GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:17
Tarih:08.11.2022

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, Değerli Genel Kurul; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, bir torba kanunla daha karşı karşıyayız. Usule ilişkin değerlendirmeyi eğer zaman kalırsa yapacağım. Çünkü bu torba kanun, usulü değerlendirmeden ziyade içerik açısından değerlendirmeyi çok daha fazla hak ediyor. Burada Alevilere ilişkin önemli bir madde var bilindiği gibi ve iktidar -tırnak içinde- bir açılım süreci takip ediyor. Ama Recep Tayyip Erdoğan'ın Şahkulu Dergâhı'nda başlattığı açılım bugün Meclisin kapısında İçişleri Bakanının biber gazıyla sona erdi; çok sayıda insan yaralandı, gazın etkisi altında kaldı, bazı cemevi dedelerimiz hastaneye kaldırıldı.

Yani herkes tabii şuradan bir sonuç biçiyor: Şimdi, kendileri hakkında, kendi gelecekleri hakkında söz söyleneceği vakit, Alevi toplumunun bu memleketin, milletin temsilcisi olduğu söylenen Meclise gelip derdini izah etmesi kolluk zoruyla ortadan kaldırıldıktan sonra, iktidarın fermanlarında Alevilere yönelik olarak hangi hayırlı şey çıkar? Herkesin baktığı yer burası. Buradan hareketle de biz Aleviler, bu maddelerin Alevi toplumunun çıkarıyla uzak, yakın hiçbir alakasının olmadığını buradan bir kez daha ilan etmek istiyoruz.

Değerli arkadaşlar, teklif sahiplerinin anlamadığı mevzu temel olarak şu... Teklif sahipleri diyorlar ki: "Ya, bu, teknik bir düzenlemedir. İşte, şu şu şu maddelerde, elektrikte, suda, şunda bunda cemevlerine -tırnak içinde söylüyorum- güzellik yapıyoruz." Dolayısıyla teknik bir düzenlemeyi teknik olma vasfından çıkartarak memleketin böyle önemli bir meselesinin bir politik mesele gibi ele alınmasını doğru görmüyorlar; oysa tam da anlamadıkları şey işte bu. Yani yüzlerce yıldan beri bir yok sayılmışlığın, yüzlerce yıldan beri katliamlara uğramışlığın, yüzlerce yıldan beri inancı yasaklanmışlığın Meclise sunulacak herhangi bir kanun teklifindeki izahı ne kadar teknik olursa olsun, o sonuna kadar politik bir meseledir ve Aleviler, bizler, bu meseleyi politik bir mesele olarak görüyoruz. Bizim açımızdan ne su meselesidir ne elektrik meselesidir ne başka bir şeydir.

Eğer iktidarlar böyle bir meseleyi çözmekte yüzlerce yıldan beri -Selçuklu'dan başlatıyorum bunu- Selçuklu'dan Osmanlı'ya, genç cumhuriyete ve bugüne kadar imtina etmişlerse, şu anda 25 milyon civarında bir halkın talepleri yok sayılmışsa artık o taleplerin hiçbir tanesi "teknik mesele" paranteziyle izah edilemez. Bu meseleler bu sorunun çözümsüz bırakılmasından kaynaklı olarak her biri başından sonuna kadar politik bir mesele hâline gelmiştir. Politik bir mesele hâline gelmiştir çünkü bu ülkeyi yönetenlerin Alevilere borcu vardır, bu borç bugüne bakiye olarak kalan ta Selçuklu'dan bugüne kadar sürgit devam eden binlerce Alevi katliamının, Alevi yok sayılmışlığının bakiyesidir. Kanuni Sultan Süleyman'ın Ebussuud Efendi'sinin Aleviler için neler söylediğini, hangi fetvaları verdiğini unutmadık. Kızılbaşların canının, malının helal olduğuna, onlarla savaşırken şehit düşenin mutlaka cennetle ödüllendirileceğine ilişkin fetvaları unutmadık. II. Mahmut zamanındaki devasa Alevi kırımlarını, Alevilerin bütün ibadethanelerinin adım adım yok sayıldığını, yeniçerileri bir modernleşme hamlesiymiş gibi tasfiye ederken aslında Bektaşi-Alevi anlayışına yönelik büyük bir tasfiye hareketinin başlatıldığını, o dönemin vakanüvislerinin ifadesiyle boğazın yeniçeri kanından kıpkırmızı olduğu gerçeklikleri unutmadık. Dolayısıyla, bir bakiyeyi bugün konuşacaksak her şeyden önce bir hesap alışverişine ihtiyacımız var. Bu hesap alışverişi yapılmaksızın -ki bu hesap alışverişi her şeyi politik kılan bir hesap alışverişidir- böyle suyla, elektrikle, şununla bununla bizim bunu konuşmaya dahi tenezzül etmeyeceğimizi bilmeniz lazım, bilmeniz lazım.

