yılın en düşük kuru 6,88; en yüksek kuru 17,14 olmuştur, nominal kur artışı yüzde 149'dur arkadaşlar. O yüzden diyorum: Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yüksek kur şokudur. Reel artış daha da vahimdir, yüzde 106 yani 1994 krizinde yüzde 17,5 olan reel kur artışı, 2001 krizinde yüzde 26 olan reel kur artışı, bu krizde yüzde 106'dır değerli arkadaşlar; bunu mutlak surette görmemiz gerekiyor.
Dolayısıyla yüksek faiz, ekonominin her yanında; politika faizinin düşürüldüğüne bakmayın, ekonomide cari olan faiz oranları, siz politika faizini düşürdükçe onlar artıyor. Borçlanma faizleri yüzde 23'e gelmiş, önümüzdeki aylarda borçlanma faizlerinin yüzde 30'un üzerine çıkacağını hep beraber yaşayacağız.
Faiz ile kur arasına sıkışmış bir ekonomi var. Bütçe açığı, borçlanma ve faiz kısır döngüsüne girmiş, girme eğilimi gösteren bir kamu maliyesi var.
Bunların detaylarını daha önce konuştuğumuz için sadece başlıklar olarak geçiyorum.
Dış borçlar katlanarak artıyor, yılbaşında 3,2 trilyon lira olan cumhuriyet tarihi boyunca biriktirilen dış borç, bugün 7,6 trilyon liraya çıkmıştır, bu rakam da yıllık vergi gelirinin 4 katına ulaşmıştır arkadaşlar. Daha kötüsü, bakın, daha kötüsü, finansal istikrar risk altındadır; daha da kötüsü, Türkiye, hızlı bir şekilde ödemeler dengesi krizine doğru gidiyor. Dolayısıyla kırılganların en kırılganı olan bir Türkiye ekonomisi vardır.
"Firmalar açısından durum nedir?" diye baktığımızda, baskı ve kuşku altındadır firmalarımız, geleceği göremiyor, fiyat veremiyor, sermayeleri her gün eriyor, sattığını yerine koyamıyor, terörist olma korkusu yaşıyor bugün firmalar, döviz açık pozisyonları nedeniyle sürekli zarar ediyorlar, iş yerleri kapanıyor, iş yerleri el değiştiriyor, Türkiye'nin varlıkları kelepir hâline gelmiştir ve borçlarını çevirmekte firmalarımız zorlanıyorlar maalesef.
"Vatandaş açısından durum nedir?" diye baktığımızda, mutsuz ve endişelidir vatandaşımız. Derinleşen bir yoksulluk vardır, bunları daha önce konuştuğumuz için detaylarına girmeyeceğim. Kadınlar da... Özellikle çocuk yoksulluğu, genç yoksulluğu çok fazladır. Emeklilerimizin durumu zaten perişan, dar gelirliler de aynı şekilde. Vatandaşımız hayat pahalılığı altında eziliyor, insanlar geçinmekte zorlanıyor, alım gücü sürekli düşüyor.
Türkiye, beslenme sorunuyla karşı karşıyadır değerli arkadaşlar. Bireylerin borçları aşırı derecede artmıştır, bugün tüketici kredileri 950 milyar TL'ye ulaşmıştır, oysa bunu 2002 yılında 2,2 milyar TL olarak almıştı, 450 katına ulaşmış bir birey borcu vardır. Yetersiz borç gelir doğurmaktadır. Çalışanlar, emekliler, esnaf, çiftçi, herkes borçludur. Gençlerimiz yurt dışına kapak atmanın yolunu aramaktadırlar. Millet, ne yiyeceğim, yarın karnımı nasıl doyuracağım endişesi taşımaktadır. Türkiye 70'li yıllardaki kuyrukları yaşamaktadır. Yarım simit satılması Türkiye'de ilk defa karşılaşılan bir durumdur, o da size nasip oldu. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
Geniş tanımlı işsizlik yüzde 22,8'dir. İstihdam oranı partili Cumhurbaşkanlığına geçildiğinde yüzde 47,7'ydi, şu anda yüzde 46,2'ye düştü. Değerli arkadaşlar, bugün gelinen nokta; 46,2'lik istihdam oranı Haziran 2015 oranıdır. İstihdam açısından baktığımızda, Türkiye altı yıl üç ay kaybetmiştir. Son sekiz yılda yaklaşık 7,4 milyon vatandaşımız, gencimiz çalışma yaşına girmiştir fakat bunların sadece 4,1 milyonuna ancak iş verilebilmiştir.
