| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Fildişi Sahili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşma ve Anlaşmada Değişiklik Yapılmasına Dair Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 56 |
| Tarih: | 22.02.2022 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA YASİN ÖZTÜRK (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Fildişi Sahili Cumhuriyeti Hükûmeti arasında yapılan anlaşmanın onaylanmasının uygun bulunmasına ilişkin kanun teklifi üzerine İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
AK PARTİ'sinin sürekli hâle getirdiği bir alışkanlık var, Meclisi oyalama; sayelerinde Meclis nasıl oyalanır onun da tecrübesini yaşatıyorlar bizlere, sağ olsunlar. Ülke yangın yerine dönünce, tansiyon yükselince, vatandaş sesini yükseltmeye başlayınca AK PARTİ'si sanki bunlar başka ülkenin sorunlarıymış gibi kulaklarını, gözlerini ülkeye kapatır, Mecliste hiç kalmamış gibi ya alakasız bir kanun teklifi Genel Kurulun gündemine getirilir ya da yıllardır komisyonda bekleyen uluslararası anlaşmalar sandıktan gün yüzüne çıkarılır, yeni bir şey yapılıyormuş gibi milletvekillerinin önüne sunulur. Bir diğer taktik de Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile bazı Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde değişiklik yapılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Genel Kurulda onaylatılır, tasdik makamı çalıştırılır. Şimdi, anlaşılan, ellerinde tekrar tekrar değiştirilmesi gereken Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kalmamış ki geçmişte yapılan uluslararası anlaşmada değişiklik yapılmasına dair anlaşmalar önümüze getiriliyor. İşte, şimdi de Fildişi Sahili Cumhuriyeti Hükûmetiyle 2016'da imzalanan iki ülke arasında yatırımların karşılıklı teşviki ve korunmasına ilişkin yapılan anlaşma ve anlaşma notalarındaki değişikliği bu ahvalde görüşüyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanı için Fildişi Sahilleri çok önemli çünkü Sayın Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'ni temsilen Cumhurbaşkanları seviyesinde bu ülkeye giden ilk Cumhurbaşkanı. Daha öncesine kadar ilk kademede böyle bir ziyaret gerçekleşmemiş. Vardır bir bildiği diyeceğiz ama pandemi öncesine kadar Cumhurbaşkanlığı filosu "Hazır uçak havadayken oraya da uğrayalım, buraya da uğrayalım." diye Afrika'da gezmedik ülke bırakmamıştı. Fildişi Sahili ziyareti de Gana, Nijerya ve Gine'ye yapılan beş günlük program kapsamında gerçekleşmişti; daha öncesinde de Doğu Afrika ziyaretleri.
Dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum, iki ülke arasında anlaşma 2016'da imzalanmış ama anlaşmanın uygun görülmesine ilişkin kanun teklifi 2019'da Meclis Başkanlığına sunulmuş. Yine, 2019'da kanun teklifi Dışişleri Komisyonunda görüşülmüş ve bugüne kadar bekletilmiş. Türkiye'nin yatırımcısı kendi ülkesinde bile yatırım yapamaz hâle gelmişken Fildişi Sahili Hükûmetiyle imzalanan ama bugüne kadar bekletilen anlaşma neden şimdi Genel Kurulun gündemine getirilmiş? Çünkü 2019 yılında 60 iş insanımız bu ülkeye giderek yatırımlar hakkında bilgi almış, olur da yatırım yaparlarsa sorunla karşılaşmasınlar diye anlaşmanın onaylanması için 2022 yılı beklenmiş. Çok merak ediyorum, 2019 yılında bu ülkeye giden 60 iş insanımızın 2022 yılı Türkiyesinde bile yatırım yapabilecek hâli kaldı mı? Geçtiğimiz yılın son aylarına damga vuran dolarizasyon krizini bir tarafa bırakalım, daha geçen haftalarda yaşanan elektrik ve doğal gaz kesintilerinden kaynaklanan kriz nedeniyle fabrikalarımız çalışamaz hâle geldi, ihracatçı verdiği sözü tutamadı. Bu işadamları "Artık Türkiye'de yatırım yapacak imkân kalmadı, bari Fildişi Sahili'nde yatırım yapalım." diye iktidara baskı uyguladılarsa bilemem ama niyet başka; niyet, ülke gündeminden uzaklaşma.