Halkların Demokratik Partisinin Halklar ve İnançlar Komisyonu aylardır Alevi köylerini geziyor ve aylardır Alevi köylerinde "Bu insanların temel talepleri nedir, kendilerini siyaset arenasında nasıl görmek isterler?" diye bu sorunun cevabını alıyor, söyleşiler yapıyor ve gezdikleri yüzlerce köy içerisinde tek bir talep yoktur ki "Ya, şu bizim cemevine bir su bağlasınlar, bir dedemize maaş bağlasınlar, elektrik bedava olsun da bu iş böyle çözülsün." diyen tek bir Allah'ın kulu yoktur.

METİN GÜNDOĞDU (Ordu) - Bizim o tarafta var.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Alevilerin temel talebi, bizlerin temel talebi, eşit vatandaşlık meselesidir. Komisyonda bunu konuştuk, teklif sahiplerinin anlamadığı şey şu: "Yahu, siz nasıl böyle söylersiniz, bu çok kırıcı." Niye kırıcı kardeş? "'Eşit vatandaşlık'" diyorsunuz, Aleviler eşit vatandaş değil mi?" Şimdi, zaten burada ezilenlerin pedagojisine ilişkin acayip bir şey var ama ezenlerin pedagojik yapısına ilişkin daha başka bir şey var, o da ne biliyor musunuz? Ezen hiçbir zaman ezilenin taleplerini meşru talep olarak görmez. Ezilenin feryadı ezenin kulağına hoş seda gibi gelir. Onunla hemhâl olmak, onunla duygudaş olmak ve gerçekten o sorunları çözmenin kendi iktidarından vermek olduğunu düşünür. İşte, o sebeple, muktedirler, yukarıda oturanlar, saray sahipleri, saltanat sahipleri halkın, işçi sınıfının, Alevilerin, Kürtlerin taleplerini bir küçümsemeyle ele alırlar; bu meseleleri teknik mevzular derekesine indirerek çözümleyebileceklerini zannederler. Oysa çileyi çeken kimse, sorunu bütün boyutuyla yaşayan kimse, bir sorunun çözülmesi için kulak verilmesi gereken tam da odur. O sebeple siz yasa yaparken "Ya, biz zaten teknik bir düzenleme yapıyoruz." diyerek bu işin içerisinden, yüzlerce yıllık bakiyenin ağırlığından kendinizi kurtaramazsınız. Selçuklu'da başlamış Alevi kırımları, Osmanlı'da devam etmiş hâliyle genç cumhuriyette de ne yazık ki farklı bir biçime sahip olmadı. Alevilere yönelik yok saymalar, inkârcı tutumlar, kırımlar ne yazık ki birbirinin sürekliliği olan bu sistemler içerisinde devam etti ve o zamandan bu zamana da bunun çilesini hâlâ yaşıyoruz.

Değerli hazırun, biz kimseden sadaka dilenmiyoruz, biz bir bakiye kapatılsın istiyoruz. Biz bu müesses nizamın Alevilerin canını malını helal gören anlayışıyla yüzleşmesinden yanayız. O nedenle, bizim temel talebimiz, anayasal güvence altına alınmış bir eşit vatandaşlık talebidir. Bizim talebimiz, sizin söylemeye dilinizin varmadığı, cemevinin bizim ibadethanemiz olduğu gerçeğinin Anayasa tarafından kabul edilmesidir. Bizim talebimiz, Alevileri toplumsal, kamusal yaşamda, ekonomik yaşamda yok sayan anlayışın ortadan kalkmasıdır; Alevi katliamlarına ilişkin olarak Maraş'ı, Çorum'u hepimiz hatırlıyoruz, değil mi; Gazi'yi hepimiz hatırlıyoruz, Sivas'ta yakılan canları hiçbirimiz unutmadık; bunlarla bu toplumun yüzleşmesidir. Çünkü biliriz ki, katliamlardan çok çekmiş bir parti olarak, bir halk olarak biliriz ki eğer bir katliamla layıkıyla yüzleşmiyorsanız onun tekrarı kaçınılmazdır, onun tekrarı artık bir kader hâline gelmiş durumdadır. O sebeple, bu kanun teklifi içerisinde yer alan maddelerin Alevilerin taleplerini en küçük biçimde dahi karşılamadığını ifade etmek lazım. Niteliksel olarak farklı şeyler tartışıyoruz, bizim tartıştığımız şeyler ile sizin "Bu güzellikleri yapalım da bu meseleyi çözelim." yaklaşımınızın arasında niteliksel fark var ve şu ikna edici değil: "Bu teknik mesele..." Teknik mesele yok bizim açımızdan; Aleviler için kurduğunuz her laf politiktir, her laf geçmişi hatırlatır, her laf bu müesses nizamın geleneğindeki katliamcılıkla yüzleşmeyi gerektirir, her laf bize kayıplarımızı hatırlatır. O sebeple, bu meseleler teknik meselelerdir, oylayalım da geçelim yaklaşımıyla bu meselelerin üzerinden atlamak, bu meseleyi çözmek mümkün değildir. Nasıl ki değerli arkadaşlar, Osmanlı'da II. Mahmut Dönemi'nde Alevi dergâhlarına Nakşibendi şeyhlerinin atanması o dönem açısından bir kayyum siyasetiyse, bu kayyumcu rejimin biz kendi belediyelerimizde bir başka biçimini görüyoruz ama bu kayyumcu rejimin bir başkası Alevileri, Alevi inancını Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlamak suretiyle de kendini ortaya koymaktadır. Hayırdır ya! Biz folklor ekibi miyiz, kılıçkalkan ekibi miyiz? Biz sayısı 25 milyonu bulan, bu memlekette eşit ve özgür bireyler olarak yaşayan, vergisini veren, insanca yaşamak isteyen, inancı saygı görsün isteyen, ibadethanesi ibadethane sayılsın isteyen, Diyanet İşleri Başkanlığının haksız ve hukuksuz yaklaşımlarından muzdarip olan milyonlarız. O sebeple, bu yaklaşım, bu Kültür Turizm Bakanlığı meselesi zaten baştan bu maddelere karşı Alevi toplumunun nasıl bir duygu durumunda olduğunu açık, net bir biçimde bize gösteriyor.

