| Konu: | (10/77, 372, 491, 534, 693, 817, 868, 992, 1004, 1018, 1150, 1170, 1221, 1305, 1434, 1518, 1806, 1815, 1943, 2009, 2139, 2206, 2391, 2909, 2929, 3031, 3032, 3382, 3558, 3575, 3581, 3583, 3647, 3677, 3682, 3690, 3708, 3740, 3769, 3798, 3817, 3831, 3840 ) No'lu Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 50 |
| Tarih: | 01.02.2022 |
HDP GRUBU ADINA OYA ERSOY (İstanbul) - Sayın Başkan, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, iklim krizi konuşuyoruz; iklim krizi, öyle soyut, teorik, ütopik, uzun vadede, gelecekte yaşanması muhtemel olaylar değil. Bilim insanlarının, ekolojistlerin, bizlerin söyleye söyleye dilimize pelesenk oldu; Türkiye, içinde yer aldığı Akdeniz havzasıyla iklim krizinin etkilerinden en çok etkilenecek ülkelerden biri. Evet, Türkiye'de ortalama sıcaklığın 2100 yılına kadar 5 derece yükseleceği, 2040 yılında nüfusun 100 milyonu aşması nedeniyle, aynı zamanda, su fakiri bir ülke olacağımız tahmin ediliyor. Evet, biz bunları derken bir bilim kurgu filminin senaryosundan bahsetmiyoruz; bizzat şimdi, içinden geçtiğimiz zaman diliminde iklim krizinin sonuçlarını, üstelik her yıl artarak yaşamaya başladık. Dur durak bilmeyen doğa kıyımlarının, sel felaketlerinin, orman yangınlarının, deniz kirliliğinin yoğun yaşandığı bir yaz mevsimini geride bıraktık derken daha geçen hafta kar altında kalan İstanbul'da yaşadıklarımız; işte, bunların hepsi bizzat iklim krizinin sonuçlarıdır. Elle tutulur, gözle görülür, değil mi? Hepimiz yollarda kaldığımızda bunları görüyoruz. Hiçbiri de takdiriilahî değil bu arada, bizzat sarayın ve sermayenin takdirinden ibaret. "Milyarlarca dolar kamu bütçesini Kuzey Ormanları'nı yok etmek için harcamayın." dedik, dinletemedik. Doğa her felakette olduğu gibi, kuzey Marmara yine ahını aldı, bir cevabını verdi, Kuzey Marmara Otoyolu kapandı. O "dünya markası" diye pazarladığınız İstanbul Havalimanı'na ulaşılamadı, uçuşlar yapılamadı, insanlar mahsur kaldı ve üç yıllık havalimanının kargo çatısı çöktü, bakanlarınız -o küçümsediğiniz- Atatürk Havalimanı'na inmek zorunda kaldı. Demek ki rotamız neymiş: Sermayenin rantına göre değil, akıl ve bilime göre ayarlanacakmış.
Değerli milletvekilleri, evet, dünya yok oluyor; sermayenin doğa üzerindeki tahakküm kurma ve doğadan yalnızca rant sağlama düzeni doğal varlıkların, dünyanın ve tüm canlı yaşamının sonunu getiriyor. Paris İklim Anlaşması da dâhil olmak üzere o "uluslararası iklim rejimi" dediğimiz rejim iklim krizini önlemek için yeterli değil çünkü uluslararası iklim rejimi, iklim değişikliğinin sonuçlarına çözüm bulmak üzere odaklanmış durumda. Ekokırımdan ve iklim krizinden sorumlu olan devletlerin yeşil düzen, yeşil mutabakat tartışmaları sadece iklim krizine çözüm üretiyor "muş" gibi yapmaktan ibaret. Başlı başına net sıfır emisyon ve karbonsuzlaştırma hedefinin 2050 yılı olarak belirlenmesi bile iklim kriziyle mücadelenin yine gelecekte bir tarihe ertelenmesi demek. Evet, iklim krizi sorunu mevcut iklim rejiminde karbondioksit emisyonlarına indirgenmiş durumda ve Meclis Araştırması Komisyonumuzun bu raporunda da iklim değişikliğinin temel sebebinin atmosferde biriken ve sera etkisi yaratan gazlar olduğu dile getirilmiş durumda. Türkiye'nin emisyonları 1990 yılına göre yüzde 30,5 artış göstermiş ve Komisyon raporunda bu artışın sebepleri arasında nüfus artışı, ekonomik büyümeye bağlı olarak sanayileşme, şehirleşme gibi bir sebepler gösterilmiş. Evet, bu sebepler doğru olabilir ancak asla yeterli değil. Sera gazı emisyonu artışında doğanın rant için talan edilmesi, madencilik, kömürlü termik santrallerin kullanılmaya devam edilmesi, sanayi atıklarının çevreye kontrolsüzce bırakılması, şehirleşme, fosil yakıtlar, endüstriyel tarım ve plastik atık ithalatları sebep olarak görülmezse iklim değişikliğiyle mücadeleye ilişkin tartışmalar yetersiz kalır ve sorunun nedenini görünmez kılar. Yine, raporda, doğayla ve canlı yaşamıyla uyumlu olmayan piyasa faaliyetleri ve enerji politikaları, doğanın rant için talan edilmesi, emek sömürüsü iklim krizine neden olan sebepler olarak tartışılmamakta. İklim krizi, yüzyıllardır süre gelen üretim ilişkilerinin, kapitalist yağma düzeninin bir sonucudur. İklim krizi bir sonuçtur yani ve nedenlerini ortadan kaldırmadan sonuçları ortadan kaldırılamaz.
