GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile Fas Krallığı Arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasını Tadil Eden Anlaşmanın Notalarla Birlikte Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:56
Tarih:22.02.2022

HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın vekiller; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Tabii, uluslararası sözleşmelerle ilgili, hatiplerimiz, bu konudaki görüşlerimizi ifade ettiler. Biz de bu vesileyle ülkenin çeşitli gündemlerine ilişkin görüşlerimizi ifade etmek istiyoruz.

Bu geçtiğimiz günlerde İstanbul'da DİAYDER davası vardı. DİAYDER, Din Alimleri Yardımlaşma Derneği. Bu derneğin... Diyarbakır'da dernek olarak faaliyet yürüten bir dernek var, bir de İstanbul'da. Tabii, ben, İstanbul Milletvekili olmam hasebiyle DİAYDER'in İstanbul'daki davasını takip ettim. Tabii, esasında bütün dava da İstanbul üzerinden yürüyor çünkü orada bir kuyruk acısı var. Kuyruk acısı nedir? İstanbul Büyükşehir Belediyesinin iktidar tarafından yani merkezî iktidar tarafından kaybedilmesi ve bu kayıpla birlikte İstanbul Belediyesine yönelik yapılan çeşitli söylemler, iftiralar, yalanlar. Bunun üzerine kurulu ve bunu yaparken de genel olarak Kürtler üzerinden yapılan, HDP üzerinden yapılan bir karalama kampanyası var. Bizi ilgilendiren kısmı da bir taraftan bu, bir taraftan da hakikaten vekili olduğumuz ilin büyükşehir belediyesine yönelik haksız tutumlara karşı eleştirilerimiz var.

Şimdi, İstanbul Belediyesinde ne oluyor yani İstanbul Büyükşehir Belediyesinin suçlandığı mevzu nedir? Burada teröristlerin işe alındığı ve çalıştığı yönünde bir söylem geliştiriliyor. Bu söylem zaten seçimlerden önce yapılıyor, "İstanbul'u Ekrem İmamoğlu alırsa bunlar teröristleri işe alacaklar, sayaç okumalarında, şuralarda buralarda, bir sürü alanda bu teröristleri çalıştıracaklar." diye zaten bir kara propaganda yürütülüyor. Şimdi, akabinde seçimler bitiyor, tabii, seçimleri büyük bir hezimetle iktidar, AKP kaybediyor, Cumhur İttifakı kaybediyor ve arkasından da bu savlarını nasıl destekleyecekleri üzerine çalışmalara, araştırmalara giriyorlar ve buradan DİAYDER, Din Alimleri Yardımlaşma Derneğinden İstanbul Büyükşehir Belediyesine yani bu derneğin üyelerinden alınan kişiler üzerinden bir açık yakaladıklarını düşünüyorlar yani "Buradan bir kapı araladık, hadi biz buradan ilerleyelim." diye düşünüyorlar. Peki, bunun öncesinde ne imiş? Şimdi, Din Alimleri Yardımlaşma Derneği, Şafii din insanlarının, Şafii inancına mensup Müslümanların inançsal hizmetlerini yerine getirmek için kurulmuş bir dernek, daha doğrusu, Şafii din insanları tarafından oluşturulmuş bir dernek.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Mezhep, mezhep...

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Şafii mezhebi... Yanlış mı söyledim?

Yani İslam inancının, Müslümanlık inancının Şafii mezhebiyle ilgili inançsal hizmetler yürüten insanların bir araya gelerek oluşturdukları bir dernek ve bu derneğin bir özelliği de tabii bir taraftan Şafii inancına ait insanlara hizmet verirken bir taraftan da Kürtçe ibadet hizmeti de yürütüyorlar. Şimdi, daha önce İstanbul Belediyesinde yaklaşık 180 civarında din insanı çalışıyor yani bu şekilde inançsal hizmet veren insan çalışıyor ve bunların tamamı Hanefilerden oluşuyor. Yani İstanbul'da sanki Hanefilik dışında başka bir inanç yokmuş gibi tümüyle Hanefilerden oluşan -zaman zaman bu sayı artıyor, zaman zaman düşüyor ama- ortalama 180 kişi çalışıyor.

