GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:29
Tarih:05.12.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen büyük milletimiz; öncelikle hepinizi saygıyla selamlarım.

Bütçenin tümünü görüşüyoruz. Bugün aslında tarihî bir gün. Niye tarihî bir gün? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin 100'üncü bütçesi Genel Kurulda görüşülüyor. Şimdiden bütçe görüşmelerinin hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum. Bugün tabii, muhasebe günü, bugün iktidar açısından millete hesap verme günü ve millet adına muhalefet açısından da hesap sorma günü; o yüzden tarihî bir gün.

100'üncü bütçeyi görüştüğümüz bu günlerde AK PARTİ Hükûmeti Türk milletine veya kamu maliyesi tarihine bir ayıbı yaşattı, bu ayıp da şu: Bu yılın bütçesinin bütçe harcamaları geçen yılın bütçesine göre yüzde 155 artıyor. Bütçenin bu kadar büyümesi, tabii, hizmetin büyümesinden filan değil; bütçenin bu kadar büyümesi, ekonomik göstergelerin son derece bozuk olmasından kaynaklanıyor. Bu, yüz yıllık tarihimizde bir defa olmuş değerli arkadaşlar, bu ikincisini de AK PARTİ hükûmetlerinin 21'inci bütçesinde görüyoruz. İkinci ayıp da şu: 2022 bütçesinde çok büyük bir sapma var; şu anda Hükûmetin getirdiği harcama tutarı, 2022 bütçesinin, başlangıç bütçesinin yüzde 179'u. Bu da 1943 yılından beri yani İkinci Dünya Savaşı yıllarından beri ilk defa yaşadığımız bir şey yani yetmiş dokuz yıldır yaşanmayan bir ayıbı da bu millete AK PARTİ hükûmetleri bu şekilde yaşatmış oldu. Öyle anlaşılıyor ki -Sayın Genel Başkanımızın da ifade ettiği gibi, az önce Müsavat Bey de ifade etti- bu 21'inci bütçe AK PARTİ açısından bir veda bütçesi. İnşallah, biz bunu hazirandan sonra milletimiz açısından bir merhaba bütçesi hâline getireceğiz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bu bütçenin önceliklerini değiştireceğiz çünkü bu bütçede israf var, şatafat var, saltanat var, yandaş kayırma var, KKM var, faiz lobisi var, kamu-özel iş birliği ödemeleri var, yağmalama var. Bunun karşılığında ne yok? Bu bütçede esnaf yok; bu bütçede çiftçi yok, emekli yok, çalışan yok, EYT'li yok, gelir dağılımının düzeltilmesi yok, üretim yok, AR-GE yok, teknoloji yok. Bütçenin bütün önceliklerini çalıştık ve inşallah, haziran ayından sonra bu bütçenin önceliklerini değiştireceğiz.

Türkiye bir seçime gidiyor. Bu seçim, esas itibarıyla baktığımızda, Türkiye bugünkü partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle mi yani bu ucube sistemle mi yönetilsin, yoksa güçlendirilmiş parlamenter sistemle mi yönetilsin, aslında bunun bir referandumu, bunun bir seçimi olacak. O yüzden, bugün benim konuşmamda -az önce zaten Müsavat Bey de daha çok hukuki açıdan, demokrasi açısından, siyasi açıdan bu değerlendirmeleri yaptı- daha çok ekonomi açısından, Sayın Erdoğan'ın partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemindeki ekonomi karnesine bakacağız.

Şimdi, nedir bu sistemin özellikleri, karneye geçmeden önce? Bu sistemde, değerli arkadaşlar, kurumlar yok; bu sistemde, kural yok; bu sistemde, koordinasyon yok; bu sistemde, akıl ve bilim yok, inat var; bu sistemde, istişare yok; bu sistemde, denge ve denetleme mekanizmaları yok. Bu sistem kuvvetler ayrılığını tamamen bitirmiş bir sistemdir. Bu sistem ve uygulama -sistem ve uygulamayı birlikte söylemek istiyorum- milleti fakirleştirmiştir, yoksullaştırmıştır; gelir dağılımını bozmuştur; üretken yatırımları kovmuş, ranta yol vermiştir; Türkiye'yi yalnızlaştırmıştır bağımsız dış politika yapmamıza engel olmuştur, gençlerimizi bu ülkeden kaçmak ister hâle getirmiştir. İşte, bu yüzden "parlamenter sistem" diyoruz.

