GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kamerun Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askerî Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:54
Tarih:16.02.2022

HDP GRUBU ADINA MUSA PİROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, ülkenin her yerinde işçiler ayakta. Migros işçisi, Yemeksepeti işçisi, Aliağa'da gemi sökümü işçisi, İstanbul'da Darina Çorap işçisi, Gebze'de Farplas işçisi ve Antep'te tekstil işçileri... Ülkenin her yerinde işçiler hak, işçiler eşitlik için, işçiler emeğinin hakkını alabilmek için ayağa kalkmış durumda. Bu direnişlerden özellikle Migros ve Yemeksepeti direnişleri kritik önem taşıyor. Sınıf kavgasının, ekmek kavgasının, emek kavgasının keskinleştiği iki yer. Bir yanda sermaye, kibir ve işçiye karşı hoyratlık; öte yanda, hakkını almak için bütün gücünü ortaya koyan, direnişe geçen yoksul işçiler. Herkes şunu bilmek zorunda ki Migros'ta, Yemeksepetinde direnenler aslında bütün işçilerin ve yoksul halkın çıkarları için direniyorlar. Talepleri basit; bu yoksulluk düzeni, bu sefalet düzeni, bu yolsuzluk düzeni sona ersin. Bu işçiler, emeğinin hakkını almak istiyorlar ve sermaye yekvücut işçilerin karşısında duruyor. Sermayenin patronları, TÜSİAD'dan Cengiz'e, 5'li çeteye kadar yekvücut işçinin karşısına çıktığı her yerde bize düşen de işçinin yanında olmaktır. Migros'taki, Yemeksepetindeki işçilerin halktan basit bir talepleri var: "Dayanışmaya girin, boykot edin, bize destek verin." diyorlar. Yemeksepeti işçileri, Yemeksepetinden sipariş verilmemesini; Migros işçileri, Migros'a alışverişe gidilmemesini talep ediyorlar ve bize düşen bu talebi buradan bütün halklara dillendirmek. Ben, buradan açıkça talep ediyorum; bütün yoksullardan, alın teriyle geçinen herkesten, işçilerden... Bu işçilere ses verin, bu işçilerin sesi olun, onlarla dayanışmaya girin.

Peki, işçiler niye ayakta? İşçiler, kendilerine dayatılan cehenneme karşı ayakta. Sermaye ve iktidar el ele işçilere bir cehennem dayattılar. Kuralsız çalışma kural hâline getirildi. Taşeron çalışma ve güvencesizlik bir çalışma şekli hâline getirildi, patronlar için ucuz iş gücü cenneti yaratıldı ve işçilerin çalışma koşulları bir cehennem hâline getirildi. İşçiler bu cehenneme karşı ayakta. İşçiler, emeklerinin değersizleştiğinin farkında. İşçiler emeğinin değeri için ayakta, işçiler ürettiklerini kullanabilmek, ürettiklerini yiyebilmek için ayakta. Migros işçisi depoda, Esenyurt deposunda depoladığı, marketlere yolladığı ürünü evine götüremiyor. Yemeksepeti işçisi servis ettiği yemekleri çocuklarına yediremiyor. İnşaat işçisi milyarlık binaları dikerken kendi kirasını ödeyemiyor ve tekstil işçisi elektrik faturasının, tekstil işçisi doğal gaz faturasının, tekstil işçisi borçların altında ezilmiş durumda ve işçiler emeklerinin karşılığını istiyorlar, insanca yaşayacakları bir ücret, onurlu çalışma koşulları istiyorlar ve bunun için ayaktalar. Peki, işçiler bunu nasıl alacak? Soru burada başlıyor. İşçileri bu hâle getiren temel şey tam da burada başlıyor. İşçiler nerede hakkını aramaya kalksa karşılarında polisi buluyorlar. Ben Farplas direnişinin oradaydım, gece saat üç buçukta oradaydım. Sabah altıda polis girdi fabrikaya, işçilerden birinin bacağını kırdı, birinin burnunu kırdı, hamile kadınları tekmeledi ve işçileri zorla çıkardı. Ben Migros işçilerinin yanındaydım, polis zorla girdi depoya. İşçileri gözaltına alarak, 150'den fazla işçiyi karakola götürerek depoyu boşalttı. İşçiler nerede hakkını aramaya kalksa karşılarından polisi, karşılarında jandarmayı buluyor çünkü sermayenin otoriter emek rejimi, otoriter bir hükümet, otoriter bir iktidar tarafından besleniyor ve dayatılıyor. Patronlar niye bu kadar hoyrat? Çünkü patronlar sırtını iktidara yaslıyor ve nerede sıkışsalar direkt iktidarın yanına koşuyorlar. Her gün kürsülerden demokrasi nutku çekenler, her gün iktidarı hukuka uymaya, Avrupa Birliği normlarına uymaya çağıranlar yani TÜSİAD'ın patronları, işçi eylemi nerede olsa hemen polisin yanına koşuyorlar ve polisten destek istiyorlar ve vali ve kaymakam ve polis patronun emrinde, işçinin karşısına dikiliyor ve onu darbediyor. İşçiler şunun farkında: Eğer bu otoriter emek rejimi bitirilecekse bunu destekleyen iktidar yıkılmak zorunda ve eğer iktidarı yıkmak istiyorlarsa yapacakları tek şey kalıyor; Kürt halkıyla yan yana gelmek zorundalar, Kürt emekçisiyle yan yana gelmek zorundalar, onların özgürlük talebine cevap vermek zorundalar ve bunu başardığımız gün, ancak bunu başardığımız gün biz yol almaya başlayacağız.

