GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:60
Tarih:02.03.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA YASİN ÖZTÜRK (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi'nin geneli üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

AK PARTİ'si yaklaşık yirmi yıldır iktidarda, hem de övündükleri gibi tek başına yani acemilik, çıraklık, kalfalık aşamalarını geride bırakıp ustalaşması gereken bir durumda ancak ne yazık ki iktidarın özellikle son dönemlerde attığı her adım kendi iktidarlarının sonunu hazırladığı gibi, ülkemizi de uçurumun kenarına itiyor. Her konuda bir acelecilik, her konuda bir vurdumduymazlık, her konuda bir savrulma Meclis Genel Kuruluna getirilen kanun tekliflerinin görüşülmesine de yansıyor. Geçtiğimiz iki hafta Meclis Genel Kurulu, Cumhurbaşkanının yıllar önce gerçekleştirdiği ziyaretlerinde imzaladığı ancak yıllardır Genel Kurula getirilmesine gerek duyulmayan uluslararası anlaşmaları uygun bulmak için oyalandı. Onun öncesinde de gündemde bir şey olmadığı için -böyle diyemediklerinden- başka bir gerekçeyle Meclis bir hafta çalıştırılmadı. Meclis bu şekilde oyalanırken görüldü ki 9 Mart 2022 tarihinde yürürlüğe girmesi gereken bir kanun teklifi unutulmuş. Cuma akşamı Enerji Komisyonundan gelen bir bildirimle Komisyon üyeleri Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi'ni görüşmek üzere pazartesi günü alelacele toplantıya davet edildi. Pazartesi günü, önce, sabah alt komisyon olarak seçilen Çevre Komisyonunda toplantı yapıldı, akşama doğru asli komisyon Enerji Komisyonu da apar topar, sabaha kadar çalıştırılıp toplantı gerçekleştirildi ve teklif bugün Genel Kurulda. Bu arada, teklif tali olarak havale edildiği Adalet Komisyonu ve Plan ve Bütçe Komisyonu gündeminde ise kendine yer bulmamış, oysa teklif kapsamlı ceza ve yaptırım hükümleri ile mali hükümler içermektedir. Bu nedenle, dedik ki özellikle madde sayısı fazla, kapsamlı ve son derece önemli bu teklifin bu kadar kısa sürede milletvekillerince sağlıklı bir şekilde incelenmesi imkânsızdır. Bu nedenle, teklifin yeterince incelenmesi için süre verilmesini ya da ayrıntılı olarak incelenmesi için alt komisyonda değerlendirilmesini talep ediyoruz. Tabii ki bu önerimiz, iktidar milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.

Ülkemiz açısından son derece önemli ve olası nükleer kazalarda kazanın meydana geldiği coğrafyada felaketin etkilerinin yüzyıllar boyunca atlatılamadığı bir konudaki bir yasal düzenleme, sabah Çevre Komisyonunda, akşam Enerji Komisyonunda, iki gün sonra da Genel Kurulda tartışılıp kapatılacak bir konu değildir. Bu acelecilik önümüzdeki dönemde ülkemizi büyük tehlike ve risklerle karşı karşıya getirebilecektir. Milletimize, doğaya, ülkemize karşı hepimiz sorumluyuz ve bizim milletimize, doğaya ve ülkemize bu kötülüğü yapma hakkımız yok.