Şimdi hasar tespiti raporuna geçelim: Değerli arkadaşlar, birinci konumuz enflasyon. Enflasyon... Bu Hükûmetin yani AK PARTİ hükûmetlerinin ilk döneminde, ilk on yılında enflasyonla mücadelede aslında önemli işler yapıldı; enflasyon tek basamaklara, yüzde 5'lere, 6'lara kadar çekildi fakat son on yılda -ben de 2015'ten sonra milletvekili olduktan sonra- şu kürsüde defalarca uyardım, "Enflasyonu küçümsüyorsunuz, bu enflasyon hızlı bozulur." dedim ve nitekim maalesef bunu yaşadık. Enflasyon öyle kötü bir şeydir ki her şeyi bozan, hukuk sistemini bozan, toplumda asayişi bozan, ahlakı bozan, dar ve sabit gelirlileri ezen en adaletsiz vergilemedir; fakirden çok vergi alır, zenginden az vergi alır; kaynak dağılımını bozar; kaliteli, istikrarlı büyümeye engeldir; üretken yatırımlara engeldir. Hükûmet bugün bir şey uydurdu: "Efendim, büyümenin bir sonucu olarak enflasyon var." diyor; büyüme ile enflasyon arasında Türkiye bir tercih yapmak durumunda değildir. Bizim tecrübelerimiz var bununla ilgili olarak, AK PARTİ hükûmetleri döneminde tecrübelerimiz var. Yüksek büyümenin ve düşük enflasyonun aynı anda yaşandığı... Yaşanması son derece mümkündür, dünya da bunu yapıyor zaten ama maalesef Hükûmet, milleti yanıltacak şekilde ta 1970'li yıllardaki tartışmaları bugüne taşımak istiyor, bunun hiçbir şekilde geçerliliği yok.

Şimdi, ben karşılaştırmalarımı tabii... Sisteme ne zaman geçildi? Temmuz 2018'de geçildi bu ucube sisteme, ucube partili Cumhurbaşkanlığı sistemine. Mukayeselerimi genel itibarıyla Haziran-Temmuz 2018 ile bugün son veriler itibarıyla yapacağım.

Enflasyon rakamları... Haziran 2018'de tüketici enflasyonu TÜİK verilerinde -tamamen devletin resmî rakamlarını kullanıyoruz- yüzde 15,4'müş; ekim ayında bu, 85,5'ti, bugün açıklanan kasım ayı rakamlarına göre de 84,4; arkadaşlar, yüzde 15'ten 84'e getirmiş bu sistem tüketici enflasyonunu. Yurt içi üretici enflasyonunda zaten elimizdeki bütün zamanların en yüksek enflasyon rakamını gördük ekim ayı itibarıyla, yüzde 157,7; tüm zamanların... Hani, diyorsunuz ya bazen "Tüm zamanların..." Evet, tüm zamanların en yüksek enflasyonunu yaşattınız bu millete ve şunu da hemen hatırlatayım: Siz bu enflasyonu yüzde 30'larda aldınız; bugün yüzde 157'lik bir üretici fiyat enflasyonu, yüzde 84'lük bir tüketici fiyat enflasyonu yaşatıyorsunuz bu millete. Tarımsal maliyetler de aynı şekilde. Haziran 2018'de tarımsal maliyetlerin yıllık artışı yüzde 19,5'muş, şu anda yüzde 128,6. Tabii, gerçi kimi zaman da şu söyleniyor mazeret olarak -Hükûmet sürekli mazeret uyduruyor zaten- "Efendim, yaşadığımız enflasyon dünya kaynaklı. Dünya, işte, son kırk yılın en yüksek enflasyonunu yaşıyor." Evet, dünyada bir enflasyon sorunu var ama arkadaşlar, o, bizim enflasyon değil. Bütün dünyadaki enflasyon bugün -işte, Sayın Oktay'ın dağıttığı kitaplarda da görüyoruz, yıllık programa bakın- 2022 yılında yüzde 9,1; niye bizde 84? Bu da inanırsanız; ENAG'a göre yüzde 170. Niye bizde enflasyon yüzde 157? Bunun bir cevabını verin Sayın Oktay. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Yani bize tutup da eski defterleri açıyorsunuz. Bunun cevabını vermediğiniz sürece yaptığınız konuşmanın hiçbir kıymeti yoktur burada.

Dolayısıyla, bu enflasyon dünyadan kaynaklanan bir enflasyon değildir. Türkiye'nin yaşadığı bu enflasyon Türkiye'nin kötü yönetilmesinden kaynaklanan, Türkiye'nin kendi sorunlarından kaynaklanan bir enflasyondur.

Şimdi "Enflasyon her şeyi bozar, enflasyon dar ve sabit gelirlileri ezer." dedik, değil mi? Bakın, yine TÜİK rakamlarıyla söylüyorum: Ücretlilerin millî gelirden aldığı pay -yani millî gelir bir pastaysa- neymiş; çalışanlar, yaklaşık 30 milyon çalışanımız bu millî gelirden geçmişte -yani Haziran 2018'de- ne alıyormuş, şu anda ne alıyor? TÜİK rakamları: 2018'in ikinci çeyreğinde millî gelirden çalışanların aldığı pay yüzde 31,5 arkadaşlar; bugün, 2022'nin ikinci çeyreği itibarıyla bu, yüzde 22,6'ya düşmüş. Çalışanlar, millî gelirden aldıkları payın 1/3'ünü bu ucube sistemde kaybetmiş; işte bunu, bu ucube sistemin milleti, çalışanı nasıl fakirleştirdiğini görmek lazım. Tabii, bu pay, bu bileşik kaplar, burada düşüyorsa bir başkasının cebine gidiyor; işte, o yandaşların cebine gidiyor, o rant kesiminin cebine gidiyor bu pay.

