| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönündeki 2650 (2022) sayılı Kararı uyarınca; hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında; 31/10/2022 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL'e iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/2081) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 8 |
| Tarih: | 18.10.2022 |
CHP GRUBU ADINA YUNUS EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Ben de sözlerimin başında Bartın'da, Amasra'da hayatını kaybeden kardeşlerimiz için Yüce Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum, milletimize başsağlığı diliyorum.
Tabii, bu yüce Meclisin bir üyesi olmaktan, milletvekili olmaktan gurur duyuyorum ama kimi anlar var ki bu Genel Kurul salonunda bulunmak bizleri utandırabiliyor değerli arkadaşlar. Bugün de böyle bir anı yaşadık ne yazık ki. 41 vatandaşımızın hayatını kaybettiği bu acı olaydan sonra buraya gelen Sayın Bakan ne olaya doğru düzgün bir açıklama getirecek doğru bilgiler burada bizimle paylaştı ne de muhalefet partilerine, başta bizim Grup Başkan Vekilimiz Özgür Bey'in yaptığı konuşmaya, cevap oluşturabilecek şeyler söyledi ama belki de en acısı, bu acı olayı parayla, yapılacak yardımlarla beraber anan bir konuşma yaptı. Yani hepinizin, hepimizin ailesi var, sevenleri var, evlatları var, kardeşleri var, anneleri var, babaları var; bu 41 kardeşimizin de vardı. Yani bütün bu olaylardan sonra aklınıza gele gele bu yapılacak yardımlar bahsi mi geliyor? Yani bu bahsi niye anlatıyorsunuz? Bu yardımları siz kendi cebinizden mi yapıyorsunuz arkadaşlar? Yani bunu her seferinde böyle bir ısrarla ve "Sayın Cumhurbaşkanımızın, efendim, tensipleriyle, olurlarıyla..." falan diye de ağdalı bir üslup katmaya çalışarak... Bu gayretin arkasında ne yatıyor Allah aşkına? Kime yaranma anlayışı yatıyor?
Değerli arkadaşlarım, bunu kısaca açıkladıktan sonra, bugünkü tezkereyle ilgili birkaç şey söyleyeceğim. Şimdi, tabii, öncelikle, bütün tezkerelerde karşı karşıya bulunduğumuz problem burada da var. Bakın, önümde bulunan metinde deniliyor ki: "Hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları..." Şimdi, arkadaşlar, bunu çok defa anlattık, böyle yetki olmaz. Bakın, Meclis, hiçbir demokraside böyle bir yetkiyi bir Cumhurbaşkanına, bir yönetime vermez. Bu, demokratik işleyişle kökünden çelişen bir uygulamadır.
Bakın, arkadaşlar, bu yetki tezkerelerini geçmişte, Bakanlar Kurulu bir heyet olarak Meclise gönderirdi; ortak bir sorumluluğu bulunan heyet Meclisten yurt dışına asker gönderme yetkisi isterdi ve Meclis bu yetkiyi bir heyete verirdi, Bakanlar Kuruluna verirdi. Şimdi, karşılaştığımız ortamda, bu yetki bir kişi tarafından isteniyor ve bir kişiye veriliyor. Ve nasıl veriliyor? Hududu, şümulü, miktarı Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmek üzere veriliyor. Şimdi, bu konuştuğumuz tezkerenin içinde Birleşmiş Milletler misyonu... Bununla ilgili kapsamlı eleştiriler yöneltecek değilim ama şunu hatırlatmak istiyorum: Cumhuriyet tarihimizde hiç olmadığı kadar fazla ülkede Mehmetçik bulunuyor, sınırlarımızın dışında hiç olmadığı kadar fazla sayıda Mehmetçik bulunuyor. Şimdi, böyle bir ortamda aslında bu kararların çok önemli olduğunu ve bu şekilde alınmasının