Ben TÜSİAD'ın önündeydim, işçilerle yan yanaydım, işçiler Çalışma Bakanını göreve çağırdılar; ben Migros'un önündeydim, işçilerle yan yanaydım, işçiler devleti göreve çağırdılar ve ben buradan onlara diyorum ki: Çalışma Bakanı görevini yapıyor, devlet de görevini yapıyor çünkü bu ülkede Çalışma Bakanının görevi işçileri korumak değil, Çalışma Bakanının görevi işçilerin haklarını korumak da değil, bu iktidardaki Çalışma Bakanının bir tane görevi var; işçilere karşı patronu korumak, işçilerin karşısında patrondan yana olmak, devletin yaptığı işte bu. Polisin görevi işçinin hakkını korumak değil, polisin görevi işçinin eylemini kırmak, ona verilen emir bu, kaymakama verilen emir de bu.

İşçiler ne yapmalı? Bize sesleniyorlar, milletvekillerinden ve bu Meclisten çözüm bekliyorlar ve bizden her gün ve sürekli olarak sorunlarının çözümü için hamle yapmamızı istiyorlar. Ben onlara buradan sesleneyim, biz boş sıralara konuşuyoruz; ben onlara buradan söyleyeyim, söylediğimizin bu boş sıralarda bir karşılığı yok. Eğer işçiler kendilerinden yana yasal düzenlemeler istiyorlarsa, işçiler bu iktidarın kendilerinden yana olmasını istiyorlarsa önce bu iktidarı değiştirecekler, ondan sonra da harekete geçecekler. İşçiler sözünü söylemeden, işçiler kendi sözünün arkasına yığılmadan bu taleplerinin karşılığını bulma şansı yok. İşçiler için geçerli olan, faturasını ödeyemeyen herkes için de geçerlidir. Ekmek kuyruklarında bekleyenler, elektrik faturalarından şikâyet edenler, dükkânları kapanmakla yüz yüze gelen esnaf harekete geçmezse, mücadeleye girişmezse, sesini yükseltmezse o faturaları ödemeye devam edecek, o kuyruklarda beklemeye devam edecek ve şikâyetle ve yakınmayla bu iktidar değişmeyecek. Yapılması gereken tek şey kalıyor; birleşmek, örgütlenmek ve mücadeleye atılmak. Ve elbette ki işçi örgütlerine, elbette ki toplumsal muhalefete, elbette ki bize o sözü buraya taşımak, o sözün yanında dövüşmek, o sözün yanında onlarla beraber durmak görevi düşüyor. İşçiler harekete geçtiğinde eğer biz orada yoksak bunun vebali bize aittir ve biz buradan diyoruz ki: Bu vebali kimseye taşıtmayacağız, biz üstümüze düşen görevi yapacağız.

Ben TÜSİAD'ın önündeydim, eyleme katılan işçilerin taleplerini de dinledim ve orada bir çıplak gerçek ortaya çıktı. Patronun rengi yok, ha 5'li çete olmuş ha TÜSİAD çetesi olmuş ve biz, bugün, burada, iktidarın 5'li çeteden alınıp Tuncay Özilhan'ın eline verilmesini savunan bir yerde değiliz. Bizim parti olarak da farkımız burada başlıyor. Biz "üçüncü yol" dediğimizde, biz "demokrasi ittifakı" dediğimizde, biz "emek güçlerinin ittifakı" dediğimizde, iktidarın, çetelerin tamamının, patronların, soygun çetesinin, yolsuzluk çetesinin elinden alınıp halkın kendisine verilmesini savunuyoruz. Biz "demokrasi ittifakı" dediğimizde, halkın kendi sözünü söylemesini istiyoruz. Biz "demokrasi ittifakı" dediğimizde, bütün ezilenlerin sözünün burada duyulmasını istiyoruz.

Sözlerime son verirken bir noktayı vurgulamak istiyorum. Dün Aysel Tuğluk hakkında Adli Tıp Kurumundan "Hapishanede kalır." raporu çıktı. Hapishanelerden ölümler gelmeye devam ediyor. Adli Tıp Kurumunda kendini doktor sayan Tıp Kurumu memurları şunu bilmelidirler: Çıkan her ölüm cinayettir ve attıkları her imza o cinayetin onaylanması için atılan imzadır; eninde sonunda hesap verecekler. (HDP sıralarından alkışlar)