GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin Milli Çıkarlarına Yönelik Her Türlü Tehdit ve Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Libya'daki Gayrimeşru Silahlı Gruplar ile Terör Örgütleri Tarafından Türkiye'nin Libya'daki Menfaatlerine Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek, Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Milli Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Libya Halkının İhtiyacı Olan İnsani Yardımları Ulaştırmak, Dönemin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Tarafından Talep Edilmiş Olan ve Bilahare Kurulan Milli Birlik Hükümetinin de Gerek Duyduğunu Bildirdiği Desteği Sürdürmek, Bu Süreç Sonrasında Meydana Gelebilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Yüksek Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde,
Yasama Yılı:5
Birleşim:105
Tarih:21.06.2022

AK PARTİ GRUBU ADINA FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - Sayın Başkan, Gazi Meclisimizin değerli üyeleri; Libya tezkeresinin 2 Temmuz 2022 tarihinden itibaren on sekiz ay daha uzatılması hakkındaki Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye-Libya kardeşliği tarihî kökleri olan, dört yüzyıla yakın birliktelik barındıran, çok yakın akrabalık ilişkileri olan, kardeşlik ilişkileri olan, kültürel ve inanç bağı olan önemli bir ilişkidir. Bu kardeşliğin, her kritik dönemde gerek Türkiye tarafından gerek Libya tarafından gereğinin yerine getirildiğini müşahede ediyoruz. Bakınız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de bizzat rol aldığı, mücadele verdiği İtalya'ya karşı Libya'nın bağımsızlık mücadelesinde Türkiye üzerine düşeni yapmıştır. Daha sonraki süreçte, Kıbrıs savaşında Libya üzerine düşeni yapmıştır.

Şubat 2011'de Kaddafi rejiminin devrilmesinden sonra ortaya çıkan kaos, kargaşa ortamı Libya'da çok önemli bir sürecin başlamasına sebep oldu. Evet, bu süreçte Libya halkı ciddi acılar çekti, ciddi sıkıntılar çekti; Libya'da istikrar tamamen kayboldu, kardeş kanı dökülmeye başladı ve bu olayların üzerine, her zaman olduğu gibi, Birleşmiş Milletler gecikmeli olarak 17 Aralık 2015'te Suheyrat'ta bir Libya Siyasi Anlaşması tesis etti ve bu anlaşma gereği 2259 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı'yla Ulusal Mutabakat Hükûmeti Libya'nın tek ve meşru hükûmeti olarak ilan edildi. Bu hükûmetin varlığını kabul etmeyen General Hafter'in 4 Nisanda başlattığı saldırılar Libya'da çok ciddi bir istikrarsızlık oluşturdu. Hedef, başkenti ele geçirmek ve Libya'da Birleşmiş Milletlerin de tek ve meşru olarak tanıdığı hükûmeti devirmekti. İşte bu ortamda Ulusal Mutabakat Hükûmeti -daha sonra ismi "Ulusal Birlik Hükûmeti" olarak değişti- 2019 Aralığında Türkiye'den yardım istedi, Türkiye'den destek talep etti ve 2 Ocak 2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhurbaşkanlığı tezkeresini burada görüştü ve kabul etti. Evet, Türkiye'nin desteği bundan sonra Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetinin arkasında oldu. O günden bugüne yaklaşık iki buçuk yıl geçti, otuz ay geçti. Peki, otuz ayda ne oldu? Otuz ay önce burada bu tezkereye karşı çıkan muhalefetin acaba argümanları gerçekleşti mi, endişeleri gerçekleşti mi yoksa bugün, iki buçuk yıl öncesine göre daha sakin, göreceli daha istikrarlı, barışın daha fazla konuşulduğu bir Libya mı var? Bu soruya cevap vermek durumundayız.