çok yanlış olduğunu hatırlatmak istiyorum. Ayrıca, biliyorsunuz yani Meclisin bu kararının bir yargı denetimi yok. 1990'da Anayasa Mahkemesinin aldığı bir karar var, bu karara göre Anayasa Mahkemesi "Ben yetki tezkerelerine bakmam." diyor yani Meclisin bu konularda yanlış yapmasının bir telafisi yok. Yani Mehmetçik'in hayatından bahsediyoruz ve bu kadar, değerli arkadaşlarım, ciddiyetsiz bir şekilde bu konuları ele alıyoruz. Yani şimdi İç Tüzük'te bunun önünde hiçbir engel yok. İlgili komisyonlarda, Millî Savunma Komisyonunda, Dışişleri Komisyonunda Komisyon üyeleri müştereken de toplantılara çağrılabilir; Silahlı Kuvvetlerden, Dışişleri Bakanlığından uzmanlar gelir, bizler sorular sorarız bu konularla ilgili ve Meclis doğru şekilde bilgilenmiş olur, bunlar layıkıyla tartışılmış olur ya da siz idareyle aynı partinin mensupları olarak "Bizim hedefimiz bu ülkelerde nedir? Hangi hedef gerçekleşecek ve bu koşullar içinde Mehmetçik Türkiye'ye dönecek?" bunu anlatırsınız. Bunların hiçbiri yok. Yani öyle bir sistem getirdiniz ki parlamenter sistemden işinize yarayan konuları aldınız, başkanlık sisteminden işinize yarayan konuları aldınız; böyle karma, ucube bir sistemi getirdiniz, Türkiye'nin önüne koydunuz ve bu şartlar içerisinde -tekrar ifade ediyorum, son derece ciddi bir konu yurt dışına asker gönderilmesi- bir şekilde, hiçbir şey ifade etmeyen metinleri Meclisin önüne koyuyorsunuz ve bunlara karşılık hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek bir yetki istiyorsunuz arkadaşlar. Yani bu, fevkalade yanlış bir hadisedir; bunu belirtmek istedim.
Şimdi, bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta Sayın Genel Başkanımızın ABD'de önemli toplantıları, temasları oldu. Ben de o heyette bulunuyordum. Şimdi bu konuyla ilgili birkaç düşüncemi Genel Kurulla paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, temel olarak Genel Başkanımız orada özellikle Boston şehrinde bulunan Harvard Üniversitesindeki, MIT Üniversitesindeki uzmanlarla ve ağırlıklı olarak da Türk uzmanlarla temaslar yaparak bir programı oluşturmuştu. Ardından da Washington'da sivil toplum kuruluşları, üniversitelerle temaslara dayanan bir programı vardı. Birazdan bunu anlatacağım ama bir konuyu dikkatinize sunmak istiyorum, o da şu: Daha biz ABD'ye gider gitmez, gider gitmez bir propaganda Türkiye'de başladı ve geçtiğimiz hafta Mecliste kabul edilen dezenformasyon kanununun aslında belki de tam konusu olan bir şey Türkiye'de başladı. Daha gittik, havalimanındayız; efendim, Genel Başkanımızı güya FETÖ'cü bilmem kim karşıladı diye Yeni Şafak gazetesinde, sizleri destekleyen Yeni Şafak gazetesinde sosyal medya paylaşımları yapılmaya başladı. Şimdi, baktık fotoğraflara; arkadaşlar, oradayız ve netice itibarıyla bizim partili bir kardeşimiz, "Mert" isminde bir kardeşimiz bizi orada karşılamış, o kardeşimizi hiç olmayan bir kişi sanki oraya gelmiş gibi başka isim vererek kamuoyuyla paylaşıyorsunuz. Ya, yazık günah değil mi? Arkasından, arkasından, New York'un en pahalı yerinde bulunan, Manhattan'da bulunan 35 katlı ve güya adına da "öğrenci yurdu" dediğiniz inşaatın önüne gitti Genel Başkanımız, Boston'dan New York'a, Manhattan'a oradan da Washington'a geldi. Yok efendim "Arada kimlerle görüştü?" Yok efendim "Pensilvanya'ya mı gitti?" Bir harita yayınlıyorsunuz, eyaletlerin ismini değiştiriyor sizin gazeteleriniz, eyaletlerin ismini değiştiriyor. Allah'tan araya İmralı'yı, Kandil'i falan eklemeyi unutmuşlar yani onları da ekleyebilirlerdi. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, şimdi, bunları yapıyorsunuz, Türkiye'nin menfaatlerini savunan her platformda bunu yapan insanları bu şekilde suçluyorsunuz ama size bakın, birkaç olayı hatırlatmak istiyorum. Sizi 2022 yılına götürmek istiyorum. AK PARTİ'nin daha yeni kurulduğu, iktidara henüz gelmediği 2002 yılına götürmek istiyorum. 2002 yılının Ocak ayında Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve heyeti ABD'ye gidiyorlar. Değerli arkadaşlar, bu seyahat hakkında yine Yeni Şafak gazetesinden size birtakım bilgiler vermek istiyorum. Yeni Şafak gazetesinde 29 Ocak 2002 tarihinde yayınlanan habere göre Sayın Cumhurbaşkanı, o dönemdeki sıfatıyla AK PARTİ Genel Başkanı, sabah kahvaltısında Graham Fuller'la buluşuyor arkadaşlar. Kim Graham Fuller?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Ooo!
YUNUS EMRE (Devamla) - Kim Graham Fuller? Yirmi yıl Amerikan gizli servisinde çalışmış, Türkiye'de hakkında dizi filmler falan sizin kanalarınız tarafından çekilen bir kimse. Sabah kahvaltısında Graham Fuller'la buluşuyor, akşam yemeğinde Henri Barkey'le buluşuyor.
Şimdi, Henri Barkey ile Osman Kavala aynı lokantada bulundular diye İstanbul'da Karaköy Lokantası'nda -beraber yemek yemiyorlar ha, lokantanın bir yerinde o bulunuyor, bir yerinde o bulunuyor- bu, dava dosyasına girdi ve Osman Kavala arkadaşlar, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı ve sizin Genel Başkanınız 2002 yılında ABD ziyaretinde sabah kahvaltısında Graham Fuller'la buluşuyor, akşam yemeğinde Henri Barkey'le buluşuyor. Ya, ben size sormak istiyorum: Yani bunları yapan bir parti olarak siz insanları nasıl bu şekilde suçlayabiliyorsunuz? Kendinizde bu cesareti nereden buluyorsunuz Allah aşkına? (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bir önceki gün Sayın Cumhurbaşkanı heyetinden ayrılıyor, yanına heyetinin üyelerini almıyor, sadece tercümanı olan iş adamı Cüneyd Zapsu'yu alıyor ve bir "brunch"a gidiyor -bu "brunch" ifadesi benim değil, Yeni Şafak gazetesinin ifadesi olduğu için söylüyorum- bu "brunch"ta neler konuşulduğuyla ilgili çok detaylı bilgileri şimdi size göstereceğim: Rahmetli Gazeteci Turan Yavuz'un -şu kitabında- "Çuvallayan İttifak" kitabında yer alıyor. Orada "Karanlıklar Prensi" lakabıyla anılan, hakkında "Karanlıklar Prensi" başlığıyla kitaplar yayınlanmış olan Richard Perle'ün evine gidiyor. Heyetini orada bırakıyor Tayyip Erdoğan, heyetini orada bırakıyor, yanına sadece Cuneyd Zapsu'yu alıyor, "brunch"a, uzun yıllar Amerikan Savunma Bakanlığında çalışmış, en üst düzeyde çalışmış Richard Perle'ün evine ziyarete gidiyor. Türkiye'yi yönetmeye aday insan olarak gidiyor arkadaşlar, bunu içinize sığdırabiliyor musunuz, bunu kabul edebiliyor musunuz? Genel Başkanınızın, sizin bugün sabah akşam ajan olmakla itham ettiğiniz insanlarla, sabah kahvaltısında ayrı, öğlen yemeğinde ayrı, akşam yemeğinde ayrı buluşmasını, gizli gizli buluşmasını içinize sindirebiliyor musunuz Allah aşkına?
