| Konu: | Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 101 |
| Tarih: | 09.06.2022 |
RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bu teklif konusunda ilk söyleyeceğim şey şu: Teklifte imar ve çevrenin beraber ele alınıyor olması çok ironik olmuş gerçekten. Yani iktidarın inşaat ve imar sevdasını göz önünde bulunduracak olursak ikisinin aynı torba içerisine konulmuş olması, çevre aleyhine bir sonuç yaratma ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu bize gösteriyor. Bakalım yaratacak mı, yaratmayacak mı?
Şimdi, ne söylüyorsak açık söylemek lazım, direkt söylemek lazım. Bu kanun teklifinin çevreyle ilişkili kısmı eğer Marmara Denizi'nin korunması ise bunun çok direkt yolları var, çok direkt yöntemleri var. Böyle dolaylı ifade ediş biçimleriyle bu işin altından kalkmak ne yazık ki mümkün değil. Kanun teklifinde baştan itibaren yazılmış "Baraj ve göllerin maksat oranları Cumhurbaşkanına bağlanacak." Ya, buna ne gerek var gerçekten? Hani, Cumhurbaşkanı bunu hobi olarak mı yapacak, bu kadar bol mudur zamanı? Bunu yapacak başka kurumlar yok mu? İşte, çevre yönetim hizmetleri, çevre gözetim birimi, danışmanlık firmaları gibi atık su arıtma faaliyetinin özel sektöre ihale edileceği, yap-işlet-devretle buraların özelleştirileceği adımlar atılmış. Bunun pratik anlamı nedir arkadaşlar? Pratik anlamı şudur: Atık su arıtmada ne kadar az arıtırsan o kadar çok para kazanırsın. Bunu sen özele verirsen bu, şu anlama gelecektir: Sen buradan para kazan. E, onu işleten, o işletmeyi kuran ne kadar az elektrik, ne kadar az ara mal, ne kadar az emek kullanırsa o kadar çok para kazanır. Dolayısıyla arıtma işi -Komisyonda da daha önce de dönem dönem söylediğim gibi- kamusal bir meseledir. Eve suyun getirilmesi nasıl kamusal bir vazifeyse, kamunun, kamu kurumlarının vazifesiyse, atık suyun arıtılması da böyle bir şeydir. Siz bunu bir kesimin eline verirseniz, birileri bundan harbiden para kazanır. Para kazanır ama nihayetinde denetleyemezsiniz bile o suyun ne düzeyde arıtılıp artırılmadığını.
Şimdi, denizi kirleten tesislere sorumluluktan bahsediliyor, işte, cezaların artırılmasından bahsediyor. Ya, arkadaşlar, inzibati tedbirlerle çözebileceğimizden çok daha fazla bir sorunlar yumağıyla karşı karşıyayız ne yazık ki çünkü Marmara can çekişiyor. Denilecek ki: "Yahu, kardeşim, siz hep böyle beğenmiyorsunuz, eleştiriyorsunuz; siz ne diyorsunuz?" Biz şunu diyoruz değerli arkadaşlar: Temizlemenin en kolay yöntemi kirletmemektir bir defa. Dolayısıyla atık su deşarjının engellenmesi temeldir; bir başka deyişle, Marmara Denizi'nin alıcı ortam olarak kabul edilmesi sürdüğü sürece Marmara Denizi'nin temizlenmesi mümkün değildir. Marmara Denizi alıcı ortam olamaz. Neden olamaz biliyor musunuz? Zaten Bakanlığın atık su bertaraf yönetmeliğinde diyor ki: "Ya, sudaki çözünmüş oksijen yüzde 90'ın altına düşerse buraya deşarj yapamazsınız." Bu, şu anlama gelir: Suya attığınız kirletici maddelerin -bunlar kimyasal ya da biyolojik faktörler olabilir- oksitlenmesi için belli bir oksijen miktarına ihtiyaç vardır, bu oksijen miktarı düştüğünden dolayı... Oksitlenmenin olmaması sadece onların yok olmasına değil, aynı zamanda canlı hayatının da yok olmasına sebep olacaktır. Yani mevzuat var bu konuda. Dolayısıyla biz bir yasa yapacaksak öncelikle böyle derin analizler yapmaya gerek yok, var olan, geçerli olan mevzuatı bir defa uygulamak lazım. O mevzuat emredici hükme sahip "Marmara Denizi'ne atık su deşarjı yapamazsınız." diyor; bir.