Arkadaşlar, kişi başına, daha doğrusu çalışan başına bakarsak, bu dört yılda yıllık kayıp 50 bin lira yani 2018 yılındaki payını ücretliler korumuş olsaydı, aslında ortalama her çalışanımızın yıllık geliri bugün 50 bin lira daha yüksek olacaktı. Tabii, enflasyonun doğru ölçülmemesi, düşük enflasyona göre zam yapılması ve altı ayda bir ücret ayarlaması bunun temel nedenlerinden bir tanesi, onu da ifade etmek lazım ve bu durumda şunu görüyoruz ki: İlk kez Türkiye AK PARTİ hükûmetleri döneminde "çalışan yoksullar" kavramıyla tanıştı. İnsanın -zaten işi olmayanların, onların Allah yardımcısı olsun- işi var, çalışıyor fakat yoksul, yoksulluğu bırakın açlık sınırının altında. Bugün, çalışanların yüzde 65'i asgari ücret üzerinden gelir elde ediyor -ücret alıyor- ve asgari ücret bugün açlık sınırının 2.285 lira altında.

Karneye devam ediyoruz, en önemli göstergelerden bir tanesi, biliyorsunuz, işsizlik ve istihdam verileridir. Şimdi, Sayın Oktay diyor ya "Pandemi öncesine göre istihdam arttı." diye, bakalım artmış mı? Geniş tanımlı işsizliği veriyorum çünkü en doğru tanım bu. İş bulamadığı için ümidi kırılmış insan, "Ya, ben iş dahi aramıyorum çünkü iş bulma imkânım yok." diyor, bunu işsiz saymayan göstergeyi burada konuşmanın bir anlamı yok. Ya, işsizin kralı bu. "Ümidim olmadığı için iş dahi aramıyorum." diyor. Şimdi, baktığımızda -yine TÜİK rakamıyla konuşuyorum- 2018'in ikinci çeyreğinde atıl iş gücü oranı yüzde 15,8'miş, bugün kaç? 2022'nin üçüncü çeyreğinde -mevsimsel düzeltilmiş olduğu için seri birbirleriyle mukayese edilebilir- yüzde 20,9'a çıkmış. İşsizlik oranında oransal olarak neredeyse yüzde 25'lik bir artış var.

Şimdi "İstihdam arttı." diyorlar. Bakın, bu dört buçuk yıllık dönemde değerli arkadaşlar, 15 artı nüfus yani çalışma çağındaki nüfusa 4,5 milyon insanımız katılmış. Bunun sadece ne kadarına -iş başında olanlar açısından baktığımızda- iş verilmiş biliyor musunuz? 872 bin kişisine. Yani artan nüfusun, çalışma çağındaki nüfusun sadece 1/5'ine iş verebilmiş bir sistemdir bu sistem, bunu görmek lazım. Şimdi, istihdam anlamında, küçük de olsa bir miktar artış var ama enteresan bir şey -bu da datayla oynandığının en temel kanıtıdır, ben bunu Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Oktay'a söyledim, hiçbir cevap veremedi, şimdi tekrar cevabını bekliyoruz kendisinden- çalışılan saate bakıyorsunuz -TÜİK rakamı- bir yerde istihdam artıyorsa arkadaşlar, çalışılan toplam saat, bakın -fert başına demiyorum- artmaz mı istihdamın arttığı yerde? Şimdi, 2018'in ikinci çeyreği haftalık çalışılan saat 1 milyon 263 bin saat, aradan dört buçuk yıl geçmiş, 2022'nin üçüncü çeyreğinde bu, 1 milyon 254 bin saate düşmüş. Dolayısıyla hem datada problem var hem de istihdamla ilgili dört buçuk yılda hiçbir mesafe alınmadığı gibi işsizler ordusuna yenileri katıldı.

Şimdi, millî gelir rakamlarına bakalım. Tabii, burada millî gelir rakamlarında ciddi bir dolar enflasyonu da olduğuna göre dolarları reelleştirerek bakmamız lazım -hesapların detayına girmeyeceğim, sürem çok sınırlı, söylenecek çok fazla şey var- bugün Hükûmetin rakamlarını kullanıyorum, millî gelirin 808 milyar dolar olduğunu söylüyor 2022 sonunda. Bu, 2017'ye göre nedir biliyor musunuz arkadaşlar? 253 milyar dolarlık bir azalmadır dolar olarak reele çevirdiğimizde. Bu milletin 253 milyar doları nerede? Bunun hesabını vereceksiniz burada, bunu konuşacaksınız burada. Bu sistem bu milletin 253 milyar dolarlık üretimini almış, götürmüş. Fert başına baktığımızda da bu azalma yüzde 24'lük bir azalmadır değerli arkadaşlar, çok önemli bir azalmadır. Fert başına baktığımızda da bu milletin ortalama 3.722 doları gitmiştir bu sistemde. İşte bunun cevabını burada vereceksiniz ama bunların cevabını maalesef vermiyorsunuz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, kur, önemli bir göstergedir, değil mi? 1 Temmuz 2018 dolar kuru 4 lira 62 kuruş, bugün itibarıyla baktığımızda dolar kuru 18 lira 65 kuruş, 4 katına çıkmış, Türk parası pula dönmüş, yüzde 75 değer kaybetmiş bu sistemde Türk parası.

