| Konu: | Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 99 |
| Tarih: | 07.06.2022 |
HDP GRUBU ADINA ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, Avukatlık Yasası tartışıyoruz ama aslında "avukatları hizaya getirme yasası" demek daha doğru olacak. Zira bağımsız bir yargı falan yok ülkede, tümüyle baskı altına alınmış, denetlenen bir yargı sisteminden bahsediyoruz ama buna karşı yargının kurucu unsuru olan avukatlar direniyor, baskılarınıza boyun eğmiyor. Siz de işte "Bu baskılara rağmen direnen avukatları yasa maddeleriyle nasıl alt ederiz?" onun derdine düşmüşsünüz ama size direnen avukatlardan ve yargılamak istediğiniz ama sizi yargılayan arkadaşlarımızdan bahsedeceğim, Kobani kumpas davasından bahsedeceğim, geçen hafta da bahsetmiştim hangi tür kumpaslarla yürüttüğünüzü ama bu hafta yeni kumpaslar olduğu için onlardan da bahsedeceğim.
Önceki haftalarda söylemiştim savunmaları alınmaya bile gerek olmadan delil tartışmasına geçilmişti diye. "Delil tartışması" dediğime bakmayın, ortada bir delil tartışması yok; kumpasta devamlı olarak "Bazı gerçek olmayan delilleri nasıl kullanırız?" diye bir yöntem var aslında ortada, başka bir şey de yok. Geçen haftalarda kumpas tanıkları duruşmalara geldi, kimi gizli tanık olarak kamera, görüntü olmadan güya dinlendi, güya bir ifade verdiler ve kumpas çöktü. Bu tanıkların kumpas tanığı olduğu, gerçek tanıklar olmadığı, uydurulmuş tanıklar olduğu açığa çıktı; bundan çok rahatsız oldu mahkeme heyeti ve iktidarınız tabii ki. Bundan huzursuz olan heyet bu hafta ne yaptı? Tanıkları duruşmaya çağırma gereği duymadı, karar aldı, dedi ki: "Duruşmada dinlenmelerine de gerek yoktur; ben emniyet aşamalarındaki, savcılık aşamalarındaki -mahkeme bile değil, dikkatinizi çekerim- ifadelerini burada okuyarak bunları delil olarak sayacağım." Şimdi, bu hukukun neresinde? Tanıklar neden duruşmaya getirilmiyor? Çünkü kumpas ortaya çıktı duruşma sırasında. Diğer tanıklara avukat arkadaşlarımızın yönelttiği sorularla ne yapmak istediğiniz açığa çıktığı için bu sefer tanıkları getirmeme kararı aldınız. Avukat arkadaşlarımızın buna dair itirazları olmak istedi, dediler ki: "Bu şekilde dinleyemezsiniz, hukuka aykırı bir işlem yapıyorsunuz." Bu itirazları da kabul etmediler. O zaman, avukat arkadaşlarımız ve yargılamak istediğiniz ama sizi yargılayan arkadaşlarımız "O zaman biz bu duruşmada kalmıyoruz ve duruşmadan çıkıyoruz." dediler. Bakalım bundan sonraki yargılamalarda hangi kumpaslarınızla karşı karşıya kalacağız, göreceğiz ama kumpaslarınız artık deşifre oldu, boşuna uğraşmayın; bizden size nasihat olsun.
Diğer bir dava, bugün Danıştay'da İstanbul Sözleşmesi'nin duruşması görüldü. Biz, kadınların, LGBTİ+'ların yaşam güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi'ni savunmak için ve "Öyle tek adam kararıyla, hep adam kararıyla sözleşmeden çıkamazsınız." demek için bugün kadınlar, kadın örgütleri, feministler, barolar, çocuk hakları örgütleri olarak hep beraber Danıştaydaydık. Biz, buradan bir kez daha tekrar edelim: İstanbul Sözleşmesi, kanunla yürürlüğe girmiş bir sözleşme; öyle tek adam kararıyla falan geri çekilemez, buna kadınlar izin vermez, bu tarz anayasa, hukuk tanımaz biçiminizi de hiçbir kadın kabul etmeyecek. Kimse şunu zannetmesin: Yaşamlarımızı tek adamın iki dudağı arasına bırakacağımızı düşünmesin. İstanbul Sözleşmesi'ne sahip çıkmaya "vazgeçmiyoruz" demeye devam edeceğiz. Zira, sözleşme bizim, sizin değil, sizin lütfunuz falan değil. Biz yıllarca mücadele ederek İstanbul Sözleşmesi'ni kazandık, kimseye bırakmaya da niyetimiz yok.
