| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 57 |
| Tarih: | 23.02.2022 |
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne yaklaşıyoruz. Bir kez daha kadınlar eşitlik, adalet ve özgürlük talebiyle alanlarda, sokaklarda olacak. Evet, kadınlar yüzyıllardır bu talepler için direniyor, mücadele etmeye devam ediyor ama maalesef, kadınların bu mücadelesi karşısında bir kez daha kadınların kazanımlarını gasbetmeye çalışan, kadınları itaate zorlayan baskıcı erkek egemen iktidarlar da her gün politikalarında ısrar ediyorlar. Bu kadın düşmanı politikalar, kadınlara yönelik şiddeti elbette ki besliyor, büyütüyor. Neredeyse her gün bir kadın katlediliyor. Kadınlara yönelik bu şiddeti, kadın cinayetlerini elbette sıradan bir durummuş, olaymış gibi ele almak mümkün değil.
Bu olanları aslında "şiddet" olarak tanımlamak yetersiz; resmen bir kadın kırımı yaşanıyor. Biz, defaatle söyledik, Meclisin kadına yönelik "şiddet" ve bu kadın kırımına ilişkin aslında bir özel oturum alması gerektiğini ifade ettik, bu talepte bulunduk ama maalesef Meclis, kadına yönelik bu kırım politikalarına karşı yine suspus. Dolayısıyla, bu kırım politikalarına karşı yaşanan bu duyarsızlık bir şekilde kadına yönelik şiddeti besliyor, büyütüyor ve kadınların katledilmesini sıradan, normal bir duruma getiriyor.
Değerli arkadaşlar, yine, bu, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri konusunda elimizde gerçekten sağlıklı bir istatistiki veri yok. Biz, daha önce de Adalet Bakanlığına, yine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına, Emniyet Müdürlüğüne kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerindeki istatistikleri almak için önergelerle başvurduk ama maalesef, herhangi bir cevap almadık. Yani dolayısıyla insan şöyle düşünüyor: Ya bu verileri yani kadına yönelik bu kırım politikalarını toplumdan gizlemeye çalışıyorsunuz ya da gerçekten bu verileri toplayacak değerde görmüyorsunuz ama biz yine de -iyi ki varlar kadın örgütleri- bağımsız yayın organlarının takibi ve ısrarıyla kimi verileri elde edebiliyoruz. Bakın, "kadincinayetleri.org" sitesi, Türkiye'de 2010-2020 yılları arasında 2.534 kadının öldürüldüğünü tespit etmiş. Yine, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2022 Ocak Ayı Raporu'na göre, erkekler tarafından 26 kadın katledilmiş, 28 kadın da şüpheli şekilde yaşamını yitirmiş yani bir ay içerisinde 54 kadın yaşamını yitirmiş. Şimdi, bunu sıradan bir şiddet olayı olarak tanımlamak mümkün mü? Tam da bu tablonun kendisi aslında kadına yönelik kırımın da ifadesi oluyor.
Değerli arkadaşlar, yani birçoğunuz da takip etmişsinizdir; Giresun'da, 16 yaşında Sıla Şentürk adında bir kız çocuğu katledildi. Şimdi, Sıla, okul çağında küçük bir kız. Aslında bu çocuk nişanlandırıldığı kişi tarafından katlediliyor. Şimdi, belki işin dikkat çekmemiz gereken yanı, bir kere, Sıla koruma altındayken katlediliyor. Sıla, bunu katleden şahsa ilişkin ailesiyle birlikte koruma talebinde bulunuyor; kısa bir dönem koruma altına alınıyor, daha sonra da şikâyet edilen kişi üç ay tutuklu kalıyor; sonra bu kişi elini kolunu sallayarak çıkıyor ve yarım bıraktığı işi yapıyor, Sıla'yı katlediyor.
