GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Bakanlar Kurulu Arasında Ulusal Sürücü Belgelerinin Karşılıklı Tanınması ve Değişimine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:53
Tarih:15.02.2022

HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Uluslararası sözleşmeleri görüşürken iktidarın dış politikalarını ve savaş siyasetini eleştiriyoruz. Bu tür sözleşmelere ve bu tür tezkerelere karşı da ret tavrımızı ortaya koyuyoruz ve bunlara karşı çıkıyoruz. Tabii biz bunları söylerken Meclisin neredeyse tümü bizim karşımızda, genel olarak bir şekilde bunları onaylayan bir yerde hareket ediyor ve çoğu zaman da bize karşı trol ordusu başta olmak üzere her biri de farklı söylemlere ve saldırılara geçiyorlar.

Ben size bizi de ilgilendiren yani Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecini de ilgilendiren Yunanistan tarihinden bir konuyu anlatmak istiyorum, bir olay anlatmak istiyorum. Şimdi, 1919 yılının başlarında Britanya İmparatorluğu o süreçte dünyanın birçok bölgesinde sömürgeci devletler oluşturuyor, her tarafı sömürgeleştirmeye çalışıyor ve tabii bunlardan biri de Anadolu ve Orta Doğu coğrafyası. Bu plan doğrultusunda Yunanistan da Venizelos'u kendisine iyi bir piyon olarak görüyor çünkü Venizelos'un da kendisine özgü çıkarları var ve bunun üzerine Anadolu'ya sefer kararı alıyorlar ve 14 Mayıs 1919'da Yunan donanması Pire Limanı'ndan İzmir'e doğru hareket ediyor. Ancak Anadolu topraklarına doğru yola çıkan kruvazörlerden, sonradan tarihe geçecek onurlu bir direnişin öyküsünün yazıldığından belki de kimsenin haberi yoktur. Zira bir grup sosyalist Yunan askeri, gemilerdeki gizli bir bildiriye imza atıyor ve örgütlenme yapıyor. Bildiri, savaşa karşı olan Yunanistan Komünist Partisinin manifestosudur ve özetle şunlar yazılmaktadır: Anadolu'nun işgali Britanya emperyalizminin bir oyunudur. Britanya, mazlumların kanıyla yeni sınırlar çiziyor. Biz bu oyuna alet olmayacağız. Anadolu halkı bizim kardeşimizdir, biz onları öldürmeyeceğiz." Sonuçta, yaklaşık 200 Yunan astsubay ve askeri, Anadolu'nun işgaline karşı çıkarak manifestoyu imzalıyor. Üstelik manifesto sadece donanma içinde değil Atina'da da yankı buluyor ve orada da yoğun kitleler tarafından destekleniyor, imzaya açılıyor. Neticede, Yunan askeri 15 Mayıs 1919'da İzmir'e ayak basıyor. Bu arada "Anadolu halkı bizim kardeşimiz, biz savaşmayız." diye silah bırakan 200 Yunan sosyalist asker de tutuklanıyor. Tutuklanan askerler ayrıca hapis tutuluyorlar ve işkenceye maruz kalıyorlar ancak içlerinden biri bile imzasını geri almıyor. Aylar süren mahkeme süreci sonunda idam edilmelerine karar veriliyor. 1921 yılının ilk günü İzmir'in Balçova semtinde İnciraltı sahilindeki işgal kuvvetleri komutanlığı karargâhında kurşuna diziliyorlar. İnfaz mangası nişan aldığında, gözleri bağlı olan isyancı sosyalist Yunanlılar şunları söylüyorlar: "Yaşasın halkların kardeşliği! Kahrolsun Britanya emperyalizmi! Bizler fakiriz, buradayız. Zenginlerin ve güçlülerin asker olmamak gibi bir yolu var ama bizim yok." Ve "Haris" denilen bir sosyalist asker şöyle diyor tane tane: "Artık bize özgürlükten söz etmeyin çünkü köleliğimizi dayanılmaz şekilde hissediyoruz. Artık bize vatanlardan ve eski düzeni yeniden kurmaktan söz etmeyin." Ve Yunanlı komutan "Ateş!" emri verdiğinde, 200 isyancı sosyalist hep bir ağızdan "Yaşasın isyan!" diye bağırarak kurşuna diziliyorlar. Aynı günlerde Anadolu'nun işgaline karşı çıkan 117 sosyalist de yine Atina'da kurşuna diziliyor fakat mücadeleleri boşa gitmiyor; bu, büyüyor ve Yunan ordusunda çok sayıda firara da neden oluyorlar ve orada bir akım başlatıyorlar.