Şimdi, efendim, diyorlar ki: "Bütün dünyada dolar güçleniyor." Arkadaşlar, Allah aşkına ya, biraz insaflı olun ya, bütün dünyada dolar güçleniyorsa diğer ülkelerin paralarının da dolar karşısında bu kadar değer kaybetmesi lazım. Onlarda böyle bir şey var mı? Bakın, 2018 yılında çok konuşulan bir şey vardı, kırılgan beşli; Türkiye de o kırılgan beşliden bir tanesiydi, diğerleri: Hindistan, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika. Değerli arkadaşlar, 2018 Temmuz ve bugün itibarıyla kırılgan beşlinin paraları karşısında dolar sadece yüzde 24 değer kazanmış, sadece yüzde 24 kur artışı var bu ülkelerde. Türkiye'de ne kadar? Yüzde 303 kur artışı var. Bakın, ben çok iyi olan, parası dolar karşısında son dört yılda değer kazanan ülkeleri filan söylemiyorum, onların da listesi var elimizde. Bizimle aynı sınıfta olan, kırılganlar sınıfında olan ülkelerin yerli paralarında bu partili Cumhurbaşkanlığı sistemi döneminde kur artışı -değer kaybı değil- yüzde 24, bizdeki kur artışı yüzde 303. Dolayısıyla, hiç kimse bana "Efendim, bu, dünyadan da kaynaklanan bir şeydir, dolar güçlendi de böyle oldu." diye palavra atmasın.

Şimdi -gelelim- tabii, yerli parayı neyle koruyacaksınız? Rezerviniz olursa paranızın değerini korursunuz değerli arkadaşlar. 2018 yılı Temmuz başında Türkiye'nin -swap hariç- net rezervi 30 milyar dolar. Yüksek mi, değil ama yine bir pozitif 30 milyar dolar. Bugün itibarıyla Türkiye'nin net rezervi -swaplar hariç- eksi 60 milyar dolar yani sıfırın altına inmiş. Tabii, rezervi bu kadar çarçur ederseniz, bunları o tarafa bu tarafa satarsanız, saçma sapan politikalarınıza yem yaparsanız Türkiye'nin rezervlerini, ondan sonra Türk parası bu şekilde değer kaybeder. Üstelik, bu, ihracatçıların döviz gelirlerine el konulmasına rağmen eksi 60 milyar dolar yani bu sermaye kontrollerini yapmamış olsanız zaten iş çok daha berbat bir hâle gelecek.

Şimdi, bugün Sayın Oktay konuşmasında dedi: "Liralaşma stratejisi" Nerede liralaşma? Bakalım liralaşma var mı? Bunun en büyük göstergesi nedir? Bankalardaki mevduatın döviz cinsinden mi, Türk lirası cinsinden mi olduğudur. Haziran 2018; döviz cinsi mevduatın toplam mevduata oranı yüzde 48,3. KKM'yi dâhil ettiğimizde bugün bu oran kaç? Yüzde 72 arkadaşlar. Bugün mevduatın yüzde 72'si Türk lirası cinsinden değil, döviz cinsindendir ve siz hâlâ liralaşma stratejisi diye saçmalıklardan bahsediyorsunuz. Dolarizasyon artmıştır Türkiye'de ve Türk lirasından kaçış başlamıştır.

Şimdi, bu Hükûmet Türkiye'ye -ekonomi açısından konuşuyoruz her şeyi- bir ayıbı daha yaşatmıştır ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç olmayan bir şey daha olmuştur. O da nedir biliyor musunuz? Türkiye'de bugün çok yüksek ikiz açık var. İktisatçılar bilir, literatürde "twin deficits" diye geçer bu. Türkiye aynı anda hem kamu açığı veya bütçe açığını hem de ödemeler dengesi açığını veya cari açığı yaşıyor. Hükûmetin rakamlarıyla söylüyorum ki bu rakamların üzerinde olacak yıl sonu gerçekleşmeleri. "Bütçe açığının millî gelire oranı 2022'de 6,4 olacak." diyor, "Cari açığın millî gelire oranı da yüzde 5,9 olacak." diyor.

Arkadaşlar, Türkiye ikiz açığı hiç yaşamadı. Mesela 90'lı yıllarda kamu açığımız fazlaydı, cari açığımız düşüktü. AK PARTİ iktidarının ilk dönemlerinde kamu açıkları aşağı doğru çekildi, kamu açıklarının hatta sıfırlandığı yıllar oldu, şu anda tekrar çok yüksek boyutlara gelmesi ayrı bir konu ama o zaman cari açık fazlaydı, kamu açığı düşüktü ama bu 2 açığı aynı anda hiç yaşamadı Türkiye. Ve bu 2 açığı, parası rezerv para olan hiçbir ülke sürdüremez. İşte, bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntıların temelinde Türkiye'yi getirdiğiniz bu darboğaz vardır. Tabii, bu bir de güven açığıyla, demokrasi açığıyla, hukuk açığıyla ve yönetim açığıyla birleşince iş iyice içinden çıkılmaz hâle geliyor.

