| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Komisyonu Arasında Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA III) Çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti'ne Yapılacak Birlik Mali Yardımının Uygulanmasına İlişkin Özel Düzenlemeler Hakkında Mali Çerçeve Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 01.12.2022 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ZEKİ HAKAN SIDALI (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; IPA III üzerine yani ülkemiz ile Avrupa Komisyonu arasında katılım öncesi yardım aracı çerçevesinde imzalanan mali çerçeve ortaklık anlaşmasının kabulü üzerine görüşüyoruz. Bu anlaşma, sadece Türkiye'de yapılacak mali yardımların düzenlenmesi açısından değil, Avrupa Birliğiyle ilgili ilişkilerimizi ve üyelik perspektifini canlı tutan tek mekanizma olması nedeniyle de oldukça önemli. IPA, aday ülkelerin üyelik yolunda AB standartları ve politikalarına yaklaşımları amacıyla mali bir destek sağlayan aynı zamanda bir uygulama. 2007 yılında IFA I olarak başlayan programın, bugün 2021-2027 yıllarını kapsayan 3'üncü fazına geçmiş bulunuyoruz. Sizin de bildiğiniz gibi, son dönemde, Avrupa Birliği tarafından tarafımıza tahsis edilen bütçede 1,2 milyar euroluk kesintiye gidildi. Bunun sebebi, ülkemizdeki temel hak ve özgürlükler konusunda geriye düşmemizden başka bir şey değil. Oysaki bu projeler sadece fiziki projelerle sınırlı olmayan, Avrupa standartlarına ulaşma yolunda insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, sivil toplumun geliştirilmesi gibi birçok alanı da kapsayan geniş bir perspektif sunuyor. IPA Projeleri, aynı zamanda, bize, diğer üye devletlerle ilişki geliştirme, ortaklık oluşturma, ortak sorunlara ortak çözümler yaratma imkânı sunan önemli bir program. Kısaca, medeni dünyada ortak ekonomik değerlere ve standartlara ulaşmanın teşvik edilmesi olarak da görebiliriz.
AB fonlarından oransal olarak en yüksek payı alan ülke konumundayız. 2002'den bu yana ülkemize 9,2 milyar avrodan fazla bir fon tahsis edilmiş. Aslında, bu durum, Avrupa Birliğinin tam üyelik ve iş birliği yolunda Türkiye'ye verdiği önemi de ortaya koyuyor.
Programın başından itibaren ülkemiz tarafından önerilen 850 büyük ölçekli proje kabul görmüş ve hibe almışken bu sayının özellikle başkanlık sistemine geçişten itibaren günümüze yaklaştıkça da azaldığını hep birlikte görüyoruz, bu da başkanlık sisteminin ve yanlış uygulamaların bizi refah merkezlerinden nasıl uzaklaştırdığının bir göstergesi. Mesela, 2021 yılında sadece 16 büyük projemiz kabul görmüş. Bu projelerin tutarının 210 milyon euro olduğu göz önünde bulundurulduğunda, durumun ekonomik ciddiyeti daha da net bir şekilde ortaya çıkıyor. Ülkemizle ilgili geleceğe yönelik ekonomik beklentilerin düştüğü tam da buradan belli. Zira, bu, ülkemiz gibi önemli bir aday vasfı taşıyan ülke için çok ama çok düşük bir rakam. Önceki yılların ortalamalarının üçte 1'inden daha az bir miktardan bahsettiğime dikkatlerinizi çekmek isterim.