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Sindirirler.
YUNUS EMRE (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, devam edeceğim, bu toplantılarda Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: "Ortalama bir Türk ılımlı bir Müslümandır. Partimiz ılımlı Müslümanların ortak değerlerini temsil etmektedir." Hatırlıyor musunuz bu lafı? "Ilımlı İslam" lafının siyasi literatürde neye karşılık geldiğini hatırlıyorsunuz değil mi? Ve bunu, Tayyip Erdoğan, bu ifadeyi ABD'de yaptığı temaslarda söylüyor ve yine Yeni Şafak gazetesindeki haberden ben bunu sizlere aktarıyorum.
Ayrıca, değerli arkadaşlarım, bu temasları sırasında birtakım İngilizce dokümanlar da dağıtıyor, o dokümanlarda birtakım anket verileri var yani ABD'lilere kendi partisinin anketlere göre önde olduğunu, Türkiye'yi yönetecek, yönetmeye aday parti olduğunu söylüyor. Bu arada bir hatırlatma daha yapmak istiyorum size: Sayın Cumhurbaşkanı, 11 Eylül 2001'deki saldırının üzerinden bir yıl geçtikten sonra, bu saldırının yıl dönümünde Amerikan Başkanı George W. Bush'a sadece Parti Genel Başkanı olarak -Başbakan falan değil, Cumhurbaşkanı falan değil- özel mektup yazıyor ve bu mektubunda kendisiyle, partisiyle ABD'nin ilişkileri hakkında sempati ikmali amacı taşıyan içerikler bulunuyor. Şimdi, bulabilirsem mektubunda metni size göstereceğim. Ama şunun üzerinde özellikle durmak istiyorum.: Ya sizin Genel Başkanınız Bush'un mektup arkadaşı ya, mektup arkadaşı ya! (CHP sıralarından alkışlar) Sizin Genel Başkanınız, Afganistan'ın işgali tamamlanmış, Irak işgalinin eli kulağında, birkaç ay kalmış, Türkiye'deki seçimlere sadece iki ay kalmış, Amerikan Başkanına 11 Eylülle ilgili özel mektup yazıyor. Ya, insaf edin ya! Siz böyle bir partisiniz, siz ne anlatıyorsunuz, siz kimi kandırıyorsunuz ya?
Değerli arkadaşlar, bunların tabii çok örnekleri var. Bu açıklamaların çok örnekleri var. Sayın Cumhurbaşkanının ziyaretleri sırasında unutmadığı bir kurum daha var, onu da hatırlatayım, özel olarak ziyaret ettiği bir kurum daha var: RAND Corporation. RAND Corporation'a gitmeyi ihmal etmiyor çünkü o günkü gazetelerde de bu kuruluşun Amerikan gizli servisiyle irtibatlı olduğu haberleri falan var ve -aman Allah- Tayyip Erdoğan'ın böyle bir kuruluşla mutlaka görüşmesi gerekir diye danışmanları tarafından da RAND Corporation programa konuluyor. Yani şimdi, bunları yapan bir parti olarak, Türkiye'ye bunları yaşatan bir parti olarak çıkmışsınız "Kılıçdaroğlu sen sekiz saat ne yaptın?" diyorsunuz. Ya, kardeşim, bir taneniz de... Harita uygulamaları var hepinizin telefonunda, bir girin bakalım, yazın oraya "Boston" diye, "New York" diye yazın, bir durak daha ekleyin "Washington" diye yazın, e, oradan göreceksiniz, bu yol sekiz saat, sekiz buçuk saat süren bir yol. Orada başka bir soruyu sorun; orada, Genel Başkanımızın gittiği Manhattan'da bir bina var, 35 katlı bir bina var, o bina hangi parayla yapıldı; bir defa onu sorun. Ayrıca, dünyada yurt yapacak yer olarak metrekare fiyatının en pahalı olduğu yeri mi buldunuz diye bir sorun bakalım. (CHP sıralarından alkışlar) Bunları soran insanlar olsanız, tabii ki bizim sizin sorularınıza yanıt vermek gibi bir durumumuz olabilir ama bu soruların hiçbirini soracak cesarette değilsiniz çünkü hepiniz aslında bu soruların yanıtlarını biliyorsunuz. Genel Başkanınızın kahvaltıda niye Fuller'le buluştuğunu, akşam yemeğinde Henri Barkey'le buluştuğunu biliyorsunuz ama vicdanınız olsaydı "Ya siz, bu adamla aynı yerde telefonu çekti diye Osman Kavala'ya müebbet ceza veriyorsunuz; olacak iş mi?" diye sorardınız.
