| Konu: | Polis Yüksek Öğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 21 |
| Tarih: | 16.11.2022 |
HDP GRUBU ADINA HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
(2/4674) esas numaralı Polis Yüksek Öğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerine partim Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Sözlerime başlamadan önce, İstiklal Caddesi'nde yapılan saldırıyı kınıyor, hayatını kaybeden yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Ümit ediyorum ki bu son saldırı, bu son acı olur.
Değerli milletvekilleri, öncelikle usule ilişkin değerlendirmeyle konuşmama başlamak istiyorum. İktidar yasama etiğini ve muhalefete saygı ilkesini yok sayarak yasama sürecini torba yasalarla götürmeyi kural hâline getirmiştir. Evrensel hukuk ilkelerinin ağır bir biçimde ihlal edilmesi anlamına gelen torba yasalar, milletvekillerini birbiriyle ilgisiz pek çok farklı düzenlemeye ilişkin tek bir görüş bildirmeye zorlayarak, yasama kurnazlığını ifade eden bir tekniğe sahiptir. Farklı konuların aynı yasal düzenleme metninde bir araya getirilerek daha önemli ve kritik hususların kamufle edilmesi yasama etiğini ihlal etmektir. Yasama sürecinin oldubittiye getirilerek hızlandırılması aynı zamanda yasama kalitesini de düşürmektedir.
Torba kanunla toplamda 8 kanun üzerinde değişiklik öngörüldüğünü görmekteyiz. Tabii, dediğimiz gibi birçok konuya ilişkin, 8 kanuna ilişkin düzenleme var. Baktığımızda, yasada aslında polis teşkilatına ilişkin de birçok düzenleme olduğunu görüyoruz. Demokrasinin, eşitliğin, adaletin, barışın ve insan haklarının yok olduğu bir ortamda insanca yaşamanın temel nitelikleri olan bu kavramlar için mücadele eden her yurttaş kolluğun şiddetiyle karşı karşıya bırakılmaktadır. Güvenlik teşkilatlarında örgütlenen sınırsız yetki kullanımı, kolluk güçlerinin daha kontrolsüz hareket etmesinin önünü açmaktadır. İktidarın, en tepesinden en altına kadar kendinden olmayan herkesi ötekileştirmesi güvenlik güçlerinin yönelimlerinde de etkili olmakta ve kurumların, halkın yararına değil iktidarın önceliklerine göre çalışmasına sebep olmaktadır. Bunda iktidarın güvenlik güçleri veya kolluk arasında kadrolaşmasının da etken olduğu açıkça bilinmektedir.
Tabii, kanun teklifine konu olan polis okullarında öğrencilere verilen eğitim süreci detaylı incelenmelidir. Polislerin en az güvenlik eğitimleri kadar psikoloji, insan hakları, yurttaşlık ve demokrasi eğitimleri de almaları elzemdir. Batı demokrasilerinde polislere ilk öğretilen ve uymalarını bekledikleri hususlar, bu temel insan hakları kavramları ve demokrasinin önemidir. Geçmişte polis okullarının yemin törenlerinde çekilen videoların sosyal medyaya yansıması üzerine bu törenlerde ülkücü yemini, intikam yemini gibi yeminlerin mezun olan öğrencilere okutulduğu görülmüştür. 2017'deki görüntülerin ardından ilgili yöneticilerin görevden alındığı söylense de polis okullarındaki eğitimin ırkçı, ayrımcı bir çerçevede verildiği bazen görülmektedir. Yakın zamanda, tabii, polis mezuniyet töreninde yine AKP'nin Türkiye Yüzyılı şarkısının okunması da aslında bu durumu gözler önüne sermektedir. Tarikat ve cemaatlerin kamu kadrolarına kendi cemaatlerinden olan kişileri yerleştirmek için sınavları araç olarak kullandığı da bilinen birer gerçektir. Polis okullarında sürdürülen eğitimin ve polis teşkilatındaki siyasi grup ve tarikatların gücünün araştırılması ve önlenmesi de gerekmektedir. Tabii, bu eleştirileri yaparken kolluk güçlerinin uğradığı bir haksızlığı da bizim de farkında olduğumuzu da belirtmek isterim. Aynı görevi yapanlara eşit ücret ve eşit statü konusunda bir haksızlığın olduğunu kabul ediyor, bu konuda ivedilikle düzenleme yapılması konusunda biz de fikrimizi beyan etmek istiyoruz.
