GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/77, 372, 491, 534, 693, 817, 868, 992, 1004, 1018, 1150, 1170, 1221, 1305, 1434, 1518, 1806, 1815, 1943, 2009, 2139, 2206, 2391, 2909, 2929, 3031, 3032, 3382, 3558, 3575, 3581, 3583, 3647, 3677, 3682, 3690, 3708, 3740, 3769, 3798, 3817, 3831, 3840 ) No'lu Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:50
Tarih:01.02.2022

HDP GRUBU ADINA HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, daha doğrusu tüm insanlık, tarihinin çok ilginç ve zor dönemlerinden geçiyor. Bir taraftan doğayı tüm hırsıyla sömüren, sömürmekle kalmayıp yok eden vahşi kapitalizm, bir taraftan da kelimenin tam anlamıyla yaşam savaşı veren milyarlarca insan. Kapitalist zihniyetin sebep olduğu ekonomik, ekolojik ve sosyal problemlerle devinen bir dünyada insanlık gün geçtikçe varlık ile yokluk arasındaki ince çizgiye doğru hızlıca ilerliyor ve bu ilerleme âdeta bile isteye yapılıyor.

Şimdi, insanlığın içerisine bile isteye düştüğü bu durumu hepinizin bildiği bir Kızılderili atasözüyle özetlemek isterim, Kızılderili atasözü der ki: "Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda ve son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak." Yüzlerce yıl önce söylenmiş bu atasözüne rağmen hâlen doğanın katledilmesinden, ekosistemin harap edilmesinden, yaşam alanlarının yok edilmesinden sonra paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlamayanlar var. Mesela, rant ve sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda on dokuz yıldır doğanın talanını ayak ayak üstüne atarak izleyen ve buna zemin hazırlayan iktidar ve yandaşları, hâlâ hayat olmadan paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlamamışa benziyor, anlamamış olacaklar ki ekolojik talan ve yıkıma hız kesmeden devam ediyorlar; doğa, sermayeye ve yandaşlara sonsuz bir kâr ve rant hırsıyla peşkeş çekilmeye devam ediliyor.

Bakın, özellikle son yıllarda, seçim bölgem ve memleketim olan Şırnak'ın il ve ilçelerinde onlarca hektar ormanlık alan talan edildi, yüz binlerce ton ağaç kesildi, resmen doğa katliamı yapıldı ve bu katliamların birçoğu korucular eliyle yapıldı. Yine "güvenlik" adı altında çıkarılan orman yangınları, kesilen ağaçlar, harap edilen ormanlık alanlarla birlikte Şırnak'ta neredeyse sayıları 10'ları bulan güvenlik barajları inşa edildi ve bu durum da ekosistemi tümden yok eden, tümden bozan bir durumla bizi karşı karşıya bırakıyor. Tabii, bu durumu, orman yangınlarını, ağaç kesimini sorduğumuz gerek Şırnak İl Orman Müdürlüğü gerekse de Şanlıurfa Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri kanuna aykırı bu kesimlere ilişkin "Müdahale edemeyiz, bizi aşar." şeklinde cevap vermişlerdi. Tabii, Kürt meselesindeki çözümsüzlük ve ortaya çıkan şiddet sarmalı sebebiyle coğrafyamızda yoğun bir tahribat yaşatıldı ve yaşatılmaya da devam ediliyor. Yine Şırnak'ta, Mardin'de, Dersim'de onlarca kez orman yangınları yaşandı. "Bu ağaçlar neden kesiliyor, çıkan orman yangınlarına neden müdahale edilmiyor?" diye sorduğumuzda iktidardan tek bir cevap alamamıştık. Sadece Şırnak'ta değil elbette, Dersim'de, Diyarbakır'da, Cerattepe'de, Kaz Dağları'nda, Bingöl'de, İstanbul'da, Aydın'da kısacası iktidar eliyle sermaye ülkenin her metrekaresine göz dikmiş durumda.

Şimdi, bir taraftan, iktidar, insanları nefessiz bırakıp HES'lerle, JES'lerle, orman kıyımlarıyla, insanların yaşam alanlarını daraltıp doğayı talan edecek sonra da "Küresel iklim krizi ve etkileriyle mücadele ediyoruz." diyecekler. Bu söylem aslında iktidarın ne söylediği değil ne yaptığına bakmamızla alakalı bir durum; o durumda tespit yapabiliriz.