Gelelim bu acelenin nedenine çünkü ortada nükleer bir mevzuat felaketi var. Bilindiği üzere, Cumhurbaşkanına yürütmenin yetkilerini veren Anayasa değişikliği Temmuz 2018'de yürürlüğe girmişti. Sayın Cumhurbaşkanı yetkiyi alınca bunu sınırsız bir yetki gibi algılayıp "Kanun hükmünde kararnamelerle işi götürürüm, kimse de karşı çıkamaz." diye düşünmüş olacak ki 702 sayılı Nükleer Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin altına imza attı. Kanun hükmünde kararname hem yetki açısından hem de içerik açısından eksikliklerle dolu olunca bu eksiklikleri gidermek üzere Meclisten bir kanun çıkarıldı ancak Anayasa Mahkemesi 702 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yi 30 Aralık 2020 tarihli kararıyla iptal etti ve Cumhurbaşkanına nereye kadar yetkili olduğunu hatırlatan Anayasa Mahkemesi, iptal gerekçesinde: "Çevre ve insan sağlığıyla doğrudan ilgili olan nükleer enerji ve iyonlaştırıcı radyasyona ilişkin faaliyetlerin yürütülmesi sırasında ilgililerin korunmasına yönelik temel ilke ve esaslar ile tarafların sorumluluklarının belirlenmesi ve bu faaliyetler üzerinde düzenleyici kontrol yetkisini haiz Nükleer Düzenleme Kurumunun kurulması şeklindeki amacın Anayasa'da yapılan değişikliklere uyum sağlanması kapsamında değerlendirilemeyeceği açıktır.

Nükleer enerji ve iyonlaştırıcı radyasyon faaliyetlerine ilişkin konular ile bu alanda yetkili bir kurum kurulması 7142 sayılı Kanun'un 1'inci maddesinde belirtilen Anayasa'da yapılan değişikliklere uyum sağlamak amacı kapsamında değildir. Dolayısıyla dava konusu kanun hükmünde kararname kuralları Anayasa'nın mülga 91'inci maddesi uyarınca verilen kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin amaç ve kapsamı içinde değerlendirilemez." demiştir.

Anayasa Mahkemesi, 9 Mart 2021 tarihindeki Resmî Gazete'de iptal kararının yayınlanmasından itibaren bir yıl sonra yürürlüğe gireceğini belirtmiştir yani 9 Mart 2022'de. Bu sürenin dolacağı tarih bilinmiyor muydu? Unutulmuşsa bir gaflet, unutulmamışsa ve "Nasıl olsa sayısal çoğunluğumuz var, Genel Kurulda kabul ederiz, geçer." diyorsanız o da ayrı bir dalalet çünkü birçok ülke, nükleer enerjiyle ilgili bir mevzuatı üç günde kanun hâline getirmeyi bırakın, nükleer enerji santralinin kurulmasına ilişkin kararı bile referandumla vatandaşına soruyor. Takdiri Genel Kurula ve vatandaşlarımıza bırakıyorum.