Vatandaşı ekonomik olarak rahatlatması gereken iktidar ne yapıyor? Tavsiyelerde bulunuyor. "Porsiyonları küçültün." diyorlar, "Domatesleri tek tek alın." diyorlar, "Kombiyi kısın." diyorlar, "Boğazınızdan kuru ekmek geçiyorsa aç değilsiniz demektir." diyorlar, "Allah sizi açlıkla sınar." diye tavsiyelerde bulunuyorlar; TRT, çöpten sağlıklı besin nasıl toplanır, onun belgesellerini yapıyor, Yeni Akit gazetesi de bayat ekmekten yapılan yemek tarifleri veriyor. Kötü yönetimin mağduru Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmuştur, beceriksizliğin faturası millete çıkarılmıştır değerli arkadaşlar. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
Bu ekonomik gidişatı, son dönemi üç evrede tanımlayabiliriz bana göre. Birincisi ekonomik krizdi, bu hâlen devam ediyor fakat ekonomik krizden sonra ciddi bir fakirleşme ve yoksullaşmadır ikinci evresi, üçüncü evresi ise Türkiye ekonomisinin komple çökmesidir değerli arkadaşlar. Peki, Türkiye niye bu noktaya geldi, bunu irdelemekte fayda var diye düşünüyorum. 1'incisi: Türkiye hukuk devleti olmaktan hızla uzaklaşmaktadır. Yargı sistemiyle sürekli oynanmıştır, bir ara yargı FETÖ'cülere teslim edilmiştir, yargıya güven yerlerde sürünmektedir. Adil yargılamadan uzaklaşılmıştır; hâkimler, savcılar kritik kararlarda yönetimin talimatını bekler hâle gelmiştir. Mülkiyet güvencesi kalmamıştır, çökme devlet dili hâline gelmiştir. Tapu delinmiştir bu ülkede, sözleşme hukuku kalmamıştır. Özgürlüklerin kısıtlanması normal bir olay hâline gelmiştir. İleri demokrasiyi hedeflemesi gereken Türkiye, demokrasi seviyesini üçüncü dünya ülkelerinin dahi altına indirmiştir. Antidemokratik uygulamalar yaygınlaşmaktadır. Her an terörist veya hain ilan edilebilirsiniz. Biraz liberalseniz casus, azıcık solcuysanız DHKP-C'li, dindar bir görünümünüz varsa FETÖ'cü, doğu, güneydoğu kökenliyseniz PKK'lı olma riskiniz çok fazladır.
2'nci unsur... Türkiye niye bu hâle geldi? 2'ncisi de kötü yönetim. Değerli arkadaşlar, Türkiye yönetilmiyor, âdeta savruluyor. İlk kırılma 2007 yılında olmuştur, aşırı güven gelmiştir, iktidarda güç zehirlenmesi meydana gelmiştir. İkinci kırılma ise bu partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra olmuştur. Süregelen kötü yönetim tarzı bu sistemle yani partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle sistemleştirilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışıdır. Ehliyetsiz, liyakatsiz kadrolar iş başındadır. Nepotizm, eş dost kayırmacılığı sıradan hâle gelmiştir. Cehalet ve kuru inat devlet yönetiminin temel ilkesi hâline gelmiştir. Devlet işinde inat olmaz arkadaşlar, Türkiye sizin deneme tahtanız değil. "Kanaatimce faiz sebep, enflasyon sonuç." diyerek ülkeyi felakete sürükleyemezsiniz. İstişarenin kaybolduğunu, kamu kurumlarıyla istişarenin, koordinasyonun olmadığını, diğer paydaşlarla koordinasyonun olmadığını çok net bir şekilde görüyoruz. Şeffaflık rafa kaldırılmıştır, her şey, hesaplar gizlenir hâle gelmiştir, hesap verme anlayışı yine yok olmuştur; demokrasiyi sandıktan ibaret sanan bir görüş hâkimdir. Sürekli konuşan, çelişkili açıklamalar yapan, kutuplaştırıcı dili hâkim kılan bir yönetici kadro vardır maalesef. Planlama rafa kaldırılmıştır, Türkiye'nin kararları günübirlik, hatta saatlik olarak alınmaktadır.