On dokuz yıllık AKP iktidarı döneminde fosil yakıt kullanımının önü daha da açıldı, ormanlar talan edildi, ülke betona gömüldü, sonra üstüne bir de iktidarın bir bakanı "İklim krizinde tarihî bir sorumluluğumuz yok." diyecek ve tüm bunlardan sonra da "Biz, iklim kriziyle mücadele ediyoruz." diyecek iktidar. Buna hiç kimseyi inandıramazsınız. Sadece son on yedi yılda 494.365 hektarlık ormanlık alanı ormancılık dışı faaliyete açtı bu iktidar. Sonrasında da her platformda "Ben çevreciyim." diye övünecekler. Ancak tabii, muhalefet şerhimizi raporda sunduğumuz için hani... Kıymetli görüşleri, önerileri olan milletvekillerimize de buradan teşekkür ediyorum yine. Mesela, bir iktidar milletvekilinin, millî parklarla ilgili -ek görüş olarak, 678 ve 679'uncu sayfalardaki- sunduğu o ek görüş ve öneriler gerçekten tam da yerinde olması gereken ek görüş ve önerilerdi. Komisyon çalışmaları sırasında sunumlarını yapmak için gelen bürokratlara ben de bir soru sormuştum: 2020 itibarıyla suyun yüzde 2,5'luk geri kullanımı için 255 milyar TL gibi bir bütçenin ayrıldığı şeklinde bir bilgi vardı. Bu yüzde 2,5'u yüzde 10'a, yüzde 12,5'a çıkarabilmek için ne kadarlık fazladan bir bütçeye ihtiyacımız var diye sorduğumuzda verdikleri cevap çok ilgi çekiciydi. Kullanılmış suların yüzde 2,5'tan yüzde 5'e çıkarılması yani yüzde 100 artış için 100 milyon TL'lik bir yatırım gerektiğini söylediler. Baktığımızda, 100 milyon TL'lik bir yatırım aslında sarayın on beş günlük bir masrafı bile değil. Kaynaklar, iklim kriziyle ve iklim krizinin sonuçlarından biri olan kuraklıkla mücadeleye hakkaniyetli bir kaynak aktarımı yapılmadan, sonrasında "Ben çevreciyim." diye iktidarın söylemleriyle geçiştirilemez. Yani çok basit: Kaynaklar doğru şekilde aktarılırsa, yüzde 2,5'luk geri kullanılan, geri kazanılan suyun oranı artırılırsa aslında bu kuraklıkla da mücadele edilmiş olacak.

Boşa tükenen kaynaklara baktığımızda -net bir biçimde- iklim kriziyle mücadele falan olmadığını, iklimin iktidar eliyle suistimalinin olduğunu görmekteyiz. İktidar, kendisinin sebep olduğu doğa tahribatına karşı bir yandan da önlem alıyormuş gibi, çevre dostlarının mücadelelerine rağmen bir türlü imzalamadığı uluslararası küresel iklim kriziyle mücadele anlaşmalarını aniden imzalıyor; yetmiyor, Mecliste komisyon kuruyor ve komisyonda da mücadele edecek "miş" gibi raporunu yazıyor. Neden "miş" gibi diyorum? Bakın, 2021 Şubat ayında Mecliste alelacele bir komisyon kuruldu fakat Paris İklim Anlaşması'nın onaylanmasıyla bu Komisyon çalışması resmen boşa çıktı ya da iş, kılıfına uydurulmuş oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın New York'a gitmesine iki gün kala Komisyon raporu da sanki her şey baştan biliniyormuş gibi tamamlandı. Düşünün, şubat ayında kurulan Komisyon, çalışmalarını sürdürürken ve Sayın Erdoğan'ın New York'a uçtuğu esnada 729 sayfalık bir taslak rapor çıktı; zamanlama müthiş yani müthiş bir planlama olduğu aslında bizce ortaya çıkıyor. Peki, ne oldu da böylesine hayati bir mesele alelacele hayata geçirilmek istendi? Ki Komisyon çalışmalarında da bunu dile getirdik, 3 milyar dolarlık bir hibe ve fondan bahsediliyordu. Doğa, ekoloji ve iklim krizi iktidar için aslında hikâye. Rant ve talana alan açan sorumsuz bir çevre politikası tüm hızıyla devam ediyor. Fakat tekrar belirtelim ki sayın milletvekilleri, doğa yok olduğunda, yaşam yok olduğunda para yenilecek, doğa da hafife alınacak bir şey değildir.

