| Konu: | Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 25.10.2022 |
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller ve ekran karşısındaki çok kıymetli halkımız; genellikle bu tür tekliflerin değerlendirilmesinde önce usulle başlanır ama ben, usule zaman kalırsa gireceğim, önce esasa dair düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
Bu kanun teklifi bir tür önce yumruk vurup ardından yara bandı verme teklifidir. Patlat dövizi, uçur enflasyonu, milleti yoksullaştır kardeşim, perişan et, ardından da seçimlere az kalmış bir dönemde çık de ki: "Ya, ben size öyle güzellikler yapacağım ki siz bu güzelliklere böyle hayran olacaksınız, ondan sonra seçimlerde bize oy vereceksiniz." Şimdi, sorulması gereken temel soru şu: İnsanların refahını, huzurunu ortadan kaldırırken, kuru yükseltirken, enflasyonu uçururken yaptığınız mı doğru yoksa bu yaptığınız mı doğru? Ben buna şizofreni diyorum. İktidar çok açık bir şizofreniyle müptela olmuş durumda, neyi ne zaman yaptığı konusunda kafası son derece karışık.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bir düşünün bu ekonomi politikalarını konuşmaya biz nereden geldik? Ne oldu da şu anda bunları konuşuyoruz? Öncelikle son yirmi yıldır, AKP iktidarının başından bu zamana kadar inşaata dayalı bir sermaye birikimi rejimi uygulandı. İnşaat baronları peydah oldu, bunlar zenginleştiler, zenginleştikçe küstahlaştılar, küstahlaştıkça bu ülkenin sanki sahibiymiş gibi davranmaya başladılar. Son dönemde ise Erdoğan'ın muazzam iktisat dehası doğrultusunda faizin sebep, enflasyonun da bir sonuç olduğunu öğrenmeye başladık. İddia şuydu: "Biz böyle gidersek, kurun artmasına rağmen Türk lirasının değerini düşük tutarsak, ihracatı bir patlatırsak kardeşim, bunun sonucunda zaten ihracattan gelen dövizlerle birlikte kur dengeye girecektir, memlekette dış ticaret açığı dış ticaret fazlası hâline dönüşecektir, dolayısıyla cari açık diye bir şeyi tartışmak, konuşmak ve bundan tedirgin olmanın da hiçbir anlamı kalmayacaktır; bunun sonucunda da memleket abat olacaktır." diye bir akıl yürütme bu zamana kadar sürdü. Peki, bunun sonucunda neyle karşı karşıya kaldık değerli arkadaşlar? Bir defa olağanüstü bir enflasyon var. Bu enflasyon halkı, işçiyi, çiftçiyi, köylüyü her zamankinden daha yoksul hâle getirdi. AKP-MHP koalisyonu kendi siyasetleri doğrultusunda halkı her zamankinden daha yoksul hâle, daha çaresiz hale getirdi. Artık enflasyondan falan bahsetmenin anlamı yok çünkü bir yaşam maliyeti krizi yaşıyoruz; bak, yaşam maliyeti krizi yani bir tarafta enflasyonun ciddi artışı, diğer tarafta ise reel ücretlerin son derece ciddi biçimde düşmesiyle karakterize bir durumla karşı karşıyayız. Artık enflasyonu masum bir enflasyon olarak nitelendirmek mümkün değil. Enflasyon bizatihi devletin vatandaşından aldığı en büyük vergi kalemi hâline gelmiş durumda, bir enflasyon vergisiyle artık karşı karşıyayız ve bu ekonomiyi bu hâle getirme ameliyesi günün sonunda seçimlerle karşı karşıya kaldığından dolayı seçime ayarlı bir ekonomi politikasını gündeme taşıdı. Nedir o? O şudur: Seçime doğru kredi musluklarının açılacağı, büyümenin kamu yatırımlarıyla beraber provoke edileceği, istihdamın iyi kötü bir miktar daha düzeltilmeye çalışılacağı ama günün sonunda AKP'nin ve MHP'nin iktidarının devam edeceği bir ekonomi politik konjonktür yaratmak; temel olarak amaç bu.
