| Konu: | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 7'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 12.12.2022 |
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Ben de Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bugün çok kritik iki tane açıklama yapıldı. Değerli arkadaşlar, bunlardan bir tanesi TÜİK'in dış ticaret hadleri açıklamasıydı, diğeri de istihdam verileri açıklamasıydı.
Dış ticaret hadleri yani ihracat birim değer endeksinin ithalat birim değer endeksine oranı düşme eğilimini devam ettiriyor yani normalde bu oranın yüzde 100 olması göz önünde bulundurulurken bu, yüzde 70'lerin altına doğru düşüyor yani aslında şu oluyor: Biz ihracat yapıyoruz, diyorlar ya "İhracata dayalı bir büyüme perspektifimiz var." ama bu ihracat ülkeyi zenginleştiren değil, yoksullaştıran bir ihracat hâline geliyor; bugün açıklandı.
Diğeri, istihdam verisiydi; istihdamda da 50 küsur bin civarında işsizliğin arttığı bir durumla karşı karşıyayız. Kadın istihdamındaki düşük seviye aynen devam ediyor, 18-24 yaş arasındaki istihdamda ciddi kayıp var ve şöyle: Genel olarak bakıldığında, en kötü Avrupa ya da OECD ülkesinin çok çok gerisinde yüzde 48'lik bir istihdam oranına sahibiz ki Avrupa'da ortalama yüzde 70-72'lerin üzerinde.
Bunlara birazdan değineceğim ama önce şunu söyleyeyim: Hep Magna Carta'dan örnek verilir ya, Türkiye Cumhuriyeti devleti 1215 Magna Cartası'nın gerisine düştü. Niye söylüyorum bunu? Magna Carta, esasen bir saraylının, bir hegemonun kendi vergi salmasına, kendi saray düzeyine, kendi yaptığı bütçeye karşı oradaki diğer kesimlerin itiraz etmesiydi; dolayısıyla o iradenin, çoğul irade tarafından değiştirilmesiydi. Şimdi, hegemon, bir bütçe gönderdi buraya; saraylı, bir bütçe gönderdi ve bu bütçe Meclise geldiği andan itibaren tek bir virgülüne dahi dokunulmadan, tek bir virgülü dahi muhalefet tarafından değiştirilmeden aynen geçti. Yani, 1215 tarihli Magna Carta'nın, Türkiye Cumhuriyeti'nin AKP iktidarı döneminde hiçbir karşılığının ve anlamının olmadığını böylece hep beraber görmüş olduk.
Değerli arkadaşlar, biz Halkların Demokratik Partisi olarak buna bir savaş bütçesi demiştik fakat bu mevzunun ben biraz kıt ya da yüzeysel kavrandığını gördüm. Savaş bütçesi derken, mesele yalnızca topa, tanka, İHA'ya, SİHA'ya harcanan para değildir; budur tabii ki ama bunun dışında üst sınıfların alt sınıflara karşı, iktidarın halkın büyük bir çoğunluğuna karşı uyguladığı bir iktisadi zor var, iktisadi şiddet var; ben buna sınıf savaşı diyorum. Mevzuya bu zaviyeden bakıldığında bakın 4,5 trilyonluk bir bütçeden bahsediliyor, 3,8 trilyonluk bir gelirden bahsediliyor. Değerli arkadaşlar, bu 3,8 trilyonun 2,7 trilyonu yoksullardan toplanıyor yani dolaysız vergilerle aldığın ekmekten, içtiğin sudan, çoluğuna çocuğuna aldığın üstten baştan toplanıyor. Yani yoksullar bu bütçenin 2,7 trilyonunu karşılarken 1,1 trilyonu sermayeden yani gelir vergisi ve benzeri vergilerden karşılanıyor. Meseleye buradan bakınca şu çok açık: Bu bütçe ağırlıklı olarak yoksuldan toplanan bir bütçe. Peki, nereye harcanıyor? Hemen size vergi harcamalarından bahsedeyim. Bakın, adı çok masum: Vergi harcamaları. Bu bütçede 994 milyar liralık bir vergi harcaması kalemi var. Adının masumluğuna bakmayın değerli arkadaşlar, 994 milyar liralık vergi harcamasından asgari ücretin vergi dışı bırakılmasını çıkarırsanız yaklaşık 800 milyar liraya yakın -üç aşağı beş yukarı- sermayenin, burjuvazinin, patronların alınmayan vergisi var. Yani bütçeyi yoksullardan topluyor, zenginlerin vergisini affediyor.