Birleşmiş Milletler Dünya Meteoroloji Örgütünün hazırladığı rapora göre elli yılda iklim krizinden kaynaklı fırtına, seller ve hava dalgalarının yol açtığı aşırı doğa olayları 5 kat artmıştır. En çok can kaybının nedenleri arasında -ki Komisyonun da ilgi alanına giren ve Komisyonun da üzerinde çalıştığı- kuraklık 1'inci sırada. Cizre ilçemizde geçen yaz 49,1 derecelik hava sıcaklığı ölçüldü. Bu sıcaklık, Türkiye'de bugüne kadar ölçülen en yüksek değer olarak kayıtlara geçti. Uzmanlar, önlem alınmadığında Türkiye'nin çok yakın bir süre içerisinde su fakiri bir ülke olacağı uyarısını yapıyor. Bu durum, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün yayımladığı kuraklık analiz raporlarında da Türkiye'nin yüzde 80'inden fazla alanında olağanüstü şiddetli kuraklık ve şiddetli kuraklık olduğunu kaydederek acil durum uyarısında bulunuyor. Yani aslında vakit daralmadı, vakit kalmadı, şimdiden frene bassak bile ayağımızı gazdan çeksek bile 150 kilometre hızla çarpacağımız duvara belki 120 kilometre hızla çarpacağız ama hiç vakit kaybetmeden gerekli önlemleri almalıyız tabii ki de.

Kuraklık tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor, bu da gıda fiyatlarının artmasına neden oluyor, yoksullaşan halk sağlıklı gıdaya ulaşamıyor ve bu şekilde bir zincir olarak devam ediyor.

Yine Birleşmiş Milletler raporuna göre kuraklık nedeniyle 650 bin kişi hayatını kaybetmiş.

