| Konu: | Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 101 |
| Tarih: | 09.06.2022 |
HDP GRUBU ADINA OYA ERSOY (İstanbul) - Sayın Başkan, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, bu teklifin adı "çevre"yle başlıyor ama içeriği tamamen rant olan bir kanun teklifi. Teklifin gerekçesinde, sadece Çevre Kanunu'ndaki değişiklikleri ilgilendiren kısımda -hani genellersek- birincisi müsilajın engellenmesi ve çevrenin korunması; ikincisi de su varlıklarının korunması, arıtılmış atık suyun yeniden kullanımının teşvik edilmesi... Bunlar da daha çok iklim krizine bağlanıyor. Evet, iklim krizi diye bir canavar var ve bu canavar başımıza gelen her türlü melanetin sorumlusu; sellerin, yangınların, müsilajın, her şeyin sorumlusu bu.
Peki, iklim krizi ne? İklim krizi bir sonuç arkadaşlar. İşin özü, neoliberal politikaların yarattığı bir ekolojik krizdir ve bu ekolojik kriz bu politikalar değişmeden gitmez. Sermayenin doğa üzerinde tahakküm kurma ve doğadan yalnızca rant sağlama düzeni doğal varlıkların, dünyanın ve tüm canlı yaşamının sonunu getiriyor, herkes bunu bilerek hareket etsin. Biz bu nedeni, sorumlusunu göz ardı ederek bu sonucun etkilerini azaltmaya çalışarak hiçbir şey yapamayız, bunların hiçbiri başarılı olmaz; sadece bir krizi yönetmekten ibarettir, yönetme çabasından ibarettir.
Siz, bu krizi de sermaye için bir fırsata çevirip iklim krizinin yani ekolojik krizin sonuçlarını yönetmeyi de ranta açıyorsunuz. İşte, getirdiğiniz bu yasa teklifinde çevrenin korunması yok, doğanın talanının engellenmesi yok, su varlıklarının korunması yok; tam tersine, şirketlerinize yeni kâr alanları yaratmak var ve tabii, her zamanki gibi bir de saraya yetki var.
1'inci maddeden başlayalım. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından inşa edilen baraj, gölet ve diğer depolama tesislerinin maksat oranlarının Cumhurbaşkanı tarafından belirlenip değiştirilmesine imkân veriliyor ve bu kanun yürürlüğe girdiğinde Cumhurbaşkanı kendisine verilen bu yetkiyle çoğu büyükşehir belediyelerinde bulunan içme suyu barajlarının kullanım yöntem ve oranlarını belirleyebilecek ve istediği dereye HES kurabilecek. Yani 1'inci maddede ne var? Su varlıklarının tamamen tekelleştirilerek ticarileştirilmesi var, bölgesel olarak suyun içmede, tarımsal alanlarda ya da enerjide kullanımının sermayenin çıkarı doğrultusunda yönetilmesi var ve bu konuda AKP Genel Başkanına tam yetki var.
İktiranız boyunca, yıllardır, su hizmetini özelleştirdiniz; zaten her şey buradan başladı. O, su, pet şişelere girdi ya -hani, karikatürize ederek söylüyorum- buradan başladı ve sulama kanallarına, su kuyularına sayaç taktınız; suyu alınır, satılır bir meta hâline getirdiniz. İçme suyu havzalarının üzerinde maden ruhsatları verdiniz ve vermeye de devam ediyorsunuz; endüstriyel tesisler kurulmasına göz yumdunuz, hatta içme suyu havzalarını imara açtınız. En büyük zararı da HES'lerle yaptınız, su havzalarını bütünleşik olarak o şirketlerin kullanımına sundunuz ve derelerin üzerine kurduğunuz HES'lerle aslında amaç öyle, elektrik üretimi vesaire değil suya sahip olmak, şirketlerin suya sahip olmasıdır. Pek çok vadide HES yapan şirketler tünellerle diğer vadiden derelerin sularını toplayarak yer altı sularını kendi borularına ve kanallarına aktarıyor ve HES'ler nedeniyle derelerdeki sular bitiyor, azalıyor; tünellerle santrale taşındığı için vadilerde kilometrelerce boyunca derelerin neredeyse kuruma aşamasına geldiğini görüyoruz. Siz, su varlıklarını kuruturken, tüm bu yaptıklarınızla yani yağma ve talan politikalarınızla, halka da dönüp diyorsunuz ki: "Suyu tasarruflu kullanın."
