GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:65
Tarih:09.03.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde İYİ Parti adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifinde, İstanbul Ayvansaray Üniversitesinin adı "İstanbul Topkapı Üniversitesi" olarak değiştirilmekte ve Bursa'da "Mudanya Üniversitesi" adıyla bir vakıf üniversitesi kurulması teklif edilmektedir. Bu konularda görüşümüz olumludur.

Değerli milletvekilleri, bu üniversitenin kuruluşuyla, 207 olan üniversite sayımız 208'e çıkacaktır. Hemen belirtmeliyim ki Türkiye'de üniversite sayısının arttırılmasına da Mudanya Üniversitesinin kurulmasına da karşı değiliz ancak kırmızı çizgimiz, üniversitelerde nitelikli eğitim ve araştırma yapılıyor olmasıdır. Bu olmadığı takdirde, eğitimde boşa kürek sallamaya devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, toplam 645.079 öğrencinin eğitim aldığı vakıf yükseköğretim kurumlarının sayısı 77'ye ulaşmış ve yükseköğretim sistemi içerisinde önemli bir konuma gelmiştir. İstanbul'da 47 ve Ankara'da 13 olmak üzere, birçok ilde vakıf yükseköğretim kurumu mevcuttur. Hemen ilave etmeliyim ki eğitimin niteliği ve araştırma geliştirme çalışmaları açısından, devlet üniversitelerinde gördüğümüz sıkıntılar ve farklılıklar vakıf üniversitelerinde de fazlasıyla mevcuttur.

Değerli milletvekilleri, Yükseköğretim Kurulu son birkaç yıldır vakıf üniversitelerinin işleyişi konusunda raporlar yayınlamaktadır. Bu raporlarda her ne kadar vakıf üniversitelerinde işlenen mali suçlar, akademik ortama uymayan birçok yanlış iş belirtilmemiş olsa da genel işleyiş hakkında bazı ipuçları vermektedir. YÖK'ün hazırladığı Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2021 Raporu'nda, vakıf üniversitelerinin hukuki statüsünün Anayasa'mızın 130'uncu maddesine ve 2547 sayılı YÖK Kanunu'na tabi olduğu, vakıflar hukukuna göre işleyeceği ve asla kazanç amacı güdemeyeceği belirtilmektedir. Bu maddeler ve hukuki düzenlemeler olduğu hâlde, bazı vakıf üniversitelerinde mütevelli heyet başkanlarının üniversiteyi, şirket gibi bile değil, kendi özel mülkleri gibi yönettiği basına yansıyarak haberlere konu oldu. YÖK Kanunu'na göre atanan rektörlerin makamlarından kovulduklarına şahit olduk. Rektörün odasını basarak "Burası benim mülkümdür." diyen mütevelli heyeti başkanları gördük. Bunların kurduğu üniversitelerin ülkemize ne faydası olabilir?

Değerli milletvekilleri, vakıfların nasıl yönetileceği kanunda açıkça belirtildiği hâlde milyon dolarlık servetlerle bazı vakıf üniversitelerinin satıldığını gördük, hatta son yıllarda satılan bazı vakıf üniversitelerinin yabancı şirketler tarafından alındığı gazetelerde yer aldı. Yükseköğretim Kurulunun raporunda "Vakıf üniversitesinin kaynakları, kurucu vakfın katkıları ve öğrenci gelirleridir." ifadesi yer almaktadır. Maalesef, bu üniversitelerin pek çoğunun bu gelirler dışında gelirleri bulunmamakta ve vakıf katkısı çok sınırlı kalmaktadır. Burada da "vakıf" adı altında kurulan bu üniversitelerin öğrencilerden beslendikleri, öğrencilerden elde edilen milyarlarca liralık gelirlerin vakıf mütevelli heyetinin mülkiyetindeki bir servet gibi kullanıldığı anlaşılmaktadır. YÖK raporunda, öğrenci gelirleri, kamu desteği ve istimlak kanunlarının bu kuruluşlara tanıdığı yetkilerle palazlanan bu vakıf üniversitelerinin gelir-gider kalemlerinin kamu kuruluşlarındaki gibi şeffaf olması gerektiği ve kamuya açık bir tarzda denetlenmesi gerektiği dile getirilmiştir. Ancak görünen odur ki bu üniversiteler yeterince denetlenmiyorlar.