Şimdi, buradan hareketle geldiğimizde ben, Bakana niye yanlış yapıyorsun demiyorum, yirmi yılın hesabını soruyorum çünkü bu yirmi yıl boyunca dışarıdan gelen likidite bolluğundan kaynaklı olarak dışarıdan gelen yatırımlar, dış krediler, sıcak para girişi; ondan sonra millî hasılanın yüzde 25'ine denk gelen vergi geliri, 70 milyar dolara yakın bir özelleştirme kalemi; bununla birlikte FETÖ'nün çökülen malları, milyar liralık şirketleri ve içeride hem Türk lirası hem döviz olarak yapılan borçlanma var. Yani Türkiye Cumhuriyeti'nin en fazla kaynak kullanan iktidarından bahsediyoruz.
Şimdi bize diyorlar ki: "İşsizliği toparlıyoruz, istihdamı artırıyoruz." E, günaydın ya! Dünyanın parasını siz zaten harcamışsınız, dünyanın parasını perişan etmişsiniz, betona yatırmışsınız; katma değer üretmeyen, teknoloji üretmeyen sektörlere, kendi iktidarınızın destek kıtası olsun diye 5 tane müteahhide bunları vermişsiniz, aktarmışsınız; ondan sonra bu kadar kaynak üretmişken diyorsunuz ki: "İşte, makro dengeler yavaş yavaş yerine geliyor."
Arkadaşlar, burada büyük bir haksızlık var, büyük bir yanlış var. Toplum olarak zenginleşiyoruz algısını yarattılar; toplum olarak yoksullaşıyoruz. Yalnızca İHA'ya, SİHA'ya bağlı bir yeni sanayi ürettiler ama Türkiye'nin ihracatında yüksek teknoloji ürünleri yüzde 4 bile değildir değerli arkadaşlar, 3 küsurlar civarında bir yüksek teknoloji ihracatı var. E, 16,5 trilyonluk bir borç stokunu da dış borçlar ve iç borçlar olarak yan yana koyduğumuzda ortadaki tablo gerçekten hazin.
Peki, neyi konuşacağız? Mesela büyüme verilerine bakalım; dış ticaret verilerine, dış ticaret haddine bakalım; cari açığa bakalım, istihdama bakalım ve en önemlisi de emeğin millî gelirden aldığı paya bakalım ya. Bunlara baktığımızda görünen şey şudur: Bakanın "Türkiye ekonomi modeli" dediği yerli, millî, ihracata dayalı, düşük Türk lirası, yüksek kur temelli politikası yerle yeksan olmuştur, çökmüştür. Bakın, bunda devam etmeyin, gözünüzü seveyim. Bunda devam ettiğiniz her gün bizim çoluğumuza çocuğumuza, sizin iktidarınız sonrası gelecek olanlara olağanüstü bir yük bırakıyorsunuz, bunu söylemekten dilimizde tüy bitti. Niye söylüyorum? Bakın "Dış ticaret açığı patladı, ihracat yüzde 15 arttı, ithalat yüzde 40 arttı." ve diyorlar ya "Ya, enerjide oluyor bu işler, enerji ihracatımız fazla." Enerjiyi bile bunun içerisinden çıkarsan yüzde 29,6 oranında bir ithalat söz konusu yani ihracatın çok daha üstünde bir ithalat var. Hani, ihracat çok olacaktı da bizim cari dengemiz huzura kavuşacaktı, yavaş yavaş döviz düşecekti, öyle mi? Yok böyle bir şey, bunlar palavra. Ayrıyeten, dış ticaret haddi olarak az önce belirttiğim kalemin sürekli aşağı düşüyor olması bizim değerlerimizin, emperyalizmi... Hani, burada, birtakım siyaset zevatının konuşmaktan çok keyif aldığı bir şey var ya, Batı karşıtlığını antiemperyalizm zanneden bir siyaset zevatı var, siyaset sınıfı var. Bakın, burada bizim kaynaklarımız uluslararası sermaye tarafından dış ticaret haddinin yüzde 72'ye inmesi sebebiyle hortumlanıyor, hortumlanıyor iktidar eliyle. Bunu niye görmüyoruz? Bugün açıklandı bu veri de.