Bu noktada değinmek istediğim bir diğer konuysa euro olarak gelen hibelerin doğrudan Türk lirasına çevrilerek yatırımcıların teşviklerden sınırlı şekilde faydalanması ve Hükûmet eliyle örtülü bir el koyulma meselesi. Bir proje sahibi iki yıllık bir proje için başvuruyor, AB hibeyi euro olarak veriyor ancak siz bunu liraya çeviriyor ve girişimciye ise bu zaman içerisinde parça parça veriyorsunuz. İki sene önce bugün euro 9 lira civarındaydı, bugünse neredeyse 20 lira yani bu hesapla, yatırımcının eline hibenin yarısından az bir miktar geçmiş. Sizi de anlıyoruz, bugünlerde hiç olmadığı kadar çok dövize ihtiyacınız var ancak bu hibeler ülke ekonomisine katkı sağlamak için varlar; döviz fırsatçılığınızın yeri burası değil. Bu durum, çoğu projenin başlangıçta istenen amaca ulaşamamasına, akamete uğramasına ve bazı durumlardaysa başarısızlığa uğramasına sebep oluyor. Burada suç ne projede ne proje sahibinde, yalnızca ekonomiyi istikrarsızlığa, girişimciyi çıkmaza sürükleyen iktidarda ve döviz kurunu patlatan dehasında. Nasıl olsa kaybeden kendisi değil, yatırımcı kimin umurunda? Yeni dönemde, IPA sürecinde, ülkelere doğrudan tahsis edilen bir hibe bütçesinin ortadan kalktığını görüyoruz. Ülkemiz ve benzeri standarttaki aday devletler 12 milyar euroluk bir fon havuzundan faydalanacaklar, artık bu fon bünyesinden proje bazlı hibe tahsisleri yapılacak yani bu zamana kadar daha kolay bir şekilde ulaştığımız hibeleri alabilmek adına daha yüksek performanslar göstermek ve tüm rakip ülkelerle yarışmak gerekecek. Maalesef, sizin yüzünüzden yatırımcılarımız bu yarışa ayaklarında zincirlerle giriyorlar.
Dışişleri Bakanlığına bağlı Avrupa Birliği Başkanlığı "2022 yılından itibaren bu fonların önceki yıllardaki düzeyine dönmesini bekliyoruz." temennisinde bulunmuştu. İşiniz gücünüz temenni. 2022 yılının sonuna yaklaşıyoruz, bu temenniyi gerçekliğe dönüştürecek herhangi bir adım atıldı mı, yoksa süreç hâlen yalnızca temenni seviyesinde mi kaldı, merak ediyorum.
Temel hak ve özgürlükler alanında iyileşmeler olması hâlinde yani şu sürekli açıkladığınız reform paketlerinin içini doldurmanız hâlinde bu bütçeden daha etkin ve yetkin bir şekilde faydalanacağımız açık. Bizler, tarımdan sanayiye, endüstriden çevreye kadar çeşitli alanlarda kullanılan ve ülkemizin sürdürülebilir kalkınmasına açık bir katkısı olan bu nitelikli hibe mekanizmasını önemsiyoruz ancak önemsediğimiz bir diğer konu da gelen hibe desteklerinin amacına uygun bir şekilde harcanmasına dikkat edilmesi. Liyakat burada da esas; proje ve planlama burada da esas. Avrupa Birliği Başkanlığının bu konuda çok sınırlı olsa da bir izleme çalışması olduğunu biliyoruz fakat bunu daha geniş sahalara yaymak ve sonuç odaklı değerlendirmeyi aktif bir şekilde çalıştırmak proje ve hibeleri daha kıymetli bir hâle getirecek çünkü sadece proje yapmak, hibe almak değil onun verimli sonuçlarını da almanız gerekiyor ve daha kapsamlı uygulama alanları geliştirmek de bir o kadar önemli.