Bu arada Fildişi Sahili Hükûmetiyle imzalanan tek anlaşma da bu değil. Ticaret anlaşması, ekonomik ve teknik iş birliği anlaşması, çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması, askerî alanda eğitim, teknik ve bilimsel iş birliği gibi anlaşmalarımız da var. Muhtemelen ileriki dönemlerde iktidar sıkışınca, iş kalmayınca, bunlarda da değişiklik içeren bir kanun teklifini önümüze getirir; alıştık artık.
Değerli milletvekilleri, tabii ki Meclis uluslararası anlaşmaları onaylamak zorunda ama zamanlama çok önemli. Şu an dünyanın gündemi, Rusya ve Ukrayna arasında süren gerilim. Silahların patlamasına ramak kalmışken derdimiz Fildişi Sahili'ndeki yatırımlar mı olmalı, Meclis iki haftadır benzer ülkelerle yıllar önce yapılan anlaşmaları mı onaylamalı? Tek bir kıvılcımın Türkiye'yi derinden etkileyeceği belli olan bu krizde diplomatik kanallarımızın devrede olduğundan endişemiz yok ama böyle bir dönemde Afrika gezisine çıkan Sayın Cumhurbaşkanına sözümüz var: Ülkenin içinde ekonomik savaş, sınırında tehlike var. Suriye meselesinden hiçbir ülke bizim kadar etkilenmedi. Ekonomimize yansıyan bir tarafa, bir de asıl sosyolojik boyutu var ki bu sorun Türkiye'yi yıllarca etkileyecek. Rusya-Ukrayna krizinden en çok etkilenecek ülkelerin başında da yine Türkiye geliyor. Rusya'nın elinde Türkiye'ye karşı kullanabileceği o kadar çok yaptırım gücü var; ticaret, turizm, enerji yaptırımları ve en önemlisi askerî yaptırımlar.
Rusya yıllardır Esad'ın arkasında ve rejime bağlı güçler Rusya'nın desteğiyle bölgede yeniden konuşlanıyor. Suriye, Rusya'nın Ukrayna hamlesine ilk desteği vererek bağlılığını gösterdi. Rusya'nın geçmiş hedefleri doğrultusunda Suriye üzerinden Türkiye üzerinde bir cephe açmayacağının garantisi yok. Türk devletinin diplomasi geleneğinde "dostum" diye dış politik anlayış olamaz. Esad'a "dostum" dediniz, sonuç ortada; Putin'e de "dostum" demiştiniz, ülke adına diliyorum sonuç Suriye'yle yaşananlara benzemez. Meclisin bu dönemde yapması gereken, uluslararası anlaşmaları görüşmek yerine, bilgi sahibi olması, bu ülkenin geleceği için muhalefetin de görüşlerine başvurmasıdır.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ'sinin uyguladığı yanlış politikaların sonucunu hem içeride hem dışarıda yaşamaya başladık. Türkiye, uluslararası kamuoyunda demokrasisi gerileyen, ekonomisi krize sürüklenen ve dış politikada zikzaklar çizen bir ülke görüntüsü sergiliyor. Dış dünyada yalnızlaşan Türkiye, geçmiş dönemlerde liderler seviyesinde gerçekleştirdiği görüşmelerde muhatap bulamaz duruma geldi.