Başka? "Enflasyon fırladı." En büyük yoksulluk kalemi ya; enflasyon, bir enflasyon vergisi hâline geldi ve bunun sonunda bir tür yaşam maliyeti kriziyle hep birlikte karşı karşıyayız. Büyüme, en fazla bundan hazzediyorlardı, hep söylüyorlardı. Yüzde 6,7 oranında ikinci çeyrekte büyüyen Türkiye ekonomisi 3,9 olarak üçüncü çeyrekte büyüdü yani dünyadaki daralmaya paralel olarak bir daralma söz konusu. Yani neymiş? Bu ekonomi politikayla büyüme de sağlanamıyormuş. Ne oldu peki günün sonunda? Diyorlar ki: "Halk memnun." Kimisi de diyor ki: "Kuru ekmek yiyorsa aç sayılmaz." Günün sonunda şöyle bir şey oldu değerli arkadaşlar: Bakın, işçi sınıfının, emekçilerin, ücretlilerin millî gelirden aldığı pay yüzde 30'a yakınken şu anda bu pay yüzde 26'ya, işçi sınıfının nicel olarak artışı dikkate alınırsa yüzde 18'lere düştü. Sermayenin aldığı pay ne oldu? Bu da yüzde 51'den yüzde 54,8'e çıktı yani işçi sınıfı daha da yoksullaşmaya başladı. Şimdi ben şunu soruyorum -veriler çok daha fazla da zaman dar- çok basit: Kardeşim "Türkiye modeli" dediniz, aha bu verileri saydım tek tek, hiçbir tanesinde düzelme yok; tam tersine, Türkiye bir borç krizine, bir maliye krizine adım adım yürüyor. Öyle mi? Öyle, veriler böyle söylüyor.
Peki çarşıya, pazara bakalım; biz sağda solda dolaşıyoruz. Size bir şey söyleyeyim, Bütçede de söyledim: Ya, İstanbul'da, gittiğimiz yerlerde hangi semtin pazarından daha fazla atık toplanabileceği artık bir konu hâline gelmiş. "Esenler'in pazarına giderseniz daha fazla atık toplayabilirsiniz, daha fazla domates var, biber var." diyor insanlar birbirlerine biliyor musun. Bu hâle gelmiş bir durumdan bahsediyoruz yani çarşı pazar da yanıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
RIDVAN TURAN (Devamla) - İşsizlik almış başını gidiyor, yoksulluk almış başını gidiyor ama -Baudrillard'ın "simülasyon toplumu" diye bir kavramı vardır- bir simülasyon toplumu yaratmışlar. Bakıldığında, Ay'a sert iniş yapan, Togg'u yapan, uçan kaçan bir ekonomi... Arkadaşlar, bu memlekette birileri şizofren ama kim şizofren tam bilemiyorum biliyor musunuz.
Şimdi, bakın, bu ülkede yoksulluğun, açlığın bu kadar boyutlandığı bir yerde lütfen çıkıp da "Ekonomi iyi gidiyor." demeyin. Demeyin ve biz şunu çok açık olarak görüyoruz ki bu iktidar bu ekonomi politikasını sürdürdüğü sürece, buradan, emeğiyle geçinene, yoksula yani milyonlarca insana bir dilim ekmek dahi çıkmayacak. O sebeple ekonominin düzelmesinin gerek şartı bu anlayışın ortadan kalkması, yeter şartı da bu iktidarın gitmesidir.
Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)