Bugün Dışişleri Bakanı dedi ki: "Avrupa Birliği hedefimize bağlıyız, aynen arkasındayız." E, tabii, şimdi, Avrupa Birliğine üye ülkeler pek çok yerde daha önce açılmış davalar sebebiyle cemevlerini ibadethane olarak tanımış durumdalar. Ya, acaba bu memleketi yönetenler hiç mi utanmaz? Yani kendi vatandaşına tanımadığı özgürlüğü o vatandaşı gidip Avrupa'da yaşayabiliyor. O ülkelerde cemevi, kilise gibi, cami gibi, havra gibi, sinagog gibi bir ibadethane statüsündeyken bu memleketi yönetenler bu 25 milyona yaptığı zulümden hiç mi utanmaz? Utanmaz, biliyorum çünkü zaten burada işin aslı bir hegemonyanın ilanihaye, sürgit devam etmesidir; Alevilerin eşit vatandaş olarak yaşaması değildir, Alevi'nin ancak ve ancak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yani Hanefi Sünni İslam yorumu tarafından belirlenmiş olan alan içerisinde kalıp devletin kendi Alevisi hâline dönüşmesini sağlamaktır. Yağma yok, o işler çoktan geçti. Aleviler örgütlüdür, Alevilerin gelecek toplum tasarıları vardır, Alevilerin anayasal talepleri vardır, Alevilerin Alevi olmaktan kaynaklı hakları vardır, inançlarının hakkı vardır. O nedenle, en azından toplumumuzdaki Alevilerin durumunun Avrupa'dakilere yaklaştırılması gerekli.

Süre kısa, bu meseleye ilişkin söylenecek çok şey var ama... Yani bu kayyumcu zihniyeti tam anlamıyla reddettiğimizi bir kez daha ifade etmek istiyorum ve diğer maddelere geçmek istiyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu torba yasa içerisinde bir "Fiyat İstikrarı Komitesi" cin fikirliliği var. Bu fiyatların niye istikrarı yok? Çünkü para politikalarını ve maliye politikalarını boşa düşüren bir ekonomi anlayışı var. Merkez Bankası denen aygıt esasen fiyat istikrarını sağlamakla mükellef iken Merkez Bankasının artık fonksiyonunu yerine getiremez bir hâle dönüştürülmüş hâli var.

Şimdi, inzibati yöntemlerle ya da yan yana gelip de böyle komiteler kurarak bu meseleler çözülmez. Fiyat istikrarını sağlamak ve enflasyonu ortadan kaldırmanın, enflasyonu düşürmenin yolu yöntemi, bir defa, para politikası ve maliye politikası araçlarını etkin kullanmaktır ama bu saatten sonra o da yetmez. Demokratik ve kamucu yeni bir üretim seferberliği sağlamaktır, ancak fiyatlar bu şekilde düşer. Yani siz tarımsal üretimi desteklerseniz, köylüye destek sunarsanız köylü çok üretir. Piyasada fazla olan tarımsal ürünler böylece ne olur, fiyatı düşmeye başlar. İstikrar böyle sağlanır. Yoksa buna benzer komisyonlar kurarak bu konuda herhangi bir adım atılamaz.