Diğer 3'üncü unsur ise -Türkiye niye bu hâle geldi?- yolsuzluklardır. Türkiye tarihinin gördüğünü en büyük yolsuzluklardan bir tanesi 128 milyar doların kaybolmasıdır, 128 milyar doların heba edilmesidir. Bunun hesabı mutlak suretle sorulacaktır. İkinci yolsuzluk kanalı kamu-özel iş birliği projeleridir, temel soygun alanı hâline gelmiştir. Bu borçları torunlarımız dahi ödeyemeyecek, yeniden masaya oturulması mutlak bir zarurettir. Siz oturmazsanız Millet İttifakı'nın iktidarında yeniden kamu-özel iş birliği projeleriyle masaya oturulacaktır.
Kamu İhale Kanunu paramparça hâle getirilmiştir, kamudan bütün ihaleleri belli şirketler almıştır. Vergi cennetleri listesi hâlâ yayınlanmamıştır, Türkiye'den vergi cennetlerine para çıkartılmasına âdeta göz yumulmaktadır. Tabii, bu çıkan paraların da helal paralar olması mümkün değil. İmar yoksuzlukları had safhaya ulaşmıştır, elektrik dağıtım şirketleriyle ilgili yapılan yolsuzlukları burada size anlattım ben. Şu anda son yolsuzluklardan bir tanesi bu yani şöyle söyleyeyim: 7 milyar lira olan tüketim bedeli faturalara yansıtılıyor, bunu vatandaş ödüyor; 2021 yılında EPDK'nin aldığı çeşitli kararlarla 30 milyar liraya yükseltilmiştir ve bunun tamamını vatandaş ödemektedir. Son perde de şu anda Komisyonda görüşülmüş olan limanlarla ilgili süre uzatımı meselesidir. Bunu anlamak mümkün değildir, sürelerin bitmesine uzun bir süre var ve mevcut işletmelere verilmeye çalışılmaktadır. Bunu nasıl yapabilirsiniz? Açık rekabet olmadan niye bu ihaleler mevcut şirketlere veriliyor, bunu anlamak mümkün değildir, bu da yeni bir soygun alanıdır. Kara delikler soygunun diğer bir alanı olmuştur, en önemlisi de Varlık Fonu'dur. Varlık Fonu keyfî ve denetimsiz bir alan oluşturmuştur ve kamu kaynakları orada harcanmaktadır.
Bütçe anlayışı kalmamıştır. Ödeneküstü harcamalarla "Meclisin bütçe hakkı" diye bir kavramdan artık bahsetme ihtiyacı bile duymuyoruz. 5 maaş, sadece o danışmanlara para vermek için değil; orada bir çember, bir "circle" kurulmuştur. Bir şapkayla talep eden öbür şapkasını giyiyor, aynı kişi onay veren kişi hâline gelerek yolsuzlukların bir mekanizması hâline getirilmiştir. İç denetim, dış denetim, teftiş kurulları tamamen etkisiz hâle getirilmiştir. Dolayısıyla bu şekilde yolsuzlukların artmış olması Türkiye'nin, Türkiye ekonomisinin bugünkü duruma gelmesinin 3'üncü temel nedenidir.
