GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:61
Tarih:03.03.2022

MHP GRUBU ADINA AYŞE SİBEL ERSOY (Adana) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

314 sıra sayılı Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi'nin birinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Nükleer enerji, 1879 yılında uranyumun keşfiyle başlayan ve 1934 yılında atomun parçalanmasıyla devam eden süreçte politikacılar, bilim adamları ve sanayicilerin gündemine girmiştir. Diğer birçok teknolojik gelişmede olduğu gibi, önce askerî savunma alanında başlayan çalışmalar daha sonra ticari olarak devam etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya başta olmak üzere birçok ülke nükleer enerjiden faydalanılması yönünde yoğun çalışmalar gerçekleştirmiş, bu çalışmalar neticesinde atomların parçalanması sonucu açığa çıkan ısı enerjisini elektrik enerjisine dönüştürecek sistemler geliştirmiştir.

Nükleer santrallerin yaygınlaşması 1970'li yılların başındaki petrol kriziyle birlikte başlamıştır. Petrol ve diğer hidrokarbon kaynaklarına sahip olmayan ülkeler, bu kaynaklara olan bağımlılıklarını ve enerji arz güvenliklerini temin etmek için nükleer santrale yönelmişlerdir. Nükleer santraller tüm dünyada hızlı bir şekilde işletmeye alınırken 1979 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşanan Three Mile Island ve 1986 yılında Sovyet Rusya'da yaşanan Çernobil kazalarıyla görece bir yavaşlama olsa da tüm dünyada kurulmaya devam etmiştir.

Türkiye'nin Paris İklim Anlaşması'nı onaylamasından sonra ve "2053 yılında karbon nötr bir ekonomi ve enerji sistemine sahip olma" hedefi doğrultusunda nükleer enerji olmazsa olmaz bir unsur olarak görülmelidir. Dolayısıyla nükleerin mutlaka Türkiye'nin enerji karışımı içerisinde yer alması gerekmektedir.

Paris Anlaşması'nın küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında sınırlandırma hedefine ulaşmak için, nükleer enerji de dâhil olmak üzere, tüm düşük karbonlu enerji teknolojilerine ihtiyaç vardır. Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Konseyi tarafından hazırlanan rapora göre, nükleer enerji, Paris Anlaşması ve 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin yerine getirilmesine yardımcı bir enerji kaynağı olacaktır. Temmuz 2018 itibarıyla 31 ülkede 453 nükleer reaktör işletmede, 17 ülkede 57 adet nükleer reaktör de inşa hâlindedir.

Nükleer güç santrallerinde üretilen elektrik dünya elektrik arzının yüzde 11'ine denk gelmektedir. Ülke bazında bakılırsa, Fransa elektrik talebinin yaklaşık yüzde 72'sini, Ukrayna yüzde 55'ini, Belçika yüzde 50'sini, İsveç yüzde 40'ını, Güney Kore yüzde 27'sini, Avrupa Birliği yüzde 30'unu ve Amerika Birleşik Devletleri ise yüzde 20'sini nükleer enerjiden karşılamaktadır. İnşa hâlindeki nükleer reaktörlerin 15'i Çin'de, 7'si Hindistan'da, 6'sı ise Rusya'dadır. Bunun yanında, Amerika Birleşik Devletleri'nde 2, Birleşik Arap Emirlikleri'nde 4, Güney Kore'de 4, Fransa ve Türkiye'de birer nükleer reaktör inşa hâlindedir.

Ülkemizin yarım asırlık nükleer güç santrali kurma hedefi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti'nde Akkuyu Sahası'nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma'nın 12 Mayıs 2010 tarihinde imzalanmasıyla gerçekleşmeye başlamıştır. Akkuyu'nun yanında Sinop ve Trakya bölgelerinde kurulacak 2 yeni nükleer santral için de çalışmalar devam etmektedir.

Ekonomik istikrarı ve devamlılığı sağlamak için enerji arzının devamlılığını güvenceye almak gerekmektedir. Dünyanın sınırlı kaynaklarına karşın enerji talebi oldukça yüksektir ve her geçen gün de artmaktadır. Günümüz koşulları çerçevesinde enerji ihtiyacının büyük bir bölümü hâlen fosil yakıtlardan elde edilmektedir. Basit bir yansıtım yapıldığı takdirde enerji talebinin günümüzdeki artış hızını koruması sonucunda, fosil yakıt kaynaklarının elli yıl içerisinde tükeneceği tahmin edilmektedir. Enerji ihtiyacının büyük bölümünü ithal etmek zorunda olan Türkiye için kalkınma hamlesini sürdürülebilir bir seviyede tutmak ve sanayisini uluslararası alanda rekabete girebilecek seviyelere yükseltebilmesi için enerji üretiminde nükleer santralleri de enerji arzı portföyüne eklemesi gerekmektedir.