Kıymetli milletvekilleri, Avrupa Birliğine tam üyelik adaylığımız, maalesef, sadece bir hukuki kazanç yani mermere yazılmış yazı olarak kalmaya devam ediyor. İlişkilerimizdeki bu donukluk durumunun sebebi iktidarın hatalarından, yaklaşımından ve de zihniyetinden kaynaklanıyor. Adaylık sürecimizde hiçbir ilerleme ve geleceğe dönük olumlu bir işaret yok. Avrupa Birliği çeşitli zeminlerde Batı Balkanlar, Moldova, Ukrayna ve hatta Gürcistan'ı müstakbel AB üyeleri ülkeler arasında gösteriyor ancak 2004 yılından beri aday olan ve uzun süredir gümrük birliğiyle Avrupa tek pazarının parçası olan Türkiye'nin adı bile geçmiyor bu tür açıklamalarda. İlişkilerimizin bu hâle gelmesinde Avrupa Birliğinin hataları elbette var, bunda hepimiz hemfikiriz, bunları burada uzun uzadıya izah etmemize de gerek yok. Üyesi olduğum Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi başta olmak üzere çeşitli uluslararası toplantılarda çifte standardı Avrupalı muhataplarımızın yüzüne söylemiş birisi olarak, şimdi de biz gelin kendimize bakalım diyorum. Mevcut durumun esas sorumluluğu iktidarda, milletimize dayatılmaya çalışılan bu rejimde ve iktidarın zihniyet ve uygulamalarında.
Hepimizin de bildiği gibi Avrupa Birliği üyeliği partilerüstü bir cumhuriyet projesi yani sizin iktidarınızla başlamadı, hâliyle sizin iktidarınızla da bitmeyecek. Bunu, Cumhurbaşkanı ve iktidarın sözcüleri de ifade ediyor ancak çok değerli bir ilişki altyapısı ağı bugün bir al-ver ilişkisine indirgenmiş durumda. "Avrupa Birliği hedefimizden vazgeçmedik, Avrupa Birliği stratejik önceliğimiz olmayı sürdürüyor." diyen iktidar, üzerine düşeni bugün yapıyor veya yapmış olsaydı, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz de tahmin edersiniz ki böyle olmayacaktı. Örneğin, Ortaklık Anlaşması'yla kurulmuş olan hiçbir organ çalışmıyor, Ortaklık Konseyi 2019'dan beri toplanmıyor. Ülkemizin köklü müttefiklik ilişkilerini, medeniyet standardı olarak benimsediği ilkeleri yıpratmak için Avrupa Birliğinin yaptığı hataları istismar etmek doğru bir tutum değil. İktidar, üzerine düşenleri yaparak ve uyum kapsamındaki uygulamaları öncelikle vatandaşlarımızın standartlarını yükseltmek için kullanarak, tam üyelik yolunda ilerlemek yerine yan yollara sapmayı tercih ediyor. Hâliyle, bu durum, müzakereye ilişkin normlar açısından da bir geriye gidişe sebep oluyor.
Bu doğrultuda baktığımızda, müzakere süreci ve gümrük birliğinin yenilenme sürecinin, ülkemizde demokrasiden hızla uzaklaşılması ve Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin yanlış ve yanlı uygulamaları nedeniyle askıya alındığını görebiliyoruz. Hükûmetin süreci bu noktaya getirmiş olması, tarih açısından hepimiz adına, hepiniz adına yazılacak çok büyük bir olumsuzluktur. Bu tutumunuz ülkemize, vatandaşlarımızın onuruna ve refahına, ulusal güvenliğimize ve hatta millî çıkarlarımıza zarar veriyor.
Sayın Cumhurbaşkanı 9 Mayıs Avrupa Günü vesilesiyle yayınladığı mesajında "Çatışmalardan ziyade savunduğumuz temel değerlere odaklanmak ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini her anlamda geliştirmek her iki tarafın da menfaatinedir." ifadelerini kullanmıştı. Dışişleri Bakanı da son olarak Bütçe Komisyonunda Bakanlığın bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde Avrupa Birliği üyeliğinin hâlâ önceliğimiz olduğunu söyledi ancak gelinen noktada Cumhurbaşkanının ve Dışişleri Bakanının Avrupa Birliği üyeliği yönündeki açıklamalarının ciddiye alınması ne derece mümkün? Uygulamalarınıza bakılınca bu açıklamalar havada kalıyor yani söylem farklı, eylem farklı. Lafla peynir gemisi yürümüyor.
