GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:67
Tarih:19.02.2013

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, bu önergeyi veren arkadaşlarımızın da dün Silivri'de yaşanan o saldırıyı, o faşizan baskıyı, o hukuk dışı anlayışı seslendirmesini isterdim çünkü saldırı, yeri ve zamanı itibarıyla nerede olursa olsun hukuka ve insanlığa aykırı bir kavramdır.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisinin BDP'nin grup önerisine gösterdiği ciddiyetsizliğe de, ciddiyetsizlik konusuna da dikkatinizi çekmek istiyorum çünkü verilen önerge ile konuşulan konu bambaşka iki konu. Öyle anlaşılıyor ki bu konuda ya Adalet ve Kalkınma Partisi bir suçluluk hissiyle bu konuya girmek istemiyor ya da söyleyecek lafları yok, bu işlerden uzak durmak istiyorlar.

Değerli milletvekilleri, bir an için Hakkârili bir kardeşimizin Muğla'da bir kıyı kasabasına gittiğini düşünelim; deniz gören, çam kokulu ıssız bir ormanda yürüyüşe çıktığını hayal edelim. Bu Hakkârili kardeşimiz Muğla'nın o ıssız ormanında yürürken ne anasının aklına bir kuşku düşer ne de eşi onun başına bir şey gelecek diye endişe eder. Çünkü, vatan böyle bir şeydir değerli arkadaşlar. Şimdi, bir de tersini hayal edelim, İzmirli bir hemşehrimizin -aksine- Güneydoğu'da dağları gezmek istediğini hayal edelim ve annesine, kardeşine, eşine, yoldaşına "Ben Güneydoğu'daki dağları özledim, oradaki yaylaları görmek istiyorum, haberiniz olsun, gidiyorum." dediğinde ona annesi veya eşinin "Güle güle git, güle güle gel." diyeceğini düşünemezsiniz.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - "Güle güle git." der ama.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Ama, dikkat edin, "Hayatını tehlikeye atma evladım." Diyeceği birşeyle karşılaşır.

İşte, hepimiz aslında bu asimetrinin anlamı üzerinde düşünmek zorundayız çünkü vatan sadece doğduğumuz topraklar değildir. İçimizde hiçbir güvenlik endişesi hissetmeden ve hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan, aklımıza estiği zaman gidip gezeceğimiz, orada hayat kuracağımız yerin adıdır vatan. İşte, burada devlete yani bugün devleti yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetine büyük görev düşüyor. Eğer bugün bu ülkenin bir kısmına gidilemez hâle gelmişse ve bir kısmında bu ülkede egemenlik devri yapılmışsa, o zaman söz konusu olan bir âcizliktir.

Benim burada kullandığım güvenliği kimse yanlış anlamasın, ben buradaki güvenliği, ne panzerlerin önüne çocukları sürme vicdansızlığı ne de o masum çocukları ezen panzerler açısından güvenliği kastetmiyorum; benim burada kastettiğim güvenlik anlayışı, özgürlükle eş değer olan güvenlik anlayışından söz ediyorum değerli milletvekilleri çünkü unutmamalıyız ki güvenliğin olmadığı yerde özgürlük olamaz. Bu anlamda da Adalet ve Kalkınma Partisi topraklarımızı vatan kılma konusunda âcizdir.

Değerli milletvekilleri, hatırlamanızı rica ediyorum, 28 Eylül 2011 tarihinde İzmirli genç bir kimyager Yüksekova'da sırtından vurularak öldürüldü. Adı Engin Yıldırım'dı. Henüz otuz bir yaşındaydı. Dört ay önce doğum yapmış olan öğretmen eşi Seval Yıldırım'ı ziyaret etmek ve yerleşmesine yardımcı olmak için Yüksekova'ya gitmişti. Bu genç insanlar İzmir ve Yüksekova arasında bir hayat ve bir gelecek kurmak için çalışıyorlardı. Eğer bunu başarabilselerdi, eğer bu gencimiz sırtından vurularak öldürülmeseydi, bu hayattan İzmirli ve Yüksekovalılar arasında güçlü vatandaşlık bağları ortaya çıkacaktı. Yüksekova'da sırtından vurularak öldürülen Engin'in cenaze töreninin yapıldığı Buca'daki cemeviyle kendi evi arasındaki yol yirmi dakikadır. Yüksekovalı bir vatandaşımız bu yirmi dakikalık yola gittiğinde ve o yolda yürümeye başladığında, oradaki insanlarla karşılaştığında, onlara "Günaydın, selamünaleyküm." dediğinde bir kurşunla değil, aynı, candan bir selamlaşmayla karşılaşır. Vatandaşlık budur işte değerli arkadaşlar, ırkçılık olmayan anlayış budur işte. Bu, bizi birbirimize bağlayan büyük bir güçtür. Vatandaşlık bizi etnik kimliğimizin, mezhebimizin, Cumhuriyet Halk Partili, AKP'li, BDP'li, MHP'li veya başka bir partili oluşumuzun üzerine çıkarır ve bu, ifadesini Atatürk'ün formüle ettiği "Ne mutlu Türk'üm diyene" ifadesinde hayat bulur.