Bu arada, kanun teklifi aceleyle görüşülürken AK PARTİ'si her zaman olduğu gibi bu temel kanunu, kod kanunu da yine nükleer enerjiden bağımsız maddeler ekleyerek torba kanun hâline getirmiştir. Anlaşılıyor ki iktidar için kanunları karmakarışık hâle getirmek tedavisi zor bir bağımlılık hâlini almıştır.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifinin maddelerine geçmeden önce ülkemizin enerji bağımlılığı konusuna değinmek istiyorum. Evet, nükleer enerji kullanımı bir tercih. Özellikle 1950'li, 1960'lı yıllarda, alternatif enerji kaynaklarına erişilemediği dönemlerde dünyada bazı ülkeler bu tercihi nükleer enerjiden yana kullanmışlar ama dünya değiştiği gibi tercihler de değişmiş durumda. Tercihlerin değişme nedenlerinin başında güvenlik, coğrafi konum, emperyal kaygılar, karşı politikalar, teknolojik gelişmeler, iklim değişikliği, siyasal ve ekonomik krizler, bölgesel çatışmalarla birlikte, nükleer enerjinin riskleri yanında, nükleer felaketler de geliyor. Dünya bu felaketleri yaşayarak gördü. Bildiğimiz gibi, Çernobil felaketi yanı başımızda yaşandı ve hâlâ, özellikle Karadeniz Bölgemizde yaşayan vatandaşlarımız bu felaketin sonuçlarını acı kayıplarla yüreğinde hissediyor. Buna rağmen, neden nükleer enerji? Çünkü ülkemiz, enerji kaynaklarının çeşitliliğine rağmen enerji ithalatçısı bir ülkedir. 2000'li yıllarda enerji arzında yüzde 67,2 oranında dışa bağımlı olan ülkemiz, bugün, yüzde 74 oranında dışa bağımlı hâle gelmiştir ve özellikle Rusya'ya bağımlı hâle gelmiştir ve bu bağımlılığın bedeli 10 milyarlarca dolar; 2019 yılında ödediğimiz tutar 40 milyar dolardı, 2022 yılına gelindiğinde yükleneceğimiz bedeli siz hesaplayın. Bununla birlikte, enerjide bu denli dışa bağımlı olmak zorunda mıyız? Türkiye, enerji kaynaklarına ulaşma imkânı bulunan ama iktidarın yanlış enerji politikaları nedeniyle bu kaynaklardan yeterince yararlanamayan bir ülke durumuna itilmiştir. Birçok ülkede enerji modeli üretim, tüketim ve yenilenebilir enerji üzerine kurulmaya başlanmıştır. Bakın, bu konuda bağımlılık zincirinden elindeki kaynaklarla kurtulmaya çalışan ve başarılı olan bir örnek vermek istiyorum: Almanya örneği. Bakınız, enerji üretimi için geçmişte nükleer enerji santrallerinden yararlanan Almanya, bu tercihini değiştirmiş, 2030 yılında yüzde 100 oranında yenilenebilir enerji kullanmayı hedeflemiştir, bunun için öncelik verdiği enerji kaynağı da güneş enerjisi. Almanya'dan 1,5 kat daha fazla güneşlenme süresine sahip olan ülkemizin neden böyle bir hedefi yok? Enerji için yüklendiğimiz milyarlarca doların bir kısmını sadece konutların çatı ve cephelerindeki elektrik üretimini yaygınlaştırmak için kullanamaz mıyız? Bu konuda bu uygulamayı teşvik edip finansman için destek olamaz mıyız?

Geçtiğimiz haftalarda ülkemiz, enerjide dışa bağımlı olmamızdan kaynaklı bir enerji yokluğu felaketini yaşadı. İran'ın on gün süreyle doğal gaz akışını kesmesi, Türkiye'nin hem elektrik hem sanayi üretimini aksattı hem de çok güvendiğimiz ihracatçılarımızın ticari anlaşmalarına zarar verdi ve hâlâ sanayicimize kısıtlı doğal gaz vermeye devam ediyoruz. Bunlar yetmezmiş gibi, elektrik kurumumuz TEK'in paramparça edilmesi, dağıtımın özelleştirilmesi ve dağıtım şirketlerinin verdiği sözleri tutmaması, elektrik üretim hatlarında yenileme çalışmalarının bile yapılamaması nedeniyle Isparta günlerce elektriksiz kaldı.

Tekrar nükleer enerji konusuna dönmek istiyorum. Enerji kaynağı olarak nükleer enerjiden yararlanmak isteyen ülkeler, nükleer enerjinin barışçıl amaçlı kullanımı sırasında güvenliğin sağlanması ve sürdürülmesi ile faaliyetin radyasyonunun olası zararlı etkilerinden korunarak yerine getirilmesi konusunda önemli sorumluluklar üstlenmişler ve nükleer enerjinin kullanımına ilişkin uluslararası anlaşmalara imza atmışlardır.