Değerli milletvekilleri, "Vakıf üniversitelerinin pek çoğu öğrenci gelirleriyle palazlanıyorlar." dedim, şimdi size iki farklı anlayışta vakıf üniversitesinden örnek vereceğim.

Birinci grupta adı uluslararası arenada hiç bilinmeyen üniversiteler var. Bu üniversiteler bir öğrencinin üniversiteye maliyetinin katbekat üstü ücret talep ediyorlar. Mesela öğrenci başına ortalama 6 bin lira harcayan bir üniversite bu öğrencilerden 12.500 lira ile 40 bin lira arasında ücret talep ediyor. Bu yapıdaki üniversitelerde reklam ve tanıtım için ayrılan bütçenin AR-GE bütçelerinden çok fazla olduğu hayretle izlenmektedir. Üniversitelerin, yasa gereği, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine bütçe ayırması gerekir. Raporda yer alan istatistiklere bakıldığında bu tür vakıf üniversiteleri araştırma geliştirme faaliyetlerine çok sembolik harcamalar yapmışlar. Bu harcamalar karşılığında ortaya çıkan bilimsel ürünler hakkında da hiçbir bilgi yoktur.

Uluslararası arenada dünya üniversiteler sıralamasında zaman zaman ilk 500'e giren ve Türkiye'de çok bilinen nitelikli vakıf üniversitelerinden de bir örnek vereyim. Öğrenci başına yaptığı 50 bin lira civarında harcamaya karşılık 2021-2022 eğitim yılı için öğrenciden 62.100 lira ücret talep ediyor. Vakıf üniversitelerinden bahsederken biz de bu iki grubu ayırt etmek durumundayız, hepsini aynı sepete koyamayız.

Değerli milletvekilleri, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na göre "Vakıflarca kurulan yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarının nitelikleri devlet yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının niteliklerinin aynıdır." denilmektedir. Ayrıca 15 Nisan 2020'de kabul edilen 7243 sayılı Kanun'la Yükseköğretim Kanunu'nda yapılan değişiklik uyarınca "Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret verilemez." denmesine rağmen bu üniversiteler, öğretim üyelerine yasada belirtilen ücretleri de ödemiyorlar. 2022 Ocak ayında üniversite öğretim üyelerine enflasyon oranının dörtte 1'i kadar zam yapıldı. Bu yanlışlık denetlenmeli ve mağduriyetler giderilmelidir.

Değerli milletvekilleri, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı OECD ülkelerinde ortalama olarak 30'dur. Ancak vakıf üniversiteleri raporunda, öğrenci sayısı 30 binin üstünde olan birkaç vakıf üniversitesinde öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 50 ile 65 arasında olduğu belirtilmiştir. Kampüsü ve yeşil alanı bile olmayan bu vakıf üniversitelerinde az sayıda öğretim üyesiyle bu kadar çok öğrenciye nitelikli bir eğitim nasıl verilebilir? Bu kuruluşlara, bu suistimalleri yapma imkânını kimler veriyor? YÖK neden Vakıflar Kanunu'nu ve YÖK Kanunu'nu ihlal eden bu kuruluşlara fırsat veriyor, anlamakta güçlük çekiyoruz.

Değerli milletvekilleri, vakıf üniversitelerini kendi içinde karşılaştırırsak bazıları fiziksel imkânlar açısından çok gelişmiş, bazıları bir binaya sıkışık şekilde eğitim vermektedir. Kontenjanlar bazılarında dolarken bazılarında yüzde 40 düzeyinde kalmaktadır. Bazılarında programlara... Mesela Bilkent Üniversitesi elektrik elektronik programına en düşük 19.007'nci sıradaki öğrenci girerken başka bir vakıf üniversitesinde aynı programa 299.775'inci sıradaki aday giriyor yani 300 bine 225 kişi kalmış; dört yıl sonra 2 öğrenci de elektrik elektronik mühendisi oluyor, kalite farkını dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Vakıf üniversitelerinin tümünde 4 milyon basılı kitap bulunmaktadır. Bilkent Üniversitesinde 513 bin kitap varken bir başka vakıf üniversitesinde sadece 1.428 kitap bulunmaktadır ki birçok kişinin şahsi kütüphanesinde bundan daha fazla kitap vardır.