Şimdi, bu yasa... Bu yasa ne diyor? Diyor ki: "Ben avukatları zapturapt altına almak istiyorum." Ne yaptınız geçen sene? Bir yasa çıkardınız, çoklu baro sistemini getirdiniz. Niye? Çünkü barolar size itaat etmemişti, "efendim", "paşam" dememişti size. O yüzden, "Yeni yasal düzenleme çıkarıp çoklu baroyla acaba kendi barolarımızı yaratabilir miyiz?" diye düşünmüştünüz. Olmadı, üzgünüm sizin adınıza; olmadı, avukatlar direndi "Size biat etmeyeceğiz." dedi, "Neyi dayatırsanız dayatın, yandaş barolarınız olmayacağız, sizin baskılarınıza boyun eğmeyeceğiz." dedi. Sonra ne oldu? Baktınız, bununla çözemediniz, aslında o kadar da teşvik ettiniz, bir sürü de olanak sağladınız, olmadı; şimdi de "Acaba yandaş barolarımıza daha fazla kaynak aktarırsak, onlara ödenekleri daha fazla artırırsak biz, yandaş baro sayımızı artırabilir miyiz, avukatları sessizleştirebilir miyiz?" diye düşünerek bu adımları atıyorsunuz.
Komisyonlarda ne oldu? Barolar Birliğinin, baro başkanlarının, tüm avukatların itirazları vardı "Bu yasa teklifi hukuksuz, bu yasa teklifi adaleti tümden ortadan kaldıracak bir yasa teklifi. Çıkar sağlamak için yapıyorsunuz." dediler, "Bunu yapmayın." dediler. Ama tabii sizin derdiniz adalet, hukuk, demokrasi falan değil ki, yargı bağımsızlığı değil ki; sizin derdiniz "Aman yandaş barolarımızı nasıl çoğaltabiliriz?" O yüzden bu itirazları hiç dikkate almadınız ve Komisyondan geçirdiniz. Şimdi de benzer bir şey: Sıralarınız boş; zira, zaten tartışmaya da gerek duymuyorsunuz.
Şimdi, bu yasal düzenleme ne diyor? Diyor ki: "Mevcut durumda İstanbul Barosuna kayıtlı mesleki faaliyet yürüten 55 binin üzerinde avukat varken 2 no.lu baroda -son sicil numaraları, avukatın siciline göre- 2.672 avukat var. Şimdi, diyorsunuz ki: "Bu 2 bin avukata ben daha fazla mali kaynak sağlayacağım, yeter ki benim yandaşım olun." 2022 rakamları baz alınarak yapılacak bir paylaşımda 56 bin avukatın bulunduğu İstanbul Barosuna adli yardım ödeneğinden 3,5 milyon lira, 2.300 civarı üyesi bulunan 2 no.lu baroya aktarılacak. Yani İstanbul Barosunun yasa gereğince hak ettiği ödenek yüzde 14,06 oranında azalırken 2'nci baronun ödeneği yüzde 305,41 oranında artacak. Bu açık adaletsizlik sadece İstanbul'un 2 barosu arasında değil, bu 2'nci kurulan barolarla küçük illerdeki barolar arasında da bir eşitsizlik yaratacak; zira, bunların üyeleri bu 2'nci barolardan daha çok olmasına rağmen siz diyorsunuz ki: "Sayısı az olsa da ben yandaş baroma kaynak aktaracağım."
Aynı şey adli yardım büroları için de geçerli, diyorsunuz ki: "Adli yardımda da ben 2'nci baroları önemseyeceğim, onlara daha fazla kaynak aktaracağım, böylece adli yardım ücretleri beklenmeksizin ödenecek avukatlara. Bu, teşvik olacak avukatlar için; gelecekler, benim 2'nci barolarıma kaydolacaklar." Hayal görmeyin, avukatlar direnenlerdir, hak, hukuk savunucularıdır; sizin öyle parayla satın alma işlerinizle sizin yandaşınız falan olmayacaklar. Şunu bilin: Bu ülkede avukatlar, avukatlık yaptıkları için hapse atıldılar, işkence gördüler, polis tarafından darbedildiler, adil yargılanma talebiyle açlık grevlerinde yaşamlarını yitirdiler, mahkeme salonlarından atıldılar, hedef hâline getirildiler, eşitsiz, zor ekonomik koşullarda staj yapmaya çalışıyorlar ama asla boyun eğmiyorlar; ne yaparsanız yapın avukatlara boyun eğdiremeyeceksiniz.