Değerli milletvekilleri, Manisalı bir vatandaşımız Güneydoğu'ya sadece askerlik yapmak için gitmemeli, o Mardin'e Başbakanın yaptığı gibi hukuku katletmek, hukuk yerine elektrikte helal ve haram kavramını getirmek için de gitmemeli. Manisalı kardeşimiz Mardin'e kız istemek için gitmeli, damadının ailesine veya damadının ailesiyle tanışmaya gitmeli, Mardin'in güzelliğini görmek için gitmeli, ömrüne ömür katmak için gitmeli ve döndüğünde Manisa'da bir bağ bozumunda "Turnam gidersen Mardin'e" ezgisini bir Ege türküsüymüş gibi mırıldanmalı, mırıldanabilmeli. Anlatmak istediğim, vatandaşlık, insanımızın devletle sadece uyrukluk ilişkisi içinde olan bağını ifade etmez, vatandaşlık esasen, asıl, insanlar arasındaki ilişkileri ifade eder.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisinin bölücü siyaseti nedeniyle gençlerimiz kendilerini etnik ve dinî kimliklere indirgemeye başladılar. İşte bundan ötürü, ben genellikle "Kürt sorunu" adı verilen bu sorunu, aynı vatanın bir parçası olan vatandaşlarımız arasında kardeşlik ve sevgi bağlarını koruma sorunu olarak görüyorum. Biz siyasilere düşen bu bağları güçlendirmenin koşullarını hazırlamak ve zayıflayan bu bağları güçlendirmektir. Yanlış anlamaları, ön yargıları, kasıtlı saptırmaları, cehaleti ve kabileci fanatizmi ortadan kaldırmalıyız.

Değerli milletvekilleri, bu iktidar artık kendini sorgulamalı çünkü siyasetçinin görevi, insanları etnik ve dinî inançları nedeniyle mağdur etmek yerine, eğer insanların etnik ve mezhepsel nedenlerle mağduriyetleri varsa bu mağduriyeti ortadan kaldırmaktır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakan Mardin'de bir konuşma yaptı ve orada, her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına aldığını söyledi. Aslında, bu konuşma, gerçekten, ileride gençlere gösterilmesi, bir fıkra olarak anlatılması gereken bir konuşma, kendi içinde dahi çelişen bir konuşma. Bir paragrafında asimilasyondan söz eden Başbakan, diğer paragrafında bin yıllık kardeşlikten söz etmiş. Şimdi ben Başbakana soruyorum: Asimilasyon çabaları mı doğruydu, yoksa bin yıllık kardeşlikten söz ettiğiniz o cümleler mi doğruydu? Doğrusu, bu Başbakanın yaptığı hiçbir şey beni artık şaşırtmıyor. Aslında, eskiden sabah söylediğini akşamüzeri inkâr eden bu Başbakan, şimdi aynı televizyon programının başında söylediğini sonunda inkâr eder hâle geldi. Aynı televizyon programında "Benim başkanlık talebim yok." diyen Sayın Başbakan, o programın sonunda başkanlık talebinin olduğunu Türk milletine ilan etti.

Değerli milletvekilleri, kibir böyle bir şeydir işte. Bir çeşit sarhoşluk hâlidir kibir. Dengeyi bozar, dilin ölçüsünü bozar, aklı kaydırır. Sayın Başbakan da kibre bağlı ağır bir sarhoşluğun içerisinde; akla gelen, akla gelmeyen mukayeseler yapıyor. Kurucu milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliğini ırkçılıkla eşitleyip bir kalemde harcamaya çalışıyor.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Hiç de onunla alakası yok.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Sarhoş cüretkârlığı içinde, memleketinin temellerini dinamitliyor. Üstelik, bunu büyük idealler uğruna yapmıyor, çoğu zaman maddi çıkar ya da güç devşirmek ve başkanlık sistemini getirmek için yapıyor. Ama unutmayın ki bu Meclisin rejim değiştirmeye anayasal olarak yetkisi yoktur. Korkarım ki bu sarhoşluk masasından her şeyi kaybetmiş olarak kalkacak Sayın Başbakan. Ayakları altında ezdiğini zannettiği Atatürk milliyetçiliğinin asıl o altında ezilecek.

Bir hekim olarak, değerli arkadaşlar, Başbakanın bu ağır sarhoşluk hâlinden bir an önce kurtulması için bir kibir tedavisine ihtiyacı olduğunu söylüyorum.

Roma Senatörü Cato her konuşmasını "Kartaca yıkılacak." diye bitirirmiş, ben de bundan sonra her konuşmamı "Ne mutlu Türk'üm diyene!" diye bitireceğim.

Saygılar sunuyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.