Değerli milletvekilleri, bütün bunları tartışırken iktidar partileri tarafından, iklim krizine neden olan her şeyin, bizim dışımızda, zaten dünyada olan şeyler olduğuna dair iddialar söyleniyor. Neden? Çünkü iklim krizini derinleştiren politikalara tam gaz devam ediliyor. Türkiye'nin enerji politikalarının başında kömüre dayalı enerji üretimi geliyor. Son beş yıla bakıldığında, kömür kaynaklı elektrik üretimi yüzde 39 artmış durumda. Bu sebeple, Türkiye, G20 ülkeleri arasında kömür yakıtlı elektrik üretiminde artış gösteren 3 ülkeden 1'i hâline geldi. Diğer 2 ülke hangileri? Endonezya ve Suudi Arabistan.
Kömürlü termik santraller karbondioksit salımıyla birlikte yarattığı hava kirliliği nedeniyle insan sağlığını da ciddi şekilde etkiliyor. Sağlık ve Çevre Birliği Türkiye'nin son elli beş yıllık kömürlü termik santralleri karnesiyle ilgili hazırladığı raporda, sadece Zonguldak, Çanakkale, Muğla ve İskenderun'daki santrallerin neden olduğu sağlık yükünün Türkiye toplamının yüzde 40'ına karşılık geldiğini söylüyor. Evet, termik santraller, erken doğuma, çocuklarda bronşite ve 62 milyonluk iş gücü kaybına sebep olmuş durumda. Kömürlü termik santrallerle ilgili hava kirliliğinin en yoğun yaşandığı ilimiz Muğla. Muğla, aynı zamanda, Türkiye'de en çok kanser vakalarının da görüldü il. Yatağan Termik Santralinin hava kirliliğine yaptığı etkisine ilişkin ölçümlerde çıkan rakamlar Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği sınırın 2 katı. Muğla, özellikle yaz aylarındaki orman yangınlarıyla da beraber aslında sermayenin her yönde, çok yönlü, ciddi saldırısı altında. İklim krizinin çözümü olarak sunduğunuz o yutak alanların çoğaltılması hedefi var ya onun için bile çalışmıyorsunuz. Dev gayrimenkul projeleri, inşaat ve hafriyat ekonomisine dayalı büyümeyle doğayı betonun altına gömüyorsunuz. Yangından sonra turizm patronları gözlerini yanan bölgelere dikti ve bu istekleri de karşılıksız kalmadı. Yazın yaşadığımız yangınlarda 66.231 hektar ormanlık alan kül oldu ve bu yangınların üstünden daha bir ay geçmeden, orman alanlarında 7 tane maden, otel ve RES projesine "ÇED Gerekli Değil"dir raporu ve "ÇED olumlu" raporları verdiniz.
Muğla da MUÇEP, bir başka mücadele daha veriyor; o entegre çimento fabrikasına karşı bir mücadele yürütüyor çünkü 4 köy ve bağlı yerleşim yerleri -tarım, hayvancılık, zeytincilikle geçinilen bir bölge- çimento fabrikasıyla yok edilmeye çalışılıyor. 2004 yılından beri kurulmaya çalışılan çimento fabrikası canlı yaşamını ve bölgenin geçim kaynaklarını tehdit ediyor. Doğa savunucuları ve köylülerin mücadelesine rağmen, Menteşe Belediyesi ÇED raporu geçerlilik süresinin dolmasına üç gün kala fabrika için ruhsat verdi.
İklim krizini daha da derinleştirmek için yapılanlar konuşmakla bitmez. Evet, sürem de çok az kaldı ama yine önemli olan sebeplerden bir tanesi fosil yakıtlar ve bir diğeri plastik atıklar. Daha kendi çöpümüzle başa çıkamazken 2019-2020 yıllarında Avrupa'dan en çok çöp ithal eden ülke olduk biz; 2020 yılında 659.960 ton plastik atık ithal ettiniz bu ülkeye.