Değerli arkadaşlar, bakın, dokuz ayda yani ocak ve eylül arasında 45,5 milyar liralık bir bütçe açığı var. Yalnızca önümüzdeki üç ayda yani ekim, kasım, aralık ayında ise öngörülen bütçe açığı 416 milyar lira yani buradan şu çıkıyor: Burada 416 milyar liralık bir harcama kalemiyle, bir seçim ekonomisiyle, başta sermaye olmak üzere iktidarın bu parayı bu zaman dilimi içerisinde kullanmak ve harcamak suretiyle kaybettiği meşruiyeti ve üretemez olduğu rızayı para zoruyla tekrar satın almak istediğinin doğrudan bir göstergesiyle karşı karşıyayız.
Şimdi, bu teklifte kur korumalı mevduatın bir yıl daha artırılması diye bir şey var. Bakın, tramvayı, Galata Kulesi'ni, Boğaz Köprüsü'nü satan bir Sülün Osman vardı, hatırlarsınız, Türkiye tarihinin en büyük üçkâğıtçısıydı. Bu da cumhuriyet tarihinin en büyük yasal soygunlarından bir tanesi kur korumalı mevduat meselesi. Geçen gün bunu Plan ve Bütçe Komisyonunda konuştuk, dedik ki: "Ya, Hazine yetkilileri gelmişler, neyin ne olduğunu söylüyorlar. Hazineye bu kur korumalı mevduatın kaça mal olacağını öğrenmiş olduk." teşekkürler onlara. E, dedik yani sabahleyin: "Acaba Merkez Bankasına bunun etkisi nedir? Merkez Bankasına yükü nedir?" Başkan dedi ki: "E, çağıralım bir Merkez Bankası yetkilisini, gelsin ve yüce Meclise bilgi versin; değil mi?" Üşenmedik, İstanbul'dan Merkez Bankası yetkilisini çağırdık. Öğleden sonraya atılan gündem, Merkez Bankası yetkilisinin gelmesiyle beraber öğlenden sonra görülmeye başlandı. Merkez Bankası yetkilisi sırasına oturdu, dedi ki: "Ya, biz bu kur korumalı mevduat soygununun hazineye kaça mal olduğunu biliyoruz." "Peki, size yükü nedir?" "Vallahi, kusura bakmayın, söyleyemem." dedi ve söylemedi, biliyor musunuz? Ya, bu bir skandal, skandal! Hani buradaki hazırunun büyük bir kısmı "Gazi Meclis" diye, "yüce Meclis" diye konuşuyor ya; hani bu iradenin üstünde, "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir."in üstünde başka bir irade yok ya, Merkez Bankası yetkilisi geldi "Kardeşim, biz bir anonim şirketiz. Size hesap vermeyeceğiz!" dedi ve bu memleketin Meclisinin vekilleri ve oradaki Komisyon Başkanı sustu; bundan daha büyük, utanç verici bir şey olabilir mi? Türkiye Büyük Millet Meclisi Merkez Bankasına doksan dokuz yıllık para basma yetkisini vermiş, bu hakkı tanımış, Merkez Bankası diyor ki: "Vallahi, kusura bakmayın, biz kur korumalı mevduatın neye mal olduğunu size söyleyemeyiz." Biz söyleyelim, biz neyin ne olduğunu halkımıza açıkça ifade edelim: "Kur korumalı mevduat" denen şey, Erdoğan'ın, hiçbir şey bilmediği hâlde kendisini bir ekonomi dehası olarak addetmesinden kaynaklı olarak kurun artması, enflasyonun artması, halkın geçim koşullarının iyice yerle yeksan olması sonucunda kuru tutmak için uydurulmuş; yoksullardan zenginlere, yoksullardan sermayeye, yoksullardan varsıllara bir kaynak transferi yöntemidir. Bununla, zaten azınlık olan bir avuç zengin daha da zengin hâle getirilmiş durumdadır. Bu bir servet transfer yöntemidir, adını doğru koymak lazım. Günün sonunda tabii ki iktidarın para politikası araçlarını anlamsızlaştırmasının, Merkez Bankasını sarayın bir eklentisi, müştemilatı hâline getirmesinin doğal sonuçlarını yaşıyoruz.