Ekonomik gelişmeye bağlı olarak enerji talebinin artmasıyla birlikte, fosil yakıtlardan olan kömürün iki yüz elli yıl, petrolün elli yıl sonra tükeneceği yönündeki araştırmalara bağlı olarak, alternatif enerji kaynaklarından olan yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ve nükleer enerjiye taleplerin arttığı görülmektedir. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığını azaltmada ve enerji arzı güvenliğinde alternatif bir enerji türü olarak nükleer enerjiden yararlanmasının her geçen gün önemi artmaktadır. Nükleer santrallerin kuruluş maliyetleri yüksek olmasına rağmen yakıt ve işletme giderlerinin düşük olması önemli bir avantajdır. Ülkelerin enerjide dışa bağımlılıklarının azaltılması ve tüm dünyanın bağımlı olduğu doğal gaza bir alternatif olarak nükleer enerji ön plana çıkmıştır. Nükleer santrallerin toprak kirliliği ve radyasyon gibi çevreye olumsuz etkilerinin petrol, kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtlara göre nispeten daha az; yenilenebilir enerji kaynaklarına göre ise daha fazla olduğu söylenebilir.

Enerji alanında yerlileştirme politikaları son dönemlerde artış gösterse de henüz yeterli seviyelere de ulaşamamıştır. Türkiye gibi petrol ve doğal gazda dışa bağımlı bir pozisyonda olan, yer altı kaynakları hakkındaki çalışmalara son zamanda ivme kazandırmaya başlayan devletlerde enerji üretiminde nükleer enerji, değerlendirilmesi gereken bir seçenek olmaktadır. Her geçen gün enerji talebi artan Türkiye'nin enerji ithalatına harcadığı para uluslararası arenada devletin sanayisini zor duruma düşürmektedir. Nükleer enerji üretimindeki gereklilik vurgusu sadece tüketimin karşılanmasında değil, büyük devlet olmak gayesindeki Türkiye'nin stratejik planlarıyla birlikte ilerlemesi adına da avantaj sağlama potansiyelini barındırmaktadır.

Nükleer santraller aracılığıyla enerji üretimi, enerji temininde devamlılık arz ederken üretim aşaması hata kaldırmayan bir dizi süreç barındırmaktadır. Yaşanabilecek bir kaza sonucunda oluşabilecek senaryolar iyice değerlendirilmeli ve halk sağlığı karar mercilerince her zaman birinci planda tutularak gerekli hamleler yapılmalıdır.

Küresel enerji sistemi bugün iki önemli meydan okumayla karşı karşıyadır. Bunlardan ilki daha fazla enerji üretimi, ikincisi ise daha az karbon salımıdır. Daha açık bir ifadeyle, ucuz ve sürdürülebilir enerji temini amaçlanırken çevreye en az zarar veren üretim teknolojilerinin kullanılması için çalışmalar sürmektedir.

Bu bağlamda nükleer enerji kullanımı her ne kadar bazı riskleri bünyesinde barındırsa da önemli avantajlar sunmaktadır. Bu avantajların bir kısmı nükleer güç kullanılarak elektrik üretiminin sürekli ve kesintisiz bir şekilde devam etmesi, nükleer santrallerde diğer santrallere kıyasla daha uygun maliyetlerle elektrik üretilmesi, sera gazı salımının yok denecek kadar az olması ve nükleer teknolojinin enerji üretiminin yanı sıra fizik, tıp, ulaşım, tarım gibi birçok alanda kullanılması olarak sıralanabilir.

Nükleer enerji burada değinilen avantajlarının yanında birtakım olumsuzlukları da bünyesinde barındırmaktadır. Bu alanda öne çıkan en önemli başlık ise nükleer atıklar ve bunların depolanma süreçleridir. Nükleer enerji elde edilirken fazla miktarda radyoaktif atık oluşmaktadır ve bu atıkların muhafazası da ciddi bir risk unsurunu beraberinde getirmektedir.

Türkiye, nükleer enerjiyle yeni tanışıyor olmasına rağmen güncel, teknolojik donanımların kullanılması açısından avantajlı bir konumdadır. Güvenlik konusundaki riskleri minimum seviyede tutarak faaliyetlerine devam eden Türkiye, enerji portföyünü zenginleştirmek ve enerji arz güvenliğini artırmak için nükleer güç alanındaki çalışmalarını kararlılıkla sürdürecektir diyor, bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)