| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Zambiya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 79 |
| Tarih: | 13.04.2022 |
HDP GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın vekiller ve ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımız; hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Türkiye açısından klasik bir gün; yolsuzluğun, talanın, yoksulluğun, işsizliğin alıp başını gittiği bir gün ve biz uluslararası sözleşmeleri konuşuyoruz. Ülke içerisinde hâlipürmelalimiz ne yazık ki çok kötü ama sadece ülkenin içerisinde değil aslında dış ilişkiler boyutuyla da ne yazık ki çok sağlıksız bir süreç yürüttüğümüzü ifade edelim.
Ben Türkiye'den bir iki şey söyleyip daha sonra uluslararası bağlamı konuşacağım. Bugün çokça konuşulan ve üzerine önerge de verdiğimiz cezaevleri meselesi ne yazık ki Türkiye'nin kanayan yarası ve AKP iktidarı, bilerek ve isteyerek aslında cezaevlerini eza evlerine, birer tabutluğa dönüştürmüş durumda ve bu durumdan da ne yazık ki burada söz kuran AKP'li vekillere baktığımız zaman da hiç rahatsız olmadıklarını görüyoruz. Bu anlamıyla, Silivri Cezaevinde 2 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan ve daha detaylarına çokça hâkim olmadığımız ama basına yansıdığı kadarıyla dehşet verici olayın araştırılması gerektiğini bir kez daha ifade etmemiz gerekiyor.
İkinci bir şey, sizin "darbecilerle mücadele" adı altında cezaevine kapattığınız askerî öğrencilere ilişkin. Meral Çetinkaya'nın bir "tweet"ini gördüm, askerî öğrencilerin yakınlarından birisi, kardeşiyle yaptığı görüşmeden sonra, kardeşinin artık dayanamadığını ve intihar edeceğini söyledi. Düşünün, bu ülkede insanlar cezaevinde yaşamlarına kıyacak kadar bir noktaya gelmişler artık, toplu intihar olaylarına varan bir noktaya gelmişler ama bu ülkenin Adalet Bakanı hâlihazırda bir açıklama yapmamış, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü ise var olan gerçeklerin üstünü örtmek için ha bire laf yetiştirmeye, yalan yanlış açıklamalar yapmaya çalışıyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, cezaevleri çok bilinen gerçekler. Ben size bir resim göstermek istiyorum. Bu, Besra Erol, 70'i aşkın bir yaşı var. Besra Erol'un oğlu Deniz Erol Kobani'ye oyuncak götürmek isteyen 33 düş yolcusundan birisiydi ve IŞİD barbarları tarafından katledildi. Besra anne, oğlunun cenazesinde yaptığı konuşma nedeniyle tutuklandı, yedi yıl ceza aldı. Ben kendisini cezaevinde de ziyaret ettim, yaşlı ve kronik hastalıkları olan bir teyzemiz ama bu da size yetmedi, bu da AKP'yi tatmin etmedi. Bir acılı anneyi kendi oğlunun cenazesinde yaptığı konuşma nedeniyle cezalandırmak sizin yüreğinize su serpmedi, Besra anneyi Elâzığ Cezaevine sürgün ettiniz ve yaşlı olan eşi ve imkânları sınırlı olan ailesinin şimdi gidip onu Elâzığ'da görmesi çok daha zorlaşmış olacak.