Kısacası, Türkiye'nin en iyi üniversiteleri arasına giren vakıf üniversiteleri var, eğitim düzeyi liseden ileri gidememiş vakıf üniversiteleri de var. Hedef, alınacak tedbirlerle, hepsinin iyi düzeyde olmasını sağlamaktır. Yeni kurulacak olan Mudanya Üniversitesi mütevelli heyeti ve rektöründen, bahsettiğim konuları dikkate alarak iyi üniversiteler arasında yer alması konusunda gerekeni yapmalarını beklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, sözlerime son vermeden önce tekrar hatırlatmak isterim ki vakıf kanunlarını ihlal edenler, yetim malı çalanlar gibidir. Sayın Maliye Bakanı, siz bu kuruluşların mali konularda yasaları çiğnemesine müsaade edemezsiniz. Sayın YÖK Başkanına da sözüm var: Sayın YÖK Başkanı, birçok vakıf üniversitesinin devasa reklam harcamalarıyla gençlerin umutlarını çalmalarına seyirci kalamazsanız. Siz, TYT ve AYT'de barajları kaldırmakla gençlerimizi bu vakıf üniversitelerinin sömürü çarklarına yönlendirdiğinizi bilmiyor musunuz?

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin yönetimi iktidarın kayırmacılığa, rüşvet ve yolsuzluğa saplanan politikalarıyla felaketin içine sürüklenmiştir. Halkımız bu felaketi acı bir şekilde yaşıyor, bunu hepimiz görüyoruz.

Üzülerek belirteyim ki ekonomide yaşadığımız felaketin bir benzerini de eğitim, çalışma ve uzmanlaşma alanında görüyoruz. Bunu gençlerimiz yaşıyor, karamsarlıkla hayata tutunmaya çalışıyor. Üniversite mezunlarımızın iş bulma umutları gittikçe azalıyor. Öğretmenlik eğitimi alanların bile çoğu garsonluk yapıyor, tezgâhtarlık yapıyor, öğretmenliğe atanabilmek için yıllarca KPSS sınavlarına hazırlanıyor; sınavı kazananlar ise yandaş anlayışla yapılan mülakat barajını aşamıyor, psikolojileri bozulan öğretmen adayları intihar ediyor. Fen edebiyat fakülteleri gibi temel bilim eğitimi veren okullar öğrenci bulamamaktadır, buna karşılık öğrencisi olmayan bölümlerde çok sayıda profesör, asistan ve öğretim görevlisi istihdam edilmektedir. Üniversite sonrası iş bulanların önemli bölümü ise meslekleri dışında, asgari ücretle ve günde on saat çalıştırılmaktadır. TÜİK verilerine göre, 40 bini 30 yaş altında olmak üzere 110 binin üzerinde işsiz mühendis bulunmaktadır, 700 bin civarında öğretmen işsizdir, iktisat fakültelerinden mezun olup iş bulamayanların sayısı 500 bine yaklaşmıştır.

Değerli milletvekilleri, işsizliğin sebeplerinden biri, iktidarın üniversite mezunlarına yönelik bir istihdam politikasının olmamasıdır. Bir diğer ve çok önem verdiğimiz sebep, kontenjanların tespitinde arz talep dengesinin gözetilmemesidir. İhtiyaçtan fazla bölümler, fakülteler açılmaktadır. 2018'den bu yana 28 fakülte kapatılmış, 194 fakülte açılmıştır. Bu fakültelerin hangi ihtiyacı karşıladığını merak ediyoruz. En son 3 eczacılık fakültesi açılmıştır; eğitim veren 47 eczacılık fakültesinden sadece 14'ünün akredite eczacılık eğitimi verebileceğini de hatırlatmak istiyorum. Altyapıdan ve yeterli eğitim kadrosundan yoksun olarak açılan yeni fakülteler sunulan eczacılık eğitiminin niteliğini her geçen gün azaltmıştır ve azaltmaya devam etmektedir. 2016 yılında Sağlık Bakanlığınca yayınlanan Sağlık İş Gücü Raporu'nda 2023 yılında yüzde 30 eczacı istihdamı fazlasına dikkat çekilmişken eczacılık fakültelerine 3.500'ü aşkın kontenjan ayrılması ve her yıl 2 binden fazla öğrencinin eczacılık fakültesinden mezun olması yakın gelecekte geri dönüşü zor sonuçlar doğuracaktır. Benzer durum yükseköğretimdeki diğer disiplinler için de geçerlidir.