Şimdi, elimizde detaylı rakamlar var, bütçe açığı rakamları. 2017 sonu; 47,8 milyar lira. Arkadaşlar, 2022 sonunda Hükûmet diyor ki: 461 milyar liraya çıkacak." Görüyor musunuz performansı, bu ucube sistemin Türkiye'yi getirdiği noktayı? 9,65 katına çıkmış bütçe açığı.

Şimdi "program tanımlı kamu dengesi" diye Hükûmetin dokümanlarında bir ifade var. Şimdi, burada da tabii bir şey var, hani, neyse o kelimeyi kullanmayayım, program tanımı. Nedir bu program tanımı? Bu, IMF tanımıdır. Hani "IMF" lafını zikretmeden "IMF'cilik" yapıyor ya bu iktidar; "IMF tanımı" demek yerine "program tanımı" diyor. Bu, önemli bir göstergedir yalnız, onu söyleyeyim. Yani hani burada dürüstçe "IMF tanımı" dememekle birlikte, önemli bir göstergedir. Yani bir defalık gelirleri ve faizi dışarı aldığımızda, sizin kamu dengeleriniz nasıl yani siz borcunuzu sürdürebilir misiniz, faizi aşağıya çekebilir misiniz, bunu gösterir bu gösterge.

Bakın, 2017 yılında Türkiye'nin IMF tanımlı faiz dışı dengesi 32,2 milyar liraymış. 2022 sonunda bu nereye çıkacak biliyor musunuz arkadaşlar -Hükûmet rakamı- 712 milyar liraya; 22 katına çıkıyor IMF tanımlı Türkiye'nin faiz dışı dengesi.

Millî gelir oranı olarak bakalım, oradan bakmak lazım. Oradan baktığımızda bile yüzde 1'den yüzde 5,3'e çıkıyor. Yani millî gelire oranı bile; kamu dengelerinin, faiz dışı kamu dengesinin millî gelire oranı son dört yılda 5,3 katına çıkmış değerli arkadaşlar.

Burada bütçede bozulma var ama daha büyük bozulma KİT'lerde var. Niye? Çünkü "Artık biz gidiyoruz." dedi bu Hükûmet; KİT'leri yağmalamaya başladı, KİT'leri çiftlik olarak gördü, KİT'lerin başına kötü yöneticiler getirdi, ehliyetsiz insanlar getirdi. En sonunda da işi kurumsallaştırdı, tamamını paketleyip ondan sonra Varlık Fonuna koyunca bakın, KİT dengesi nasıl gelişmiş.

2017 yılında IMF tanımlı faiz dışı KİT dengesi açık vermek bir yana, 535 milyon lira fazla vermiş. Bugün geldiğimiz noktada, yine Hükûmetin rakamlarına göre, 2022 yılında KİT dengesi -faizleri dışarıya aldığımızda bile- 423 milyar lira açık verecek arkadaşlar. İkisini birbirine bölemiyoruz; zira, birisi artı, birisi eksi. Kaç katı, sonsuz katı bir artış var, KİT dengesinde bozulma var. Bu, yağmalama zihniyetinden kaynaklanan bir durumdur. AB tanımlı borç stoku, yine aynı şey; 10 puana yakın artmış, merkezî yönetimin iç ve dış borç stoku 4 kat artmış bu dört yıl içerisinde ama daha vahimi şu, buradan söyledik bunu defalarca: Türkiye'nin şu anda ileriye dönük iç borç yükümlülüklerindeki faizler anaparayı geçti. Tamam, hazine, tefecinin elinde, tefecinin eline düşmüş, tefeciler tarafından teslim alınmış bir hazine; bunun başka bir izahı yok. Bakın arkadaşlar; Haziran 2018'de Türkiye'nin o dönemden itibaren önümüzdeki dönemdeki iç borç faiz ödemesi yükümlülüğü 348 milyar liraymış. Bugün ne kadar, biliyor musunuz? 2 trilyon 564 milyar lira. Şimdi, bunu vergiye oranlayalım -hani hep vergiye oranlama yapıyorlar ya- yani biz bu faiz yükümlülüğümüzün -anaparayı demiyorum- tamamını, topladığımız vergiyle silelim desek silebiliyor muyuz? Ekim 2018'de -burada mevsimsellik olduğu için ay ay bakmak lazım- faiz yükümlülüğümüzün vergilere oranı yüzde 90'mış, yüksek mi? Çok yüksek ama Ekim 2022'de bu yüzde 127 olmuş. Yani şu anda vergilerimiz faiz yükümlülüğümüzü karşılamaya yetmiyor, üzerine bir de yüzde 27'si kadar daha para bulunmanız gerekiyor. İşte, o yüzden diyorum ki tefecinin eline düşmüş. Türkiye'nin borç stoku, tamamıyla, özeliyle, kamusuyla -bu Eski Hazine Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız'ın çalışmalarıdır- 2010 yılında 4,3 trilyon lirayken bugün 16,5 trilyon liraya gelmiş bu sistemde.