Tabii, teklifin ilk 3 maddesine baktığımızda, güvenlik korucularına yönelik uyarma, kınama, ücretten kesme ve görevden çıkarma cezaları, ağırlaştırıcı ve hafifletici nedenler, devlet memurluğundan ilişiği kesilenlere yönelik düzenlemeler yapılmaktadır. İktidar daha önce de güvenlik korucuları ve korucubaşları hakkında uygulanacak disiplin cezalarının düzenlenmesine ilişkin bir kanun teklifi getirmişti ancak söz konusu kanun Anayasa Mahkemesi tarafından 24/2/2022 tarihinde iptal edilmişti. Anayasa Mahkemesi, önceki değişikliği Anayasa'nın 2'nci ve 7'nci maddelerine aykırı bulduğu için iptal etmişti ancak buna rağmen getirilmek istenen yeni düzenlemeyle de Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri karşılanmamakta ve disiplin suçu gerektiren fiil ve davranışlar muğlak ve belirsiz bırakılmaktadır. Yapılmak istenen değişiklikte muğlak ifadelere yer verilmekle birlikte idareye takdir yetkisi de verilmektedir. Bu durum, cezasızlık politikası olarak uygulamada karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, bu değişiklik talebiyle yönetmelikler kanun yerine konulmaktadır. Tüm anlattıklarımızdan da anlaşılacağı üzere, belirlilik ilkesiyle de bağdaşmayan bir değişiklikle karşı karşıyayız.
Yapılmak istenen değişikliklerin teknik kısmına girmeden iktidarın güvenlikçi politikalarından koruculuk sistemine ve bu sistemin pratiklerine ilişkin eleştirilerimizi değerli milletvekilleriyle paylaşmak isterim. Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için demokratik siyasi yöntemler yerine silahlı çözüm politikalarının uygulanması sonucu olarak koruculuk sistemi karşımıza çıkmaktadır. Koruculuk, işlevselleştiği 1985 yılından günümüze ekseriyetle yarattığı olumsuz sonuçlarla ülke gündemini sürekli bir şekilde meşgul etmiş ve etmeye de devam etmektedir. Koruculuk sistemi, iç barışı bozan bir mekanizmadır. "Koruculuk" deyince Kürt halkının aklına acı, şiddet ve baskı gelmektedir. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünde uğraş ve ısrar eden tüm kişiler ve kuruluşlar koruculuk sisteminin lağvedilmesini her dönemde dile getirmişlerdir. Koruculuk, her daim iktidarların güvenlikçi ve şiddete dayalı yüzünün birer aparatı olmuştur.
Değerli milletvekilleri, tarihsel süreçlerde Türkiye'yle birlikte toplumsal çatışmaların yaygın olduğu birçok ülkede benzer politikaların uygulandığı görülmektedir. Örneğin, Peru'da köylü devriyeleri, Kolombiya'da birleşik müdafaa kuvvetleri, Çeçenistan'da Kadirov'un takipçileri gibi, köy koruculuk sistemine benzer paramiliter birlikler oluşturulmuştur. Bu coğrafyadaki koruculuk sistemi, ortak ve benzer yönler açısından Osmanlı zamanında Kürt illerinde oluşturulan Hamidiye Alaylarına kadar götürülebilir. Türkiye Cumhuriyeti'nde ise 1924 tarihli, 442 sayılı Köy Kanunu'nun 68'inci maddesindeki tanımıyla bu, uygulamaya konulmuş ve burada karşımıza çıkmakta.