Evet, Türkiye'nin desteğiyle Ulusal Mutabakat Hükûmeti öncelikle kendine yöneltilen saldırıları durdurdu, kaos ve istikrarsızlık önlendi, sahada geçici de olsa bir sükûnet sağlandı ve artık Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde yapılacak görüşmeler için psikolojik bir ortam oluştu. Bakınız, her iki taraftan bir tanesinin mutlak galibiyeti görüşmeler için psikolojik ortamı zehirler. Güçler dengesi ancak bir araya gelme, konuşma, müzakere etme ve sorunları masada müzakere yoluyla çözme imkânı sağlar. Onun için, psikolojik ortamın oluşması önemliydi; işte, Türkiye'nin Libya'ya asker göndermesi, oradaki meşru hükûmete destek vermesi öncelikle bu psikolojik ortamı sağladı.

Evet, muhalefetin endişeleri gerçekleşmedi. 2022 Ocağında ve 22 Aralıkta buradaki Meclis görüşmelerinde muhalefetin ortaya koyduğu o argümanların hiçbiri sahada gerçekleşmedi. Arzu etmediğimiz bazı olaylar oldu ama bugün gelinen noktada Libya'da görece sükûnet var, Libya'da bir ateşkes ortamı var ve Libya'da müzakerelerin yürütülmesine yönelik zaman zaman aksasa da, kesintiye uğrasa da bir irade var. Bu, aslında Libya'da Türkiye'nin varlığının ortaya koyduğu bir başarıdır, Türk Silahlı Kuvvetlerinin orada bulunmasının Libya halkına getirdiği huzur ve güvenliktir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu noktada, bugün, özellikle İYİ Parti sözcüsü Sayın Aydın Adnan Sezgin'in konuşmasını büyük bir dikkatle izledim, İYİ Parti'nin şu andaki tezkereye "evet" oyu vereceğini ifade etmesinden de büyük bir memnuniyet duydum çünkü hakikaten dış politika, uluslararası konular partiler üstü ele alınması gereken... Evet, biz, iktidar olarak muhalefetin her türlü eleştirisini dikkate almak durumundayız ama muhalefet de baştaki endişelerin ortaya çıkmamasından dolayı tavır değişikliğini de bir erdem olarak görmeli ve bu noktada tavır değişikliğini gerçekleştirebilmeli. Ben, İYİ Parti Grubuna bu açıdan teşekkür ediyorum.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Faziletimizi anladığınız için biz de size teşekkür ediyoruz.

FİKRİ IŞIK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu süreçte, adil ve kalıcı barış için inisiyatif aldığını ve her zaman diyalog ve uzlaşmadan yana olduğunu bir kez daha gösterdi.

Bakınız, değerli arkadaşlarım, burada eleştiri yapan, eleştiriyi biraz da eleştiri sınırlarının dışına çıkaran arkadaşlarımız için özellikle söylüyorum: Hükûmetimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinden aldığı bu yetkiyi son derece dikkatli kullandı, yerinde kullandı, gerektiği kadar kullandı, yeterli ve ölçülü kullandı. Ne ülkeyi birtakım gereksiz gerilimlere soktu ne de Libya'daki durumu daha kötüleştirecek adımın atılmasına vesile oldu; buna müsaade etmedi. Birleşmiş Milletlerin, klasik tavrını biliyorsunuz, "Önce bir izleyelim, birbirlerini yesinler, ondan sonra bakarız." anlayışı vardır. İşte, Bosna'da, Srebrenitsa'da, Avrupa'nın göbeğinde yaşananları bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Dünyanın pek çok yerinde "Önce izleyelim, sonra icabına bakarız." anlayışıyla hareket etmişti ama Türkiye, Libya'da kardeş kanı dökülmemesi için alması gereken inisiyatifi aldı ve bunda da başarılı oldu.