4'üncü olarak ise kamu harcamalarında bir önceliklendirme sorunu vardır değerli arkadaşlar. "İtibardan tasarruf olmaz." anlayışı, israfı, şatafatı ve saltanatı meşrulaştırmak hâline getirilmiştir; kamu binalarının yapılmasında, kiralanmasında ciddi kaynak aktarılmıştır. Sayın Nebati buradaysa Maliye Bakanlığının Bakanlık katına, Bakan Yardımcıları katına bir bakın bakalım, kaç metrekare yapılıyor. Buralar milletin parasıyla yapılıyor dolayısıyla buralarda ciddi israf vardır. Kamu hizmeti alımlarında da yine aşırılık vardır, gösteriş projeleri temel israf alanlarından bir tanesi olmuştur.
İşlerin termininden önce bitirilmeye çalışılması da maliyetleri artırmaktadır. Çünkü "İşi şu vakitten önce bitireceksiniz." dediğiniz zaman, siz o müteahhide bir şey söyleyemiyorsunuz. Ben bizim Samsun'daki o tünelleri biliyorum, belli bir vakte yetiştirilmeye çalışıldı; açıldı tüneller, ertesi gün viyadük çöktü ve bir sene tüneller kapatıldı. Dolayısıyla arkadaşlar, bunlar da yine kamu harcamalarında yapılan israfların önemli unsurlarıdır. Sosyal yardımlar yetersizdir ve partizanca dağıtılmaktadır; özellikle son yoksulları kapsamaması da çok önemli ve sıkıntılı bir durumdur. Pandemiyle mücadelede yapılan yanlışlar da Türkiye'de yoksulluğu daha da fazla artırmıştır.
"Türkiye ekonomisi niye bu hâle geldi? dediğimizde, 5'inci unsur; vatandaşı ezen fakat rantı ödüllendiren bir vergi sistemidir arkadaşlar. Bugün, Türk vergi sisteminin sistem bütünlüğü tamamen kaybolmuştur "Dünyadaki en karmaşık vergi sistemi" olarak literatüre geçmiştir, çok fazla sayıda vergi vardır, istisna ve muafiyetleri sadeleştirme ihtiyacı ortada durmaktadır. Tüketim vergileri aşırı yüksektir ve bu, vatandaşı ezmektedir çünkü bu vergiler adaletsizdir. Beyan sisteminin getirilmesi artık bir zarurettir fakat Hükûmet onları hiç düşünmemektedir bile. İmar düzenlemeleriyle oluşan rantların vergilendirilmesi gerekir fakat burası önemli bir yolsuzluk kanalı hâline geldiği için burayı hiçbir şekilde vergilendirmeyi düşünmüyorlar. Kaynakların üretken alanlarda kullanılmaması, betona gömülmesi, üretim kapasitemizin artmasına engel olmuştur, dış borçlar da ödenemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Sürekli çıkartılan vergi afları, yapılandırma kanunları diğer bir sorun alanıdır; maalesef, vergiye uyum, gönüllü uyum kalmamıştır. Vergi denetimleri yetersizdir, caydırıcı değildir, objektif de değildir; Hükûmet tarafındaysanız hiç denetime uğramıyorsunuz ancak biraz muhalif bir yanınız varsa denetimden başınızı kaldıramıyorsunuz. Vergi idaresinin merkez ve taşra teşkilatının yeniden yapılandırmaya ihtiyacı vardır, vergi idaresinde analiz kapasitesi güçlendirilmelidir.