Ülkemizde nükleer enerji çalışmalarının temelleri 10 Eylül 1956 tarihinde atılmış, buna bağlı olarak aynı yıl Başbakanlığa bağlı Atom Enerjisi Komisyonu kurulmuş. Komisyon, 1982 yılında Türkiye Atom Enerjisi Kurumuna dönüştürülmüş, kısa adı TAEK olan bu kurum, 2002 yılında Başbakanlıktan alınıp Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlanmıştır. Nükleer enerjiyle ilgili her konuda yetkili kurum olarak teşkil edilen, bu kapsamda düzenleyici, denetleyici işlevleriyle beraber icra işlevi de bulunan TAEK'in o tarihte görevleri nelerdi? Atom enerjisinin barışçıl amaçlarla ülke yararına kullanılmasını sağlamak, temel ilke ve politikaları belirleyip önermek, atom enerjisiyle ilgili bilimsel, teknik ve idari çalışmaları yapmak, düzenlemek, desteklemek, koordine etmek ve denetlemek yani, aslında, bugün görüştüğümüz kanun teklifinin esaslarını teşkil eden konular üzerine çalışan, yıllardır birikime, uzmanlığa, arşive sahip olan köklü bir kuruluşumuz varmış. Ama buna rağmen, iktidar, Anayasa'yı, kanunları hiçe sayarak bir kanun hükmünde kararnameyle yeni bir yapı oluşturmak istemiş, TAEK'in yürütmekte olduğu düzenleyici ve denetleyici faaliyetleri Nükleer Düzenleme Kurumu bünyesinde şekillendirmiştir.

Bu arada, 2020 yılında, yine bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kamu tüzel kişiliğini haiz, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıyla ilgili, özel bütçeli Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu, TENMAK kurulmuştur. Bu kararnameyle köklü bir kamu kurumu olan TAEK kapatılmıştır. Yine aynı kararnameyle iktidar tarafından 2003 yılında kurulmuş bulunan Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü ve 2018 yılında kurulmuş olan Nadir Toprak Elementleri Araştırma Enstitüsü kapatılmış, kapatılan Kurumun görev ve yetkileri TENMAK'a devredilmiştir. İktidarın mevcutta 1956 yılında itibaren nükleer enerji üzerinde çalışmalar yapan TAEK gibi bir kurumda düzenleme yapmak yerine, 2018 yılında Anayasa'ya aykırı bir şekilde kanun hükmünde kararnameyle Nükleer Düzenleme Kurumunu kurması kabul edilir bir durum değildir; Anayasa Mahkemesi de bu düzenlemenin her maddesini haklı bir gerekçeyle iptal etmiştir. Ayrıca, TAEK'in kapatılması basit bir kurumun görevini sonlandırmak olarak görülmemeli, yıllara dayanan uzmanlığın, kamusal birikim ve deneyimin, kurumsal hafızanın yok edilmesi olarak anlaşılmalıdır. Yine, TAEK'in önüne engel olarak gösterilen icrai faaliyetler diye sunulan gerekçeler de derinliği olmayan ifadelerdir, ticari olmayan araştırma reaktörleri, izotop üretimi gibi küçük çaplı, kolaylıkla izole edilebilecek faaliyetlerdi. Bu köklü Kurumun yerine bütçesi ile idaresi bağımsız yapılanmaya dönüştürülemeyen, siyasi yapıya daha da bağımlı, kadroları itibarıyla itaate razı yapılanma oluşturulmuştur. Bu durum, ülkemizde kamu örgütlenmesinin plansız ve hedefsiz bir şekilde yapıldığını, ülkenin günü birlik politikalar ve kararlarla yönetildiğini bir kere daha göstermiştir.