İkincisi, derin deşarjdan vazgeçmek gerekir. Bakın, Marmara Denizi'ni bu hâle getiren derin deşarjdır. Dalan "Marmara'yı gözlerim gibi yapacağım." dediğinde ve güney Haliç kolektörleri vasıtasıyla Haliç'in çamurunu Marmara'ya bastığında çok kısa süre içerisinde -biliyorsunuz- Ahırkapı'dan Kadıköy'e, oradan Kartal'a, Pendik'e ve Adalar'a kadar geniş bir alanda inanılmaz balık ölümleri meydana geldi çünkü oksijen miktarı hayvanların yaşayabileceği kritik sınırın altına inmişti. Bu ortalama 5 miligramdır litrede, şu anda Marmara Denizi'nde birçok yerde 2 miligram, daha dibe doğru 2 miligramın altında ve pek çok yerde oksijensiz alanlar ortaya çıkmış. Bu ne demek biliyor musunuz ne anlama geliyor? Bu şu anlama geliyor: Kardeşim, çöp dahi atamazsın, Marmara Denizi'ne deşarj yapamazsın. Şimdi, bir yasa yapılacaksa ve gerçekten niyet Marmara Denizi'nin temizlenmesiyse arkadaşlar, bir defa "Karada olan karada kalır." prensibine uygun hareket etmek gerekir. Bunun yöntemi de öncelikle atık su deşarjını ortadan kaldırmaktır. Peki, bakalım nerelerden atık su deşarjı var. Evet, İstanbul'dan ciddi miktarda bir atık su deşarjı söz konusu ve bunun büyük bir kısmı, gerçekten, sadece kaba kirleri alınarak, elekten geçirilerek denize veriliyor. Bu denize verilme hikâyesinin geri planında ne var biliyor musunuz? Bir dönem de birileri çıktı, dedi ki: "Ya, bu Marmara'nın altında böyle bir akıntı var Karadeniz'e doğru. Buraya attığınız bütün pislikler Karadeniz'e gider. Karadeniz'de de dipte hayat olmadığı için atın, gitsin." Oysa bu daha sonra pek çok oşinograf tarafından, deniz bilimcisi tarafından çürütüldü. Attığınız bütün kirlilik dönüyor, dolaşıyor ve Marmara'ya geri dönüyor. Dolayısıyla derin deşarjı da ortadan kaldırmak lazım. Evet, İstanbul'un büyük bir deşarj kaynağı olduğunu biliyoruz, 6 milyon metreküp civarında ama mesela niye Ergene'yi hiç konuşmuyoruz? Defalarca söyledim, bu kürsüden de söyledim, Ergene derin deşarjından denize bırakılan suyun içerisinde sadece azot, fosfor falan yok; aynı zamanda boyalar var, siyanür var, envaiçeşit kimyasallar var çünkü Ergene Nehri boyunca 2 bin tane sanayi tesisi var; bunlar metal işliyorlar, tekstil üretiyorlar, boyama yapıyorlar, şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar. Dolayısıyla Marmara'nın kirlenmesinin başat sebebi olan Ergene derin deşarjını görmeden adım atmak mümkün değil, Ergene zehir kusuyor Marmara'nın içerisine. Bakanlığın bu konuda raporu var ya! Ben söylemiyorum, Çevre Bakanlığının "Ergene derin deşarjı devreye girdiğinde Marmara'daki kirlilik 3,5 kat artacaktır." diye raporu var; ben söylemiyorum yani Bakanlığın var, açın bakın. Dolayısıyla oradaki meseleyi çözmek lazım.