Tabii, Türkiye'nin kaynakları yurt dışına akıyor arkadaşlar. Bir ülkeyi kötü yönetirseniz, güveni zedelerseniz, belirsizliği artırırsanız sizin yurt dışından borçlanma faiz oranlarınız artar. En son Eurobond tahvilinde yüzde kaçla borçlandı hazine Sayın Elitaş? Yüzde 10'la borçlandı. Döviz cinsinden yüzde 10'la borçlandınız siz bu ülkede. Başka ülkeler kendi yerli parasından yüzde 3'le, 5'le borçlanırken siz döviz cinsinden yüzde 10'la borçlandınız. Niye? Çünkü "CDS primi" dediğimiz borcu ödememe riskini gösteren primler bu dört yıllık dönemde 4 kat arttı arkadaşlar. Dolayısıyla, bu, milletin emeğinin yurt dışına aktarılması demektir. Yine, bunun bir göstergesi daha, kredi derecelendirme kuruluşları var, değil mi? Bunlar Türkiye'yle ilgili notlar veriyor. Türkiye için iyi notlar verdikleri zaman bunlarla iftihar ederek her tarafta konuştunuz, "Türkiye, yatırım yapılabilir seviyeye çıktı." dediniz, biz de alkışladık. Ben, o zaman, o dönem bir bürokrattım, emeğimiz de var ama onların hepsini heba ettiniz. Bugün geldiğimiz noktada, bakın, son dört yılda Moody's'in kredi notunda 4 basamak düşmüşüz, Fitch'in kredi notunda 3 basamak düşmüşüz -son dört yılda- S&P'ninkinde de 2 basamak düşmüşüz. Yatırım yapılabilir en kötü seviyenin Moody's'e göre 6 basamak altındayız şu anda, Fitch ve S&P'ye göre de 5 basamak altında; işte bu yüzden kredi notumuz çok düşük. Bunun anlamı nedir? Ödediğimiz faiz çok yüksek, yurt dışına olağanüstü şekilde kaynak aktarıyoruz.

Şimdi, uluslararası kuruluşlar var, akademiler var; biliyorsunuz, bunlar değişik konularda göstergeler yayınlıyorlar. Bu göstergelere çok hızlı bir şekilde bakmak istiyorum. Şimdi, bu göstergeler iyiye gidince yine Sayın Erdoğan ve bütün Kabine, bütün herkes, buradaki AK PARTİ milletvekilleri, işte "Birleşmiş Milletlerin şu göstergesine göre Türkiye 2 basamak, 3 basamak iyileşti." filan diyorlardı; kötü gidince "Ya, onları gâvurlar yapıyor." anlamında laflar ediyorlar, öyle bir şey yok. Bunlar bütün dünyanın itibar ettiği uluslararası göstergelerdir. Çok hızlı geçeceğim. Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde -yine dört yıl olarak söylüyorum arkadaşlar- bu ucube sistemde 16 basamak kötüleşmişiz, daha da gidecek yer neredeyse kalmamış yani biraz daha kötüleşeceğiz ya, hani Nebati'nin dediği gibi, çok şükür bir iyi haber varsa bundan sonra çok fazla kötüleşmeyeceğiz; zaten bütün uluslararası göstergelerde en sondayız, çok fazla kötüleşmeyeceğiz, merak etmeyin.

Devlet yetkililerinin üzerindeki kısıtlamalar, bakın, en önemli göstergelerden bir tanesidir. 139 ülke var, hükûmet gücünün sınırlandırılmasında 134'üncü sıradayız yani hükûmet gücünün -tek adam rejimi ya- en az sınırlandırıldığı bir sistem bu sistem. O yüzden, hiç kimsenin mazeret uydurmaya "Bana şu engel oldu, bu engel oldu." demeye hakkı yok. Yolsuzluk Algı Endeksi'nde dört yılda 15 basamak, Özgürlük Endeksi'nde 49 basamak kötüleşmişiz. İnsani Özgürlük Endeksi'nde 55 basamak, Ekonomik Özgürlük Endeksi'nde 18 basamak, Yönetişim Endeksi'nde 23 basamak kötüleşmiş Türkiye. Küresel Rekabet Endeksi'nde 8 basamak, Mutluluk sıralamasında -zaten millet mutsuz- 43 basamak kötüleşmiş, gideceği yer yok, daha kötüleşme imkânımız yok; iyi haber. Legatum Refah Endeksi'nde, genelinde 9 basamak kötüleşmişiz, emniyet ve güvenlikte 36 basamak kötüleşmişiz arkadaşlar -bunlar Türkiye'ye yakışmıyor, bunları yüreğimiz sızlayarak, ciğerimiz yanarak söylüyoruz; Türkiye'ye yakışmıyor bunlar- kişisel özgürlükte 41 basamak, yönetimde 34 basamak, sosyal sermayede 40 basamak kötüleşmiş Türkiye; ucube sistemde.