Değerli milletvekilleri, gelelim nükleer santral meselemize. Son günlerde, Rusya-Ukrayna krizi ve Rusya'nın askeri olarak dengelenmesi dünyanın önemli bir gündemi olsa da özellikle Türkiye için uzun vadede enerji ihtiyacını güvene alma konusu da çözüm bekleyen önemli bir sorun hâline gelmiştir çünkü Türkiye, doğal gazda olduğu gibi nükleer enerji konusunda da Rusya'ya tam bağımlı olma tehlikesiyle yüz yüzedir. Rus ortaklığıyla yapılan Akkuyu Nükleer Güç Santrali inşaatı bittiğinde Türkiye'nin ilk nükleer enerji santrali olacaktır. Bununla birlikte, Akkuyu Nükleer Santrali, egemen bir ülke topraklarında yabancı bir ülkenin sahip olduğu dünyadaki ilk ve tek nükleer santraldir ve bu yapısıyla ülkemiz için millî güvenlik sorunu oluşturmaktadır. Santral inşaatını Ruslar yapacaktır, zenginleştirilmiş uranyumu Ruslar getirecektir, nihai nükleer atıkların nasıl değerlendirileceğine ilişkin inisiyatif Ruslara bırakılmıştır, santral inşaatı Rus toprağıymış gibi denetim yapılamamaktadır, Rusya Türkiye'ye teknoloji transferi de sağlamamaktadır ve Türkiye, sanki elektrik ithal edercesine burada üretilen elektrik için kilovatsaatine 12,35 dolar sent satın alım garantisi de vermiştir -ki bu rakam sabit değildir- 15,33 dolar sente kadar çıkabilecektir. Ayrıca, yine millî güvenliğimizi tehdit eden başka bir unsur, 12 Mayıs 2010 tarihli Ruslarla yapılan anlaşmaya göre santral bölgesi yanında, bu bölgede bulunan liman da Ruslara tahsis edilmiştir. Bakınız, Rusların bu limanı askerî liman gibi kullanmayacağının bir garantisi var mı hem de Ukrayna'yla kriz yaşadığı bu dönemde?

Akkuyu Nükleer Santrali'nin kurulumunun asıl amacının artan enerji talebinin karşılanması, ülkenin elektrik arz güvenliğinin ya da yakın bir ifadeyle, enterkonnekte sistem baz yükünün sağlanması olduğu birçok yetkili tarafından dile getirilmiştir ancak ülkenin arz güvenliğini sağlamak için bulunan ortak, enerjiyi politik hedeflerine silah olarak kullanmayı alışkanlık hâline getirmiş Rusya'dır. Rusya, Ukrayna'yla yaşadığı krizler bağlamında 2006, 2009, 2014 yıllarında Avrupa'ya gaz taşıyan boru hattının vanalarını kapatmıştır. Bu kesintilerin çoğunlukla kış mevsimine denk gelmesi Avrupa'da olumsuz ekonomik sonuçlara yol açmıştır. Kaldı ki Türkiye, geçtiğimiz ay elektrik ve doğal gazda ihtiyacımızın yüzde 10'una kadar kısmını temin ettiğimiz İran üzerinden sıkıntı yaşamıştır. İran'la yaşanan krizde Enerji Bakanlığının bir acil eylem plan olmadığı görülmüştür. Doğal gazda neredeyse göbekten bağlı olduğumuz Rusya'nın vanaları kapatma ihtimali eklendiğinde, Rusya'yla yaşanacak krizin Türkiye için bir kâbus olacağı ortadadır.