Orada ekolojiye ve insan yaşamına o kadar aykırı bir şey var ki... Bakın, bu firmalar para kazanıyor değil mi? Dünyanın parasını kazanıyorlar oradaki fabrikalar. Oradaki akiferlere borularını daldırmışlar, hepimizin, bütün hayatın ortak varlığı olan suları diledikleri gibi çekiyorlar, kirletiyorlar ve Marmara'ya veriyorlar. Bu "Orayı arıtayım." diyerek, onun önüne arıtma tesisi kurarak çözülmez. Onlara "Şöyle bir gel bakayım sanayici kardeşim. Senin bu metayı üretmek için günde 100 litre suya ihtiyacın varsa al sana 100 litre su. 101 litreyi aşağıdan çekemezsin. Bunu arıt arıt yeniden kullan." demek lazım. Bu kişiler, sermaye, para kazanırken kendi kazanıyor, pisliğini de bizim üzerimize ihale ediyor. Bu vicdani mi Allah aşkına ya!
Başka neler var? Mesela, Susurluk havzasından inanılmaz bir tarımsal kirlilik geliyor. Geçtiğimiz günlerde arkadaşlar Bursa'daydılar. Bursa Nilüfer Deresi zehir akıyor. Bunlar bilinen şeyler. Peki, bu mu yalnızca? Bakın, bunlar var, bunların deşarjı mutlaka engellenmeli ama iktidarın inşaatçı kafası Marmara'yı kirletmeye devam ediyor. Marmara bu kadar kirlenmişken, canı burnuna gelmişken Allah'tan reva mı ya, Balıkesir-Çanakkale birleşik sahil yolu projesi yapmak, 1.700 kilometreye beton dökmek, çekek yerleri, yat limanları, şunları bunları yapmak akıl işi mi Allah aşkına ya? Kanal İstanbul'u yapıp Küçükçekmece lagününü yok etmek, 5 milyon kişiyi oraya yerleştirmek suretiyle onların bütün kirliliğini Marmara'ya boca etmek; bu akıl kârı mı Allah aşkına? Yani biri bize çıksın desin ki: "Ya, biz gerçekten bu Marmara'yı temizlemek istiyoruz." O zaman bakacağız icraatlarınız nelerdir? Marmara çevresinde hâlâ inanılmaz bir inşai faaliyet sürüyor. Bakın, Marmara Adası'nda, çok büyük bir kısmına "ÇED Gerekli Değildir" raporu verilmiş olan taş ocakları çatır çatır çalışıyorlar. Bunların ürettiği kirlilik oradaki mercanları, oradaki deniz dibi bitkisel hayatı ciddi biçimde riske sokmuş durumda. Şimdi, bunları konuşmadan böyle bir yasayla, böyle bir teklifle bu meselelerin çözüleceğini düşünüyor olmak gerçekten saflık yani olması mümkün değil bu tür şeylerin.
"Mapa ve şamandıra" diye bir şeyler yazmışlar. "Mapa ve şamandırayla koyları toparlayacağız." deniyor. Arkadaşlar, mapa ve şamandıra şöyle şeyler...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
RIDVAN TURAN (Devamla) - Siz o koya mapa ve şamandıraları koyduğunuzda oraya, o koylara onlarca, belki yüzlerce yat demirleyecek. Zaten bu sahiller, sığlıklar balıkların sığınma ve üreme alanlarıdır. Buralardaki deniz ekosistemini daha fazla bozacak, orası vatandaşa kapalı hâle gelecek, bir avuç burjuvazinin, sermayedarın yatlarını demirlediği yerler hâline gelecek. Bunların başka yolları ve yöntemleri var; bunları böyle görmek lazım.
Aslında, daha konuşulacak çok fazla şey var ama netice olarak şunu söyleyeyim: Bu teklif çevre sorununu ve Marmara sorununu imarın gözünden görüyor. İmarın gözünden ekolojiye bakarsanız her şeyi inşaat gibi görürsünüz, rant gibi görürsünüz. Burada da hayra dönük hiçbir şey elde edemezsiniz, aynı buradaki hükümlerde yer aldığı gibi.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)