Bugün anıldığı şekliyle faaliyetlerini, işlevlerini ve asıl anlamını ise Turgut Özal'ın Başbakanlığı sırasında Bakanlar Kurulunun 27 Haziran 1985 tarih ve 9632 sayılı Kararı sonucu "geçici köy koruculuğu" adı altında kazanmıştır. Geçici köy korucuları, köy korucularından farklı olarak idari bakımdan mülki idare amirine, mesleki olarak da Jandarma komutanına bağlıdır.
2016 yılında çıkarılan kanun hükmünde kararnameyle geçici köy korucularının adı "güvenlik korucusu" olarak değiştirilmiş ve koruculuk kalıcı hâle getirilmiştir. İçişleri Bakanlığının Kasım 2020'deki açıklamalarına göre, İçişleri bütçesinde güvenlik korucularına ilişkin belirtilen verilere göre, 2021 yılında toplam 1.427 yeni korucu görevlendirilmiştir. 2022 yılı içerisinde 500 korucu daha görevlendirilecekken hedefin bine çıkarıldığı bildirilmiştir yani sayı her geçen gün artıyor. Sayıları giderek artan koruculuk sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim. Her ne kadar koruculuk sisteminin yarattığı sorunların üstü örtülmeye, sorun yokmuş gibi davranılmaya çalışılsa da sistemin devam etmesi, sayının artırılması problemi çözmek yerine sorunları kalıcı hâle getirmeye ve uzun yıllara yayılacak bir çözümsüzlüğe sebep olacaktır.
Değerli milletvekilleri, bakınız, koruculuk sistemi, Kürt meselesinin çözümsüzlüğünde, çatışma ve şiddet ortamının derinleşmesinde bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. 90'lı yıllardan itibaren koruculuk sistemi, iktidarların antidemokratik uygulamalarında her daim karşımıza çıkmıştır. Birçok korucu, devletin kendilerine sağlamış olduğu silahları ve devlet desteğini bulundukları bölgelerdeki yurttaşlara karşı kullanmaktan çekinmemiştir. Korucular, ellerindeki silah gücünü hem bağlı bulundukları aşiretlerin güçlenmesinde hem de kişisel çıkarları için de etkin bir şekilde kullanmaktan geri durmamışlardır. Husumetli oldukları köylüler üzerinde bu avantajlarını kullanmış ve kendilerine -tırnak içerisinde- üstünlük yaratmışlardır. Birazdan sunacağım örneklerde bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Düşünün ki elinde silahı, arkasında devleti, yargılanma korkusu olmadan istediğini yapacağını düşünen ve suç işlemekten çekinmeyen bir koruculuk gerçeği var karşımızda.
Köy korucuları, 1990 ve 2000'li yıllar arasında Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı özellikle ilçe ve köylerde yaşanan köy yakma, köy boşaltma, zorla göç ettirme uygulamalarının başat aktörlerinden olmuşlardır. Sivil toplum kuruluşlarının raporlarına göre, söz konusu dönemde en az 3.688 yerleşim yeri boşaltılmış, 2,3 milyon yurttaş yerinden göç ettirilmiştir. Köy koruculuğunu kabul etmeyen yurttaşlar ya göçe zorlanmış ya da "faili meçhul" olarak adlandırılan fakat faili belli, apaçık ortada olan cinayetlere kurban gitmişlerdir. Binlerce yerleşim yeri boşaltıldı, milyonlarca yurttaş yerinden göç ettirildi. Kürt meselesindeki çözümsüzlük dayatması ve ısrarıyla, birçok hukuksuzluk, talan, yerinden yurdundan olmayla, ölümlerle karşı karşıya kaldılar. Bu sebeple acilen bir yüzleşmenin ve hesaplaşmanın yerine getirilmesi gerekir. Bu ülkenin ihtiyacı olan, onurlu bir barış ve hak temelli eşit yurttaşlığın tesis edilmesidir.
