| Konu: | SÖZLÜ SORULAR VE SÖZLÜ SORULARA SAYIN BAKANLARIN CEVAPLARI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 76 |
| Tarih: | 12.03.2013 |
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - İhsan Özkes.
1 Ocak 2002 tarihi ile 8 Mart 2012 tarihleri arasında meydana gelen terör olaylarında 94 polis, 724 asker ve 96 geçici köy korucusu olmak üzere 914 güvenlik görevlisi şehit olmuş, 449 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.
Mesut Dedeoğlu'nun (6/438) sayılı sorusu: Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca konuya ilişkin olarak yazılı cevap alınmıştır. Burada, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesinin, Merkez Avşar Kampüsü dışında İl Sağlık Müdürlüğü tarafından geçici olarak tahsis edilen binasında büyük sıkışıklık içinde hizmet verdiği, Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinin 2010 yılı sonunda yapılan ikmal ihalesinin bin seksen günde tamamlanmasının öngörüldüğü ve 2011 yılında fiilî olarak yapımına başlandığı; 2012 yılı ödeneğinin 27 milyon TL, bu yılın şubat ayı sonu itibarıyla toplam hak edişin 36 milyon TL olduğu ve hastane inşaatının yatakhane bölümünün yer döşemesi hariç bitme aşamasına geldiği; 2012 yılının ilk yarısı içinde yatakhane bölümünün işler hâle getirilerek taşınılmasının planlandığı; 2012 yılında da ek ödenek sağlanması hâlinde, hastane binasının 2012 yılında tamamlanması planlanmıştır. 2012 yılı ortalarında kısmen taşınılması düşünülen yeni binada, kaliteli sağlık hizmeti sunulabilecek tıbbi cihaz, ekipman ve donanım için ilk etapta 18 milyon TL ödeneğe ihtiyaç duyulmaktadır. Üniversitenin HAYMER ünitelerinin hâlen Akyar köyünde yer aldığı; aynı zamanda Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü öğrencilerinin araştırma ve uygulama çalışmalarını -staj çalışmaları dâhil- bu birimlerde yaptığı; bu tesislere uzaklık ve toplu ulaşım problemi nedeniyle, gerek araştırmacıların gerekse de öğrencilerin düzenli ulaşımlarında sürekli problemler yaşandığı; mevcut ünitelerin bulundukları yerde büyüme imkânının bulunmadığı ve yem bitkileri ekim alanına müsait yerlerin olmaması nedeniyle, fizibıl çalışmalarının mümkün olmadığı; bu sebeplerden dolayı HAYMER ünitelerinin hâlen yem bitkileri üretimi için tahsis edilmiş olan Avşar Kampüsü doğusunda yer alan 300 dekarlık alana taşınması için alan üzerinde yerleşim planlarının çıkarıldığı; bu alanda büyükbaş ünitesi, küçükbaş ünitesi, broiler ve yumurta tavukçuluğu üniteleri, gerekli yem depoları, silaj ve gübre çukurları, bakıcı ve idari binaları benzeri gerekli tüm yapıların her türlü planlamasının yapıldığı; mimari, statik, elektrik, sıhhi tesisat ve makine projelerinin hazırlandığı; metraj ve keşifle birlikte mahal listelerinin oluşturulduğu ve ihale aşamasına gelindiği; yeterli ödenek sağlanması durumunda bu yıl ihaleye çıkılarak, aynı yıl içerisinde bitirilmesinin mümkün olacağı beyan edilmektedir.
(6/563) sıra sayılı Sayın İhsan Özkes'in sorusuna cevap: Dış politikamızın, çevremize bir barış, istikrar ve refah kuşağı oluşturması yönündeki temel hedefi çerçevesinde, çeşitli sorunlarla örülü Orta Doğu coğrafyası, başlıca ilgi alanlarımızdan birini oluşturmaktadır. Orta Doğu halklarıyla köklü tarihî, kültürel ve beşerî bağlarımız ve bölgedeki gelişmelerin Türkiye'ye doğrudan veya dolaylı etkileri, bizi bölge meselelerine odaklanmaya mecbur kılan diğer ögelerdir. Bölgedeki ihtilaflara doğrudan taraf olmayan Türkiye, bölgede kalıcı barış ve istikrarın tesisi amacıyla elinden gelen her türlü katkıyı yapmaktadır.