Baktığımızda, Dışişleri Bakanlığına bağlı Avrupa Birliği Başkanlığının 2019-2023 Stratejik Planı'nda ortaya konulan hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik hiçbir olumlu adım atılmadığını görüyoruz. Reform Eylem Grubu ise en son pandemiden önce toplandı yani neredeyse üç yıl önce. Bu toplantıda birtakım kararlar alınmış ve reform sürecine ivme verileceği, temel hak ve özgürlükler bağlamında olumlu adımlar atılacağı belirtilmiştir ama şu an görüyoruz ki hiçbir mesafe katedilmemiş. O dönemde defaaten sorduk "Bu reform paketinin açılması konusunda Avrupa Birliğiyle ilişkilere ivme kazandırılması yolunda samimi misiniz?" diye. Biz samimi olmadığınızı biliyorduk, belki bizi şaşırtır, mahcup edersiniz diyorduk ama süreci yaşayarak da şahitlik ettik, sonuç da ortada. Kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi ilkelerinden uzaklaşılması, Kopenhag Kriterlerinin geçmişte kalmış bir hayale dönüşmesi de aslında bu zihniyetin bir sonucu.
Yaşanan tüm bu süreçler, ihracatımızın yarısını yaptığımız en büyük ticari partnerimiz olan Avrupa Birliğiyle olan ekonomik ilişkilerimiz açısından da doğrudan etki yapıyor. Avrupa Birliği ve Türkiye'nin ekonomik bütünleşmesine büyük katkı sağlayan fakat yürürlükte olduğu çeyrek asırlık süreçte güncelliğini yitiren gümrük birliği sorunumuzun kangren hâline gelmesine de sebep oluyor. Yani yatırımcının, işçinin, çiftçinin, esnafın ekmeğini bölüyor, engelliyor. Yıllardır küresel pazar, NAFTA, TTIP, Avrupa Birliği, Asya Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık ve Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü gibi çeşitli yapılanmalarla hiç olmadığı kadar derin bir bölgeselleşmeye gidiyor, dünyada ticari bloklar keskinleşiyor. Ülkemizin artık nerede başat unsur olmasına karar vermesinin zamanı geldi. Yeni ortaklıklar ve anlaşmalar ülkemizin ihracatına büyük bir darbe vuracak. "Ya şundadır ya bundadır." yapmanın zamanı değil diyoruz ancak biz söylüyoruz, biz dinliyoruz.
2015 yılında Avrupa Komisyonu tarafından gümrük birliğinin güncellenmesi hakkında bir yol haritası yayınlanmıştı. O günden beri heyetler geliyor, heyetler gidiyor ancak bir türlü meşhur güncelleme yapılamıyor. Heyetleri yoruyorsunuz, iş insanlarını yoruyorsunuz ama bu işe bir türlü kafanızı yormuyorsunuz. Avrupa Birliğinin diğer ülkelerle imzaladığı gümrük birliği ve serbest ticaret anlaşmalarının ülkemizi dış ticarette zor durumda bıraktığının hepimiz farkındayız. Mesela, hizmetler ve kamu alımları Türkiye-Avrupa Birliği ikili ticaret ilişkileri kapsamına dâhil bile değil. Tarım sektörüne bakıyoruz, o da sadece tercihli imtiyazlar çerçevesinde, kapsam dâhilinde yer alıyor. Yani genişleyen AB'ye dâhil olmamakla birlikte, onların daha iddialı bir küresel ticaret politikasına yönelip kilit ekonomik ortaklarla yaptığı gümrük birliğine göre daha derinlikli ve daha kapsamlı serbest ticari anlaşmalarının da gerisinde kalıyoruz. Çünkü diğerlerini güvenilir görürken maalesef sizin Hükûmetinizi güvenilir görmüyorlar.