Ne oluyor peki? Yunan ulusalcılar, Venizelosçular, milliyetçiler bu savaşa karşı çıkan sosyalistlere ne diyorlar? "Vatan haini..." Bunlara "vatan haini" diyorlar. Oysa sosyalistler savaşa, ölümlere ve emperyalizme karşı çıkıyorlar çünkü bütün bu savaşlarda olan, halklara ve emekçilere, fakirlere ve yurttaşlara oluyor yani fakir halka oluyor. Dolayısıyla savaş baronları silahlarını satıyor, kimileri milliyetçilik edalarıyla bunları pohpohluyor, kimileri ulusalcılık edasıyla bunları destekliyor ama olan, gariban vatandaşa oluyor her iki cephede de.

Bunu şunun için anlattım: Biz de çeşitli sebeplerle, burada bu tür savaşlara ve bu savaş tezkerelerine ve sözleşmelerine karşı çıkıyoruz. Bize de aynı şeyler söyleniyor, o gün Yunan sosyalistlerine ne denmişse bugün de bize bu ülkede aynı şeyler söyleniyor. Ancak biz de hiçbir şekilde, bedeli ne olursa olsun -barış imzacıları, barış savunucuları- bu tavrımızdan ve bu mücadelemizden vazgeçmeyeceğimizi ifade etmek istiyoruz. Çünkü savaşlar yıkıma ve fakirliğe yol açıyor ve bunu da halkımız iliklerine kadar hissediyor.

Şimdi, bu savaş politikalarının Türkiye'de nelere mal olduğunu arkadaşlarımız izah ettiler. Tabii ki bunlardan biri de konuştuğumuz ve bugün de detaylıca konuştuğumuz elektrik faturaları, enerji piyasası, doğal gaz faturaları, halkımızın karşı karşıya kaldığı faturalar. Şimdi, ne oldu da, nasıl bugünlere gelindi? Esasında bir özelleştirme furyasıyla birlikte biz bununla karşı karşıya kaldık. Türkiye'deki elektrik dağıtım işi özelleştirildi, dağıtım şirketlerine verildi ve böylelikle başka bir siyasete geçildi, başka bir uygulamaya geçildi elektrik ve enerji piyasasında. Özelleştirirken söylenenler çok ilginçti; varlıkların verimli çalışması, maliyetleri düşürme, elektrik arz güvenliğinin sağlanması ve arz kalitesinin artırılması, kayıp kaçakta azalma sağlanması, özel sektörün yenileme ve gelişme yatırımlarının önünün açılması, rekabetin faydalarının tüketiciye yansıtılması... Yani "Özeleştirdiğimiz zaman tüketici daha düşük faturalar ödeyecek." Bu gerekçelerle bu özelleştirmeler yapılıyor 21 şirkete, bu özelleştirmeler yapıldı, verildi ve bunlar şu anda sadece fatura keserek halkın kanını emiyorlar, sadece tahsilatçılık yapıyorlar. Bu şirketlerin büyük bir çoğunluğunun da yandaş firma olduklarını burada defalarca ifade ettik.