İnsan kaynaklı doğal felaketlerin maddi bilançosu da her geçen gün yükseliyor. Türkiye birkaç 100 milyon TL'lik bir bütçeyle kullanılmış suyun tekrar kullanımını sağlayarak kuraklığın etkilerine azaltabilir dedik. Mesela, bu sayede müsilaj sorunu da ortadan kaldırılabilir çünkü bilindiği üzere müsilaj sorunu da arıtma sorunudur temel olarak. İklim krizi etkilerinin azaltılabilmesi için ayrılması gereken bütçe birkaç 100 milyon TL iken 255 milyar TL yani 2.550 katı daha çok HES ve su yapısı daha sert kuraklığa harcanmıştır. Bu da gösteriyor ki iktidar kuraklık konusundaki gerçek bilgileri toplumla paylaşmadığı gibi, devasa bütçeleri de doğayla mücadeleye ayırmıştır. Tüm bunları anlatırken Komisyonda görev alan milletvekillerinin emeklerinin yok sayılmasından bahsetmiyorum elbette; milyonlarca insanı doğrudan etkileyen küresel iklim kriziyle yapılan mücadelenin göstermelik olduğundan bahsediyorum. Çünkü iktidarın on dokuz yıllık yağma ve talan öyküsü ciltler dolusu kitaba konu olacak kadar kapsamlı. Tüm kamuoyu biliyor ki iktidar için önemli olan halkın nefes alması değil, iktidar için önemli olan insanların gözünün içine baka baka küfür eden, on iki bin yıllık bir tarihî Hasankeyf'i yok eden Cengizlerin ve sadece on yıl içerisinde 128 kez vergi, resim ve harç istisna belgesi indirimi uygulanan 5'li çetenin ceplerini doldurmasıdır. Komisyon çalışmasına ve ortaya çıkan rapora baktığımızda Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli'ne yani IPCC'ye dair tek bir atıf yok, tek bir ibare yok. Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli yani IPCC bu konuda Türkiye'ye bilgi veriyor, Türkiye IPCC'nin raporlarını kullanıyor ama koskoca Komisyon, IPCC olmadan bir rapor hazırlıyor. Yetmiyor; bu raporda çiftçiler yok, bu raporda kuraklıkta çekilen eziyet yok, bu raporda yine, tarım ürünlerine gelen zamlar sebebiyle yoksullaşan halk yok, bu rapora baktığımız zaman ormanlar yok, bu raporda su baskını yaşayan Karadeniz'in vadileri yok, bu raporda aslında doğa yok, bu raporda halk yok. Dediğimiz gibi, çiftçiler dinlenmedi, kuraklıktan etkilenenler dinlenmedi ama madenciler dinlendi ve sermaye dinlendi. Şu anda karşımızda, bilimin, doğanın ve halkın yeterince olmadığı bir rapor var. Yine, Türkiye'nin 2 tane önemli iklim kanunu olmasına rağmen, koca raporda bu 2 kanunun adı bile anılmıyor, tek bir yerde bu kanunların ismi bile yok ve biz böyle bir rapor üzerinden iklim politikası belirlemeye çalışıyoruz. Ama daha da kötüsü ne biliyor musunuz sayın milletvekilleri? Bu iktidar, son on dokuz yılda yarım milyar ton asfalt, 1 milyar ton çimento dökerek bu ülkede yağan her yağmurun sel baskınlarına dönüşmesinin aslında altyapısını hazırladı. Hep, beton seven bir iktidar diyoruz ya; bu, aslında sel baskınlarının altyapısını da hazırlıyor. Ama yetmedi tabii, yarım milyar ton kömür ithal etti, 1,8 milyar ton kömür yakarak âdeta iklimi bile isteye değiştirdi. Yine, bir o kadar gaz ve petrol yaktı ve bunun için bütün yatırımları sermayedarlara peşkeş çekerek Türkiye, böylesi bir dönemde 8 milyar tona yakın sera gazını atmosfere saldı. Bugün atmosferde 1 ppm'lik artış Türkiye'ye ait. Eğer böyle bir politikasızlık olmasaydı bahsettiğimiz bu durumlar olmayacaktı. Tabii, bu sebeplerle acilen bir su politikası ve kanuni düzenlemelerle birlikte mevzuat değişiklikleri tek başına yeterli değil, bir zihniyet değişimine ihtiyaç var. Komisyon çalışmaları sırasında ortaya çıktığı üzere, HES'lere 255 milyar TL gömüp kuraklığı iliklerimize kadar yaşamamızı, kocaman bir yatırımın boşa çıktığını, karşılıksız olduğunu, kocaman bir yatırımın aslında bir suistimal olduğunu konuşamadık çünkü iktidarın sorumsuz çevre politikası, bu gerçeklerin konuşulmasını ve tartışılmasını istemiyor. AKP iktidarı olarak, Komisyon Başkanı olan Sayın Eroğlu'nun adını dünya tarihinin en utanç verici yatırımı olan, tarihin köküne kibrit suyu döken Hasankeyf barajına verdiniz. Aslında bunun Sayın Bakana da haksızlık olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla İklim Komisyonunun bu çalışması ne iklimle ilgilidir ne de kuraklıkla ilgilidir. Olması gerektiği gibi bir komisyon çalışması değildir. "Neden bir komisyon çalışması değildir?" diye baktığımızda da çünkü "komisyon" dediğimiz şey, 5 partinin "Siz ülkenin her tarafına maden ocağı açamazsınız." dediği şeyi karara bağlardı. "Komisyon" dediğimiz şey, 5 partinin "Kömürü sonuna kadar yakacağız." diyen Bakan Yardımcısına karşı çıkışını karara bağlamaz mı? Eğer olması gerektiği gibi bir Komisyon olsaydı bu karara bağlanırdı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Aslında, dediğimiz gibi, her şey birbiriyle o kadar alakalı ki bu yaz yaşadığımız orman yangınlarında yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin, yerele yetkilerin devrinin ne kadar önemli olduğunu net bir şekilde gördük. Yaz boyunca yaşanan orman yangınlarında "Yerelin bilgisine hâkim olan, araziyi tanıyan, bilen ve doğru bilgiyi doğru kanallara ileten, hızlıca davranıp sorunu çözecek olanlar yerellerdir." dedik ama iktidar tüm yetkileri bakanlıklara bağladığı için hiçbir şekilde müdahale edemedi. İHA'ya, SİHA'ya para var, bütçe var, saraya 13 uçak var ama ormanlarımızın yanmasına müdahale etmek için uçak yok.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)