Tabii, sizin saldırı dalganız sadece avukat alanıyla sınırlı değil. Bu ülkeyi ucuz iş gücü cehennemi hâline çevirdiniz işçiler için; evet, işverenler için cennet ama işçiler için cehennem, cehennem! İşçiler öyle ağır koşullarda çalışıyor ki artık buralarına gelmiş durumda, artık diyorlar ki: "Bu baskılarınıza boyun eğmeyeceğiz." Bir örnek: Metal fabrikası Pres-San'da düşük ücret ve kölelik koşullarına karşı işçiler Tüm Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikasına üye oldular. İşçiler sendikaya üye oldukları için, sendikal faaliyet yürüttükleri için ocak ayından itibaren sistematik biçimde baskı ve mobbinge maruz kaldılar. Bu da yetmedi, sendika üyesi olan 2 işçi sendikal faaliyetleri nedeniyle işten atıldı. Şimdi, Pres-San patronu sarı sendikayı devreye sokarak diyor ki: "Gelin, o sendikaya değil benim sendikama üye olun." Bunun için de işçilerin e-devlet şifrelerini kırarak, alarak işten çıkarma tehdidiyle, baskıyla bu yandaş sendikaya üye yapmaya çalışıyor. İşçileri rızası dışında sendikaya üye yapmak suç ama Çalışma Bakanlığının umurunda mı? Zira, o zaten patronun yanında. Bu da yetmiyor, ne yapıyorsunuz? Polisi, panzeri yığıyorsunuz, direnişin önüne geçmeye çalışıyorsunuz ama bunların hiçbiri işçilerin direnişi karşısında çare olmayacak. İşçiler diyor ki: "Tüm baskı, tehdit ve saldırılarınıza karşı 16'ncı günümüzdeyiz, kazanana kadar da direnmeye devam edeceğiz, baskılarınıza boyun eğmeyeceğiz."
Yine, direnen diğer işçi arkadaşlarımız, Enerjisa işçileri örgütlendiler, sarı sendikayı reddettiler, devrimci bir sendikaya, DİSK ENERJİ-SEN sendikasına üye oldular; baskıya maruz kaldılar, mobbinge maruz kaldılar, düşük ücrete maruz kaldılar ama buna rağmen direnişlerini sürdürdüler, bugün 72'nci günündeler. Ankara'da başladılar, Eskişehir'de devam ettiler, İzmit'te devam ettiler, şimdi İstanbul'da direniyorlar; "Haklarımızı istiyoruz." diyorlar. Peki, ne oldu? İktidarınız ne yaptı? Kaymakam hemen yasak kararı getirdi işçilerin eylemlerine, hak aramaların önüne geçmeye çalıştı, bir kez daha sermayeden yana tutum aldı. Yetmedi, işçileri gözaltına aldırdınız, ters kelepçe yaptınız, darbettiniz, işçileri haklarından vazgeçirmeye çalıştınız. İktidarınız kimin iktidarı? İşçinin, emekçinin iktidarı mı yoksa sermayenin iktidarı mı? Bu örnekler aslında kimin iktidarı olduğunuzu çok açık gösteriyor. Sendikalı olmak isteyen işçiye işverenin saldırısı karşısında işçinin yanında değil, sermayenin yanında yer alan bir iktidar kimin iktidarı olduğunu çok açık olarak ortaya koyuyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) - Yine, direnen diğer bir işçi arkadaşımızdan bahsedeyim, Yemeksepeti işçisi Doğu Yılmaz. O da sendikal faaliyet yürüttüğü için, hakkını aradığı için işten atıldı. Yemeksepeti işçileri -hatırlarsınız- daha önce de çokça direniş yaptılar, haklarını talep ettiler, "Esnaf kuryeyi reddediyoruz." dediler. Esnaf kuryenin ne olduğundan haberiniz var mı? Sendikasızlığı, güvencesizliği, sigortasızlığı dayatan, bütün masrafları işçiye yükleyen, emekçiye yükleyen ve böylece kazancına kazanç katan bir yöntem olarak dayatıyorlar ve aynı zamanda performans adı altında "hız odaklı çalışma" denen, aslında kölelik koşullarında çalışmayla kuryeler canlarından olmaya devam ediyor. Sürgüne gönderiliyorlar, hak aradıkları için işlerinden atılıyorlar. İşte bu Yemeksepeti işçilerinden Doğu Yılmaz da haksız hukuksuz işten atıldığı için on altı gündür direnmeye devam ediyor.
Tüm direnen işçilerin yanında, sermayenin düşmanlığı karşısında durmaya, biz de birlikte dayanışma göstermeye devam edeceğiz. (HDP sıralarından alkışlar)