6'ncı unsur; ekonomi politikalarındaki tutarsızlık ve istikrarsızlıktır. "Türkiye ekonomisini kim yönetiyor?" Bir defa bu soru hâlâ cevapsız; ben, bunu defalarca sordum burada, bu sorunun cevabını hâlâ alamadık. Verimlilik kaynaklı büyüme ihmal edilmiştir. İstikrarsız ve dengesiz büyüme bugün Türkiye'ye hâkimdir. O övündüğümüz büyümede 2013 yılından beri ücretlilerin payı en düşük seviyesine gerilemiştir dolayısıyla toplumun önemli bir kesimi bu büyümeden faydalanamamaktadır. Tarım küçülmektedir. İstihdam artışları yetersizdir. Zaten Sayın Cumhurbaşkanı bunları özetledi, daha fazla bir şey söylemeye gerek yok "On dokuz yıllık politikalardan sonuç alamadık." diye de itiraf etmiştir. Kur politikası yoktur. Yani bir ara 128 milyar doları harcarken kuru baskıladık, sonra kuru tutamayınca "rekabetçi kur" dedik, şimdi kur başıboş bırakıldı, bu sefer kura müdahale ediliyor; 5 müdahalede 6 milyar dolar heba edildi, bunun nasıl bir mantığı var bunu anlamak mümkün değil. Dolayısıyla, ne yaptığını bilmeyen bir iktidar vardır. Sürekli yeni model... Eski Hazine Bakanı Berat Albayrak 3 defa "yeni ekonomi modeli" dedi, şimdi "yeni bir yeni ekonomi modeli" deniliyor, "Çin modeli" deniliyor, ondan sonra Sayın Grup Başkan Vekili "Çin modeli yoktur, Türk modeli vardır." diyor yani dolayısıyla sürekli bir model söyleniyor fakat Türkiye'nin fakirleşmesi bir türlü durdurulamıyor.
Politika faizini düşürdük, faiz düşüyor mu? Hayır, faiz düşmüyor; ticari faizler yükseliyor, devlet daha yüksek faizden borçlanıyor. "Yatırım yapacağız." diyorsunuz. Hiç kimsenin itirazı yok "yatırım, üretim, istihdam"a fakat yatırım yapılır mı? Yatırımın yapılması için temel olması gereken unsur güvendir. Bugün Türkiye ekonomisinde güven var mı? Hayır. Dolayısıyla "yeni model" diye ortaya koyduğunuz model temelden çökmüş durumdadır. Ne faizi düşürebiliyorsunuz ne de yatırım için bir iklim oluşturabiliyorsunuz; iç borçlanmadaki yanlışlıklar da bütçenin yükünü artırmaktadır.
Tarım tamamen gözden çıkartılmıştır. İthalatla çiftçinin terbiye edilmesi Türkiye'de bir model hâline getirilmiştir. Yirmi yıl boyunca yetersiz destek politikaları yanlış destek politikalarıdır. Bugün tarıma doğrudan verilen desteklere bütçe payı açısından baktığımızda, 2006 yılında verilen desteklerin yarısından daha azdır. Girdi maliyetlerinde aşırı artış vardır; millet gübre atamıyor, çiftçi gübre atamıyor, gelecek yıl ciddi verim kaybıyla Türkiye'nin karşılaşması kaçınılmaz olacaktır. Ekilemeyen arazi miktarı 42 milyon dekara ulaşmıştır. Üretim, yirmi yıllık dönemde, daha doğrusu on dokuz yıllık dönemde çiftçinin üretimi 10 kat artmış nominal miktarlarla fakat borcu 66 kat artmıştır. Traktörler hacizlidir, araziler icralık hâle gelmiştir.
Kamu kurumlarının kapasitelerinin düşmesi de diğer bir sorun alanıdır. Türkiye ekonomisinin bugünkü hâline gelmesinin temel nedenlerinden bir tanesi, 8'inci neden de kamu kurumlarının kapasitesinin düşmesidir. 2011 yılında ilk darbe vurulmuştur, kanun hükmünde kararnamelerle bakanlıklar altüst edilmiştir. Birçok kurum kaldırılmıştır; Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine Müsteşarlığı, Maliye Teftiş Kurulu, Hesap Uzmanları Kurulu gibi kurumlar kaldırılmıştır. Bugün Türkiye resminin tamamını gören bir tane kurum yoktur. Merkez Bankası, TÜİK, bağımsız otoriteler itibarsızlaştırılmıştır, siyasi talimatla hareket eder hâle getirilmiştir. Kurumlarda politika oluşturma kapasitesi yetersizdir. Uzmanlıkların içi boşaltılmıştır. Mülakat sistemi devlete eleman alımında tek seçme kriteri hâline gelmiştir. Bürokrasi vesayet odağı olarak görülmüş ve kırtasiyecilik ve bürokrasi birbirine karıştırılmış, "bürokratik oligarşi" diye diye Türkiye devleti çökertilmiştir. Müsteşarlıkların kaldırılması, yerine parti komiserlerinin getirilmesi diğer bir sorundur; kurumsal hafıza da bu şekilde yok edilmiştir.