Tabii, korucuların bu hukuka aykırı suç verilerine ilişkin gerek İHD'nin gerekse de Genelkurmay Başkanlığının raporları karşımıza çıkıyor. İnsan Hakları Derneğinin yayınladığı bir rapor var öncelikle, Ocak 1990-Mart 2009 döneminde köy korucuları tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlallerine ilişkin bir rapor. Raporda, tabii, çarpıcı veriler karşımıza çıkmakta. Köy korucuları, 1990 ve 2009 yılları arasında 38 köy yakma, 14 köy boşaltma, 12 taciz ve cinsel saldırı, 22 kaçırma, 294 silahlı saldırı, 183 öldürme, 259 yaralama, 2 kayıp olayı, 50 infaz, 70 gasp, 562 işkence ve kötü muamele, 59 gözaltı, 9 intihara sebebiyet verme ve 19 ormanlık alan yakma suçlarına karışmıştır ve bunlar sadece, dediğimiz gibi, elde edilen ve ulaşılan sonuçlardan ortaya çıkan rakamlar. İHD raporunun haricinde yine Genelkurmay Başkanlığının 2004 tarihli basına yansıyan bir raporunda ise korucuların karıştığı suçlar şöyle sıralanmaktadır: Gasp, soygun, öldürme, mesken ve araçlara saldırı, patlayıcı madde kullanma, kasten ev ve ot yangını, ev, iş yeri, banka ve otodan hırsızlık, yankesicilik, boru hattına saldırı, zorla çek, senet imzalatma ve tahsil etme, ormanlarda yangın çıkarma, dolandırıcılık, suç eşyası satmak, saklamak ve satın almak, mala zarar vermek, darp ve saldırı, rüşvet, zimmet, kadın, erkek ve çocuk kaçırma, rehin alma, tehdit, aile fertlerine kötü muamele, hakaret, tecavüz, fuhşa teşvik, kumar oynamak ve oynatmak, mesken masuniyetini ihlal, uyuşturucu madde kaçakçılığı, silah ve mühimmat kaçakçılığı, gümrük ve tekel kaçakçılığı, canlı hayvan kaçakçılığı, insan kaçakçılığı ve çevre suçları. Bunlar da dediğimiz gibi, Genelkurmay Başkanlığının 2004 tarihli, basına yansıyan raporundan okuduğum, korucuların karıştığı suçlara ilişkin verilerdi yine.
Bunları saymamın temel sebebi şuydu değerli milletvekilleri: Bu durum, bize söz konusu bu suça karışmanın münferit olmadığını, aslında bir sistemin ürünü olduğunu göstermekte. Net bir şekilde şunu söyleyebiliriz: Bunlar, münferit suçlar değil iktidarın kalıcılaştırdığı ve sürmesini istediği, sistemin yarattığı suçlar. Yıllarca konusu her açıldığında korucuların işlediği cinayetlerde, karıştıkları suçlarda hem geçmiş hükûmetler hem de mevcut iktidar bu suçları, hak ihlallerini münferit olaylarmış gibi sunuyor ancak bizler, münferit değil sistematik olduğunu çok iyi biliyoruz ve sürekli cezasızlık politikasıyla başka suçların işlenmesine bilerek alan açtığınızı da görüyoruz. Eğitimsiz, donanımsız kişilerin korucu olmaları birçok suçun ve olumsuz sonucun doğmasına sebep oluyor. Hoş, eğitimli olanlar da kolluk gücü de maalesef ki aynı durumda ama bu başka bir konu.