Tabii, bunlarla beraber işkence meselesi... Demin, Sayın Grup Başkan Vekili "Biz Türkiye'de işkenceye sıfır toleransla geldik." diyordu. Bu resim Dersim'den değerli arkadaşlar, Özel Harekâtçıların gözaltındaki Doğukan Gül'e yaptıkları işkencenin görüntüsü. Bugün Dersim'de emek demokrasi güçleri açıklama yaptılar ama ne hikmetse Dersim valiliği de bir açıklama yaptı, Tunceli Valiliği ve o da olayı yalanlayıp başka bir kılıf buldu, "Kişiler arasındaki husumet ve tartışma." dedi. Şimdi, bunları daha da sıralayabiliriz ama inanın ki bütün bunlara zamanımız yetmiyor. Yine, Mehmet Sevinç, Manisa Akhisar Cezaevindeydi. Onun cenazesine yaklaşımın da bu ülkenin utanç tablolarından biri olduğunu ifade etmek istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlar, az önce, sıkça dile gelen Cemal Kaşıkçı davasına ilişkin geçen hafta bu kürsüden de ifade etmiştik, aslında Cemal Kaşıkçı davası ve sürecinin kendisi Türkiye'deki sistemin nasıl alaşağı olduğunun, devletin bütün kurumlarının AKP'nin hırsı, bekası, iktidarda kalması uğruna nasıl hiçe sayıldığının ve aslında egemenlik haklarının, ulusal egemenlik haklarının nasıl devredildiğinin de klasik bir resmini oluşturuyor değerli arkadaşlar.
Bakın, bu, Anadolu Ajansı aracılığıyla hazırlanan kitap. 3 dilde basıldı; "Cemal Kaşıkçı Cinayeti", İngilizce, Arapça ve Türkçe. Yine, Fahrettin Altun'un ve sizin Genel Başkanınız Tayyip Erdoğan'ın yüzlerce sözü var burada; Cemal Kaşıkçı davasının nasıl bir millî mesele olduğunu, nasıl bir beka meselesi olduğunu, nasıl ulusal ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı kullanmamız gerektiğini, nasıl bir vahşet olduğunu uzun uzun anlatıyor ve en nihayetinde şunu vurguluyor: Asla bu konudan taviz vermeyeceğiz, sonuna kadar gideceğiz ve biz bu sorunu aydınlatacağız. "Suudi makamlarının olayı örtbas etmesi ve cinayeti karanlıkta bırakması girişimlerine karşı da tutum alacağız." diyor.
Peki, günün sonunda ne oluyor? Günün sonunda şu oldu değerli arkadaşlar: Sizler dış politikadaki sıfır sorun politikasından herkesle kavgalı pozisyona geçtiniz. Sonra baktınız ki ekonomik kriz derinleşti, artık gidecek yeriniz yok, dış sermaye gelmiyor, ülkede yatırım yok, "Bu sefer ne yapalım?" dediniz. "Sorunlarımızı çözelim." Birleşik Arap Emirlikleri'ni FETÖ'nün finansörü olarak ilan etmiştiniz. "Ya, pardon!" dediniz, davet ettiniz, kırmızı halılarla karşıladınız. Suudilerle Cemal Kaşıkçı davasını vererek anlaştınız; şimdi Suudilerin arka kapıdan nereyi nasıl aldıklarını bilmiyoruz, nereleri Suudilere peşkeş çektiğinizi bilmiyoruz ama daha önemlisi, İsrail meselesinde de önemli adımlar attınız. Ne olmuştu Mavi Marmara olayında? Siz bu olayın başından beri tarafıydınız ama sonra işinize gelmedi, dönüp ne dedi Genel Başkanınız? "Ya, zamanın Başbakanına mı sorup gittiler?" dediniz ve orada da çark ettiniz. Sadece bu da değil, Mursi meselesinde Sisi'yi darbeci ilan ettiniz ama bugün geldiğimiz noktada Mısır'la yeniden ilişki kurmanın, Yunanistan'la köprüleri onarmanın yollarına bakıyorsunuz. Neden? Çünkü siz de gördünüz ki hamasetle gidilecek yol yok. Türkiye bütün köprüleri atarak bölgede var olamaz, ayakta kalamaz; onun için de bir normalleşmeye gitmesi lazım. Tabii ki biz, Türkiye'nin dış politikasının kurumsal olmasından ve dostane çözümlerden, iyi ilişkilerden yanayız ama biz, bu ülkenin topraklarında işlenen bir cinayetin üstünün örtülecek kadar kendi ulusal egemenlik hakkından, ilkesinden, Anayasa'sından taviz veren, bunu reddeden bir anlayışı asla kabul etmiyoruz, bundan sonra da kabul etmeyeceğimizi ifade etmek isterim.