9'uncu madde olarak da başarısız ve dışa bağımlı dış politika. Dış politikada zaten savruluyoruz, sıfır sorun politikasından değerli yalnızlığa giden bir macerayı hep beraber yaşadık. Ekonomide dışa bağımlı olmamız dış politikada da bağımsız olmamızı engellemektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Usta, buyurun.
ERHAN USTA (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çin Olimpiyatları'nı -erteleyebilecek- boykot edebilecek misiniz, hep beraber göreceğiz. 33 şehitten sonra Putin'in kapısında bekleyen hiç kimse bağımsız dış politikadan bahsedemez. Trump'ın mektubu hâlâ hafızamızdadır. "Bu ten bu vücutta oldukça kimse rahibi alamaz." denilmiştir fakat rahip gitmiştir. Süleyman Şah Türbesi taşınmıştır. Ruslar yüzyıllık emeline ulaşmış sıcak denizlere inmiştir. Bugün, Avrupa Birliği perspektifi kalmamıştır, Türkiye kontrolsüz mülteci akınlarına uğramaktadır dolayısıyla dostlarına güven, düşmanlarına korku veremeyen bir ülke hâline gelmiştir.
Sonuç olarak Erdoğan ve ekibinin ülkeyi getirdiği nokta bir millî güvenlik sorunudur değerli arkadaşlar, gerçek beka sorunu bugünkü durumdur. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Erdoğan'ın "kurtuluş savaşı" sözü şu anda daha iyi anlaşılıyor, meğer AK PARTİ hükûmetleri Türkiye ekonomisinin işgaline sebep olmuştur. İşgale neden olanlar hiçbir zaman kurtarıcı olamazlar. Erdoğan'ın ve AK PARTİ'nin bu ülkeye verdiği, vereceği artık hiçbir şey kalmamıştır, bu yol çıkmaz sokaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERHAN USTA (Devamla) - Sayın Başkanım, müsaadenizle...
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
ERHAN USTA (Devamla) - Bunu anlamanız için daha ne olması gerekiyor? Türkiye üzerinde kumar oynayan bir Maliye Bakanı vardır. Ne dedi Bakan? "Ya hep beraber batacağız, ya hep beraber çıkacağız." Türkiye üzerinde kimse kumar oynayamaz, oynamamalıdır değerli arkadaşlar. Tahribat daha fazla büyümeden bu yoldan geri dönülmelidir. Dış güçler -varsa eğer bu ülkede dış güçler- size bu politikaları empoze edenlerdir, bu politikaları kulağınıza kim fısıldıyorsa işte, onlar dış güçlerdir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Öyle anlaşılıyor ki dış güçler hemen yanınızdadır, öyle anlaşılıyor ki Beştepe kuşatılmıştır, öyle anlaşılıyor ki bu kuşatmayı da ancak seçim kıracaktır.
Değerli arkadaşlar, Sayın AK PARTİ hatiplerinin konuşmalarına ilişkin de bir iki değerlendirme yapmak istiyorum. Serbest pazarı zannediyorum Sayın Numan Kurtulmuş yanlış anlamış. Bir yandan sürekli "serbest pazar" diyeceğiz, bir yandan da sürekli polisiye tedbirlerle pazara müdahale edeceğiz; bunu anlamak mümkün değildir. Devlet sistemi, "yüksek teknoloji" deniliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen konuşmanızı.
ERHAN USTA (Devamla) - Bitireceğim efendim, hemen bir iki dakikaya bitiriyorum.