Bir diğer mesele şu finans merkezi meselesi. Ya, Allah aşkına, bu finansa olan aşkınız nedir ya? Gerçekten çok merak ediyorum. Bakın, arkadaşlar, dünyada "finans" kavramı artık tartışmaya açılan bir kavram. Çünkü pek çok iktisatçının ortak görüşü şudur: Finans alanı, finansal sektörler kalkınmaya hizmet eden sektörler değildir, ani para hareketleriyle bir kesime büyük kazançlar sağlarken, diğer taraftan, toplumsal gelir dağılımını ciddi biçimde tehdit eden, toplumun geneli açısından bir kaosu yaratan; işçiler, emekçiler ve yoksulların aleyhinde sürgit devam eden bir düzeydir. Dolayısıyla, Türkiye'nin ihtiyacı o Ataşehir'deki heyula gibi ucubeleri oraya dikmek falan değildir. Türkiye'nin ihtiyacı demokratik planlamacı bir üretim üssü hâline gelmektir, yüksek teknoloji üretebilmektir. Yoksa bu finansal hareketlerle ekonominin büyümesine dışarıdan gelen parayla katkı sağlayabilirsiniz ama kalkınma için katkı sağlayamazsınız. Bu, kalkınmayı desteklemez; bu, bir kesimin daha da fazla zenginleşmesini sağlar. Ayrıca şöyle bir şey var: Şimdi, oradakilere yüzde 50 kurumlar vergisi istisnası tanıyorsun, öyle mi? E, orada olmayanın kabahati ne? Muamma, bir kenarda duruyor. Arkadaşlar, zaten, bakın, bütçe geliri olarak 3,8 trilyonluk bir gelir planı var, planlanıyor. Bu 3,8 trilyon liranın 2,7 trilyon lirası yoksullardan, halktan toplanan vergiler, vergi kalemleri; diğer kısmı, 1 küsur kısmı sermayenin vergilendirilmesiyle ortaya çıkan şeyler. Şimdi, zaten, sen vatandaştan bu kadar bir vergiyi toplamışsın, bu kadar bir vergi alıyorsun, diğer taraftan da sermayenin vergisini affediyorsun; yüzde 50 kurumlar vergisini bağışlıyorsun. Böylece, aslında, orada oluşacak açığı yoksullardan topladığın vergiyle kapatıyorsun. Yani iktidar, AKP iktidarı bir taraftan varsılların vergi yükümlülüklerini azaltırken orada ortaya çıkan boşluğu da yoksullardan topladığı vergilerle kapatıyor ya da yüksek faizle borçlanmak suretiyle bunu yapıyor. Oysa, sermayeye bu kadar vergi güzellikleri yapılmıyor olsa vergi adaletinin sağlanmasının ön koşulları oluşmaya başlar; kademeli olarak artan bir vergi politikası o zaman mümkün olabilir, bir servet vergisi, bir rant vergisi o zaman mümkün olabilir ama bütün benzer devletlerin de yaptığı gibi, devlet, alt sınıflardan üst sınıflara doğru kaynakları hortumlama aracıdır, kaynakları hortumlama aracıdır. AKP'de bunu finans merkezi yoluyla bir kez daha yapmaktadır.

Bütçede bir rakam var "vergi harcamaları" adı altında; adından bakınca hiçbir şey anlaşılmıyor yani böyle muğlak, gitsin, "vergi harcamaları." Değerli arkadaşlar, bu "vergi harcamaları" kaleminin altında sermayeden alınmasından vazgeçilen kalem var. Bu sene için 300 küsur, 350 milyar gibi bir şeyken, olacağı öngörülürken, realize olan 940 milyar civarında. Bunun 150 milyar civarının asgari ücretlilerden alınmayan vergi olduğu düşünülürse sermayeden 800 milyar lira civarında, 800 milyar civarında vergi zaten "vergi harcamaları" adı altında alınmayacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Hâl böyleyken, bir de böyle vergi istisnaları, vergi muafiyetleri sağlamak suretiyle halkın yoksulluğunu daha fazla artıracak, finansal hareketlilikle istikrarı daha fazla tehdit edecek, gelir dağılımı uçurumunu daha fazla bozacak bir yaklaşımın kabul edilebilir olmadığını ifade etmek istiyorum.

Başka maddeler var ama zamanımız sona erdi, yalnız şunu söyleyeyim: Bu torba yasa teklifine -usule ilişkin zamanım da kalmadı- hem torba olması sebebiyle ama ondan daha önemlisi son derece politik olan Alevi meselesini teknik bir mesele olarak ele alıyor olması hasebiyle külliyen, kökten karşıyız.

Teşekkürler. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)