GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Spor Kulüpleri ve Spor Federasyonları Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:84
Tarih:22.04.2022

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller ve ekran karşısındaki kıymetli halkımız; ikinci bölüm üzerine söz aldım.

Başlarken şunu ifade edeyim: Bu teklif bir bütün olarak son derece teknik ve sporun toplumsal boyutundan soyutlanarak ele alındığı bir teklif olmuş. İhtiyacımızın olduğu açık yani bu alanı yeniden yapılandırmak için bir kanun teklifine ihtiyaç var, bu hiç tartışmasız. Ancak bu teklif içerisinde son derece futbol merkezli bir açılımın olduğunu görüyoruz. Milyonlarca kadının, sporla uğraştığı hâlde adının geçmemesi bir başka defekti; ırkçılığa, kadın düşmanlığına karşı bir tedbir önermiyor olması başka bir sorun; özerk yapıların merkezîleşmeye yönlendirilmesi bir başka problem; en önemlisi de tabii, toplumsal bağlamından kopartılmış ve son derece teknik tedbirlere indirgenmiş bir niteliğe sahip.

Aslında teklif futbol üzerine kurulmuş ama kanımca, naçizane, yanlış kurulmuş çünkü son kırk senede -aslında İkinci Dünya Savaşı'ndan başlayarak söylemek mümkün ama- futbolda topun şekli haricinde her şey olağanüstü bir dönüşüme uğradı, dolayısıyla meseleyi statik bir biçimde ele alacağımıza, bu değişimi ve dönüşümü değerlendiren bir analize ihtiyaç var. Bu nedir, kısaca ifade etmek istiyorum. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra esasen eğlence ve dayanışma temelli olan kulüpler giderek ticari bir firma hüviyeti kazanmaya başladılar ama özellikle 1970'ler itibarıyla futbol bir meta hâline dönüştü ama meta olması şu anla kıyaslanabilecek düzeyde bir metalaşma yine de değildi çünkü futbol bir meta olarak stadyumda üretilen ve orada tüketilen bir niteliğe sahipti. Ancak 1990'larla birlikte, dijital platformların gelişmesiyle birlikte yine stadyumda üretilen ama eş anlamı dünyanın her tarafında tüketilen bir meta niteliğini aldı. Bu "meta" kavramını özellikle kullanıyorum ve hazzetmediğimi de ifade etmek istiyorum.

2000'li yıllarda ise metalaşmakla birlikte endüstriyel bir muhteva kazanmış olan futbol, 2000'li yıllar itibarıyla finansal bir nitelik kazandı yani endüstriyelleşmenin bir adım daha ötesinde finansal bir içeriğe sahip oldu. Bu nasıl oldu? Futbol zaten üzerinden kâr elde edilen bir niteliğe kavuşmuş ve metalaşmıştı. Bununla birlikte, ilerleyen dönemde artık takımlar, kulüpler finansal enstrümanları kullanmaya başladılar, tahvil ihraç etmeye başladılar, bono kullanmaya, bono çıkarmaya başladılar, halka arza başladılar ve sermaye piyasalarına girmeye başladılar. Ve bu son yirmi yılda bu finansallaşmanın etkisini çok görüyoruz. Bunu neden söylüyorum? Bunu söylememin sebebi şu arkadaşlar: Bu finansallaşmayla birlikte, UEFA'ya üye olan 55 tane ülkenin olduğu düşünülürse özellikle 5 ülke, Avrupa'daki 5 ülke aslan payını almaya başladı; İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya. Finansallaşmanın en tepesinde olan bu ligler merkez ligleri oluştururken bunların dışında kalan ligler yani 50 ülkenin ligleri ise perifer ligler hâline geldiler. Ve bu -nerede finansal yoğunlaşma varsa orada yoğun bir sömürü vardır aslında- perifer liglerden merkez liglere doğru kas gücü göçü, para göçü büyük bir yoğunlukla devam etti. Yani aslında burada, 5 büyük ligin temsilcisi UEFA'nın bu sistemin bekçisi, bir finans firması olarak görev gördüğü bu durumda UEFA -bakın, UEFA'yı bir sportif yapılanma olarak nitelendirmiyorum- sportif bir yapı olmasının çok daha ötesinde bu 5 ligin tepede yer almasını sağlayan bir finansal aktöre dönüştü. Milyar euroluk banka hesapları olan ve milyarlarca euroyu dağıtan bir niteliğe sahip.

Aslında biz ne yapmaya çalışıyoruz biliyor musunuz? Bu hiyerarşik sisteme, yapıya itiraz etmeye değil, "Bunun dışında başka bir alternatif futbol, alternatif spor mümkündür." demeye değil; bu hiyerarşik yapılanmanın bir benzerini Türkiye'de kurmaya çalışıyoruz. Ne yazık ki bu teklif de bu verili durumu ortadan kaldırmıyor, devam ediyor.

Şimdi, artık, öyle bir hâle geldi ki, çevre liglerden birinin Avrupa'da kupa kazanması -ne bileyim- bir işçinin çalışarak patron olması kadar zor bir hâle geldi ne yazık ki ve bizim kronik sorunumuz olan borçlanmanın da geri planında bu var. Yani bizim kulüplerimiz biraz öküze benzemeye çalışan kurbağa gibi, gelişmeye, daha iyi futbolcu almaya, daha iyi altyapıya parayı ancak borçlanarak bulabiliyor çünkü bu bir sömürü sistemi, yukarıdan aşağı, UEFA'nın bekçiliğini yaptığı bir sömürü sistemi ve bizim gibi ülkelerin takımlarına da borçlanmak dışında başka bir finansal araç kalmış durumda değil ne yazık ki.