Dış politikada Rusya kadar en kritik konu başlıklarımızdan biri de Amerika'yla ilişkiler. Amerika'yla ilişkilerimiz tarihin en kötü dönemlerinden birini geçiriyor ve Biden'ın iş başına gelmesinin ardından ilişki düşük bir profilde ilerlemeye başladı. Geçtiğimiz yıl ocak ayında başkanlık görevini üstlenen Biden, Erdoğan'la ilk telefon görüşmesini ancak üç ay sonra Ermeni soykırımını tanıyacağını bildirmek üzere gerçekleştirdi. Dış politika önceliklerinden birinin demokratik ülkelerin ittifakı olarak belirleyen Biden, aralık ayı başında düzenlediği Demokrasi Zirvesi'ne Erdoğan'ı davet etmedi. Dünya üzerindeki müdahalelerine bakınca, Amerika gibi bir ülkenin Türkiye'yi demokrasiyle idare edilen ülkeler liginden dışlamasını eleştirebiliriz. Elin ağzına laf vermemek gerekiyor ama ülke gerçeklerimiz de ortada. İktidarın antidemokratik uygulamaları nedeniyle cezaevlerimizin doluluk oranı her geçen gün artıyor. Bu uygulamalara son vermek için birilerinin ülkemize sopa göstermesine gerek yok ama iktidar, her geçen gün, eleştiri yapmak ve görüşünü açıklamak suretiyle fikir beyan edenlere, gazetecilere Silivri yolunu göstermekteki istikrarlı tavrına devam ediyor. Kaldı ki bu uyarı sadece Amerika'yla sınırlı da değil. Türkiye, ihracatının önemli bir bölümünü Avrupa Birliği ülkeleriyle yapıyor. Ülke olarak hedefimiz de Avrupa ülkelerinden daha fazla yatırım çekmek ve ticareti daha iyi noktalara taşımak ancak Avrupa Birliği de Türkiye'ye, imza attığı hukuki süreçlere, sözleşmelere uygun davranması gerektiğini sıkça hatırlatıyor.
Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, ülkelerin dış ilişkilerinde mutlak dostluk veya mutlak düşmanlık yoktur, sadece ülke menfaatleri söz konusudur. Ancak bu ilişkilerde keskin U dönüşleri de güvenilirlik ve ilişkilerin devamlılığı açısından bir test niteliğindedir. Türkiye, uzun bir süredir Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail'le ilişkilerinde sorun yaşıyor. 2021 yılından itibaren bu ülkelerle bir normalleşme sürecine girildi, İsrail'le bir kademeli yakınlaşma öngörülürken Birleşik Arap Emirlikleri'yle kademeler atlanarak görünür bir yakınlaşma sağlandı. İktidarın yeni arayışlara girmesinin sebebini ülke çıkarlarına, güvenlik ve bölgedeki istikrar arayışlarına bağlamayı çok isterdik ama neden belli; hazinede para kalmadı. Araplar Türkiye'ye gelince yatırım konusunda 10 mutabakat yaptık, ziyaretlerine gidince sayıyı 13'e çıkardık. Demedi mi Araplar: "Türkiye'de yatırım yapmak için en iyi dönem." Bu biten ekonomi, iktidarın bitişine de sebep olacak ama şunu da ülke olarak ne yazık ki çok gördük: AK PARTİ'si, seçmen desteği ne zaman azalsa dış politikadaki gerilimi tırmandıracak bir argümana her zaman sığınmıştır; Suriye'yle yaşanan macera ne yazık ki bu politikanın ürünüdür, İsrail'e parmak sallama bu politikanın ürünüdür. Yine, ne yazık ki iktidarın iç politikadaki seçmenlerini konsolide etmek için dış politikadaki gerilimi tırmandırması da ihtimal dâhilindedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye dünyada millî gelirine oranla en fazla insani yardım yapan ülkedir. Bu yardımlar TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü ve Maarif Vakfı aracılığıyla yapılmaktadır. 2002 yılında ülkemizin kalkınma yardımları 85 milyon dolar iken, bu rakam 2017 yılında 8 milyar 120 milyon dolara yükselmiştir. Rakamın bu kadar yükselmesinde kurum bütçelerinin örtülü ödenekle desteklenmesinin büyük payı var. Tabii ki dünyada en fazla insani yardım yapan bir ülke olmamız ülkemiz adına gurur veren bir gelişmedir, ancak yardımsever olmanın da belirli şartları vardır. Öncelikle kendi ülkenizde yardıma muhtaç kimse kalmadıysa, güçlü bir ekonomiye sahipseniz, istihdam sorununu çözmüşseniz tabii ki diğer ülkelerin de yardımına koşabilirsiniz ama ülkemiz açısından işler değişik.