Değerli arkadaşlarım, bu bahiste çok konuşulacak şey var ama kamuoyunda tabii, Sayın Genel Başkanımızın ziyareti hakkında birçok konu gündeme geldi; ben ikisini Genel Kurulun dikkatine sunmak istiyorum: Sayın Genel Başkanımızla birlikte The Washington Post gazetesine bir taziye ziyaretini gittik; birincisi budur, bakın, bunu söylemek istiyorum, bunun önemli olduğunu düşünüyorum. The Washington Post gazetesi, Amerika'nın önemli, köklü yayın kuruluşlarından biri. Niye gittik o gazeteye biliyor musunuz? Çünkü bir Suudi Arabistan vatandaşı ve The Washington Post'un bir yazarı bizim topraklarımızda canice öldürüldü. Katillerin ilişkilerinin Suudi Hükûmetine ulaştığını sizin Cumhurbaşkanınız birçok defa söyledi, yetmedi, The Washington Post gazetesine bu bilgileri içeren yazı yazdı, yazı yazdı; Tayyip Erdoğan imzasıyla The Washington Post gazetesine yazı yazdı. Ne yazdı? "Bu cinayetin katillerinin ilişkileri Suudi Hükûmetine gitmektedir." diye yazdı. "Aldıkları emir açıktır. 'Türkiye'de cinayeti işleyin ve Türkiye'yi terk edin.' diye emir almışlardır." diye yazı yazdı. Şimdi, biz o gazeteye gittik; evet, gittik; çok da iyi yaptık, taziye için gittik; Türkiye'nin böyle bir onursuzluğu taşıyamayacağını göstermek için gittik arkadaşlar. Siz unutmayın bunu, bunu hep size hatırlatacağız; o katillere dosyayı menfaatleriniz için devreden bir iktidarsınız. (CHP sıralarından alkışlar)
ÇİĞDEM ERDOĞAN ATABEK (Sakarya) - Çok çirkin konuşuyorsun!
YUNUS EMRE (Devamla) - O Veliaht Prensi Ankara'da, sarayınızda sazlı sözlü ağırlamış bir iktidarsınız.
ÇİĞDEM ERDOĞAN ATABEK (Sakarya) - Hikâye anlatıyorsun!
YUNUS EMRE (Devamla) - Uçağın kapısına kadar -bir Cumhurbaşkanı nerede görülmüş Veliaht Prensi kapıya kadar geçirecek ya- geçirmiş bir Cumhurbaşkanını elleriniz patlayıncaya kadar alkışlayan bir iktidarsınız, biz bunların hepsini çok iyi biliyoruz.
ÇİĞDEM ERDOĞAN ATABEK (Sakarya) - Sizin Genel Başkanınızın da kimlerin önünde el pençe durduğunu biz biliyoruz, sen rahat ol!
YUNUS EMRE (Devamla) - The Washington Post gazetesine bu ziyaretimizin çok önemli olduğunu düşünüyorum; bunu Genel Kurulun dikkatine sunmak istedim.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Veliaht Prens değil, katil.