Bu anlayışla, Orta Doğu barış sürecinin üç kanalından birini oluşturan ve çok uzun süredir hareket yaşanmayan Suriye-İsrail boyutuna katkı sağlamak amacıyla çaba sarf edilmiş ve 2008 yılının Mayıs ayında, ülkemizin aracılığında, Suriye ile İsrail arasında dolaylı görüşmeler başlatılmıştır. Görüşmelerde taraflar, kendileri açısından önem taşıyan tüm konuları masaya getirmişlerdir. Bu süreçte toplam beş tur görüşme gerçekleştirilmiş, 2008 Aralık sonu itibarıyla dönemin İsrail Başbakanı Olmert'in ülkemize yaptığı ziyaret sırasında yürütülen temas trafiği sonucunda, Suriye'yle İsrail arasında yeni bir aşamaya geçilmesine imkân tanıyacak bir eşiğe ulaşılmıştır. Ancak, Olmert'in İsrail'e dönmesinden çok kısa bir süre sonra Gazze'ye yönelik olarak girişilen topyekûn harekât, geleceğe dönük olarak büyük umut vadeden bu sürecin de akamete uğramasına yol açmıştır.
Bu süreçte, iki taraf da kendi bağımsız iradeleriyle yer almışlar ve gördükleri fayda doğrultusunda görüşmelere devam etmişlerdir. Ülkemizce başlatılan bu görüşmelerde, taraflarca herhangi birine baskı yapılması söz konusu olmadığı gibi, bu yönde bir hareket tarzı, bu tür ara bulucu girişimlerin ruhuna ve tabiatına da aykırıdır. Nitekim, görüşmelerde kısa sürede alınan mesafe de görüşmelerin ne denli yapıcı bir ortamda cereyan ettiğinin bir göstergesidir. Bugün Suriye'de yaşananların ve Türkiye-Suriye ilişkilerindeki mevcut durumun bu konuyla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Nitekim, anılan görüşme süreci sona erdikten sonra da Türkiye-Suriye ilişkilerinin geliştiği bir vakıadır.
Suriye'de 2011 yılı Mart ayında baş gösteren toplumsal olaylar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'yı etkisi altına alan ve "Arap Baharı" olarak da adlandırılan dönüşüm sürecinin bir parçasını oluşturmaktadır. Diğer bölge halkları gibi Suriye halkı da demokrasi, özgürlük, insan hakları, iyi yönetişim, hesap verilebilirlik ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlere sahip olmayı talep etmektedir. Ancak, Suriye yönetimi, halkın bu meşru taleplerini yerine getirme yönünde bir reform süreci içine girmek yerine, halkı baskı ve şiddetle sindirme yolunu seçmiştir. Bir yönetimin, kendi halkına karşı her türlü şiddet yöntemini kullanan bir mücadeleye girmesi kabul edilemez. Nitekim, bu tutumu sebebiyle uluslararası camianın diğer bazı üyeleri gibi Arap ligi de Suriye'nin üyeliğini askıya almıştır, yaptırımlar uygulamaya başlamış, Suriye giderek uluslararası toplumdan daha çok soyutlanmıştır. Temennimiz Suriye'de akan kanın bir an önce durması, Suriye halkının haklı talep ve beklentileri doğrultusunda siyasi geçiş sürecinin başarıyla tamamlanmasıdır.
