| Konu: | Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 50 |
| Tarih: | 17.01.2023 |
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Divan, değerli milletvekilleri ve yurtsever yurttaşlarımız; Uludağ Alanı Hakkında Yasa Teklifi üzerine konuşmaya başlarken "yurtseverlik" sözcüğünün özel bir anlamı olsa gerek. Anayasa 19'uncu yüzyılda iktidarı düzenliyordu, 20'nci yüzyılda iktidar ve insan haklarını düzenlemeye başladı, 21'inci yüzyılda ise ülkeyi de anayasa düzenlemeye başladı. Dolayısıyla, 21'inci yüzyıl anayasalarının temel üçlüsü; önce ülke, sonra insan, sonra iktidar şeklinde sıralanabilir; ülke, geniş anlamda ülke.
Şimdi, bu açıdan, bu yasa teklifi, bu yasal düzenleme aslında bir ülkesel düzenlemedir. Uludağ alan koruması ülkesel düzenlemedir, çevreyle ilgili düzenlemedir, ekosistemle ilgili bir düzenlemedir. Bu itibarla, Komisyonda gündeme getirildiği gibi, şu 3 ön koşul gerekiyordu: Birincisi, yasa etki analizi; ikincisi, çevresel etki değerlendirmesi; üçüncüsü ise Anayasa'ya uygunluk denetimi ve bu 3 ön koşuldan hiçbiri yerine getirilemedi. Bir söz var "Ölçemediğini ilerletemezsin." diye; peki, eğer ölçüm yapılamadıysa Uludağ'ın hukuki yapısı, hukuki statüsü neden değiştirilmektedir? Bunlar üzerinde durduk ve bir de özellikle Anayasa andı üzerinde durduk. Anayasa andımız, bilindiği gibi, 3 ögeyle tanımlanabilir: Norm yani bağlayıcılık, ahlakilik ve etik. Çünkü namus ve şeref üzerine yemin etmek Anayasa'ya sadakat konusunda bir haysiyet sorunudur. Bu açıdan İç Tüzük'ün gereklerinin yerine getirilmemesi, Anayasa'ya aykırılık yanında Anayasa ihlali ve Anayasa suçuna varan eylemleri, işlemleri beraberinde getirmektedir.
Komisyon aşamasında tanık olduğumuz durum fikir ve fizik çelişkisi. Biz fikrimizi söylemeye çalıştık söyleyebildiğimiz kadar fakat "Anayasa'ya uygun." diyenler sustu, sadece elini kaldırdı; fizik... Fikrimize herhangi bir biçimde yanıt alamadık. İşte, bu nedenledir ki Uludağ ekosistemi açısından, bırakın sürdürülebilir gelişmeyi, yalnızca kullanılan tek sözcük oldu: "Turizm" Ama turizmin de sürdürülebilir olmasından değil, yalnızca turizmin getireceği, getirebileceği paradan söz edildi.
Bu bakımdan, bu yasa önerisini değerlendirirken öncelikle ülkesel düzenlemelere bakmak gerekir çünkü ülkesel düzenlemeler kamu yararındandır. Nitelikli bir ülkede yaşamak için anayasal temeller vardır. Doğal kaynaklar, ormanlar, planlamaya ilişkin hükümler, kentsel kamu düzenini güvence altına alan hükümler aslında kentsel, kültürel ve kırsal çevre üçlüsünde bütünleşik çevre bakışı lehine yorum hükümleri olarak belirtilmelidir. Bu çerçevede, madde 56, sağlık ve çevre hakkı ekseni esasen yaşam hakkında temeldir. Niçin temeldir? Çünkü bu düzenleme, madde 56, yurttaşlar için hak ve ödevi, devlet için ise yükümlülükleri sıralamaktadır. Önlemek, kirlenmeyi önlemek, ekosistemin bozulmasını önlemek; korumak, çevreyi ve doğal hâlde ekosistemi korumak ve ekosistemi geliştirmek. İşte, bu üçlü de Anayasa Mahkemesi kararlarında da gördüğümüz gibi, temelini 5'inci maddeden almaktadır; devletin insan haklarını koruma ve geliştirme yükümlülüğü. Bu bakımdan 56'ncı maddeyi yorumlarken, uygularken hem ormanlık alanda -Uludağ'da olduğu gibi- 169'uncu maddenin koruyucu değerini dikkate almamız gerekir hem de 5'inci maddenin devlet açısından öngördüğü yükümlülükleri çünkü buradaki "önleme" "koruma" ve "geliştirme yükümlüğü" ancak bu geniş yelpazeyle 56'ncı maddeden hareketle, 5'inci ve 169'uncu maddelerin kullanılmasıyla gerçekleşebilir. Bu bakımdan Anayasa'mızda yeterli ülkesel temeller olduğu gibi -hak olarak düzenlendiği için ekosistem hakları- esasen Anayasa'mızın öngördüğü hak ve özgürlüklere ilişkin hükümler de bu alanda uygulanır ve geçerlidir. Örneğin 13'üncü maddedeki hakkın özüne dokunma yasağı, ekosistemin de özüne dokunma yasağını, çevre hakkının da özüne dokunma yasağını beraberinde getirmektedir. Bu nedenle biz "çevresel kamu düzeni" kavramını kullanıyoruz "orman kamu düzeni" "kentsel kamu düzeni" kavramlarını kullandığımız gibi.