Evet, bugün, özellikle hem Libya'nın istikrarı hem Libya halkının huzuru ve güvenliği açısından Türkiye yapması gerekeni yaptı ama aynı zamanda Türkiye kendi ulusal çıkarlarının gereğini de yerine getirdi. Bu süreçte -biraz önce Değerli Grup Başkan Vekilimiz de çok güzel ifade etti, diğer arkadaşlarımız da söyledi- 2 önemli mutabakat muhtırası imzalandı; birincisi, Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası; ikincisi de Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası.

Değerli arkadaşlar, bu mutabakat muhtırasıyla, özellikle Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası'yla Türkiye Yunanistan'ın yapmak istediği oldubittiye çok net bir cevap verdi, "Kimse Türkiye'nin mavi vatanına yönelik oldubittilere yeltenmesin, bunun sonucu olur." diye Türkiye bunu çok net şekilde ortaya koydu. Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle bu konuda yapılan anlaşma Türkiye'nin elini güçlendirdi, elini kuvvetlendirdi ve uluslararası alanda da Türkiye'nin pozisyonunu daha da güçlendirdi. Evet, Türkiye, mavi vatandan asla taviz vermez; Türkiye, bir karış toprağından asla taviz vermez, bununla ilgili gereken her türlü tedbiri almaktan da asla ve asla çekinmez.

Bu arada, tabii ki şunu da özellikle ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, Akdeniz, tarihin her döneminde çok önemli jeostratejik konumu olan bir bölge. Ta beş bin yıllık tarihte sadece coğrafi keşiflerin yapılmasından dolayı bir süre için stratejik önemi azalsa da özellikle buharlı gemilerin faaliyete geçmesi, Süveyş Kanalı'nın açılması, Akdeniz'i ve özellikle Doğu Akdeniz'i dünyanın en stratejik noktalarından biri hâline getirdi. Şu anda dünyadaki ticaretin yüzde 80 ile 90 arası deniz yoluyla yapılıyor; bunun yüzde 30 ile 40 arası da bildiğimiz kadarıyla Akdeniz üzerinden yapılıyor. Bu kadar stratejik noktada bulunan Akdeniz'de, özellikle Doğu Akdeniz'de Türkiye'ye rağmen hiçbir oyunun kurulamayacağı açıktır ve muhakkaktır. Yunanistan'ın, bu noktada, Türkiye'yi dışlayıcı, Türkiye'yi âdeta oyunun dışına itmeye çalışan anlayışı Türkiye tarafından kabul edilmez, edilemez. Aslında, bunun, uluslararası ilişkilerde de pratikte hiçbir karşılığının olmadığı her geçen gün ortaya çıkıyor. Bakınız, işte, İngilizce adıyla "EastMed pipeline" dedikleri Doğu Akdeniz doğal gazı büyük bir gürültüyle, büyük bir vaveylayla imzalandı ama en son, geçtiğimiz iki veya üç önce Amerika Birleşik Devletleri bu anlaşmadan çekildiğini açıkladı. Yapılan tüm fizibilite çalışmalarında, bu Doğu Akdeniz hidrokarbon yataklarının Avrupa'ya ulaştırılmasında tek fizibil yolun Türkiye olduğu gösteriliyor; eğer denizden giderseniz 7 milyar dolar, Türkiye'den giderseniz 2 milyar dolar. Böyle olunca herkes artık "Türkiye'yle anlaşmak durumundayız, Türkiye oyunun içinde olmazsa bu iş olmaz." noktasına geldi ve Yunanistan da alması gereken dersi aldı. Tabii, Yunanistan'ın hem silahsız kalması gereken adalarla ilgili hem kıta sahanlığı sorunuyla ilgili hem de Türkiye'yle ilgili tüm ikili meselelerde provokatif bir yaklaşım sergilemesi, her platformda Türkiye'yi şikâyet etmeye kalkması aslında bize göre boşuna değil; bunun, büyük oranda Yunanistan'ın iç politikasından kaynaklandığını biliyoruz. Özellikle, iktidar partisinde Dışişleri Bakanı Dendias ile Miçotakis arasındaki çekişmede maalesef Miçotakis Türkiye kartını oynama gafletinde bulundu, Türkiye'yle ilişkileri gererek Dendias'ın partideki ağırlığını dengeleme gibi hatalı bir stratejiye sarıldı. E, bu da Türkiye'nin son derece ciddi tepkisini çekti. Sayın Cumhurbaşkanımız, Miçotakis'le görüşmesinde "Bak, gel, bu işleri birlikte çözelim. Türkiye'nin Yunanistan'la dostluktan başka bir amacı yok. Gel, araya başka ülkeleri koymayalım, doğrudan müzakerelerle aramızdaki sorunları çözelim. Sorunumuz var mı? Var ama her sorunun bir çözümü de var." dedi fakat Miçotakis ne yaptı? İstanbul'dan ayrılır ayrılmaz gitti, Amerikan Kongresinde son derece yakışıksız, son derece provokatif bir konuşma yaptı. Tabii, bu maalesef hem Ermenilerde var hem Rumlarda var, bu diasporanın verdiği gaz da herhâlde bu işin sebeplerinden biri ancak şunu ifade etmemizde fayda var, bizim Miçotakis'e tavsiyemiz şu: Ya Venizelos'un ilk dönemini tercih edeceksin ya Venizelos'un son dönemini tercih edeceksin. Biliyorsunuz, o da Yunanistan'ın bir Başbakanı. Venizelos, İzmir'in işgalinden sonra Sevr'in Osmanlı'ya ve Türklere kabul ettirilmesi için özellikle İngiltere Başbakanı Lloyd George, Amerikan Başkanı Wilson ve İtalya ve Fransa Başbakanlarının da gazıyla Anadolu'yu işgal etmeye kalktı. O süreçte Megali İdea peşinde Anadolu'da güya büyük Helen'i kuracaktı, Megali İdea'yı gerçekleştirecekti ama Türkiye'nin o meşhur ve güçlü müdafaası ve Gazi Mustafa Kemal önderliğindeki Türk askerinden yediği tokat önce onu iyi bir sersemletti; o arada Yunan halkından da büyük bir tokat yedi, 1920 Kasımında girdiği seçimleri kaybetti, adam Anadolu'da Megali İdea peşindeyken Yunanistan'da seçim kaybetti. Ha, belki o arada, o sayede idamdan da kurtuldu, onu tarihçiler daha iyi bilir ama şunu söyleyeyim: Yunan Ege'de denize döküldükten sonra, cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra Gazi Mustafa Kemal'in o basiretli dış politikası sebebiyle Yunanistan'la ilişkiler öyle iyi bir noktaya geldi ki -karşılıklı ziyaretler- Venizelos, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterdi.

