| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Komisyonu Arasında Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA III) Çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti'ne Yapılacak Birlik Mali Yardımının Uygulanmasına İlişkin Özel Düzenlemeler Hakkında Mali Çerçeve Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 01.12.2022 |
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller; şimdi, IPA'yı konuşuyoruz yani Avrupa Birliğine katılım öncesinde Avrupa Birliği tarafından tevdi edilecek olan yardıma dair bir husus değerlendiriliyor burada, konuşuluyor. Yani ben iktidar olsam Avrupa Birliğine bu kadar çok sallayan -deyim yerindeyse- bu kadar çok hakaretamiz yaklaşımları içerisinde olduğum bir kuruma ilişkin bu yardımları bu kadar kolay Parlamentoya getirmem. Niye söylüyorum bunu? Çünkü iktidarın, Avrupa Birliği başta olmak üzere, bütün küresel merkezlere yaklaşımı olağanüstü bir pragmatizmle malul yani "Biz bir yerden fayda göreceksek bunun bizim tezlerimize, bizim istikametimize vereceği zararın bir önemi yoktur." Dolayısıyla aslında Machiavelli'nin ruhuna rahmet okutacak bir faydacılıkla burada karşı karşıyayız.
Şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu kararların hemen hiçbiri yerine getirilmiyor; Demirtaş, Kavala, Figen Yüksekdağ ve cezaevinde olan bütün milletvekillerimize ilişkin vermiş olduğu, özellikle de en sağlam biçimde vermiş olduğu kararlarının hemen hiçbir tanesi yerine getirilmiyor fakat "Biz bunu yerine getirmiyoruz." basiretini de kimse göstermiyor, deniyor ki: "Aslında biz bunları yerine getirdik." Yani bir çeşit, esasen bizim de kurucusu olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yönelik bir aldatmaca, bir hüllenin içerisine girilmiş oluyor. Kopenhag Kriterleri bir bütün olarak yerlerde sürünüyor, Avrupa'da insan haklarına ilişkin genel yaklaşıma dair herhangi bir pozitif yaklaşım söz konusu değil. Yani böyle Avrupa yaklaşımının ve kültürünün bir bütün olarak reddedildiği ve inkâr edildiği bir yerde biz IPA'yı konuşuyoruz, esasen bu kabul edilebilir gelmiyor. Yani pek çok açıdan, özellikle ahlaki düzeyde burada problemler var.
Peki, yani Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenlerin bu hâle düşmemesi için yapılması gereken bir şey var mı yani istikamet bu mudur? Bundan başka, bu pragmatizmden, bu Makyavelizmden başka yapılması gereken başka bir şey yok mudur gerçekten? Değerli milletvekilleri, aslında, bütün mesele içerideki barışla, içerideki huzurla alakalı bir biçimde seyrediyor. Siz içeride barışı, huzuru tahkim edemezseniz sürekli dünyanın muhtelif yerlerinden gelecek cereyanlara açık hâle geliyorsunuz.
Burada hiç edebiyata girmeden ve işi uzatmadan Türkiye'nin, Rojava, kuzey Suriye bölgesine yönelik harekâtının aleyhinde konuşacağım. Aleyhinde konuşacağım çünkü bunun, esasen, iktidarın orada olma hâlini, iktidarın iktidarda kalma hâlini sürdürmeye dönük, iktidarda kalmasını tahkim etmeye dönük bir hamle olduğunu bu ülkede sağır sultanlar dahi biliyor. Niye biliyor? Çünkü zaten Erdoğan'ın tarihifiden beri oraya yönelik bir 30 kilometre edebiyatı vardı. İşte, Taksim'deki terör saldırısı ki bu terör saldırısının cihadist örgütler tarafından gerçekleştirilmiş bir terör saldırısı olduğu çok belli, son derece belli; bunu 2 tane Müfettiş Clouseau filmi izleyen herkes dahi bilir. Bu böyleyken, mesele, Kürtlere yönelik bir savaşa dönüştü.
Değerli arkadaşlar, orada yaşayanlar ağırlıklı olarak sivil halk ve sürekli bombalanan, sürekli taciz ateşine tutulan, sürekli evi barkı yıkılan oradaki insanlar, sivil insanlar ve köyler. Şimdi, siz, kendi 20 milyon civarındaki Kürt vatandaşınızın hemen sınırın altındaki akrabalarına böyle saldırgan bir biçimde davrandığınız sürece işte uluslararası pek çok alandan kendinize kaynak devşirmek, meşruiyet devşirmek zorunda kalırsınız. Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türkiye'de yaşayan bütün halkların meşruiyet devşirmek için ne Amerika'ya ne Avrupa Birliğine ne Rusya'ya ihtiyacı vardır; Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Türk, Kürt ve bütün halkların meşruiyeti kendi varlıklarındandır, kendi kardeşliklerindendir ve dostluklarındandır. O sebeple, bu meseleleri barışçı ve demokratik bir biçimde çözmeye yönelik, barışçı ve demokratik bir biçimde ilanihaye bir problem olarak ortadan kaldırmaya yönelik bir tutumunuz olmazsa sürekli yapacağınız şey uluslararası alandan meşruiyet devşirme çabası olacaktır.