Değerli milletvekilleri, sağlık çalışanlarımız devlet hastanelerinde performans oyunlarıyla meşgul ediliyorlar. Mesleklerini meslek ahlakına uygun bir tarzda yapamamanın sıkıntısı içindeler. İktidarın ekonomi politikasındaki sömürü düzeninin kurallarıyla karşı karşıya kalıyorlar ve istifa ediyorlar; Batı ülkelerine göç ediyorlar ya da göç etmek istiyorlar. Onların bu durumunu bilen Cumhurbaşkanımızın "Gitsinler, onların yerine yabancı doktor getirir çalıştırırız." demesi de ürkütücüdür. Eşi, kızı ve damadı hekim olan bir kişi olarak bu beyanattan üzüntü duyuyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım, rüzgâr yüksek basınçtan alçak basınçlı bölgeye doğru eser. Eğer rüzgârı tersine çevirmek istiyorsanız basıncı azaltın. "Başkalarını getiririz." demek çözüm değildir ve rüzgârı tersine çevirmez. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul'un Esenyurt ilçesinin Pınar Mahallesi'ni ziyaret ettim. Mahalle muhtarı, aile sağlığı merkezinde çalışan 2 doktordan 1'inin Tanzanyalı, diğerinin de İranlı olduğunu, vatandaşın bu durumdan memnun olmayıp Türk doktor istediklerini söylediler ve bize Atatürk'ün "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz." sözünü hatırlattılar. Yani, rüzgâr tersine esmiyor. Yurt dışına gitme eğilimi sadece sağlıkçılarda değil, diğer disiplinlerden de mezun olan nitelikli eğitim almış mezunlarımızda da vardır.

Değerli milletvekilleri, eğitim çok ciddi bir iştir, okul öncesinden başlayarak üniversite eğitimine kadar zincirin tüm halkaları önemlidir. Ortaöğretime göz atacak olursak 700 bini aşkın öğrenci TYT'de 150, AYT'de 180 puan barajını geçemiyorsa, onları yeni maceralara sürükleyecek formüller yerine, on iki yıl okuduktan sonra sıfır puan alan 215 bin öğrenciden matematik veya Türkçe derslerinden 1 soru dahi yapamamış olan 700 bin ortaöğretim mezununa, gençlerin niçin bu hâlde olduklarını inceleyelim. Aslında bu durum genel olarak ortaöğretimin çöktüğünün göstergesidir. On iki yılda dört işlemi dahi yapamayan öğrencilerin yetiştirildiği millî eğitim sistemini sorgulamamız gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, 207 üniversitenin büyük çoğunluğunda nitelikli eğitimin verilmediği bilinen bir gerçektir. Üniversiteler, yönetimlerinin beceriksizliği, adaletsizliği, liyakatsizliği ve keyfîliği, öğretim elemanlarının bir bölümünün yetersizliği sebebiyle büyük sıkıntılar içerisinde. Siyaset, üniversiteleri tam olarak abluka altına almıştır. Uygulamalı eğitim göz ardı edilmektedir. Özet olarak söylersem, sistemin altı da çürük, üstü de.

Değerli milletvekilleri, bu tür konuşmaları yapmak yerine, eğitim kurumlarımızın başarılarını konuşmayı çok arzu ederiz. Bunun için, eğitim sistemi kendini bilen insan yetiştirmeyi hedeflemeli, kul hakkı yememeyi bir değer olarak öğretmeli, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamalı, eğitimi para kazanma aracı olmaktan çıkarmalı; eğitimde parası olan ile olmayan arasında eşitlik sağlanmalı ve kaynaklar tasarruflu kullanılmalı yani israf durdurulmalıdır.

Bize, mesai saati tanımayan, laboratuvarlarında ve araştırma merkezlerinde ışıkları sabahlara kadar yanan üniversiteler lazım. Bunun için de huzur lazım, adaletli uygulamalar lazım, heyecan lazım.

Değerli milletvekilleri, bir milletvekili, bir üniversite hocası ve eski bir rektör olarak inancım odur ki İYİ Parti, AK PARTİ'nin eğitim hayatına getirdiği bu bozuk düzeni ortadan kaldıracak ve eğitimde olmamız gereken yerde olacağız. Biz hazırız diyor, Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)