Bakalım, TÜİK verilerine göre bile, kişi başına su tüketimi -bölgelere göre değişmekle birlikte- 35-40 metreküp, bunu geçmiyor; buna karşın Avrupa Birliği ortalaması yıllık 100 metreküpün üstünde ve üstelik birçok Avrupa ülkesinde çeşmelerden akan güvenilir su ücretsizdir. Ülkemizde yaşayan her bireyin, her yurttaşın güvenilir temiz suya kolay ve parasız ulaşma hakkı vardır ve damacana şirketlerine biz para ödemek zorunda değiliz ama bunun için sizin suyun ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi projelerinizden, politikanızdan vazgeçmeniz lazım.
Yapılması gereken belli; su varlıklarının korunması için doğadan ve halktan yana, planlı ve ihtiyaca yönelik su, gıda ve enerji politikalarının oluşturulması şart. Zaten yetersiz olan tatlı su varlıklarımız madencilik, endüstrileşme ve çarpık kentleşme tehditlerinden korunmalı ve su havzalarımız her türlü imara kapatılmalıdır.
Su varlıklarını tehdit eden en önemli sorunlardan biri de derelerin, nehirlerin, denizlerin kronik kirlenme sorunudur. Sanayileşme ve üretim sonrasında ortaya çıkan atıkların denizlere atılması ve gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle deniz, dere ve su varlıklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Geçen sene yaşanan o müsilaj sorunu var ya, o da bunun görünen yüzüdür. Marmara Denizi'nde müsilaj oluşumunun en önemli nedeni kirlilik yükü çok yüksek olan evsel ve endüstriyel atık sulardır, bunlara hayvancılık ve tarımda ortaya çıkan atık suların da doğrudan Marmara Denizi'ne deşarj edilmesini ekleyebiliriz,.
Bakın, Ergene derin deniz deşarjı; Marmara Denizi'nde müsilajın oluşmasının en önemli nedeni olarak bu gösteriliyor. Marmara Denizi'nde derin deşarjı öneren, bütün atıkları olduğu gibi Karadeniz'e taşıyan politikanız olduğu sürece Marmara Denizi'ni temizlemeniz mümkün değil. Gerçekten müsilaj sorununun çözülmesini istiyorsanız ve çevreyi korumak istiyorsunuz madem, şunları yapacaksınız: Müsilaja neden olan atıkların derin deşarj yöntemiyle denize bırakılması derhâl durdurulacak. "Derin deniz deşarjı" ve "alıcı ortam" kavramları bütün kanun ve yönetmeliklerden çıkarılacak yani mevzuattan çıkartın, kafanızdan da çıkartın bunu. Arıtılan suların alıcı ortama verilmesinden ziyade tekrar kullanılmasına dönük planlar yapılmak zorunda ve arıtılmış suyun karada kullanılmasının esas olması önemli bu konuda.
Atık suyu arıtmak ve kullanmak çevrenin, ekolojik dengenin, tarım alanlarının, yaşam alanlarının ve halk sağlığının korunması için çok önemli. Oysa siz ne yapıyorsunuz? Bu teklifle, arıtma hizmetini kamusal hizmet olmaktan çıkarıp özel sektöre ihale etmenin yasal zeminini oluşturuyorsunuz -yani bu anlamda da şirketleriniz kâr etsin- ve kâr edebileceği bir meta hâline dönüştürüyorsunuz. Şirketlerin amacı -adı üstünde, şirket; Ticaret Kanunu'na da bakın, meta-kâr elde etmektir ve kâr elde etmek için ne yapar? Az maliyet, çok kâr; ne kadar az maliyet olursa o kadar çok kâr yani ne kadar az arıtırsa, girdi maliyetlerini ne kadar düşürürse o kadar çok kâr edecek. Ve atık su arıtmanın özelleştirilmesi demek, aslında atık suyun arıtılmaması demek.