Evet, betona yapılan yatırım, orman ve tarım arazilerinin inşaat, enerji ve maden şirketleri için talan edilerek ranta açılması, selleri, yangınları, kuraklığı, gıda krizini getiriyor ve getirmeye de devam edecek. 16 milyon kişinin yaşadığı İstanbul'un akciğerleri olan Kuzey Ormanları AKP'nin mega projelerine feda edilmiş durumda; Kuzey Marmara Otoyolu, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, üçüncü havalimanı gibi projeleri -ki karda ne olduğunu gördük hep beraber- yapmak için Kuzey Ormanları'ndan kesilen ağaç sayısı milyonları geçmiş durumda. Kuzey Ormanları parçalandıkça İstanbul'un ısı dengesinin korunmasındaki etkisi de azalmakta. Bir de yirmi yılın o en mega projesi olarak söylediğiniz ama aslında bizim "İstanbul'un yıkım projesi." dediğimiz Kanal İstanbul var elbette. Daha Kanal İstanbul ortada yokken etrafını imara açtığınızı, bunlar için imzalar attığınızı görüyoruz ve bu çıkan imar izinlerinin sevinç çığlıklarını da Ürdünlü, Katarlı müteahhitler ve emlakçılar atıyor. Ee, tabii bir de Genel Başkanınızın damadının kelepire aldığı araziyi de es geçmeyelim. Yenişehir projeniz ve verdiğiniz imar izniyle İstanbul'un son kalan tarım arazilerini yok ediyorsunuz. Kanal İstanbul'un yapılması planlanan o güzergâhta köy kalmadı, Kanal İstanbul daha yapılmadan bölgenin gıdaya erişimini, doğasını yok ediyorsunuz siz. Evet, inşaat, beton, madencilik ve enerji üzerine kurulu siyaset biçimi doğal yaşamı ortadan kaldırmaktadır; doğa, ekosistem, tarihî ve kültürel yapılar, halkın geçim kaynakları, yaşam alanları yok edilip betona gömülmektedir.
Yine, endüstriyel tarım politikaları var, bunlar da iklim krizini derinleştiren politikalar. İklim kriziyle hava koşulları bozuluyor, su kıtlığı şiddetleniyor ve su varlıkları kirleniyor ve tüm bu durum karşısında iktidarın politikaları bunu daha da derinleştirmekten ibaret ve bu Komisyonumuzun hazırladığı rapor da tüm bunların çözümünü öngören bir rapor değil. Evet, doğanın sınırsız talanı, neoliberal politikaların yarattığı bir ekokırım ve ekolojik krizi yaşıyoruz biz tüm dünyada. İklim krizi bir sonuçtur, nedenini ve sorumlusunu göz ardı ederek doğayı koruyamayız, iklim kriziyle mücadele edemeyiz. İşin özü şudur: Kapitalizmle hesaplaşmadan iklim krizi engellenemez. O nedenle, küresel iklim kriziyle mücadele için iklim acil durumu ilan edilmelidir, doğanın kapitalist yağmasına son verilmelidir. Evet, emisyon artışları, ekolojik yağma, iklim krizi, toplumsal eşitsizlikler ve adaletsizlikler; bunların hepsi sonuçtur. Emisyonları azaltmaya çalışmak gerekir ama arkasındaki nedenleri ortadan kaldırmadan sonuç olan emisyonlar azaltılamaz. Endüstriyel tarımdan vazgeçilmelidir, küçük çiftçi tarımı desteklenmelidir, ÇED raporlarının bağımsızlığı esas alınarak iklim odaklı denetim mekanizmaları oluşturulmalıdır. Kömür yakıtlı santraller kapatılmalıdır, yeni projeler iptal edilmelidir ve yerine çevreyi kirletmeyen enerji üretim alternatiflerine odaklanılmalıdır. Tüm enerji sistemleri kamulaştırılmalıdır. Yerinde ve küçük çaplı yenilenebilir enerji sistemleri kurulması sağlanmalıdır. Bağlı olarak depolamayı sağlayacak elektrifikasyon planlaması yapılmalıdır. Bağımsız bir enerji verimliliği kurumu kurulmak zorundadır. Betona, ranta dayalı inşaat ve kentsel dönüşüm politikalarından vazgeçilmeli, halkın güvenli konutlarda ve temiz bir çevrede insanca yaşayabileceği barınma hakkını güvenceleyen kır-kent planlaması yapılmalıdır. Bakanlıkların küresel iklim kriziyle mücadele için ayırdıkları bütçe artırılmalı ve bu bütçe gerçekten küresel iklim kriziyle mücadelede kullanılmalıdır. İklim krizinin mali yükü halklara yüklenemez, şirketlere zorunlu iklim vergisi, zorunlu iklim istihdamı getirilmek zorundadır. Siyanürle altın aranmasına izin verilirse, tarihî sit alanları su altında kalacak yapılaşmaya izin verilmeye devam edilirse, halkın derelerine JES'ler, HES'ler kurulmasına izin verilmeye devam edilirse, tarım arazilerinin zeytinlik alanlarında maden ocakları açılmaya devam edilirse ve ihaleler iptal edilmezse iklim kriziyle mücadele edilemeyeceği ve lafla da peynir gemisinin yürüyemeyeceği herkes tarafından bilinmek zorundadır. Evet, bundan başka dünya yok. Doğayla uyumlu, talandan, sömürüden, eşitsizlikten uzak bir dünyayı kuramazsak dünya, hep birlikte yok olacak. İklim krizine sermayenin ve kapitalist devletlerin yeşil yeni düzenleri değil, kadın ve LGBTİ+'ların, ezilenlerin, emekçilerin ve tüm halk kesimlerinin sömürü ilişkisini ortadan kaldıran ve doğanın yararını gözeten yeni düzeni çare olacaktır diyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)