| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moldova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sürücü Belgelerinin Karşılıklı Olarak Tanınması ve Değiştirilmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 53 |
| Tarih: | 15.02.2022 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Sayın Başkan, yüce Meclisimizin değerli üyeleri; Türkiye, Kurtuluş Savaşı'mızdan bu yana en zor ve en çetin günlerden geçiyor. Sefalet hiç bu kadar derin, fukaralık hiç bu kadar yaygın, güzel ülkemizin üzerine çöken karanlık hiç bu kadar koyu olmamıştı. Her kesimden vatandaşımızın feryatları o kadar iç yakıcı, o kadar iç paralayıcı ki Cumhur İttifakı'nın üyelerinden Sayın Bahçeli bile "Elektrik ve doğal gazdaki yıkıcı artışların önüne geçmek zorundayız." dedi. Çünkü yirmi yılın sonunda tarihimizde eşi benzeri görülmemiş sistematik bir yalan ve propaganda mekanizmasıyla insanlarımızı ambale eden, başarısızlığı başarı, yanlışları doğru gibi göstermeyi marifet ve beceri belleyen, tam bir otokratik keyfîlik rejimine dönüşmüş olan mevcut saray iktidarının yıkımı sadece elektrik ve doğal gaz faturalarının yıkıcı artışıyla sınırlı değil. Bakın, değerli arkadaşlar, ne yazık ki bu Hükûmet 2,6 sent zararla aldığı elektriği 2,9 sente dağıtıcılara satmaktadır; onlar da 2022 yılında 11,5 sente fatura etmekteler.
Bir diğer önemli konu, bizim Grup Başkan Vekilimiz Erhan Bey'in de notlarında söylediği gibi, EPDK kararıyla beş yıl 7 milyar lira olarak vatandaşımızın faturasına yansıtılan, devletten bu dağıtıcılara ödenen, verilen para ne yazık ki 2021 yılında yüzde 217 artışla 22 milyar liraya çıkmış. Onun için, hiç kimse "Bu zammı kim yapıyor?" diye etrafına bakınmasın. Bu yirmi yılın sonunda tarihimizde eşi benzeri görülmemiş bir siyasi anlayışla karşı karşıyayız. Bu iktidar, milletimizin zenginleşmesinin önündeki en büyük engeldir. Bir çağ dönüşümüne adapte olmamızı sağlayacak donanımlı gençliğimizin geleceğini dışarıda aramasına neden olan, ekonomik nedenlerle nüfus artış oranını nüfus dönüşümü için gerekli olan yüzde 2'nin altına düşürerek âdeta soyumuzu kurutmaya doğru götüren, sevgi, barış ve refah gibi kavramlara uzak bir kötülük yönetiminin hâkimiyeti altındayız.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi 15 Temmuz 2016'da tarihimizin en hain kalkışmasını yaşadık. Ancak bu hıyanet bahane ve vesile kılınarak 16 Nisan 2017'de şaibeli Anayasa referandumuyla içinden geçtiğimiz bu ucube rejim sürecine girdik ve bu ucube rejimle birlikte, iktidar, milletimizin binlerce yıllık devlet kurma geleneği ve tecrübesiyle yarattığı büyük kurumları yerle bir etti. Dış politikamız modernleşme tarihimizin iki yüz elli yıllık rotasından çıkarıldı. Ekonomimiz sadece saray merkezli çok dar bir zümrenin çıkarlarına hizmet etmeye ayarlandı. Böylece, Türkiye, ne yazık ki Lozan öncesi tabloya döndürüldü. Sağlık sistemimizi iflasa sürükleyen şehir hastaneleri, ödeyemedikleri 10 milyarlarca dolarlık krediyi milletin sırtına yükleyen elektrik dağıtım şirketleri, adalete değil saraya hizmet eden yargı, battallaştırılmış, kadük edilmiş bir Meclis ve sonunda şirketlere verilen imtiyazlarla yapılan döviz garantili köprüler, tüneller ve otoyollarla kapitülasyonların geri gelmesi.
Değerli arkadaşlarım, ancak kurumsal yıkım gerçekte bu tasvirden çok daha vahimdir. Bakınız, bu millet 15 Temmuz 2016'da binlerce yıllık tarihinin en korkunç ihanetini yaşadı. Ben, bu ihanetin araştırılması için yüce Meclisin çatısı altında kurulan Komisyonun üyelerinden birisiydim. Ancak Komisyonumuz sistematik bir biçimde engellendi. Tüm engellemelere rağmen muhalefetin katkılarıyla ortaya çıkarılan rapor ise gizli bir elin müdahalesiyle kaybettirildi. FETÖ borsaları ortaya çıktı. Bu arada, safça inançları nedeniyle on binlerce insanımız FETÖ'ye değil, FETÖ'yle iltisaklı birtakım kuruluşlarla ilişkili oldukları gerekçesiyle bir KHK'yle işlerini kaybettiler, yandaş kalemlerin belirttikleri gibi sivil ölüme mahkûm edildiler. Pazar yerlerinden akşamüzerleri yiyecek toplayanlara şahit olundu. Bu vatandaşlarımızın azımsanmayacak bir kısmının masumiyetleri yargıda da tescil edildi ama buna rağmen görevlerine iade edilmediler yani sivil ölüme mahkûmiyetleri devam etti. Buna karşılık, FETÖ hıyanetinin en üst makamıyla görüntü veren birçoklarının, mesela, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Nureddin Nebati ve aynı karedeki arkadaşlarının "Aldatıldık." demeleri bile yetti. Ancak Millî Savunma Bakanının 4 yardımcısından 3'üyle ilgili gerçek, milletimize yaşatılan yıkımın büyüklüğünü ortaya koydu. Bu 3 bakan yardımcısından 1'i olan Muhsin Dere'nin FETÖ'cü olmanın temel kanıtı sayılan byLock kullanıcısı olduğu iddiaları, bir emekli askerî savcı olan Ahmet Zeki Üçok tarafından savcılığa bildirildi.