Öncelikle TİKA'dan başlayalım. TİKA 1992 yılında kuruluyor. Kuruluş felsefesinin temelinde doğrudan Türk dünyası ve akraba topluluklarının kalkınması, sosyal ve kültürel alanlarda desteklenmesi ve Türkçenin yaygınlaştırılması yatıyor. Tabii, hedef bu olunca kurumun yönetim yapısı da buna göre şekilleniyor. 2002'ye kadar kurumun yönetiminde büyükelçiler görev yaparken AK PARTİ'si iktidarının göreve gelmesiyle birlikte ülkedeki bütün kurumlardaki liyakat-sadakat sistemi TİKA'da da işlemeye başlıyor. 2003 yılından beri yönetimde kimler yok ki! Başbakanın kimya mühendisi olan özel kalem müdürü, özel kalem müdürünün antropolog olan özel kalem müdürü, özel kalem müdürü yardımcısı... Yönetim böyle şekillenince daire başkanlıkları ve temsilcilikler de liyakat-sadakat çemberinde şekilleniyor. Üst düzey bir kuruluşun tepe noktasındaki bir ismin sağlıkçı yeğeni, TÜGVA konferansçıları, eski milletvekilleri, milletvekili adayları, belediye başkan adayları, bildiği tek yabancı dil Osmanlıca olan rabia işareti fenomeni; ne ararsanız var.
İşin ilginç bir yanı daha var; TİKA elemanlarının birçoğu hakkında internet kaynaklarından bilgi silinmiş durumda ama bilinen gerçeklerden biri, TİKA'da görevlendirilen birçok kadın personelin Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi'yle irtibatlı olması. Öncelikle söyleyelim: TİKA hem Sayıştay denetimine tabi değil hem de İhale Kanunu hükümlerinden muaf bir kuruluş yani neredeyse denetimsiz satın alma hakkına sahip. 2017 yılında ülke kaynaklarından 8 milyar 120 milyon dolarlık bir yardım bütçesi ayrılınca, tabii bu hizmetler de merak uyandırıyor. TİKA'nın dikkat çeken hizmetlerinin bazılarına bakalım: Şili'deki Filistin asıllıların kurduğu futbol kulübüne yardımda bulunmuş, antrenmanlarını da daha iyi yapabilmesi için 2 çim saha inşa etmiş; Gine'de meyve ve sebze üretiminin ve çeşitliliğinin artırılması amacıyla üç yıllık bir program başlatılmış, 100 hektarlık arazi iş makineleriyle temizlenmiş, traktör hibe edilmiş ve sulama sistemi kurulmuş; ramazan ayında "Erenler Sofrası" kapsamında 82 ülkede 1 milyon kişiye gıda ve hijyen paketi dağıtılmış, sıcak yemek dağıtılmış; 15 Afrika ülkesinin meteoroloji uzmanlarına havacılık ve uydu meteorolojisi dersi verilmiş; Venezuela'da nüfus hareketlerinden etkilenen 12 kadına kendi işlerini kurmak için tekstil ekipmanı, Kolombiya'da pazar yerlerinde faaliyetlerini sürdüren 46 aileye et, balık, tavuk ürünü satsınlar diye tezgâh temin etmiş; hatıra ormanlarına fidan dikmiş; dikiş, nakış ve savaş muhabirliği eğitimi vermiştir.