Bakın değerli arkadaşlar, şimdi biz burada sizin ihlallerinizi ya da geri dönüşlerinizi -geri viteslerinizi diyelim- dile getirdiğimizde dönüp bize çok kulak asmıyorsunuz ve sürekli manipülasyon dâhil bizi bazı ithamlarla karşı karşıya bırakıyorsunuz ama ABD'nin Dışişleri Bakanlığının insan hakları karnesi açıklandı ve -karne 93 sayfalık bir rapor- bir rapor yayınlandı. Raporun içerisinde ne var? Aslında, bizim bütün ülke olarak yaşadıklarımızın özeti var. Cezaevi başlığından tutalım, basının sansürlenmesine; akademik özgürlüklerin engellenmesinden tutalım, cezaevlerinde, gözaltılarda, karakollarda uygulanan işkenceye, insan hakları ihlallerine kadar; insan hakları örgütlerine uygulanan şiddetten, baskıdan tutalım da bugün yaptığınız hukukun üstünlüğünü yok sayan uygulamalarınıza kadar birçok başlık var. Örneğin, AİHM kararlarını uygulamamanız bu raporda atıf yapılan başlıklardan biri. Sayın Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarını uygulamamanız bu raporda yer alıyor. Ama sadece bunlar da değil, ne var başka biliyor musunuz? İstanbul Sözleşmesi'ni askıya almanız, İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmeniz; buna da atıf yapılıyor. Ama daha önemli bir şey yapmışlar, bu ülkenin açıklamadığı verileri kendi sitelerine koymuşlar ve diyorlar ki: "2021 yılında yaklaşık 415 kadın katledildi, erkekler tarafından katledildi." Biz bunu zaten biliyoruz -bu ülkedeki kadınlar, bu ülkedeki kadın özgürlük mücadelesi yürütenler- bunu defaatle söylüyoruz ama sizin bakanlığınız veri açıklamıyor değerli arkadaşlar. Veri açıklamak yerine ne yapıyor? Mesela, şu anda "Kadınlar ölmesin." diye mücadele eden Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneğini kapatmak için başvuru yapıyor. Gerekçesi ne biliyor musunuz? Gerekçesi de "Kadın hakları mücadelesi kisvesinde aslında aile birliğini bozan davranış ve eylemlerde bulunmak."mış. Evet, gerekçesini buna yaslandırıyorsunuz. Sizin o "aile birliği" dediğiniz o birliğin içerisinde kadınlar sistematik işkence görüyorlar, kadınlar sistematik olarak tacize uğruyorlar, tecavüze uğruyorlar, katlediyorlar; sizin kılınız kıpırdamıyor. Ama bu cinayetlerin hesabını sormak, bu cinayetlerin faillerini açığa çıkarmak için adliye adliye gezen, gönüllü avukatlık yapan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneğini kapatmak istiyorsunuz. Neymiş? Aile birliğini sağlamakmış, aile birliğini korumakmış.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biz, sizin bu aile kavramınızı reddediyoruz ve kadını sadece ailenin içerisinde bir birey olarak gösteren anlayışınıza da şiddetle karşı çıkıyoruz. Kadın, kendi başına bir bireydir, eşit haklara sahiptir ve sizin onu sadece anne olarak, sadece eş olarak, sadece kız evlat olarak, sadece bir erkeğin yakını olarak tanımlamanıza karşı çıkıyoruz, bunu kabul etmiyoruz. O nedenle de hem İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası anlamda adını verdiğimiz bir sözleşmeden çekilmenin utancı size kaldı hem de uluslararası raporlara, bu ülkede erkek şiddetini engellemediğiniz kayıtlara geçmiş oldu.
Bu vesileyle bir kez daha kadınlar olarak kadın cinayetlerini durduracağımızı ve kadın derneklerinin, kadın özgürlük mücadelesi yürüten herkesin yanında olduğumuzu bir kez daha ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)