Şimdi, 24 Haziran seçimlerinden sonra, Belediye değişiklikten sonra Belediye şunu söylüyor, diyor ki: Ya, İstanbul'da sadece Hanefiler yaşamıyor, İstanbul'da Aleviler de var, Şafii mezhebine sahip insanlar da var, Hristiyanlar da var; bunlara ait insanların da bu hizmetleri vermesi gerekiyor belediye bünyesinde ve bunlar genelde "gassal hizmeti" dediğimiz cenaze hizmetlerinde istihdam ediliyorlar. Bu çerçevede, bunları işe alırken de şu kriter uygulanıyor: Yani mahallelerde, ilçelerde, bölgelerde inanç kurumları üzerinden gidiliyor. Yani böyle, herhangi bir derneğin, kurumun yani onların ifade ettikleri gibi bir terör örgütünün, hani kendi söylemlerine göre ifade ettikleri gibi bir örgütün ve benzeri şeylerin referansıyla olan işler değil. 39 ilçede hangi mahallelerde hangi inanç kurumları var? Cemevleri, camiler, Caferi inancına mensup insanların oluşturduğu camiler, Şafii inancına mensup insanların, mezhebine mensup insanların oluşturduğu mescitler, camiler üzerinden belediyeye alım yapılıyor ve bunlar sınavla filan oluyor yani. Alevi dedeleri de işe alınıyor, Şafii inancına mensup insanlar da iş alınıyor, Caferi mensubu insanlar da işe alınıyor ve ilk defa İstanbul'un çok inançlı yapısı da Belediyede temsil edilmiş oluyor aslında, iyi bir şey oluyor yani yapılamayan bir şey yapılıyor aslında. Bu, desteklenmesi gereken bir durum ama bunun üzerinden "Vay efendim, siz bu Şafii Kürtleri işe aldınız." diye İstanbul Büyükşehir Belediyesine teröristleri işe aldığı üzerinden bir muamele yapıyor ve geçtiğimiz bütçe konuşmasında burada İçişleri Bakanı bir sayı da vererek 250 küsur teröristten bahsetti ve zaten bu kapsamda DİAYDER'e bir soruşturma başlatılmıştı, bir gözaltı işlemi de yapılmıştı; 23 kişi yargılanıyor, 8 kişi tutuklu yargılanıyordu ve geçtiğimiz cuma ve pazartesi günleri bunların duruşması vardı. Ben duruşmaya da katıldım, bir Alevi olarak Şafii mezhebine sahip inanç insanlarının yargılandığı duruşmaya katıldım ve onlara destek olmak için oradaydım çünkü İstanbul Belediyesinin uygulaması doğru bir uygulamadır ve Türkiye genelinde yapılması gereken bir uygulamadır ve Diyanet İşleri Başkanlığı ya da Türkiye'nin inançsal sistemi içerisinde de yapılması gereken bir uygulamadır. Diyaneti eleştirimiz ayrı bir konu, tabii, o başka bir mesele.