Kamuoyuna yansıyan, yine korucuların karıştığı infial yaratan bazı suçları sizinle paylaşmak istiyorum. İktidar çabuk unutuyor olabilir, bizim de görevimiz hatırlatmak, günü geldiğinde yargı önünde hesabını sormaktır. Korucuların fail olduğu en yakıcı, en can alıcı olaylardan biri 2009'daki Bilge köyü katliamıdır. Bildiğiniz üzere, 4 Mayıs 2009'da Mardin'in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde, bir düğün esnasında korucular tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucu tamı tamına 47 kişi katledildi. Dedik ya çok örnek var, yaşanan çok fazla hak ihlali var; kadınlara karşı cinsel saldırılar, öldürme, kaçırma, intihara sebebiyet verme olayları var. Devam edelim: Van'ın Gürpınar ilçesinde Korucu T.G. 15 Aralık 2016 tarihinde zihinsel engelli 2'si çocuk 3 kardeşe nitelikli cinsel istismarda bulundu. 23 Eylül 2017 tarihinde Mardin ili Ömerli ilçesinde Korucu Kazım Özkan, imam nikâhlı olduğu 24 yaşındaki Bedia Çakar'ı katletti. 9 Mayıs 2019 tarihinde Bingöl'ün Karlıova ilçesinde Korucu Ömer D. kendisiyle evli olan Songül D. ile çocuklarından 1'ini öldürdü, 2 çocuğunu ağır yaraladı. 27 Ocak 2020 tarihinde Bingöl'ün Genç ilçesinde Köy Korucusu A.T. boşanma aşamasında olduğu F.T.'yi korucu silahıyla katletti. Ağustos 2019 tarihinde Mardin'in Midyat ilçesine bağlı Toptepe köyünde eski korucu olan M.A. evli olduğu S.A. adlı kadını sistematik işkenceye maruz bıraktı. 2021 Şubat ayında Mardin'in Savur ilçesine bağlı bir mahallede korucular H.B. ile R.Ç. bir kadını taciz etti. 5 Şubat 2021 tarihinde Diyarbakır'da eski JİTEM itirafçısı ve Korucubaşı Murat İpek, A.A. adlı kadını ateşli silahla öldürme girişiminde bulundu. Tabii, daha geçmiş tarihlerde de yine birçok örnek var. 18 Kasım 2008 tarihinde Midyat'ın Gelinkaya köyünde 9 yaşındaki Mehmet ve 13 yaşındaki İzzettin Ersoy isimli çocuklar korucular tarafından kaçırıldı ve cesetleri bir kuyuda bulundu. Yine, 28 Kasım 2008'de Rahip Daniel Savcı fidye amaçlı kaçırıldı ve rahibi kaçıranların korucu olduğu ortaya çıktı. Mardin'in Midyat ilçesinde 21 Kasım 2021'de Musa Çelik isimli yurttaş alacağını istediği için Korucubaşı Ş.A. tarafından katledildi ve devlet adına bu suçu, bu cinayeti işlediğini mahkemede beyan etti ve hiçbir pişmanlık belirtisi dahi göstermedi. Mahkeme heyeti de takdir yetkisiyle, takdir yetkisini kullanarak haksız tahrik altında bu cinayetin işlendiği, kasten öldürmenin gerçekleştiği hakkında hüküm kurarak sanık hakkında on iki yıl altı ay ceza vermiştir. Kararın ardından Korucubaşı Şükrü Akçay mahkeme heyetine bozkurt işareti yaparak teşekkürlerini iletmiş, mağdur yakınlarını ise tehdit etmiştir. Suç ve suçluyu doğuran yapı tam da bu cinayette kendini göstermektedir. Bu cezasızlık politikaları ve suçluyu aklama, sırtını sıvazlamalar daha başka cinayetlerin ve suçların işlenmesine de önayak olmaktadır.
Tekrar ediyoruz, zaman kaybetmeden bu sistem ortadan kaldırılmalıdır, suç ve suçlu üreten koruculuk sistemi lağvedilmelidir. Tabii, bu görüş, sadece partimiz tarafından değil bir zamanlar iktidar partisinin yetkilileri tarafından da bizzat dile getirilmiş ve devlet kurumlarının raporlarına da yansımıştı. Bilge köyü katliamının ardından, dönemin Terörle Mücadele Yüksek Kuruluna başkanlık eden Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'e İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları tarafından sunulan raporda koruculuğun kademeli olarak kaldırılması gerektiği, koruculuğun giderek bir sosyal sorun hâline geldiği, devletin silahının ve gücünün kişisel ve ailesel husumetlerin çözümünde kullanıldığı, Avrupa Birliğinin de koruculuğun kaldırılması görüşünde olduğu ve korucuların tarım ve hayvancılık alanlarında istihdam edilmesi gerektiği net bir şekilde dile getirilmiştir.