Suriye'nin geleceğini Suriye halkı belirleyecektir. İleride Suriye halkının iradesini yansıtan bir yönetimin, diğer tüm konular gibi, dış politika adımlarına bu bağlamda ikili ilişkisiyle, kendi inisiyatifiyle karar vereceği kesindir. İsrail'le ilişkilerimizin bugün geldiği nokta da bellidir. İsrail'in, 31 Mayıs 2010 günü Gazze uluslararası yardım konvoyuna, açık denizde gerçekleştirdiği saldırıda hayatını kaybeden 9 Türk'ün acısı hâlâ ulusumuzun hafızasında yer almaktadır. İsrail'in, işlediği suçları kabul ederek özür dilemeden ve tazminat ödemeden ilişkilerimizden olumlu bir netice beklenilmesi beklenmemelidir.
İsrail'in, Gazze'ye uyguladığı insanlık dışı ablukaya da son vermeden, uluslararası platformda içine düştüğü yalnızlıktan kurtulması da mümkün değildir. Bu ortamda, İsrail'in istemediği her ülkeye Türkiye'nin hasmane tavır aldığını ileri sürebilmek, tabiatıyla son derece güç ve inandırıcılıktan uzaktır. Bugün İsrail'in izlemekte olduğu politikalar nedeniyle içine düştüğü yalnızlık ortadadır. Bunu sadece Türkiye olarak biz değil, tüm Birleşmiş Milletler üyesi sağduyu sahibi herkes dile getirmektedir. Keza, Türkiye'nin, İsrail'in saldırgan politikalarına karşı izlemekte olduğu ilkeli ve tutarlı politikalar ile Filistin davasına bağlılığı herkes tarafından bilinmektedir.
(6/564) sıra sayılı İhsan Özkes'in sorusuna cevap: Türkiye, bugüne değin Büyük Ortadoğu Projesi olarak adlandırılan herhangi bir projede hiçbir rol üstlenmediği gibi, esasen bu adı taşıyan bir proje de bizim de bulunmamaktadır. Büyük Ortadoğu Projesiyle kastedilenin Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika girişimi olduğu varsayılmaktadır. Bu girişim bölgede barış, istikrar, sürdürülebilir kalkınma ve ekonomik refahı amaçlayan bir dönüşüm projesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu proje, 8-10 Haziran 2004 tarihlerinde Amerika'nın Georgia eyaletindeki Sea Island kentinde düzenlenen G-8 Zirvesi sırasında başlatılmıştır. Söz konusu girişimin dayandığı temel anlayış, demokrasinin ve buna ilişkin reformların bölge ülkelerine dışarıdan dayatılamayacağı ve reform dinamiğinin esasen bölgeden kaynaklanması gerektiğidir. Hedefi ise bu doğrultuda bölge ülkelerine ihtiyaç duydukları desteği verebilmektir. Ülkelerin söz konusu projede yer almaları tamamen kendi isteklerine bırakılmıştır.
Bu girişimin eş başkanlığı, dönemsel temelde biri G-8 dönem başkanı, diğeri de bölge ülkesi olmak üzere iki ülke tarafından üstlenilmektedir. Hâlihazırda Türkiye'nin anılan girişim kapsamında eş başkanlık veya herhangi başka bir rolü bulunmamaktadır. Ülkemiz bölgenin en önemli demokratik ve önde gelen ülkesi olma vasfıyla yapılan davet üzerine anılan girişime "demokratik ortak" sıfatıyla katkıda bulunmuştur. Bu katkı tamamen kendi özgür ve serbest irademizle, herhangi bir akdi, siyasi veya başka bir yükümlülük altına girmeksizin gerçekleştirilmiştir.
Türkiye'nin bu girişimine ilişkin yaklaşımında aşağıdaki faktörler etkili olmuştur: Bölge halkları, hukukun üstünlüğü, iyi yönetişim, insan hakları, özgürlük, demokrasi gibi evrensel değerleri hak etmektedir. Ancak bu yöndeki dönüşümün herhangi bir dış dayatma olmaksızın tamamen bölge ülkelerinin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanması gerekmektedir. İlgili ülkelerin kendi iç dinamikleri sonucunda, evrensel değerler temelinde, özellikle demokrasi alanında kaydedilecek gelişmeler bölgemizde bir demokrasi kuşağı oluşmasına katkı sağlayacaktır. Bunun gerçekleşmesi, bu bölgede güvenlik, istikrar ve barışın tesis edilmesini esas alan dış politika hedeflerimizle de uyumludur. Ancak ülkelerin toprak bütünlüğü, egemenliği ve sınırların dokunulmazlığı uluslararası hukukun temel ilkeleridir. Bu ilkelere riayet edilmesi de öncelikli talebimizdir.