Peki, bunlar niye oldu? Bunu düşünmek gerekir. Tabii, en temel neden partili Cumhurbaşkanlığı sistemidir. Ama ben şunu söylemiyorum: Sayın Erdoğan iyi yönetiyordu, iyi bir Cumhurbaşkanı veya Başbakandı, bu sistem geldi işler kötüye gitti; değil. Sayın Erdoğan kötü yönetiyordu, bu sistem kötü yönetimi kurumsallaştırdı arkadaşlar. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, bütün kazanımların, AK PARTİ'nin yaptığı kazanımların da hepsi, şu anda, geldiğimiz noktada heba olmuş durumdadır. "Yine biz çözeriz." propagandası yapılıyor şimdi, böyle alttan alttan. Öyle bir şey yok, çözemezsiniz, artık sizin çözme imkânınız yok çünkü sizin kadronuz yok, ekibiniz yok, sizin programınız yok, size artık güven yok, güveni yitirdiniz; güven, ruh gibidir, çıktığı bedene bir daha girmez. Siz artık temizlik ve iyi niyetinizi de yitirdiniz. Hani diyordunuz ya: "Verin yetkiyi, görün etkiyi." Evet, verdi millet yetkiyi ama maalesef, etkiyi de çok acı bir şekilde gördü.

Özetle, bütüncül bir yaklaşımın olmadığı, aklın kaybolduğu, istişarenin olmadığı, inadın egemen olduğu, hukukun olmadığı, kurumların çalışmadığı ve itibarsızlaştırıldığı, güvenin kaybolduğu, belirsizliklerin had safhaya çıktığı, hürriyetin kısıtlandığı, piyasanın çalışmadığı, iş ortamının kötü olduğu, Hükûmetin sınırsız yetkilerinin olduğu, işin ehline verilmediği, yolsuzluğun sürekli arttığı bir ülkede refah olmaz, gelişme olmaz, gelir dağılımı bozulur, ekonomik sorunlar çığ gibi büyür, yoksulluk ve sefalet artar ve bu başarısızlığın da asla mazereti olamaz. Değerli arkadaşlar, lütfen siyasi kısır çekişmeleri bir kenara bırakıp bu başarısızlığın nedenlerine inelim ve bu zararı görelim.

Şimdi, Sayın Fuat Oktay'ın konuşmasını dinledik, hep mazeret üretti; şimdi, sürem yettiği sürece onlara da cevabım var. Sizin makamınız mazeret üretme makamı değil, o makam icraat makamı, orada icraat yapacaksınız. Siz hâlâ sürekli mazeret; dış güçler, iç güçler, şu güçler, bu güçler, yok enflasyon, yok bilmem neler...

Şimdi, bakalım mazeretleriniz neler. Şimdi, Sayın Oktay dedi ki: "Pandemi oldu efendim." Kardeşim, pandemi bütün dünyayı etkiledi. Niye bizim sıralamalarımız bozuldu? Milletin enflasyonu ortalama yüzde 9'ken niye bizim enflasyonumuz yüzde 84'e çıktı? Efendim, pandeminin ekonomik boyutuyla yanlış mücadele ettiğinizi söyledik. Evet, bugünkü sıkıntıların temelinde bir tanesi o ama doğru mücadele etseydiniz bu kadar sıkıntı çekmeyecektik. Diğer taraftan, gelir kaybını telafi edin dedik, onu yapmadınız, kredileri pompaladınız, Türkiye'nin bütün makroekonomik dengelerini bozdunuz; bilerek yaptınız siz bunu. Küresel likidite bollaştı pandemi döneminde, pandemi dönemi bize imkânlar sundu ama Türkiye'ye para gelmedi. Niye? Çünkü siz Türkiye'de güveni bitirdiniz, tedarik zincirinde aksama oldu. Coğrafi konumumuz gereği -Cenab-ı Allah'ın bir vergisi- bu tedarik zincirindeki aksamadan dolayı Türkiye bunun avantajını yaşadı ama buna rağmen siz gidiyorsunuz "pandemi" diyorsunuz. Arkadaşlar, küresel ölçekte baktığımızda pandeminin olsa olsa Türkiye'ye olumlu etkisi olmuştur dolayısıyla böyle bir mazeret yok. "Efendim, düşmanlarımız var." Beyler, hanımlar; biz bu coğrafyaya yeni gelmedik, biz bin yıldır bu coğrafyadayız ve bizim bin yıldır düşmanlarımız var. Siz ülkenin bünyesini zayıf düşürürseniz Rusya'da birisi pencereyi açsa burada Türkiye ekonomisi yatağa düşüyor. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Böyle bir şey olabilir mi, kabul edilebilir mi?