Şimdi, iktidara ben soruyorum: Ya, sizin iktidar olarak yaptığınız şey nedir? Bakın, 2 tane somut örnek vereyim:
Türkiye'nin en kadim meselesi Kürt meselesi. Kürt meselesinde geldiğiniz noktada ihaleyi askere verdiniz, "Git, çöz." dediniz, oysaki Kürt meselesinin çözümsüzlüğünde cumhuriyet iktidarlarının, siz dâhil olmak üzere, hepsinin büyük bir katkısı, olumsuz manada katkısı oldu.
İkinci mesele, Suriye meselesi. 2012'de "Emevi Camisi'nde namaz kılacağız." edebiyatıyla başlayan süreç, sizin bütün dış politik yeteneksizlikleriniz ve olmayan hayal gücünüzle askere yıkıldı. Şimdi diyorsunuz ki: "Mehmetçik ölmez, vatan bölünmez." Öyle mi? Peki, siz o askerlerin ölmemesi için, karşı tarafta Kürt çocuklarının ölmemesi için siyaseten ne yapıyorsunuz? Hiçbir şey yapmıyorsunuz, sadece bu edebiyatın arkasına saklanıyorsunuz. Oysaki Orta Doğu'daki bütün çıkışsızlıkların ve sonuçsuzlukların tek bir sebebi, bu ülkeyi yöneten iktidarın bu konudaki basiretsizliğidir. İktidarın amacı, sorunları askere ihale etmek falan değildir. Bakın Roma'da, Roma İmparatorluğu'nda en yeteneksiz konsüller bütün meseleleri savaşlarla çözenlerdir, bakın biraz tarihe, onların prestiji yoktur çünkü ne zaman sıkışmışlarsa meseleyi savaşla çözme eğilimine girmişlerdir. Şimdi, sizin bu memleketin bu kadar kadim meselesi varken en azından işte Suriye'yi konuşalım, Suriye meselesine ilişkili olarak çözücü neyiniz var ya? Dün küfrettiğinizle bugün hemhâl olmaya dönük bir politik angajmana sahipsiniz. Ya, o sınırın altındakiler sizin vatandaşlarınızın akrabaları, oraya attığınız her bomba Diyarbakır'daki insanlarımızın da kalbine, gönlüne düşüyor, oradaki her sivil katliam sınırın bu tarafındaki insanları da ilgilendiriyor. Şimdi, siz "Biz bu işleri bu şekilde götürelim, nihayetinde orada 30 kilometre bilmem ne yaparsak bu sorunları çözeriz." diye mi varsayıyorsunuz?
Arkadaşlar, İstanbul'daki terör saldırısına geldiğini söylediğiniz kadının bu güvenli bölgelerden geldiğini sağır sultan bile biliyor, herkes biliyor değil mi? Dolayısıyla burada mesele, bir güvenli bölge değil, halklar açısından bir güvenlik tesis etmektir, halkların bir arada yaşamasını sağlayacak bir barış, demokrasi iklimini yaratmaktır. Ancak siz, siyaseten... Yani ben iyi kötü yaşım el verdiğince bütün Türkiye tarihini ve dış politikayı inceliyorum ama kendi yeteneksizliğini ve basiretsizliğini yalnızca militarizme havale eden, günün sonunda "Git, savaş kardeşim." diyen başka bir basiretsiz iktidar ben görmedim. Ha, ikiniz için söylüyorum yani ikiniz için söylüyorum. Sizin için vurmak, kırmak, hava operasyonu, kara operasyonu dışında bu meseleleri çözecek başka bir şey yok mu? Bak, iddia ediyorum, iki gün içerisinde kuzey Suriye'deki bütün meseleleri çözebilirsiniz ama çözmek istemiyorsunuz. Niye istemiyorsunuz? Çünkü kendi iktidarınızın varlığını Türkiye'de milliyetçi, şovenist bir histeri yaratmaya bağlamışsınız. Çünkü varsayıyorsunuz ki biz orada bir gürültü çıkartırsak, biri tabutlara ellerini koyarak "Ey Amerika, ey bilmem ne!" diye konuşmaya başlarsa zannediyorsunuz ki bu milliyetçilik ortamından yararlanarak iktidarda kalırsınız.
Değerli arkadaşlar, bu, tarihsel bir yanılgı. Bu tarihsel bir yanılgı değil sadece, çoluğumuzu çocuğumuzu, Kürt'ü ve Türk'ü, askeri, polisi, gerillayı, herkesi yokluğa, yok olmaya sürükleyen fasit bir dairedir. Gelin, bundan kurtulun, gelin barışı ve demokrasiyi bu ülkede hep beraber inşa edelim. (HDP sıralarından alkışlar)