GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Katar Devleti Hükümeti Arasında Büyük Çaplı Organizasyonların Yerine Getirilmesinde İş Birliği Konulu Niyet Mektubunun Uygulanmasına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:80
Tarih:14.04.2022

HDP GRUBU ADINA NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Son dönemde, yaklaşık bütün arkadaşlarımız bu kürsüye çıktıklarında cezaevlerinden söz ediyorlar, insan haklarından söz ediyorlar çünkü bize her gün başvurular var ve gittiğimiz mahkemelerde de cezaevindeki arkadaşlar özellikle bunu Mecliste gündeme getirmemizi istiyorlar, her getirdiğimizde de bunlar dikkate alınmıyor. Adalet ve Kalkınma Partisinin tarihine baktığımızda Fazilet Partisi var, 14 Ağustos 2001'de yaklaşık 59 milletvekili ayrılıp "Adalet" ismine "ve Kalkınma"yı da ekleyip bir parti kuruyorlar. Bu parti, o dönem -hep "Yirmi yıllık iktidar." diyoruz ya- yaklaşık on dört ay on beş gün muhalefet kürsülerinde kalıyor ve o muhalefet kürsüsünde kaldığında o dönemin kurucuları bu kürsüye çıkıp konuşmalarında hep adaletten söz etmişler. Daha sonra Mecliste çeşitli görevlerde bulunup bakanlık yapan mesela Mehmet Ali Şahin bir konuşmasında demokrasi, hukuk ve olağanüstü hâllere atıfta bulunmuş ve demiş ki: "Demokrasinin olmadığı, hukukun olmadığı, olağanüstü hâlle, sürekli sıkıyönetimlerle yönetilen bir yerde hukuktan söz edilemez, adaletten söz edilemez; o nedenle biz partimizin ismini Adalet koyduk." Bülent Arınç ne demiş? Bülent Arınç demiş ki o dönem: "Demokratik siyasetin yapılması için siyasette dokunulmazlıkların tartışılmaması lazım, siyasette fikir ve düşünce özgürlüğünün sonsuz olması lazım, herkesin düşüncesini söylemesi lazım." Tekrar, Hüseyin Çelik de -belki şimdi iktidarın hesabına gelmez- ifade özgürlüğü ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uyulması konusuna dikkat çekmiş. Sadece bu mu peki? Kuruluşuna baktığınızda, partinin tüzüğüne, seçimlere gittiği beyannamelere baktığınızda "Biz 'adalet' kavramını önce söyledik, 'kalkınma'dan önce söyledik çünkü bir ülkede adalet yoksa kalkınma olmaz, ekonomi dibe gider; bir ülkede adalet yoksa baskı artar, korku artar, otorite artar, ekonomi kötüye gider." bunu söyleyen bir parti şimdi kalkıp Türkiye'nin Batman'ına, Siirt'ine, İstanbul'una gittiğinde adaletten nasıl söz edecek, Türkiye'deki cezaevlerine baktığında nasıl söz edecek? Cezaevleri konusunda, tekrar, meşhur 7 Haziran 2015 seçimlerinde bütün sonuçlara rağmen -bu Parlamento birçok olayı, 7 Hazirandan sonra nelerin geliştiğini biliyor- seçimlere giderken ne söylemiş: "Kişi güvenliği önce olacak, kişilerin özgürlükleri öncelikli olacak. Tutuklu ve hükümlüler yakınlarını kaybettiklerinde, cezaevinden çıkıp cenaze törenine katılabilecek." Yasını paylaşabilmesi için böyle bir hak getirmiş ve şu anda biz biliyoruz ki bir kısım insanlar yakınlarını kaybettiğinde gidip ziyaret edemiyorlar. Şu anda, geldiğimiz aşamada, dün burada tekrar bizim araştırma önergemizde de dile getirildi, denildi ki: "Tutuklu ve hükümlüler cenazeye katılıyor." Tutuklu ve hükümlülerin cenazeleri memleketlerine gidiyor ve bu sefer yakınları cenaze törenine katılamıyor, böyle bir sürece geldik. Bu iddiaları gündeme getirdiğimizde de bunun nasıl olduğunu araştıralım değil, sorgulayalım değil, kovuşturalım değil; bununla ilgili bir sükûta bürünülüyor. Her sessizlik, her ihlali artırıyor.

Bakın, biz cezaevlerinde çıplak aramadan, işkenceden, kitap yasaklarından, halay çekmeden, konuşulan dilden, yayınlardan, radyosundan, televizyonundan -hiç oralara- defalarca söz etmemize rağmen sizin getirdiğiniz sistemde ölümlerden söz ediyoruz ve cezaevi şu anda eza evine dönüştü, sıkıntı yerine dönüştü, üzücü bir yere dönüştü. Ceza sisteminde, sizin getirdiğiniz sistemle beraber her gün ihlaller var ve her ihlalle ilgili bir işlem yapılmadığında, bunlar giderek artıyor; her soruşturma yapılmadığında, kovuşturma yapılmadığında, sorgulanmadığında bunu uygulayanlara şu deniyor: Sistematik olarak uygulayabilirsin, devam edebilirsin. Bizim buradan çıkmamız lazım ve Türkiye'de, baktığınızda, bir şeyi sorgulamak, bir konu hakkında, özellikle insan hakları konusunda soru sormak giderek sorgulanma nedeni oldu. Kişiler bir "tweet" mi attı, bir paylaşım mı yaptı, insan haklarıyla ilgili bir şey mi sordu, suçu mu ortaya çıkardı; suçluya dönüşüyor, kovuşturma nedenine dönüşüyor. Bu böyle olduğu sürece hak ihlalleri giderek artar. Ve hep "Güvenlik, güvenlik, güvenlik, daha fazla güvenlik." denildiğinde -dünyada da var- az bir kesim zenginleşir, büyük çoğunluk yoksullaşır; bu da bir kural ve hep "güvenlik" dediğinizde de daha az hukuk demektir.