Bakın, bu durum karşısında Aile Bakanı ne diyor: "Öldürülen kadınların sadece yüzde 8'i koruma ve uzaklaştırma tedbiri aldırmış, geri kalan yüzde 92'si zaten bu uzaklaştırma ve tedbir kararları için hiç başvuruda bulunmamış." E, böyle uygularsanız elbette ki kadınlar böyle bir talepte bulunmaz. Bakın, Sıla bir çocuktu ve koruma talebinde bulunmuştu; korunamadı, katledildi. Dolayısıyla, yüzde 92'nin neden başvurmadığı sorusunun cevabı Sıla'da, Sıla'nın yaşadığı acı tecrübede kendisini gösteriyor.
Değerli arkadaşlar, yine, tabii ki AKP iktidarı kadınları koruyormuş gibi yapıyor, aslında kadınları korumuyor, kadınlarla ilgili herhangi bir tedbir almıyor. Dolayısıyla, bu tedbirsizlik ve uygulanmayan kararlar, kadınların bu ülkede daha rahat öldürülmesini de beraberinde getiriyor.
Bakın, birkaç tane cezasızlık örneği vereceğim. Yine, 2020 yılının Ocak ayında Iğdır'da, üç aylık hamile bir kadın olan 28 yaşındaki Ebru Aras, boşanma aşamasındaki eşi tarafından katledildi. Şimdi, ne bekleriz? Deriz ki: "Herhâlde bu kadını katleden adam bir şekilde yargılanmıştır, cezasını çekiyordur." Hayır, öyle bir şey olmadı; bu şahıs delil yetersizliğinden şartlı olarak tahliye edildi, tahliye edildiği yetmezmiş gibi bir de -zaten öğretmendi- görevine iade edildi. Böylelikle, bu olayın üstü kapatıldı.
Yine, değerli arkadaşlar, bakın -basına da yansıdı- Belçika'da 4 kadını öldüren bir kişi, cezasının geri kalanını ülkemizde çekmek istedi ve geldi, cezaevinde bir süre kaldı, 4 kadını öldürdüğü hâlde tahliye edildi ve şu an elini kolunu sallayarak geziyor.
Yani neredeyse kadınları katledenlerin... Gerçekten, bu adalet sistemiyle, bu ülkeyi bulunmaz nimet hâline getirdiniz kadın katilleri açısından. Kadınları katleden, öldüren, ülkesinden kaçan buraya geliyor, buraya sığınıyor, burada vatandaşlık talebinde bulunuyor.
Yine, değerli arkadaşlar, kadın cinayetlerinin faili erkeklere mahkemelerin iyi hâl indirimleri uygulaması, az cezaların verilmesi ve şartlı tahliye kararları kadın cinayetlerine resmen davetiye çıkarıyor.
Yine, tabii ki bütün bunlar olurken AKP iktidarı ne yapıyor? Hani, buna yönelik politikalar elbette ki geliştirmiyor, daha çok kadınların hakkını, hukukunu nasıl gasbederim, kazanımlarına nasıl el koyabilirim, bunun uyanıklığı peşinde. İşte, en son İstanbul Sözleşmesi'nde bunu yaptı, İstanbul Sözleşmesi'ni feshetti; İstanbul Sözleşmesi'nden sonra yüzlerce kadın yaşamını yitirdi. Şimdi ise kadınların nafakasının peşine düşmüş, "Bu nafaka hakkını nasıl gasbederim?"in tartışmasını yürütüyor. Bakın, AKP bitmeyen yargı paketlerine bir yenisini daha ekledi, önümüzdeki günlerde Meclis Genel Kuruluna sunulacak olan altıncı yargı paketinde "süresiz nafaka" olarak adlandırılan yoksulluk nafakasının yeniden düzenlenmesi bekleniyor. İlgili düzenlemelerin basına yansıyan detaylarına göre, iki yılın altındaki evliliklerde beş yıl, iki ile beş yıl arasındaki evliliklerde yedi, sekiz yıl, beş ile on yıl arasındaki evliliklerde ise on iki yıl nafaka verilmesi planlanıyormuş.
Şimdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2009'da açıklanan Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında Meclise sevk edilen ikinci yargı paketiyle süresiz nafaka ve icralık çocuk tartışmalarına son vereceğini söyledi. Aslında, nafaka tartışmasının fitilini o gün ateşledi; bu sefer biz kamuoyunda nafaka hakkını tartışır duruma geldik ve bir anda, birden nafakadan mağdur olan insanlar, adamlar ortaya çıkmaya başladı. Oysa, hukukta "süresiz nafaka" diye bir tartışma yok, üstelik "Nafaka kadına verilecek." diye bir madde de yok yani Medeni Kanun'un 175'inci maddesi gereğince, nafaka boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafa ödenir. Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf ister erkek olsun ister kadın olsun birine verilir ama, maalesef, ülkemizde yani bu evliliklerde en fazla suistimal edilen, istismar edilen, hakkı gasbedilen, çalışma hayatından alıkonulan kadınlar yoksun, doğalında kadınlar da bu yoksulluk nafakası talebinde bulunuyorlar. Ama hani böyle nafakanın ödendiğine de bakmayın, bu nafaka da öyle ödenmiyor, erkekler ödememek için binbir dereden su getiriyorlar arkadaşlar. Dolayısıyla, zaten bu nafaka kadınlar yeniden evlendiklerinde ya da çalışma durumlarında kesiliyor, öyle süresiz, sınırsız bir nafaka durumu da söz konusu değil. Yani kadınların nafakadan elde ettikleri cüzi bir miktar, yaşamlarını sürdürmeleri konusunda zaten çok da destekleyici bir şey değil ama AKP buna bile gözünü koydu, bunun peşine düşmüş durumda.
Bakın, yani nafaka ödeyen erkeklerin neredeyse yüzde 66'sı zaten bu nafakayı ödememiş, istatistikler bize bunu gösteriyor. Yine şunu düşünmek gerekiyor: Eğer kadınlar nafaka hakkını talep ediyor ise burada eşitsiz bir politikanın olduğundan söz etmek mümkün. Yani biz nafakayı nasıl keseriz, biz nasıl bu konuda kadını daha fazla mağdur ederiz demek yerine, kadınları neden bu kadar cüzi miktara ihtiyaç duyar duruma getirdik; bunun üzerine düşünüp bunun üzerine politika üretmek, bunun üzerine tartışma yürütmek gerektiğini düşünüyoruz.
Tabii, kadınlar yaşamın her alanında bu hukuksuzluğa, bu kadın karşıtı, kadın düşmanı politikalara maruz kalıyorlar. İşte, kadın mücadelesini yürütenler, bu konuda bedel ödeyenler, bunun değişmesi için alanda farkındalık yaratan bütün kadınlar hedef hâline geldi, tutuklandı. Bunlardan biri de sevgili Aysel Tuğluk'tur. Zamanım kalmadı çok uzun uzadıya anlatmaya ama Aysel Tuğluk'u bu sıralarda oturan herkes bilir, mücadelesine herkes tanıktır. Aysel Tuğluk şu an cezaevinde çok ağır bir hastalıkla boğuşuyor. Aysel Tuğluk'un bu hastalığına rağmen ATK bir şekilde ideolojik davranıyor, siyasal davranıyor, Aysel Tuğluk'un cezaevinde kalması için elinden geleni yapıyor. Oysa Aysel Tuğluk, bu ülkenin demokrasisine, kadın mücadelesine ciddi emek veren, mücadele veren, bu toplumda erkek egemenliğinin kırılması için yarattığı farkındalıkla bilinen bir kadındır. Dolayısıyla Aysel Tuğluk'u bu rahatsızlığına rağmen cezaevinde tutmak açıkçası kadınlara, Aysel Tuğluk'a yapılan en büyük haksızlık ve hukuksuzluktur.
Biz kadınlar olarak her yerde "Aysel için adalet!" demeye devam edeceğiz.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)