4 adet nükleer reaktörden oluşacak Akkuyu Nükleer Santrali'nde 1'inci ünite 2023 yılında, diğer ünitelerin ise birer yıl arayla üretime geçmesi, başlaması planlanmaktadır. Tabii, bu, Sayın Cumhurbaşkanının seçim kampanyası takvimine göre yaptığı bir plandır ama Rus Enerji Kurumu Rosatom'un Başkanı bu hedefi iddialı bulmuş ve 2023 hedefine ulaşmanın tek yolunun Rus ve Türk tarafı arasında iyi koordine edilmiş ve güven temelli iş birliğinden geçtiğini dile getirmişlerdir. Sadece bu nedenden dolayı Türkiye, Ukrayna-Rusya arasındaki krizde tarafını belli etmek durumunda bırakılmıştır. Bir kere daha tekrarlamak istiyorum: Akkuyu Nükleer Santrali bizim topraklarımızda kurulan ama sahibi Rusya olan bir santraldir. Akkuyu Nükleer Santrali'nin çoğunluk hissesi olan yüzde 51'i her zaman Rusya Federasyonuna ait olacaktır. Federasyon, diğer yüzde 49'luk hisseyi, dilerse, canı isterse Türkiye'deki yatırımcılara satabilecektir. Santralin altmış yıl işletilmesi planlanmaktadır. Limanlarımızı kırk dokuz yıllığına Katar'a, yakında yapılacak özelleştirmelerle Araplara, nükleer santralimizi ise altmış yıllığına Ruslar'a... Sadece nükleer santral mi? Doğal gazda Rus'a bağımlıyız, buğdayda Rus'a bağımlıyız, turizmde Rus'a bağımlıyız. Rus'a bu kadar bağımlı olduğumuz takdirde yayılmacı politika izleyen Rusya gibi bir ülkeyle en ufak bir kriz bile ülkemiz için büyük sorunlara neden olabilir. İhtimal dâhilinde midir? Evet. Bugün göstermektedir ki özellikle bizim coğrafyamızda enerji alanında bir hâkimiyet mücadelesine şahit olacağız. Yeni bir durum değil ama artarak devam edeceği de şimdiden belli. Ülkemiz de bu duruma göre politikasını zaman geçirmeden belirlemek zorunda, bu keyfî bir durum değil, bir mecburiyettir. Ülkemizin dış politikasını ilgilendiren her durumda biz parti olarak yanınızda olduk ve millî menfaatlerimiz çerçevesinde yanınızda olmaya devam edeceğiz. Bu nedenle şimdiden hazır nükleer enerji konusuyla ilgili bir düzenleme yaparken hem enerji sorunumuzu çözecek hem de ülkemizi bir ülkeye bağımlı olmaktan kurtaracak bir konuda hep birlikte bir karar verelim. Rusya'ya yaptırım çerçevesinde bankalar arası SWIFT anlaşmaları, Rusya'nın banka hesapları dondurulmuş durumda. Rusya zaten uzun bir süredir Akkuyu konusunda parasal sıkıntılar nedeniyle ortak arayışında. İşçilerinin paralarını uzun süredir alamadığı, inşaatın gerekli hızda ilerleyemediği biliniyor. Hele ki dünyanın başta ekonomik yaptırım uygulaması devam ederken Rusya'nın Akkuyu'ya para aktarabilmesi de mümkün değil. Bakın, bu, ülkemiz için büyük bir fırsat. Bir kere, Akkuyu Nükleer Santrali'nin ömrü boyunca maliyet ve kâr hesabı yapılınca tesisi doğrudan satın almanın, işletmeyi kendimizin yapmasının veya en azından işletme hizmeti kiralama yöntemlerinin tercih edilmesinin ülkemiz adına daha kazançlı olacağı ortadadır. Birim elektrik üretim maliyetleri karşılaştırılınca Rusya'yla yapılan anlaşma dünyadaki en pahalı örneklerdendir. Her bir ünite için sadece beş yılda kendini amorti edecek bir fiyatlama mevcuttur. Sonrası, ülkemiz açısından geldiğimiz konum altın yumurtlayan tavuk misali olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın Yasin Bey.

YASİN ÖZTÜRK (Devamla) - Şimdi bu fırsat değerlendirilmeli, ekonomik bağımsızlığımızı ilan edelim ve Akkuyu Nükleer Santrali'ni hemen, şimdi alacağımız bir kararla millîleştirelim. Teknolojisini, "know-how"ını gerekirse Rusya'dan alalım, devam edelim ama Akkuyu'yu millîleştirelim. Biz Türkiye'nin gerçekten üretken bir toplum hâline geldiğinde imtiyazlı hâle gelebileceğine inanıyoruz. Biz hiçbir ülkeye, mecraya veya maceraya milletin ekmeğini, suyunu, enerjisini kaybetmek pahasına bağlanılmaması gerektiğine inanıyoruz. Biz her diplomatik sorunda "Eyvah! Mazotum biter, gazım kesilir, enerjisiz, elektriksiz kalır mıyım?" demeyen bir ülkeyi, kendi buğdayını üretmekten âciz bırakılmayan, masallarla avutulmayan, kendi kendine yeten bir Türkiye'yi inşa etmek isteyenlerdeniz. Onun için, gelin, elimizde imkân varken Rusya'yla yapılan sözleşmeyi iptal edip Akkuyu'yu millîleştirelim.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)