Yine, atıkların toplanma, taşınma hizmetleri, atık işleme, geri kazanım ve bertaraf tesisleri ile mapa ve şamandıraların yap-işlet-devret modeliyle özel sektör tarafından yapılması, onarılması ve işletilmesinin önünü açıyorsunuz bu teklifle ve tesislerin, bilimin gereklerine göre değil, tam bir kârlılığa göre yönetilmesi ve yine şirketlerin kâr etmesi esası var, bu geri dönülemez tahribatlar yaratır. Denizlerin, su varlıklarının, ekolojinin korunması, halkın ve doğanın yararına kamusal politikalarla ve kamusal denetimle olur. Su varlıklarının korunması, şirketlerin kârlılık hesaplarına bırakılamaz, teslim edilemez. Arıtma ve geri dönüşüm politikaları, halkın ve doğanın çıkarı için kamu tarafından yürütülmek zorundadır.
Teklifte yer alan bir diğer husus da iki yıl önce kurulan ve çevre politikaları üzerindeki kamu denetiminin kaldırıldığı Çevre Ajansının yetkilerinin genişletilmesi ve yine bunun özele devredilmesi. Evet, bu yasa teklifi geçerse tüm Türkiye kıyılarını kapsayan mapa ve şamandıra ihale verme yetkisi Çevre Ajansı Başkanlığına verilecek. Hemen hatırlayalım, Fethiye ve Dalaman'ın dünyaca ünlü koylarına 127 mapa ve 47 şamandıra ihalesi yapılmıştı. Kime verilmişti? Eski bir AKP milletvekiline verilmişti bu ihale ve halkın tepkisiyle bu ihale iptal edildi. İşte, bu yasa teklifi bu izni Çevre Ajansına veriyor ve doğal sit alanları yok edilecek, hatta Kıyı Kanunu kapsamındaki alanlar Çevre Ajansının kullanımına verildiğinde Ajans buralara özel şirket kurabilecek veya özel şirketlere devredip işletebilecek. Koylar, yat sahiplerine tamamen teslim edilecek, halka kapatılacak. Evet, iktidarınız boyunca yaptığınız en istikrarlı şey, doğayı ve kentleri sınırsız sermayenin yağma ve talanına açtınız ve ekonomik krizden çıkış yolu olarak da doğayı bir meta olarak -kentlerimizi, evlerimizi, barınma hakkını hiçe sayarak- görmeye devam ediyorsunuz.
İki gün önce başladı, Çekmeköy Belediyesi, deprem toplanma alanı olan ilçenin en büyük ikinci parkına dozerleri yığdı, iş makinelerini soktu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
OYA ERSOY (Devamla) - Evet, Çekmeköy'de halkın parkını dozerlerle, iş makineleriyle yapılaşmaya açmak istiyor ve Çekmeköy halkı orada direniyor.
Yine, memleketim Edremit'e bağlı Kazdağı Millî Parkı'nda 80 dönüm arazi telle çevrilerek iş makineleri ve kepçeler sokuldu, beton hafriyatlar alana yığıldı. Ya, insanların, bu halkın parkından, doğasından elinizi çekin.
Yine, Okmeydanı'nda Fetihtepe Mahallesi'nde "kentsel dönüşüm" adı altında rantsal dönüşüm projesini hayata geçirmeye çalışıyorsunuz. İnsanların mahallesine polis zoruyla girdiniz, polis soktunuz, elektriğini, doğal gazını kesmeye kalktınız ve o kestiğiniz evlerde, kapılarını kırdığınız evlerde insanlar oturuyor, yaşlılar oturuyor. Bugün herkes kapısının önüne içeride o astım hastalarının, yaşlıların kullanmak zorunda olduğu makineleri koydu ve size bağırıyor, haykırıyor ve diyor ki: "Evlerimizden elinizi çekin." (HDP sıralarından alkışlar)