Şimdi Miçotakis'e önerimiz şu: Tercihini yap. İlk dönem Megali İdea peşinde koşan Venizelos'u mu örnek alacaksın yoksa Türkiye'nin dostluğuyla kendi huzurunu, barışını, kalkınmasını, refahını seçen Venizelos'u mu örnek alacaksın? Kendi Başbakanını da örnek alsın. Bu noktada bizim tavsiyemiz, her zaman söylediğimiz gibi, tüm sorunlarımızı müzakere yoluyla, karşılıklı oturarak, karşılıklı anlayış çerçevesinde, egemenlik haklarına saygı duyan ama asla tartışmalı konuları bir provokasyon sebebi hâline getirmeden oturmak, konuşmak, müzakere etmek ve mümkünse çözümlerine birlikte ulaşmak. Bu noktada, şu anda, bazı büyük ağabeyleri onu belki gazlıyor olabilirler, "Hadi aslanım, hadi kaplanım!" diyebilirler ama geçen gün Sayın Çipras'ın söylediği gibi, bunların hiçbiri ihtiyaç duyulduğunda bizim arkamızda bulunmaz. Miçotakis'in bunu çok iyi bilmesini ve özellikle ona göre hareket etmesini ve Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde Doğu Akdeniz'deki tüm kaynakların hak ve adalet ölçüsü içerisinde paylaşılacağı, hidrokarbon yataklarından Kıbrıs Türk halkının da, Kıbrıs'taki Rumların da, Türkiye'nin de, Yunanistan'ın da ve bölgedeki tüm ülkelerin de hakkaniyetle pay alacağı bir anlayışa gelmelerini bekliyoruz.