Ancak şunu gördüm: Biz hani istiklal mahkemelerini çok konuşuruz ya, bir an kendimi istiklal mahkemelerinde hissettim yani orada 80-90 yaşındaki insanların yargılanmalarını, Türkçe bilmeyen insanların heceleyerek Türkçe savunma yapmaya çalışmalarını... Çünkü bir taraftan "Ya, ben Kürtçe savunma yaparsam muhtemelen bana 'terörist' diyecekler. O nedenle benim Türkçe savunma yapmam gerekiyor." düşüncesine kapılıyorlar bu insanlar. Yani evlerine gitmek istiyorlar çünkü hastalar, yaşlılar ve hapishanede vakit geçirebilecek insanlar değiller, dolayısıyla Türkçe savunma yapmak zorunda hissettiler kendilerini ve öyle bir Türkçe konuşmak zorunda kaldılar ki hece hece okumak zorunda kaldılar savunmalarını. Yani kendimi hakikaten... Hani -günümüzde onu çok yaşıyoruz- o istiklal mahkemelerinde şöyle bir söz vardır ya: "Sanıkların idamına, tanıkların bilahare dinlenmesine..." Şimdi, bu cümle istiklal mahkemelerini özetleyen bir ifadedir. Şimdi, burada, şu anda, aynı o mahkemede de işte Kobani kumpas davasında da benzer davalarda da aynı şeyi görüyoruz yani karar verilmiş sanıkların idamına, cezalarının belirlenmesine, tanıkları daha sonra dinleriz, delillere bakarız daha sonra; mesele bu. Şimdi, burada öyle bir yargılama var ki öyle bir yargılama var ki bütünüyle İstanbul Belediyesiyle olan hesaplaşmayı, oradaki kuyruk acısını çıkarmak için Kürtlere ve Kürt inanç insanlarına, Kürtçeye açılmış bir savaş var ve cezalandırma yöntemi uygulanıyor. "Melle, seyda" diyorlar inanç insanlarına tabirleriyle. Şimdi bunlar savunma yapıyorlar, diyor ki bir tanesi: "Ya, ben Binali Yıldırım'ın referansıyla işe girdim." yani "Benim işe girmem daha önceydi, ben o dönemde alınmadım." diyor. Bir tanesi "Ya, belgelere bakın, kayıtlara bakın, ben DİAYDER'in üyesi dahi değilim." diyor ama niye? Şafii ve Kürtçe konuşuyor, Kürtçe hutbe vermiş, dolayısıyla o da o torbanın içine konulmuş. Tümüyle hukuktan uzak, vicdandan uzak, ahlaktan uzak, inanç özgürlüğünden uzak, İslam'ın kendi değerlerinden uzak bir yargılama var; niye var? Süleyman Soylu buraya çıktı "Şu kadar terörist çalışıyor." dedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de -bir hata yaptı, yanlış yaptı, onu da buradan eleştiriyorum- çıktı, sanki bu ülkede bağımsız bir yargı varmış gibi, sanki işleyen bir devlet aklı varmış gibi "Hadi gel, kimse al bakayım!" dedi. Ya, bu ülkede sanki bağımsız yargı var ya. Yani bir kumpasla, bir gizli tanıkla herkesi içeri atabiliyorlar yani bu kadar basit bir yargılama sisteminde çalışıyoruz. Sen neyine meydan okuyorsun böyle koşullarda? Söylemen gereken şu: "Tümüyle iftira atıyorsunuz. Zaten kumpas da kuruyorsun, istediğin kumpası kurup istediğini suçlu ilan edebilirsin." denilmesi gerekirken "Hodri meydan!" denildi ve gelinen sonuçta 80 yaşındaki, 90 yaşındaki insanlar haksız, hukuksuz, vicdansız ve ahlaksız bir şekilde orada yargılanıyorlar.

Şimdi, burada Kürtçe kelimeler -ben Kürtçe bilmiyorum tabii, ana dilim Kürtçe değil, ben bir Türkmen'im- sayıldı önceki konuşmalarda. Ya, insan isimleri dahi günlük kelime olarak konuşuluyor diye suç kabul ediliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz Sayın Kenanoğlu.

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, süremiz doldu, tabii, söyleyecek çok şey var ancak hani, imkân olsa da bu davalar canlı yayınlarda gösterilse, bu davaları herkes görebilse. Şimdi, Kürtçe hutbeyi, Kürtçe ana dilde ibadeti yasaklayan iktidar yani şöyle; Kürtçe Kur'an-ı Kerim'i alıp miting meydanlarında sallayabiliyor. Yani iş -kendisine oy gelsin- kendi siyaseti olduğu zaman miting meydanlarında dahi Kur'an-ı Kerim'i, Kürtçe Kur'an-ı Kerim'i o meydanlarda sallayabilen bir iktidarla karşı karşıyayız.

VECDİ GÜNDOĞDU (Kırklareli) - O başka, bu başka!

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Ama işine gelmediği zaman da Kürtçeyi bir suç unsuru olarak sunan, Kürtçe ibadet eden insanları da suçlu ilan eden bir iktidarla karşı karşıyayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Bu iktidardan hep birlikte kurtulmak için birlikte mücadele edeceğiz ve mutlaka bu ülkeye demokrasiyi biz getireceğiz. (HDP sıralarından alkışlar)