"Rusya-Ukrayna savaşı var." Ya, savaş aniden mi çıktı? Oraya yığınak yapıldı, bir yıldır bu savaşın geleceğini herkes biliyor; niye tedbir almadınız? Rusya'da savaş var. Rusya'nın enflasyonu kaç? En son, kasım ayının enflasyonu, İsmet Bey, yüzde 12,6. Ya, savaşan ülkenin enflasyonu yüzde 12,6. Ukrayna'nın enflasyonu kaç? Yüzde 26,6. Niye bizim enflasyonumuz yüzde 84? Böyle bir şey olabilir mi ya? Özrünüz kabahatinizden büyük, bu ülkeye ayıptır sizin söylediğiniz ya. "Rusya-Ukrayna savaşından dolayı enflasyonumuz arttı veya paramızın değeri düştü." diyorsunuz. Rus rublesi, bakıyorsunuz, Rus rublesi -1 Temmuz 2018'le yine mukayese ederek gideyim- o günden bugüne, değerli arkadaşlar, yüzde 2,4 değer kazanmış, değer kaybetmemiş. Savaştaki Rus rublesi, 63 lira 43 kuruşmuş Temmuz 2018'de; "kuruş" demeyelim yani Rus kuruşuymuş, rubleymiş. Ondan sonra, dolar karşısında şimdi 61,92 olmuş, savaşta bir ara 83'e çıkmış ama hemen toparlamış ve şu anda Rusya'da dolara karşı Rus parası değer kazanmış. Ukrayna parası değer kaybetmiş biraz. Ama savaş dönemi değil ki yani dört buçuk yıllık dönemde biz dedik ki bizde kur artışı yüzde 303'ken Ukrayna'da sadece yüzde 39,7 olmuş değerli arkadaşlar.

Şimdi, elimde diğer para birimleri de var ama onlarla vakit kaybetmeyeceğim. Yani dolayısıyla "Şu olmasaydı, bu olmasaydı." türü bir şeyi kabul etmek mümkün değil. "Efendim, enerji ithal ediyoruz." Ya, enerji ithal etmeye bugün mü başladık? Türkiye enerji bağımlısı bir ülke, yirmi yılda bu ülkenin enerji bağımlılığı sorununu niye çözmediniz? (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Hâlâ yirmi yıllık bir iktidar diyor ki: "Efendim, enerjiden dolayı şöyle sıkıntı oldu." Yok, enerji faturamız artmasaydı cari açığımız olmayacakmış. Olur ya, öyle bir şey var mı? Bu enerji faturası var önünüzde. Siz bunu bile bile, cari fazla vereceğiz diye ekonomik program uyguladınız, bir saçmalık yapıldı ve Türkiye bugün bu hâle geldi. Yani bu faturayı ödeyeceğiz biz, bu doları bulmak durumundasın ve bu göz göre göre geldi.

Şimdi, enerji enflasyonu... Arkadaşlar, Avrupa Birliği de enerji bağımlısı; ticaret rakamlarına baktım, enerji ithalatları artmış. Enerji enflasyonunda Avrupa Birliği ortalaması yüzde 39,4; yine, EUROSTAT rakamlarına göre Türkiye'de yüzde 146,8. Bunu neyle izah edeceksiniz? Bir de "Sübvansiyon yapıyoruz." diyorsunuz. Dolayısıyla bunları kabul etmek mümkün değildir.

Bugüne kadar, esas itibarıyla baktığımızda sizlere hep önerilerde bulunduk yani Sayın Genel Başkanımız başta olmak üzere. Projeleri açıkladı, Genel Başkanımız dedi ki: "Mirî maldır, alın, kullanın. Yeter ki siz çözün, bu ülkenin bir meselesi çözülsün, bir sorunu çözülsün, siz çözün; sevabı varsa sevabını da alın veya seçmen nezdinde itibarı varsa itibarını siz alın." Hep kulak tıkadınız, bildiğinizi okudunuz, daha doğrusu bilmediğinizi okudunuz. Bundan sonra size öneri filan yok. Biz, burada, bütün arkadaşlarımızla -bu, on iki gün boyunca yapılacak; inşallah, ben de makrokredi programımızı en sonunda, son gün konuşmamda izah etmeye çalışacağım- bundan sonra size artık öneride bulanmayacağız. Niye? Çünkü sizin zamanınız kalmadı, artık bitti. Siz bugüne kadar yirmi yılın özellikle son on yılını boşa geçirdiniz ve önceki on yıldaki bütün kazanımları da heba ettiniz. Dolayısıyla artık size öneri filan yok bundan sonra.

Zaten yapılan önerilere bugüne kadar hiç kulak asmadınız çünkü kendi aklınızın doğrultusunda gittiniz. Bundan sonra da zamanınız olmadığı için size öneride bulunmayacağız; biz yapacaklarımızı, programlarımızı milletimize anlatacağız. Bugüne kadar anlattık ama artık bu on iki gün boyunca bütün arkadaşlarımız burada, her bakanlık bütçesinde, her kurum bütçesinde eğitiminden sağlığına, teknolojisinden tarımına kadar, makroekonomisinden diğer sosyal bilim alanlarına kadar bizim yapacağımız meseleleri anlatacaklar. Ve son gün konuşmamda ben de makroekonomik programımızın on yıllık hedeflerini, efendim, 5 ana taşıyıcı kolonu var, o 5 ana taşıyıcı kolonun neler olduğunu ve bu politikalarımızın nasıl olacağını, bunları sizlere anlatmaya çalışacağım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Usta, tamamlayın lütfen.

ERHAN USTA (Devamla) - Tamamlayacağım Başkanım, açarsanız...

Milletimiz merak etmesin; evet, karanlık bir tablo oldu, maalesef, Türkiye her geçen gün kötüye gidiyor, bunu artık çok net bir şekilde görüyoruz ama iyi günlere, güneşli günlere, inanın, çok az kaldı.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)