Şimdi, elektrik nereden sağlanıyor, topyekûn olarak baktığımızda Türkiye'deki elektrik nereden sağlanıyor? İlk sırada doğal gazdan yani doğal gazdan elektrik temin ediyoruz, yüzde 27'si doğal gazdan. İkinci sırada HES'ler var; elektriğin yüzde 24'ü HES'lerden elde ediliyor. Şimdi, HES'leri yenilenebilir enerji kapsamında bize sunuyorlar ve YEKDEM kapsamında da destekleniyor oysa HES'lerin nasıl bir felakete sebep olduğu, yurdun her bir tarafında, özellikle iklim değişikliği ve kuraklıkla birlikte, çok net bir şekilde karşımızda durmaktadır. Dolayısıyla bu HES'lerin mutlaka yenilenebilir enerji kaynakları kapsamından çıkarılması gerekmektedir. Tabii, bununla birlikte ithal kömürden, linyit kömüründen elde edilen elektrik kazanımları da var ve rüzgâr ve güneş enerjisinden de elde ediliyor.

Şimdi, bütün bunlara baktığımız zaman biz şunu savunuyoruz: Bir kere, tümüyle -bu konuda kanun teklifi de verdik, hem ekonomi masamız verdi hem de Enerji ve Tabii Kaynaklar Komisyonu üyeleri olarak biz verdik- mutlaka kamulaştırılması gerekiyor. Yani elektrik gibi stratejik konular, bu ülkede -yani her bir ülkede- hayati bir mesele olan enerji meselesi özel şirketlerin insafına ve inisiyatifine bırakılamaz, mutlaka kamulaştırılması gerekiyor ve bu tür işlerin mutlaka -doğal gazın da elektriğin de- kamu eliyle yürütülmesi gerekiyor ve bununla ilgili kanun tekliflerimiz de var zaten.

Şimdi, elektrik şirketleri -Sayıştay raporlarında var- yeteri kadar denetlenmiyor, denetlenenler kesilen cezaları ödemiyorlar, faturalardaki fon paylarını götürüp kuruma, devlete yatırmıyorlar; tümüyle bir soygun düzeni içerisinde varlıklarını sürdürüyorlar bu elektrik dağıtım şirketleri. Bunların karşısında, tabii, vatandaş isyanda çünkü önce 150 kilovatsaate kadar bir sınır belirlendi, yetmedi -biz burada aralık ayında bu kanun teklifi görüşülürken "Yetmez, bu olmaz." diye defalarca anlattık- şimdi bu sınırı 210'a çıkardılar; bunun da yetmeyeceği belli, şimdi başka çare arama derdi içerisine girdiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Elektrik zamlarını protesto eden vatandaşlar bu faturaları dükkânlarına asıyorlar. Yani Beyoğlu'nda küçük bir restorana sahip bir esnaf şöyle diyor: "2019'da ortalama elektrik faturam 1.500 liraydı, 2020'de 2 bin liraydı, geçen sene, 2021'de ortalama faturam 4.200 lira gelmişti, şimdi de bu ay 7.230 lira." Yani katlanarak gidiyor. Şimdi, bütün bunların karşısında, doğal gaz fiyatları da aynı şekilde gidiyor. Ancak, iktidara baktığınız zaman, Avrupa'nın en ucuz elektriği bizde ve kesinlikle böyle bir sorun, sıkıntı yok; bu, muhalefetin yaygarası yani baktığınız zaman böyle. Ancak, yani gerçekler ne istatistiklerle ne verilerle, şunlarla bunlarla ölçülemez; gerçek, vatandaşın yaşadıklarıdır. Vatandaş yaşadıklarını kendisi biliyor ve vatandaş bu konuda ciddi bir şekilde isyanda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Yapılması gerekenler bellidir; zamların geri alınması gerekiyor, elektrik dağıtım şirketlerinin ve enerji piyasasının kamulaştırılması gerekiyor ve vatandaşın hayrına, vatandaşın faydasına bir enerji politikası oluşturulması gerekiyor.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)