Şimdi, hâl böyle olunca, insan düşünüyor; ya, bu UEFA normalde herkese eşit mesafede olması gereken bir kurumken... Şimdi, düşünün; herkes Barcelona-Real Madrid maçını izlemek ister çünkü bu maç olduğunda, UEFA oradan olağanüstü paralar kazanır. Bu arada, okurken dikkatimi çekti; Monaco-Porto maçı şu ana kadar en az izlenen Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası maçıymış. Ya, buradan söylemek istediğim şey şu: Kurulmuş olan bu saadet zincirinin, 5 ligle temsil edilen ve UEFA'nın da başında olduğu sistemin bir benzerini Türkiye'de 4 büyüklerle ya da 5 kulüple tekrarlamaya çalışmak ve futbolu daha finansal bir niteliğe kavuşturmaya çalışmak Türkiye futbolunun derdine derman olabilecek bir şey ne yazık ki değil.

Bu süreç içerisinde taraftar da değişti. Bakın, taraftar, giden, keyif alandı; sonrasında ne oldu? Finansal ağlarla takımına bağlı olan oldu. Forma almakla başlayan iş, şimdi, kredi kartlarını kullanmaya kadar geldi, yani aslında taraftar bir nevi müşteri oldu. Futbolcu ne oldu? Futbolcu, işin başında, günün başında bir tür futbol işçisiydi, şimdi ise bir popstara dönüştü. Sahi, bir futbolcu ne üretir? Yani "Eğlence üretir." denilebilir ama en fazla ideoloji üretir, iktidarların sahip olduğu, devletlerin sahip olduğu ideolojiyi üretir. Bunu bugün için söylemiyorum; bakın, Pinochet'in futbola yaptığı atfın, Franco'nun futbola yaptığı atfın yani "Halkımı yüz binlik beşiklerde uyutuyorum." demesinin, Portekizli Salazar'ın "Futbol, 'fiesta', 'fado'yla eğliyorum." demesinin geri planındaki futbol atıflarının hemen tümü, futbolun ne yazık ki geniş kitleler nezdinde, emekçiler nezdinde evine ekmek götüremeyenlerin uyuşturulduğu bir mekanizmaya dönüştüğünü gösteriyor endüstriyel ve finansal futbolun geldiği nokta itibarıyla.

Dolayısıyla artık sahada fiziksel temasa, aslında bir tür savaşa dayalı bir spor organizasyonu görüyoruz. Bakın, dünyanın en büyük palavrası, sporun, futbolun barışı doğuracağıdır. Böyle bir şey yok; finansallaşmanın bu kadar yoğunlaştığı yerde, futbolda başarının "savaş" "muharebe" kavramlarıyla anlatıldığı yerde, futbolun bu kadar kadın cinsini aşağılayan sloganlarla, taraftarlık mantalitesiyle ve ruhuyla yoğurulduğu bir yerde sporun ve futbolun -ayrı bir kategori olarak söylüyorum- barış getirebilmesi falan ne yazık ki mümkün değil. Günün sonunda da tabii ki bu, artık böyle, başta son derece taraf olma, ardından yoğun bir aidiyet hissetme, savaşa hazırlanma, kutsallara dayalı örgütlenme ve neticesinde de eril dilin çok yoğun olarak kullanıldığı bir sektör hâline geldi, dayandı.

Peki, ne olacak? Yani şimdi, hâl bu, hâl bu. Yukarıda bir organizasyon var, bizim gibi ülkeler de gücü başka bir şeye yetmediği için bu organizasyona tabi olmayı doğru politika zannediyor. Yani futbolda da böyle, Türkiye'nin geçmişte IMF'yle kurduğu ilişki, Avrupa Birliğiyle kurmaya çalıştığı ilişki, Dünya Bankasıyla kurduğu ilişki, uluslararası sermaye çevreleriyle kurmaya çalıştığı ilişki de böyle.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Yani içinde bulunduğumuz kabın duvarlarından ibaret sandığımız bir dünyada daha iyisini yapmamız mümkün değil kıymetli arkadaşlar. Bu sebeple, sporda da bir defa, güçsüz olandan, eşitsiz olandan yana pozitif ayrımcılık ilkeleriyle donanmış, özellikle futbolda ırkçılığı silecek, atacak, amatörlüğe büyük vurgu yapan, amatörlüğü destekleyen, güçlendiren yeni bir şeyle çıkmak mümkün. Onlara benzemeye çalışarak, bu yukarıdan aşağıya oluşmuş hiyerarşik yapının üyelerinden bir tanesi de biz olalım diyerek, o 5 ligden bir tanesi olmak için çaba sarf ederek -ki olmak mümkün değil, bonservis bedellerine baktığımızda zaten ortada olağanüstü bir eşitsizlik var- daha iyisini yapmak mümkün değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RIDVAN TURAN (Devamla) - Son cümlemi söyleyeyim.

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Daha iyisini bu yoldan geçerek değil, barışa, kardeşliğe, özgürlüğe ve mutlaka amatör olanın desteklenmesine ve güçlenmesine dayalı alternatif bir spor ve futbol anlayışıyla yapabiliriz diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)