Anayasa'mız bununla sınırlı değildir, Anayasa'mızdaki hükümlerle sınırlı değildir; Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler de bu alanı korumaya elverişlidir. Korumak için Türkiye taraf olmuştur birçok uluslararası sözleşmeye ama Türkiye'nin taraf olmadığı uluslararası sözleşmeler de aslında uluslararası mahkemelerin verdikleri kararlar çerçevesinde Türkiye için de bağlayıcıdır. İşte, bu bakımdan Rio Bildirgesi'nden bu yana, 1992'den bu yana en önemli ilke geriye götürülmezlik ilkesinin burada, Uludağ alan düzenlemesinde ciddi olarak sorgulanması gereken bir ilke olduğudur çünkü var olan koruma düzeni, yeterli ve açıklayıcı gerekçe ortaya konulmadan, haklı gerekçeler ortaya konulmadan değiştirilmekte ve çevre korumasına, ekosistemin doğasına tamamen aykırı olan merkezîleştirme sürecine sokulmaktadır. Burada da tabii parti başkanlığı yoluyla, devlet başkanlığı ve yürütmenin diğer alanlarda yaptığı gibi -Kapadokya'da ve diğer alanlarda- tek kişi yönetiminin altına bırakılması, konulması söz konusu. Milli Parklar Kanunu, diğer düzenlemeler, bakanlıklar, imar yetkisi... Ormanlık alanlarda, bırakın yürütme tarafından düzenleme yapılmasını, yasamanın bile asli ve genel yetkisini sınırlayan 169'a karşın burada nereye gidildiği belli olmayan bir idari düzenleme, yürütmenin inisiyatifine bırakılmış bir düzenleme tarzı söz konusudur. Bu açıdan tabii ki Anayasa'nın 63'üncü maddesi de -doğal, kültürel ve tarihsel alanların korunmasına ilişkin madde- bu çerçevede ihlal edilen Anayasa maddeleri arasında yer almaktadır. Bu açıdan, bu düzenlemenin birçok maddesi -esasen 3'üncü maddesi, 3'üncü maddesinin farklı fıkraları, 5'inci maddesi, 7'nci maddesi, 10'uncu maddesi- Anayasa'nın belirttiğim ve diğer hükümlerine çok yönlü olarak aykırılıklar taşımaktadır çünkü Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi, Anayasa'nın bütünsel okunuşunu bir yana bırakın -Anayasa'nın doğrudan ilgili olan maddelerini hiçbir biçimde- Anayasa yokmuş gibi, bir anayasal düzen yürürlükte değilmiş gibi bir yaklaşım sergiliyor. Böyle olduğu için -Uludağ ekosistemi aslında Türkiye ekosistemidir- bu açıdan, önlemek, korumak ve geliştirmek biçimindeki devletin yükümlülükleri bir yana bırakılmakta ve bizzat devlet tarafından bozulabilir, devlet eliyle kirletilebilir, devlet eliyle ekosistemi ihlal edilebilir bir düzenleme alanına kaydırılmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz Hocam.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu açıdan bakıldığı zaman, aslında, Anayasa'da yer alan toplu özgürlükler esasen çevreyi korumak için kullanılması gereken en elverişli alandır çünkü bu, kamu düzeni alanıdır, çevresel kamu düzeni alanıdır ve bu alanları korumak için kitlelerin yaşam mekânlarını sahiplenmesi hiçbir biçimde kolluk güçleri kullanılarak engellenemez, engellenememelidir, engellenmemelidir. Tam da yurttaşlar direnme haklarını, kaynağını Anayasa'dan alan direnme haklarını burada kullanabilirler. 137'ye göre, kolluk güçleri yurttaşların üzerine gönderilemez çünkü onlar doğal mekânlarını koruyorlar. Şimdi, Uludağ'a Bursalılar gidip o alanları korumak için direnirlerse demek ki direnme hakları var, bu hakları meşrudur ve hiçbir biçimde onların üzerine kolluk gücü gönderilemez. Bu açılardan bu yasal düzenlemeye bakmamız gerekir, dikkate almamız gerekir çünkü bunlar yaşam mekânlarıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (Devamla) - Türkiye bizimdir, Türkiye bütün yurtseverlerindir ve tüm yurtseverlerce korunmalıdır.
Teşekkür ederim. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)