Değerli arkadaşlarım, açık kaynaklarca, 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasından bu yana Türk Silahlı Kuvvetlerinden 24.256 personelin ihraç edildiği belirtilmiştir. Aynı kaynaklara göre, bu ihraçların 9.360'ının altında Sayın Akar'ın imzası vardır. Bu ihraçlar haksız demiyorum ama hangi somut kanıtlara dayandırıldığını biz bilmiyoruz. Oysa söz konusu bakan yardımcıları hakkındaki iddialar ve belgeler çok ciddi.
Diğer bir Bakan Yardımcısı Yunus Emre Karaosmanoğlu'nun adı ise WikiLeaks belgelerinde Amerika tarafından korunması gereken biri olarak geçmektedir. Bu kişi, aynı zamanda uzun süre Başbakanlık Özel Kalemi gibi devletin sırlarının gelip geçtiği önemli bir görevde de bulunmuştur. Bu açık kaynaklardaki gerçeklerin bilinmemesi devlet tarafından, devleti yönetenler tarafından mümkün müdür? Bu konudaki ciddi iddialar da onların görevlerini sürdürmelerini engellememiş. Şimdi, buradan, olur olmaz konularda "beka sorunu" diyenlere sesleniyorum: Bu iddialar doğruysa -ki çok ciddi iddialar olduğuna inanmasaydım Meclise taşımazdım- bu iddialara sessiz kalanlar ve bu kişileri oraya yerleştirenler, kim olurlarsa olsunlar bizzat kendileri beka sorunu değil midir?
Sayın milletvekilleri, bütün bunlar, devlet dediğimiz kurumlar bütünüyle topyekûn bir yıkımın ürünüdürler. Mesela, son olarak Sayın Cumhurbaşkanının bir başarı olarak takdim edilen Birleşik Arap Emirlikleri'ne yaptığı ziyaret de bu yıkımın bir başka görüntüsüdür. Gezi şerefine Dubai'deki dünyanın en yüksek binası Burc Halife kulesine Türk Bayrağı giydirilmesi yerlere göklere konamadı. Oysa aynı medya, Birleşik Arap Emirlikleri için 25 Kasım 2021'de "Şerefsiz Bunlar" manşeti atmıştı ama devran döndü; ipe sapa gelmez "Faiz sebep, enflasyon sonuç." zırvası sonucunda Türkiye, tarihinin yegâne ekonomik buhranına girdi, özerkliği bitirildi, Merkez Bankasının döviz rezervleri eksi bakiyeye döndü, hukuk bitirildi, Sedef Kabaş'ın haksız suçlamalarla tutuklanıp Murat Ağırel ve Barış Pehlivan gibi araştırmacı gazetecilerin yeniden hapse atıldığı bir vasatta ciddi uluslararası yatırımcıların Türkiye'ye gelmesi ihtimali iyice yok edildi. Çare, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin eline Türk milletinin sırtından kolay ve bol kazanç oltasını vermekti. Bunun için "Kanal İstanbul" adı altında sonsuz bir arazi rantı dâhil her türlü peşkeş göze alındı ne yazık ki ama buradan, bu ülkelere Sayın Meral Akşener'in sözleriyle sesleniyorum: "O ihaleleri ve alım satımları sizlere yedirmeyeceğiz."
Değerli arkadaşlar, yaşadığımız bütün bu zincirleme sefillik ve zillet tablosunun ardında tek bir amaç bulunmaktadır, bu da her ne pahasına olursa olsun saray rejimini ayakta tutmaktır. Bu, sadece saray rejiminin efendisi için değil yancıları için de hayat memat meselesidir. Onların amaçlarına ulaşmaları ne yazık ki Türkiye için bir yıkım olacaktır. Biz, medeni dünyada yer alma ve güçlü büyük Türkiye hayalimizi hiçbir zaman için yok etmeyeceğiz ve bunun yok edilmesine de izin vermeyeceğiz. Nitekim, milletimiz 12 Şubatta yıkımın içinde umudu görmüştür, yıkımın sorumluları içinse korku dağları beklemektedir.
Hepinize içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)