Evet arkadaşlar, Adli Tıp Kurumu... Konuşmanın bu bölümünü Adli Tıp Kurumuna ayırmak istiyorum. Neden? Çünkü "insan hakları" kavramında insan hakları ihlallerinin önlenmesinde Adli Tıp Kurumuna çok büyük görev düşüyor. Bir taraftan hekim ve sağlık çalışanları, bir taraftan hukuk sistemi. Bu iki kurum bilimsel olarak çalıştığında insan hakları ihlallerini önleme konusunda büyük görevlere sahip ama özerk değilse, bilimsel çalışmıyorsa, liyakate göre atama yapılmıyorsa, bağımsız karar alamıyorsa o zaman, bu kurum bağımsız değil resmî bir kurumdur. "Resmî kurum" denilince de nedir? Sivilden uzak, tümüyle onları atayan kişileri gözeten ve resmî görüşün duygusuyla davranan bir kurma dönüşür. Örnekler mi? Çözüm sürecinde -Sayın Ünal burada- hasta mahpuslar defalarca, sürekli konuşuldu. Her seferinde adım atılıyordu, bir derin el hasta mahpuslarla ilgili bir engel çıkartıyordu. Defalarca konuşulmasına rağmen bir şey yapılmadı. Arkadaşlarımız dile getiriyor, 80 yaşında Mehmet Emin Özkan'la ilgili kararlar, Batman'da haftada üç gün diyalize giren hastalar, sürekli kanser hastalarından söz ediliyor, bu hastalarla ilgili hiçbir işlem yapılmıyor. Nedense birkaç vakada şu yaşandı: Hastalar bırakıldı, eve gidemediler, hastane yoğun bakımına gittiler ve yaşamları sona erdi. Neredeyse, ben seni bırakıyorum, git hastanede öl, cezaevinde ölme diye... Her cezaevindeki ölüm ne olursa olsun şüpheli ölümdür, her cezaevindeki ölüm şüpheli ölümdür çünkü devlet orada bir sorumluluk taşımakta. Her şüpheli ölümü de araştıracak ekiplerin bağımsız olması lazım; olmadığı zaman sürekli bir güvensizlik gelişir, sürekli bir endişe gelişir. Bu konuda da siyasi irade bir adım atmazsa problemleri daha da artırır.

Adli Tıp Kurumu... Hep Aysel Tuğluk'la ilgili örnekler verdik, tekrar oradan örnek vermek istiyoruz. Bugün birçok arkadaş, birçok tutuklu, birçok mahkûmun -"arkadaş" dememin nedeni çoğunlukla bizimle beraber çalışan arkadaşlarımız- bir kısmı hasta olduğu hâlde çaresizlikle baş başalar ama hiç dikkate alınmıyor. Türkiye cezaevlerinde binlerce hasta var, Adli Tıp Kurumu neye karar veriyor? Sürekli mahkemelerin ve devletin görüşünü dikkate alıp kişilerin sağlığını dikkate almıyor. Aysel Tuğluk örneğini niçin diyorum? Kocaeli'de üniversite uzmanlık görüşü hastalığın tanısını koymuş. Adli Tıp Kurumu ne yapıyor? Adli Tıp Kurumu şunu yapıyor: "Ceza sorumluluğu var mı, yok mu?" Ne soruluyor? "Bu konuşmaları yaptığında, bu basın açıklamalarını yaptığında, bu çalışmaları yürüttüğünde ceza sorumluluğu var mıydı, yok muydu?" İnsan buna güler. Neden güler? Siz şu andaki sorumluluğuna, şu anda ceza çekebilecek düzeyde mi, hasta mı, değil mi, cezaevinde bu yaşamını sürdürebilir mi, buna karara vermiyorsunuz, o döneme dönüyorsunuz. Buna mahkemenin de gülmesi lazım, Parlamentonun da gülmesi lazım, herkesin gülmesi lazım ama buna gülmek değil, bu bir intikam aracına dönüşmüş. Bu bir intikam aracına dönüşürse o zaman işte düşman hukukundan, düşman uygulamalarından söz edilir. Önemli olan, bu kurumun bağımsız ve özerk olması lazım. Adli Tıp Kurumu ne zaman bağımsız ve özerk olursa ve liyakate göre bir atama yapılırsa şüpheyi değil güveni artırır; o zaman, insan hakları ihlalleri de olmaz, daha da gelişmiş olur.

Sadece Adli Tıp Kurumundan mı söz edelim? Aslında Adli Tıp Kurumuna girmeden önce şunu söylemek lazım: Sorun Adli Tıp Kurumunda da değil, sorun iktidarın ötekileştiren, kinleştiren, ayrımcı, nefret dilinden vazgeçmesi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

NECDET İPEKYÜZ (Devamla) - Siz iktidar olarak sürekli kin, nefret, ayrımcı ve ötekileştirici bir dil kullanırsanız bütün -tırnak içinde- resmî kurumlar öyle bakar, kolluk gücü öyle bakar. Önemli olan bireylerin özgürlüğüdür. Bireylerin özgürlüğünün olduğu yerde barış, demokrasi, özgürlükler gelişir ve o zaman, adaletten söz edilir, haktan söz edilir, hukuktan söz edilir. Bunun olmadığı yerde hep geriye gidilir, ekonomi de gider, barış da gider, özgürlük de gider, adalet de gider ve o zaman, Adalet ve Kalkınma Partisi değil, giderek korkuyu geliştiren, kendini kalkındıran bir tarza dönüştürür. Bunun bir an önce sona ermesi lazım, barıştan yana yol almak lazım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)