Evet, biliyorsunuz, bu 1920'deki olaydan sonra, 1974'te, Kıbrıs Harekâtı'nda da maalesef Yunanistan yine yanlış bir yola girdi ve o adadaki Türkleri katletmeye başladı. Türkiye'nin müdahale edemeyeceğini düşündüler, Türkiye'nin o zaman içinde bulunduğu şartlar dolayısıyla Kıbrıs'a asla müdahale etmeyeceğini hesap ettiler ama hesaplarında yanıldıklarını da kısa süre sonra anladılar. 1974 Barış Harekâtı, Türkiye'nin en zor koşullarda bile kendi soydaşlarını koruyacağının, kendi millî çıkarlarını koruyacağının en güzel göstergesidir.

O dönemde bu kararı alanların hemen hemen tamamı şu anda rahmetli oldu. Hepsini rahmetle anıyorum, minnetle anıyorum; rahmetli Ecevit'i, rahmetli Erbakan'ı, Semih Sancar'ı, o dönemde görev alan herkesi rahmetle anıyorum.

Ha, tabii ki Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan biz de ders çıkardık. Nedir o ders? Savunma sanayisinde asla dışa bağımlı olmama. İşte onun için 1975'te ASELSAN kuruldu, hemen arkasından ROKETSAN kuruldu, TUSAŞ kuruldu, TEI kuruldu, HAVELSAN kuruldu; bunların etrafında yüzlerce, binlerce savunma sanayisi şirketimiz kuruldu. Ama özellikle AK PARTİ döneminde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde savunma sanayisinde önemli bir sıçrama, önemli bir başarı hikâyesi yazıldı, yüzde 24 olan yerli üretim bugün yüzde 80'ler mertebesine geldi. Artık bugün Türkiye'de oyun değiştirici silahları üreten bir savunma sanayisi var. 2020 Ocağında burada bir partinin grup sözcüsü "Niye İHA'ları Karabağ'a göndermiyorsunuz?" demiş, biraz önce notlara baktım konuşmaya hazırlanırken. Gönderdik, ne oldu? Karabağ'daki otuz yıllık Ermenistan işgaline Türkiye'nin desteğiyle Azerbaycan son verdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Evet, bugün size şunu büyük bir iftiharla ifade edeyim ki geçen bir ay kadar önce Ukrayna'daydık, Ukrayna milletvekillerinin ifadesi: "Bizim için güvenilir ülke Türkiye, güvenilir lider Recep Tayyip Erdoğan'dır." (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlar, bu her yerde ve her şartta söyleniyor, bizim için önemli olan budur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FİKRİ IŞIK (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

FİKRİ IŞIK (Devamla) - Türkiye, tarihi boyunca her zaman saygılı, hak ve adaletten yana, insanların insanca yaşamasına, insanlık onuruna önem veren bir politika izledi; bundan sonra da bu politika devam edecek. Süresini on sekiz ay uzatmak istediğimiz Libya tezkeresinin de temel amacı budur. Libya'da kaos kesinlikle şu anda yatıştı; bu, kalıcı bir barışa dönüşsün ve Libyalı kardeşlerimiz barış, huzur içerisinde geleceğe güvenle yürüsün, Türkiye'nin çıkarları teminat altına alınsın ve büyük ölçekte de bölgesel ve küresel barış tesis edilsin; tezkerenin amacı budur. Bundan dolayı, biz AK PARTİ Grubu olarak tezkereye olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)