GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:6
Tarih:12.10.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA FERİDUN BAHŞİ (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 340 sıra sayılı Yasa Teklifi'nin ikinci bölümü üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, İran protestolarında Güney Azerbaycan'da gözaltına alınan ve her türlü işkencelere maruz kalan 16 yaşındaki Türk genci Atila Arfai'yi Türk milletinin baskısı sonucu İran rejimi kefaletle serbest bırakmak zorunda kaldı. Atila, Devrim Muhafızları Ordusu İstihbarat Teşkilatı tarafından telefonunun ekranında Atatürk resminin olması, yazışmalarda da Türkçe dilini kullanması sebebiyle gözaltına alınmıştı. Bozkurt Atila kardeşimi buradan selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasa, yasama, yürütme ve yargı gibi devletin temel erklerinin kuruluşunu, işleyişini ve bu organlar arasında karşılıklı ilişkileri ve devlet karşısında vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen hukuki, temel ve kurucu toplumsal bir sözleşmedir. Çıkarılan her bir yasa, millet ve devlet arasında yapılan bir sözleşmedir. Bu sözleşmenin bir tarafında devlet varsa diğer tarafında millet vardır. Çıkarılan yasalar ne kadar tarafların iradeleri doğrultusunda olursa o derece uzun ömürlü olur ama taraflardan birinin iradesi, talep ve istekleri bu yasalarda gerektiği gibi yer almazsa bu sefer bu yasalar kısa sürede değiştirilmek zorunda kalınır. Görüşmekte olduğumuz bu yasa teklifinin metnine baktığımızda taraflardan veya paydaşlardan büyük bir bölümünün çıkan bu yasadan memnun olmadığı ortadadır. Dolayısıyla bu yasanın paydaşlarının büyük bölümünü memnun etmediği için uzun ömürlü olmayacağı da açıktır.

Değerli milletvekilleri, hatırlarsanız, 2018 seçimlerinden üç ay kadar önce en büyük medya grubunun önce cezalarla yıldırıldığını sonra da kaba kuvvetle el değiştirmeye zorlandığını bütün Türkiye sosyal medyadan yani Sedat Peker'in açıklamalarından öğrenmişti. Basın kontrol altına alınmış, sonra da seçime gidilmişti. Yine, bir seçim öncesindeyiz. Şimdi de bu sansür yasasıyla en temel haklardan olan Anayasa'nın 26'ncı maddesi "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" ile 28'inci maddesi "Basın hürdür, sansür edilemez." ilkesi rafa kaldırılmış olacaktır. Bütün bu kısıtlamalara rağmen baskıcı iktidarlar hiç de rahat değildir çünkü inanılmaz boyutlara ulaşan dijitalleşme ortamı ve sosyal medya kullanımının kontrolü hayli zorlaşmıştır. İstenilen bilgiye her an yer, mekân gözetmeksizin ulaşılması şeffaf olmayan, keyfî yöneten, yalanlarla halkı oyalayan rejimlerin işini zorlaştırmıştır. Sadece Sedat Peker örneği bile iktidarın tedbir arayışını tetikleyen etkenlerdendir. Teklifin 29'uncu maddesine göre gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yayan bir kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacaktır.

Sayın milletvekilleri, bu yasa neden hazırlanmıştır? Hepimiz biliyoruz ki seçimler yaklaşırken bütün güçleri orantısız biçimde elinde tutan iktidar muhalefeti tümden susturmak istiyor. Şimdi, böylesine çarpık bir yasanın gerekçesine bakalım.

Gerekçe 3 temele oturtulmuş. Dijitalleşme teknolojileri, bilgiye kolay erişim ve iletişim yöntemlerinden iktidarın rahatsız olduğu ve karşı tedbir aradığını gerekçenin ilk paragrafında görüyoruz. Gerekçede "Öyle ki dijitalleşme ortamıyla bağlantılı olarak yeni sosyal problemlerin, kişilik bozukluklarının ya da psikolojik rahatsızlıkların tartışıldığı bir dünyaya gidildiği, uzmanlarınca dile getirilmektedir." denilmektedir.

Evet, toplumda ciddi biçimde psikolojik bir rahatsızlık yaşandığı görülmektedir. Ama neden böyle? Dijital platformları en çok kullanan Z kuşağının işlenen suçların pek de faili olmadığını bakarsanız görürsünüz. Bir sanatçının şarkı sözlerini bilmediği için 3 kamu görevlisi tarafından öldürülmesi, yine Adalet Bakanlığında daire başkanı hâkimin eşini öldürdükten sonra intihar etmesi, her gün yaşanan cinayet, taciz ve şiddet olayları, kadın cinayetlerinin tırmanması üzerinde gerçekten düşünmek gerekir. Olayı saptırmak yerine; sosyolojik, siyasal ve ekonomik boyutlarıyla toplumsal travmalar ve nedenleri incelenirse yararlı bir hizmet verilmiş olur.