TİKA 1992 yılında neden kurulmuştur? Afrika ya da Güney Amerika'daki geri kalmış ülkelere dikiş, nakış eğitimi versin, çim saha yapsın, balık tezgâhı dağıtsın diye değil elbette; yıllarca Rus egemenliğinde yaşamış soydaşlarımızla kültür ve dil birliğimizi yeniden kurmak ve geliştirmek amacıyla. Ne yazık ki AK PARTİ'si iktidarında hedeften adım adım uzaklaşıldı; Türk coğrafyası, devletin kurumsal güvencesinden çıkarak önce kriminal hâle gelmiş cemaate, sonra atama yapılırken liyakati sadakatle ölçülen ehliyetsiz kişilerin yönetimine terk edilmiştir.
Yine aynı geleneksel atama ve misyona sahip bir başka kuruluş, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı. Başkanlık 2010 yılında kurulmuştur. Kültür Bakanlığı bünyesinde görev yapan bu kuruluşun görevi de yurt dışındaki vatandaşlarımız, kardeş topluluklarımız ile Türkiye'de öğrenim gören uluslararası burslu öğrencilere yönelik çalışmaları koordine etmektir ama ne yazık ki bu kuruluşumuz da asli görevinden uzaklaşarak arpalığa dönüşmüş bir kuruluş hâline gelmiştir. Kurumun adındaki "Akraba Topluluklar Başkanlığı" yanlış anlaşılmış, ne kadar eş dost, akraba varsa yönetime dâhil edilmiştir. Başkan, Kabinede yer alan bir bakanın kuzen kadrosundan Akraba Topluluklarına atanırken başkan yardımcılıklarına İlim Yayma Cemiyeti üyeliği de "yeter şart" olarak kabul edilmiştir.
Bu kapsamda, yurt dışında hizmet veren, hizmetinin karşılığını da bütçeden fazlasıyla alan bir kuruluş daha var: Maarif Vakfı. Bu Vakıf, Millî Eğitim Bakanlığı dışında yurt dışında doğrudan eğitim kurumu açma yetkisine sahip tek kuruluşumuz. Vakıf ne tesadüf ki 17 Haziran 2016'da, malum darbe girişiminden sadece bir ay önce kuruluyor ve o tarihe kadar kriminal cemaatin yayılmasına göz yumulan ülkelerde yapılan temizliğin ardından eğitim faaliyeti görevini yerine getiriyor. İcraat mantığı doğru mu? Doğru. Ama bu amaca hizmet eden ve resmî hâle getirilen bir kuruluş, yine, siyasi hırs, misyon ve atama kurallarına göre hareket ediyorsa icraat da eleştirilir, amaç da eleştirilir, vakıf da eleştirilir. Vakfın bütçesi 2017'de 163 milyon lira iken bugün 1 milyar 389 milyon liralık bir rakama ulaşmış durumda ki gerektiğinde Sayın Cumhurbaşkanı tek bir imzayla bütçede aktarma yapabiliyor ve bu bütçe, AK PARTİ'si mülakatından geçmiş, yurt dışında dolarla çalışan personel yanında iktidarın çifter maaşlı bürokratlarını da besliyor. Başta yeni Millî Eğitim Bakanımız olmak üzere, eski-yeni bakan yardımcıları da Vakfın mütevelli heyetinin üst sıralarında isimlerde bulunuyorlar.
Vaziyet bu olmasına rağmen, iktidar partisine mensup milletvekilleri bizi eleştireceklerdir: "Yurt dışında faaliyet göstermemize karşı mı çıkıyorsunuz?" Bugüne kadar, ne usulüne uygun olarak gelmiş, halkın yararına olan kanun tekliflerine sırf muhalefet olsun diye muhalefet ettim ne de vatandaş aleyhine yaptığınız icraatı eleştirmekten kaçındım. Bu ülke hepimizin ülkesi, bu bütçe milletimizin bütçesi. Bu milletin hak ettiği her kuruş göstermelik "yardım" diye dağıtılıyorsa yardımınızı da sorgularım, sizi de sorgularım. Ne diyelim, az kaldı; bugünler de "geççek, geççek." Dayan milletim, dayan; az kaldı, ilk seçimde "gitçek, gitçek."
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)