Şimdi, iki gün önce, hatta dündü "fiyat istikrar komitesi" diye bir komite kurulması için Plan ve Bütçe Komisyonunda karar alındı. Kardeşim, "fiyat istikrarı" dediğin şey Merkez Bankasının vazifesidir, bir numaralı vazifesidir. Sen Merkez Bankasını bu kadar boşa düşür, anlamını boşalt, onu Erdoğan'ın sıradan bir emir eri hâline getir, ondan sonra fiyat istikrar komitelerini kurarak fiyatı, fiyatları kontrol edeceğini varsay. Neticede Erdoğan'ın bu muazzam dehası sonrasında kur patladı ve bu iktidar da bir iktisat dehası olarak "kur korumalı mevduat" diye bir ucubenin altına imza attı. Şimdi, diyorum ya başında, iktidar fukaranın eşeğini önce çaldı, sonra da çıkardı verdi, bizim de bundan mutlu olmamızı bekliyor. Yani bizi yoksullaştıran, bize yumruğu vuran bu iktidar sonra da çıkmış diyor ki: "Bakın, ben size ne kadar iyi önerilerde bulunuyorum, hayat standardınızı artırmak için ne kadar iyi tedbirler alıyorum. Hazineden kur korumalı mevduat için 88 milyarlık bir çıkış oldu, 10 milyar da bunun üzerine vergi muafiyetini koyun. Bakın değerli arkadaşlar, şu anda 1.115 lira bu memleketteki her insan için -hani diyorlar ya "tüyü bitmemiş yetim" diye, böyle bir laf var- tüyü bitmemiş yetimler de dâhil olmak üzere kur korumalı mevduat sayesinde cebimizden çıkan ve sermayeye giden para var 1.115 lira; bu, iktidarın siyaset dehasının sonucudur. AKP bir kez daha bize nasıl bir sermaye partisi olduğunu, nasıl zenginlerden yana bir parti olduğunu açıkça göstermiş durumda.
Merkez Bankasının da yükünü bilmiyoruz ama çok büyük olasılıkla en az bunun kadar bir yük de Merkez Bankasının sırtında. Bunun üzerine bir de Merkez Bankasının arka kapıdan yaktığı 50 milyar dolar civarında parayı da koyarsanız değerli arkadaşlar, bu kur korumalı mevduat var ya, bu kur korumalı mevduat Türkiye ekonomisinin altına konulmuş, AKP eliyle konulmuş saatli bombadır. Şimdi, bir yıl daha uzatılacak bu kur korumalı mevduat. O sebeple diyoruz ki: "Kardeşim, nasıl bir backgroundunuz var, bu işi nasıl bitireceksiniz, buna ilişkin nasıl bir fikriyatınız var?" Buna ilişkin bir cevap yok. Bu kur korumalı mevduat böyle gidiyor ama şunu çok iyi biliyoruz: Kur korumalı mevduatta 2 milyon 300 bin civarındaki mudinin ve 1 trilyon 400 milyar civarındaki paranın kontrolsüz bir biçimde piyasaya yayılması Türkiye'nin mali krizidir, mali olarak çöküşüdür; bunun müsebbibi de işte bu iktidardır.
Yine, burada, bu teklif içerisinde şöyle önemli gördüğümüz bir şey var: Burada işte birtakım borçlara, kredi borçlarının affına ilişkin, 2 bin liranın altındaki borçların tasfiyesine ilişkin bir madde var. Bunu anladık da yirmi yıllık zaman dilimi içerisinde ekonomiyi iyice finansallaştıran -tabii, neoliberal politikaların doğal sonucu bu- bu finansal geçişkenliği uluslararası çapta iyice artıran bir iktidar gerçekliğiyle karşı karşıyayız ve bunun sonunda ne oldu arkadaşlar? Kredi kartına sahip olmayan ve borçlanmayan tek bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kalmadı. İnsanları bu kadar borçlandırdınız, perişan ettiniz; 1 milyon 91 bin kişi şu anda kredi kartı borcuyla malul ve bunları ödeyemiyor; bu yumruğu vurdunuz, arkasından dediniz ki: "2 bin liraya kadar olan borçları biz halledeceğiz." Kardeşim, o zaman sen niye insanları borçlandırıyorsun? Bu finansal akıl, bu kredi... Sürekli insanları borçlandırarak iktidarda kalma stratejisinin doğal sonucunun bu olduğunu bilmiyor musun? Çok iyi biliyorsun tabii ki ama iktidar yıllardan beri bunu uyguladı ve sonuçta geldiğimiz noktada insanlar borçlanmış ama dedim ya, önce yumruğu vuruyor, ondan sonra da diyor ki: "Bak, benim cebimde çok güzel bir yara bandı var; aha bunu da al, yumruğu vurduğumuz yere yapıştır." Bütün bu arazların sebebi sizsiniz değerli arkadaşlar, bütün bu arazların sebebi sizin ekonomipolitik tercihlerinizdir, sınıfsal tercihlerinizdir. Zenginleri desteklerken bu ülkedeki yoksulları insandan saymayan, onları yalnızca kendi iktidarınızın destek kıtası olarak gören, onlardan yalnızca oylarını almakla iştigal eden bir siyasetin temsilcisisiniz. Bunun sonucunda bunları yaşıyoruz.