YUNUS EMRE (Devamla) - İkinci söyleyeceğim de şudur: Boston'da Harvard Üniversitesinde, MIT Üniversitesinde hocaları ziyaret ettik; Türkiye'deki akademik ortamın, üniversitelerimizin kalitesinin iyileştirilmesi bakımından gözlemlerde, incelemelerde bulunduk. Bugün dünyada bir ülkenin gücüne baktığınız zaman yani ne kadar tankı var, ne kadar topu var, ne kadar uçağı var, ne kadar nüfusu var falan, bunlara bakılıyor, tamam, eyvallah ama bir yandan da ilk 100 üniversite listesinde, ilk 500 üniversite listesinde kaç üniversiteniz var diye bakılıyor arkadaşlar. Bir ülkenin durumunu, gücünü tespit etmek bakımından önemli bir gösterge. İlk 100'ü boş verin zaten, ilk 500'de de üniversitemiz kalmadı, ilk 500'de Türkiye'nin üniversitesi bulunmuyor. Orada dünyanın en ciddi kurumlarını ziyaret ettik ayrıca şunu da inceledik orada: Bütün bu gelişmeler aslında, 1982 yılında Amerikan Kongresinde kabul edilen bir kanunla bu üniversitelerdeki icatların, patentlerin şirketleşmeye dönüştürülmesi ve böylelikle bir ciddi ekonomik değer oluşturulmasıyla ilgili. Bakın, orada 6 bin öğrencisi bulunan bir üniversitede yapılan araştırmalarla oluşan şirketlerde 3,3 milyon insan çalışıyor arkadaşlar, yani böyle bir ciddi ekonomik aktiviteden bahsediyorsunuz. Bunları yerinde inceledik, Türkiye bunlardan nasıl yararlanabilir, bunları gördük ve tabii şunu da gördük: Amerikan Kongresi netice itibarıyla bu konularla ilgili yasama faaliyetleri yaparken sizin en yasakçı zihniyetle geçen hafta kabul ettiğiniz dezenformasyon yasasını kabul eden bir zihniyete sahip olduğunuzu gördük. Türkiye'nin... Bugün Genel Başkanımız gösterdi işte "İki farklı Türkiye manzarası." diye, gerçekten öyle arkadaşlar. Gerçekten öyle, iki farklı Türkiye manzarası. Ve şunu da gördük: O üniversitelerde çalışan çok değerli Türk bilim insanlarını gördük, gurur duyduk arkadaşlar. Harvard Üniversitesinin kamu sağlığıyla ilgili departmanında gezerken orada bizim ay yıldızlı bayrağımızı gördük, birden fazla yerde Atatürk'ün resmini gördük, bundan gurur duyduk. O insanlarımızın Cumhurbaşkanı tarafından da defaatle küçültücü muameleye tabi tutulmuş olmasını çok yadırgadık, onu da belirtmek istiyorum. Bakın, o insanlar süfli birtakım amaçlarla, efendim, Cumhurbaşkanının söylediği gibi telefon için, araba için falan oralara gitmiyorlar. Bakın, bu insanlar üniversitede o günün, oranın koşulları içerisinde son derece cüzi maaşlarla çalışıyorlar. Ayrılıp o üniversitelerden, o araştırma kuruluşlarından teknoloji şirketlerine gidebilirler, aldıkları maaşların 8 katını, 10 katını kazanabilirler ama içlerinde bilim aşkı olduğu için, bilim yaparak, araştırma yaparak kendi yaşamlarına bir anlam katma, insanlığa faydalı olmak arzusunda oldukları için oralarda çalışıyorlar. Ya, bunu bile anlamaktan âciz bir yönetim var Türkiye'de, utanç verici. (CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
YUNUS EMRE (Devamla) - Toparlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, sözlerimin sonuna gelirken... Tabii, kişi kendisi gibi bilirmiş, siz iktidara gelmeden önce ABD'ye gidip, oralarda kapı kapı gezip, eski ajanlarla falan görüşüp icazet aradığınız için bizden de öyle şeyler bekliyorsunuz. Bizim bütün görüşmelerimiz orta yerdedir, şeffaftır, bilgi ihtiyacınız varsa size detaylı bir şekilde anlatırım. Lütfen, bizi kendinizle karıştırmayın. Kişi kendi gibi bilirmiş, lütfen kendinizle karıştırmayın.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)