Gerekçenin 2'nci paragrafında ise devlet sorumluluğu ağırlık kazanmış. Devlet, bireyin hak ve özgürlüklerini bu dijital ortamın kötülüklerinden koruması gerektiğini görev bilmiştir. Bunu şu ifadelerden anlıyoruz: Devletin bu alandaki yükümlülüğü, temel hak ve özgürlüklerin korunacağı ve aynı zamanda ifade özgürlüğünün de güvence altına alınacağı, düzenleyeceği bir rol üstleneceği; bunun sonucunda devletlerin, vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini hem diğer kullanıcılara hem de sosyal medya platformlarına karşı koruması gerektiği hususu yer alıyor. Burada, devletin, bireylerin tüm temel hak ve özgürlüklerini korumakta kararlı olduğunu görüyoruz. İroni değil gerekçede böyle yazıyor. Oysa biliyoruz ki yüz yıllardır insanlığın mücadelesi iktidarların gücünü sınırlamakla geçmiştir. Sonuçta, devlete karşı bireyin temel hak ve özgürlüklerini güvenceye almak için anayasalar yapılmıştır. Bizim insanımız ise bugün özgürlüklerini korumak için devletin gölge etmemesi beklentisi içerisindedir.

Değerli arkadaşlar, gerekçenin son bölümünde ise 5237 sayılı Kanun'un "Kamu Barışına Karşı Suçlar" başlıklı beşinci bölümünde "Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" başlığıyla müstakil bir suç ihdas edildiği görülmektedir. Sırf, halk arasında endişe, panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bir bilginin kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayılması suç olarak düzenlenmektedir. Böylelikle failde özel kasıt, gerçeğe aykırı bilgide özel nitelik ve eylemde elverişlilik aranmaktadır. Bu ne demektir? AK PARTİ'li hatiplerin ısrarla söylediği gibi, bu suçun oluşması için özel kasıt gerekmektedir. Endişe, panik yaratmak, kamu barışına aykırılık gibi hususlar vurgulanarak bu suç nedeniyle ceza alınmasının kolay olmadığını sıkça tekrarlayarak teselli vermeye çalışmaktadırlar. Bu suç ve ceza, iktidar mensuplarının kendilerini korumak, suçlarını önleyebilmek adına tedbir olarak ihdas edilmiştir. Şahısların birbirine karşı bu suçu işlemesi kolay olmamakla birlikte, muhatabın kamu yöneticisi olması hâlinde, hele bir de elverişli hâkim görevlendirilirse ceza almak hiç de zor olmayacaktır.

İktidarın gerçekleri ile muhalefetin gerçekleri çok farklıdır. İktidar "Ekonomiyi ben bilirim." derken helikopterle yoldaki trafiğin yoğunluğuna bakarak "Muhalefet yalan söylüyor." diyebiliyor. Oysa Türkiye'de ilk defa halkın büyük çoğunluğu yoksulluk ve açlık sınırında yaşamaktadır. Yine ilk defa İkinci Dünya Savaşı'nın enflasyon şartlarının üzerine çıkılmıştır. İktidara "Sen yalan söylüyorsun, gerçekleri söylemiyorsun." denildiği zaman kim suçlanacaktır? Tabii ki muhalefet, iddiasından dolayı dezenformasyon yasasının ağır şartlarına takılacaktır. İktidar yapmadığı havaalanlarına, açmadığı üniversitelere "Yaptım." derken "Sözleriniz gerçekleri yansıtmıyor." demek riskli hâle gelmiştir.

Osmanlı sarayları emrinizde, yetmedi; Beştepe, Okluk, Ahlat, hatta yetmedi; Kıbrıs'a saray, uçaklar, sayısız makam araçları, Yassıada'ya oteller ve işe yaramayan betonlaşma ve atılan, saçılan, denetlenmeyen harcamalar nedeniyle halkın yarıdan fazlası açlık sınırlarında yaşıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

FERİDUN BAHŞİ (Devamla) - Teşekkür ederim.

"Siz ekonomist değil ekonomi cahilisiniz, batıyoruz." derseniz suçlu sayılacaksınız ve en büyük yatırım alanınız cezaevlerini boşuna yapmamış olacaksınız.

Bu düşüncelerle Gazi Meclisi ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)