Bir başka temel mesele, Kredi ve Yurtlar Kurumuna borcu olan çocukların borçlarının faizleri silinecekmiş. Ya, ne kadar büyük bir destek, biliyor musun yani! Bu çocukların borçlarının faizleri silinecekmiş, işte, ödemesi iki yıl sonra sağlanacakmış. Arkadaşlar, bu memlekette üniversite kalitesini sıfıra düşürdünüz, her apartmanda bir üniversite tabelası var. Bugün bir siyasetçi anlatıyordu, işte "Üniversitelerin sayısını biz şuna çıkardık." diye de; ya bu üniversitelerden dünyada kredibilitesi olan kaç tanesi var, kaç tanesi tez yazabiliyor, kaç tanesi bilimsel yayın üretebiliyor? Liseleri değiştirdiniz, üniversite koydunuz adını. Şimdi bu çocukların bir gelecek garantisi yok; iş bulacak mı bulmayacak mı, bunların garantisi yok. Büyük kısmı iş bulamıyor. Malum, yüzde 25 civarında genç işsize sahip ülke bu memleket sayenizde. Ondan sonra çıkmış -önce yumruğu vurmuşsunuz, üniversite gençliğini perişan etmişsiniz- diyorsunuz ki: "Biz sizin faizlerinizi sileceğiz. İki yıl sonra..." İki yıl sonra bu çocuklar iş bulacak mı? Bak, adil olan şey şudur: Sen devlet olarak diyeceksin ki "Kardeşim, sen benim gencimsin. Ben sana kredi vermiyorum, ben sana destek oluyorum. Bu para ananın ak sütü gibi sana helaldir. Sen bu parayla okulunu bitir, bu memlekete faydalı insan ol." Senin yapman gereken şey budur. Ama geldiğimiz noktada böyle bir durumla, böyle bir ucubeyle karşı karşıya kalmış durumdayız.
Bir başka mevzu da değerli arkadaşlar, engellilere ilişkin. Ya ben utandım biliyor musun? Bizim Musa Vekilimiz geldi, orada konuşma yaptı; gerçekten utandım ya. Yani şimdi, engellilerin maaşları kesilmiş uyduruk gerekçelerle. Hiçbiri engellilerden kaynaklı değil ha bunların. Engellilerin maaşı kesilmiş, ondan sonra deniyor ki: "Ya, biz size ödeme yapmışız ama bunu geri istemiyoruz." Allah Allah! Ne kadar iyi bir şey yapıyorsunuz! Ne kadar iyi bir şey yapıyorsunuz! Şimdi, bir defa, bu ülkede engelliler, yaşlılar en kötü koşullarda yaşıyorlar; insani koşullar değil bu koşullar. Dibin dibinde yaşayan insanlar bunlar. Siz, önce yoksullaştırdığınız insanlardan, sonra sanki bir lütufmuş gibi bu kesilmiş olan şeyleri geri istemediğinize ilişkin bir teklifle karşımıza geliyorsunuz. Doğrusu bu değildir arkadaşlar. Bakın, o gün geldi, Engelliler Federasyonuyla biz görüştük. Engelliler Federasyonunun görüşleri doğrultusunda biz bir teklif yazdık. Sunduğumuz teklif AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Oysa Engelliler Federasyonu -şu anda bizi izleyen binlerce üyesi var, bunu biliyoruz, sabahleyin haberleştik- yani bir siyaset tarafgirliği yapmaksızın kendi dertlerine derman olunsun diye gelmişlerdi ve sonuçta, araçlarına üst limit getirmek, evde bir kişi daha asgari ücret alıyorsa bunu esas almak gibi şeyler yaptınız. Oysa biz şunu önermiştik o zamanlar: Bir defa kesilmiş olan engelli maaşlarının iade edilmesi lazım. Evde bakım ücretlerinin bağlanması, geçmişe dönük olarak yaşanmış olan hak kayıplarının engelliler lehinde tekrar