Uluslararası ticarette zamanın ruhundan kopmak duraklamak değil, gerilemek. Yirmi beş yıl önce imzalanan gümrük birliği artık ülkemiz için yetersiz hatta dezavantajlı bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın dijital ve yeşil dönüşüm, hizmet odaklı ekonomiyi de kapsayacak şekilde ikili ticaretteki engelleri en alt seviyeye indirecek hatta tamamen ortadan kaldıracak şekilde günümüze değil, geleceğin dünyasına göre güncellenmesi gerekiyor. Bu fırsat doğru yönetilirse fayda yaratacak, yönetilmezse de ciddi bir zarar doğuracak. Küresel ticari kümelenmelerden de gördüğümüz hâliyle bu fayda zarar dengesini lehimize çevirmek adına önümüzde çok da fazla bir zaman kalmamış. Gerekli diplomatik ve siyasi kanallar kullanılarak gelecekteki Avrupa'nın inşasında Türkiye'nin rolünün önemli vurgusu yapılmalı ve Avrupalı muhataplarımız da harekete geçirilmelidir. Farklılaştırılmış entegrasyon modeliyle ticaret, turizm, bilim, çevre ve sağlıkta iş birliğinin derinleştirilmesi Türkiye'nin size rağmen vazgeçilmez konumunu daha da perçinleyecektir. Avrupa'ya değer katan Türkiye, üyelerin bize çifte standart uygularken iki kere düşünmelerini, daha temkinli açıklamalarda bulunmalarını sağlayacak iş birliği ortamını da derinleştirecektir. Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener'in de ifade ettiği gibi, zengin ülkelerle rekabet edersen onların seviyesine yükselir, fakir ülkelerle rekabet edersen onların seviyesine düşersin. Şirketlerimizin rekabetçiliğini arttıracak politikalar oluşturmak, zengin ülkelerin pazarında rekabet edecek bir yapıyı teşkil etmek siyasi olduğu kadar diplomatik bir feraset de gerektiriyor, bunu yalnızca Avrupa özelinde düşünmemek gerekiyor.
Tekrar söylüyorum: Bütün dünyada ticaret bölgeselleşiyor, yakın ve uzak komşuluk ilişkilerimize ekonomik coğrafya penceresinden bakmamız gerekiyor. Birinci derece sınır komşularımızla 7 trilyon dolar, Avrupa'yı da dâhil ettiğimizde 21 trilyon dolarlık bir ticaret hacminden söz ediyoruz. Uluslararası konjonktürün de etkisiyle tüm hatalarınıza rağmen son yıllarda ülkemizin jeopolitik ve jeoekonomik öneminin arttığının hepimiz farkındayız. Burada iki seçenek var: Yükselişi heba etmek ya da ülkemizi bir ekonomik merkez hâline getirmek. Yapılanların yapılacakların teminatı olduğu düşünüldüğünde iktidarınızda ne yazık ki ekonomik merkez olma vizyonunu göremiyoruz. Oysaki yapılması gereken ilk iş, yeni gelişmeleri dikkate alarak mevcut ticaret anlaşmalarını dış ticaret imkânımızı genişletecek şekilde revize etmektir fakat siz fırsatları değerlendirip modern enstrümanlarla bir kalkınma hamlesi gerçekleştirmek dururken ne yapıyorsunuz? Bizi dünyanın ucuz iş gücüne sahip ucuz mal ihracatçısı konumuna indirgemek istiyorsunuz. İnsanlık ve dünyayı dönüştürecek yeni bir endüstri devrimi döneminin içeresindeyken bu vizyon sığlığını kabul etmemiz mümkün değil. Dönüşüm, inovasyon, esneklik ve verimlilik sütunları üzerinde yükselen bir dünyada İYİ Parti olarak biz, rekabetçiliği değeri düşük TL üzerinden değil, değerli bir ürün gamı üzerinden kurgulayacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZEKİ HAKAN SIDALI (Devamla) - Tamamlıyorum Başkanım.
BAŞKAN - İlave süre vermiyorum.
ZEKİ HAKAN SIDALI (Devamla) - O zaman bitiriyorum.
BAŞKAN - Tamamlayın.
ZEKİ HAKAN SIDALI (Devamla) - Yeni bir dünya kurulurken Türkiye Doğu ile Batıyı kucaklayan bir ekonomik merkez olarak yerini alacak ve hak ettiği refaha kavuşacaktır, az kaldı.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; CHP sıralarından alkışlar)