Yüksek teknolojili ürünlerin ihracat içerisindeki payı 2002 yılında yüzde 6,2'ydi değerli arkadaşlar, bugün geldiği seviye yüzde 3,4'tür. Öyle "cek" "cak" diyerek bu işler olmaz, hayal satarak bu işler olmaz arkadaşlar; veri burada, veriye bakacaksınız. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, Sayın Elitaş güzel bir şey söyledi, dedi ki: "Rakam, oran bakmak..." Şimdi, kadının birisi köyde demiş ki: "Eyvah, eyvah; sürünün yarısı geldi, yarısı gelmedi." Sormuşlar "Kaç tanesi geldi, ne oldu, kaç taneydi?" diye. "2 taneydi; 1'i geldi, 1'i gelmedi." (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, Sayın İlhan Kesici DPT Müsteşarıydı, ben de DPT Müsteşar Yardımcılığı yaptım yıllarca; kimi zaman orana bakmak doğrudur kimi zaman da rakama bakmak doğrudur Sayın Elitaş, bunları görmek lazım.
Şimdi, enerji fiyatları... Bakın, şunu düzeltelim: Bunun bu ülkeye bir faydası yok. Sürekli diyor ki: "Enflasyon bütün dünyada problem." Arkadaşlar, IMF'nin rakamları ortada, 2020 yılında enflasyon oranlarında dünya ortalaması 2,7; 2021'de 4,8. Artış sadece 2,1 puan.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERHAN USTA (Devamla) - Sayın Başkanım, müsaadenizle...
BAŞKAN - Sayın Usta, oransal olarak en fazla size süre vermiş oluyorum.
ERHAN USTA (Devamla) - Doğru ama beş dakika efendim, ben dakika olarak istiyorum.
Gelişmekte olan ülkelerde 4,4'ken -bakın, buraya dikkat edelim- 2021 yılında 5,8'e çıkıyor arkadaşlar; 1,4 puan artıyor sadece. Şimdi, buradan bakıp "Bütün dünyada enflasyon var." deyip bizim yıl sonunda muhtemelen yüzde 30'u bulacak enflasyona kılıf aramanın ben doğru bir şey olduğunu asla düşünmüyorum. Her gün gelen motorin zamları bizim içerideki sıkıntılarımızdan kaynaklanmaktadır, bunun dışarıyla hiçbir şekilde alakası yoktur.
Bir şeyi daha söyleyip bitireceğim. Şimdi, Sayın Elitaş diyor ki: "Daha önceki enflasyonlar Türkiye'nin iç sorunlarıydı, şu anda küresel." Ya, dedikleriniz tamamen yanlış. Bakın, şunu söyleyeyim: Az önce söyledim, gelişmekte olan ülkelerdeki artış 1,4 puan, bizde 15 puandan daha fazla bir artış var. Bakın, yüksek enflasyon dönemlerinde gelişmekte olan ülkelerde enflasyon 74,6 arkadaşlar, bizde ise 70,9 yani o yüksek enflasyon dönemlerinde siz enflasyonun sadece Türkiye'de olduğunu mu sanıyorsunuz? 74,6; bizde 70,9; onların daha altında...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERHAN USTA (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.
BAŞKAN - Bitti, dört...
ERHAN USTA (Devamla) - Selamlayayım.
BAŞKAN - Lütfen, bitirelim.
Son bir dakikayı verelim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Planlamacı zamanı planlamıyor Sayın Başkanım, planlayamıyor zamanı.
ERHAN USTA (Devamla) - Zamanı buna göre planladım ben, beş dakika ilave alacağım şekilde planladım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Planlamacı zamanı da planlayabilmeli.
ERHAN USTA (Devamla) - Şimdi, dolayısıyla, bakın, yani geçmişteki enflasyonu iyi analiz edelim. Geçmişteki enflasyon küresel, daha doğrusu, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerdeki problemlerden kaynaklanıyordu ki bizim o yüksek enflasyon dönemlerimizde ortalama onların 4-5 puan altında bir enflasyonumuz vardı. Dolayısıyla, ben her şeye rağmen, bütün itirazlarımıza rağmen, bu bütçenin Türkiye'nin hiçbir sorununu çözeceğine inanmamamıza rağmen tabii yine de bütçemizin devletimize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum ama bu yolunuz yol değil, Türkiye'yi daha büyük felakete sürüklemeyin ve bu milletin önüne sandığı getirin, millet en doğru kararı verecektir.
Genel Kurulu saygıyla selamlar, teşekkür ederim. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)