tanzim edilmesi lazım. Engellilere evde bakım maaşı ve aylık bağlanmasında hesaplama yapılırken aile geliri yerine, aile geliri yerine -bu çok önemli- bireyin gelir durumunun hesaba katılması lazım. Engelli bakım ücreti ve engelli maaşlarının asgari ücrete eşit olması lazım. Ya, bunları bakın -bizim iyi kötü elimiz ayağımız yerinde- bizim söylememizin anlamı yok; bunu, bu derdi çeken insanlar söylüyor size ya. Bunu niye dikkate almıyorsunuz? Yürüyemeyen, gözü görmeyen, fiziksel olarak sorunlar yaşayan insanlar bunu size söylüyor. Bunu da dikkate ve ciddiye almayacaksanız bu yaptığınız yasaların kıymetiharbiyesi nedir? Hiçbir kıymetiharbiyesi yok.
Yine, bir başkasının yardımıyla hayatını sürdürmek durumunda olan engellilere bakmakla yükümlü anne, baba ya da birinci derece aile fertlerinden birinin sosyal güvenlik primlerinin kamu tarafından karşılanması lazım. Ya, kurban olayım, yani şu 5'li çeteye verdiğiniz paranın yanında şu insanların istediği var ya, zerreyimiskal değildir. Gerçekten içiniz rahat mı, gerçekten kendinizi iyi hissediyor musunuz? Bir tarafa, bu kadar, kur korumalı mevduatla, şununla bununla olağanüstü destekler verirken bu memlekette 12-15 milyon civarında olan engellilerin şu kadarcık taleplerini çok mu görüyorsunuz? Engelliler diyor ki: "Ya, bize 400 bin lira üst sınırında araba... Kardeşim, 400 bin lira üst sınırında araba yok, at arabasına mı binelim, ne yapalım? Ne yapalım yani?" Önerdikleri şey şu: "1.6 motor temel alınsın, 1.6 motora kadar olan araçların vergiden istisnası sağlansın." deniyor. Bu memlekette birileri malı götürüyor, birileri zengin oluyor, birileri malına mal katıyor ama bu toplumun en altındaki insanlar işte böyle bir durumda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
RIDVAN TURAN (Devamla) - Bir şey daha var tabii bu teklifte, o da şu, diyorlar ki işverenlere: "İşçilerinizin 51 lira civarındaki yemek masrafını vergiden düşürebilirsiniz." Yine burada bin lira da yakacak yardımı konusunda, bunu vergiden muaf tutacak bir tedbirden bahsediliyor.
Arkadaşlar, TÜİK Ocak-Mart 2022 dönemi gayrisafi millî hasıla raporunda, iş gücü ödemeleri yani işçi sınıfının gayrisafi yurt içi hasıladaki oranı 2020'de yüzde 39,1 idi, 2021 yılında yüzde 35,5'a düştü ve şu anda, ilk çeyrekte bu oran yüzde 31,5'a düşmüş durumda. Artan işçi sayısını dikkate alırsanız, bazı iktisatçılar bunun yüzde 18 civarında şekillendiğini söylüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RIDVAN TURAN (Devamla) - Selamlayabilir miyim Başkanım?
BAŞKAN - Verdim biraz önce.
RIDVAN TURAN (Devamla) - İşçi sınıfının hak ve özgürlükleri bu kadar yerle yeksan edilmişken "50 lira sana güzellik yapayım, bin lirayı vergiden istisna tutayım." demenin vicdani hiçbir şeyi yok. Zaten iktidarın da iktidar bağlaşıklarının da vicdani hiçbir tarafı olmadığını biliyoruz ama işçi sınıfının gücü ve etkisi, elbette emekçilerin gücü ve etkisi bu kötü gidişatı sona erdirecektir değerli milletvekilleri. (HDP sıralarından alkışlar)