Yine 2009 yılında dönemin AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan şu ifadeleri kullanmıştır: "Koruculuk sistemi tamamen kaldırılmalı. Şu anki güvenlik konseptimizin çerçevesini aşan miktarda korucu var. 60 bin kadroya karşı fiilî olarak görev yapan 50 bin korucu var. Bunlar cahil kitle, sınırsız yetki içeren gücü verdiğinizde bunun yasalar içinde ve ölçülü olarak kullanılacağından emin olamazsınız. Zaten kuruluşundan bu yana 12 bin adli olaya karıştıkları ortada, Mardin de son örneği oldu." Yine, bir AKP Milletvekili daha, Sabahattin Cevheri de bu şekilde eleştiriyor ve "Allah'a şükür, bizim aşirette koruculuk yok." diyor yani siz düşünün. 2013 yılında ise AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu Kürt meselesini kastederek "Bugün itibarıyla bu sorun çözülmese dahi koruculuk sisteminin kaldırılması gerekir. Daha eğitimli, kadrolu devletin güvenlik birimleri bu işi üstlenmeli." şeklinde ifadeler kullanmıştı ancak şu aşamada, 2016 yılındaki değişiklikle koruculuğu kalıcı hâle getiren AKP iktidarı gerçekliğiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Koruculuk yapılanması toplum açısından birçok sosyal ve psikolojik tahribata neden olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz.
HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Bölge halkı ve demokratik kamuoyunun beklentisi, toplumsal yaşamı ve başta yaşam hakkı olmak üzere temel insan haklarını açıkça tehdit eden bu sistemin bir daha geri dönülmemek üzere lağvedilmesi gerektiği yönündedir. Eğer bu sistem ortadan kaldırılmaz, tam tersine güçlendirilmeye çalışılırsa oluşacak tehdidin ve bunun yol açacağı faciaların nereye varacağını kestirmek zor değildir.
Türkiye'de bir konunun gündeme gelebilmesi için maalesef ki bir felaketin gerçekleşmesi gerekiyor. Öncelikli olarak, koruculuk sisteminin yol açtığı sorunların ve korucuların karıştığı suçların tespiti noktasında kapsamlı bir Meclis araştırması açılması, bu sistemin doğurduğu toplumsal travmaların tüm yönleriyle araştırılması, mağduriyetleri giderecek politikaların belirlenmesi gerekmektedir. Suça karışmamış, koruculuğu isteği dışında kabul etmiş olanlar -tabii, birçok önerimiz de var bu konuda- sosyal güvenceleri sağlanarak emekli edilebilirler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Sayın Başkanım size zahmet, teşekkür etmek için son bir söz alayım.
BAŞKAN - Buyurunuz.
HÜSEYİN KAÇMAZ (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Korucuların sosyal toplumsal yaşama entegre edilebilmesi için sosyal projeler devreye konulmalıdır. Korucuların işgal ettiği, zorla el koyduğu arazilerin, taşınmazların derhâl eski sahiplerine iadesi sağlanmalıdır. Böylelikle, sistemin yol açtığı toplumsal sorunlar bir nebze olsun giderilebilir ve demokratik bir Türkiye'nin yolu açılabilir diyerek kanun teklifi üzerindeki görüşlerimizi paylaştıktan sonra buradan sadece Şırnak Valiliğine bir soru sormak istiyorum: Şırnak Valiliğinin dün yaptığı açıklama... Biliyorsunuz, İstiklal Caddesi'ndeki saldırgan, şüpheli ile MHP Güçlükonak İlçe Başkanı adına kayıtlı telefon hattıyla görüşme sağlandığı iddiası basına yansıdı. Her ne hikmetse Şırnak Valiliği MHP ilçe başkanının açıklamasını paylaşma gereği duydu. Buradan soruyorum: Şırnak Valiliğinin görevi mi bu? Şırnak Valiliği burada ne yapmak istiyor? Kamuoyu bunu merak ediyor.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)