Ülkemiz, gündeme geldiği dönemde bu girişime tamamen bu ülkeler doğrultusunda yaklaşmış ve bölgedeki ülkelerin kalkınma ve demokratikleşme ihtiyaçlarına destek olabilecek uluslararası bir çaba olarak değerlendirmiş ve desteklemiştir. Bu anlamda, Türkiye kendi tecrübelerinin ışığında, bölge ülkelerinde evrensel değerler temelinde yürütülecek reform çalışmalarına tamamen kendi özgür iradesiyle nasıl katkı yapabileceği anlayışından hareket etmiştir. Öte yandan, Türkiye'de belirli çevrelerin uzun zamandır herhangi bir fonksiyonu kalmamış ve gündemden düşmüş olan bu girişimi ısrarla ve sürekli olarak gündemde tutmaya, bu girişime yukarıda açıklanan mahiyetinden farklı anlamlar yükleyerek ülkemizi veya Hükûmetimizi gizli bir gündemin veya komplonun bir parçası olarak takdim etmeye çalışmasının da gerçekle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Bu bağlamda, hiçbir Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin bölge ülkelerin toprak bütünlüklerine, sınırların değişmezliği ve egemenlik ilkelerine aykırı hareket etmesi, bu yönde olabilecek herhangi bir tasavvurun veya planın parçası olması düşünülemez. Böyle bir durum geçmişte olmadığı gibi bugün de söz konusu değildir. İzlediğimiz dış politika bu yönde olabilecek her türlü girişimin önünde bir set oluşturacak nitelikte olduğu gibi, bölgesel barış, istikrar ve güvenliğin de en büyük teminatıdır.
İsrail, Gazze uluslararası yardım konvoyuna 31 Mayıs 2010 günü açık denizde saldırarak 9 vatandaşımızı öldürmüş, farklı milletlerden pek çok yolcuyu da yaralamıştır. İsrail'le ilişkilerimiz bu saldırı sonrasında bugün bulunduğu noktaya gelmiştir. Saldırıda hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızın acısı yüreklerimizdedir. İsrail işlediği suçları kabul ederek özür dilemeden ve tazminat ödemeden ilişkilerimizde olumlu bir düzelme beklenmesi mümkün değildir. İsrail'in Gazze'ye uyguladığı insanlık dışı ablukaya da son vermeden uluslararası platformda içine düştüğü yanlıştan kurtulması da mümkün değildir.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika'yı etkisi altına alan ve "Arap Baharı" olarak adlandırılan bölge halklarının demokrasi ve özgürlük talepleriyle başlattıkları hareketin Tunus'taki bir seyyar satıcının kendisini ateşe vermesiyle başladığı kabul edilmektedir. Arap Baharı, Tunus'tan sonra Mısır ve Libya'yı da etkisine almış; Suriye halkı ise demokrasi, özgürlük ve insan hakları, hukukun üstünlüğü, hesap verebilirlik gibi evrensel değerlere kavuşma arzularını düzenledikleri gösterilerle Mart 2011'den bugüne kadar dile getirmeye başlamışlardır. Dolayısıyla, sadece gelişmelerin tarihine bakıldığında dahi Suriye ve İsrail'le ilişkilerimizin birinin diğerinden bağımsız ilerlediği görülmektedir. Gerek Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana dış politikamızın temel dayanağını oluşturan "Yurtta barış, dünyada barış." anlayışımız gerek bunun bir yansıması olarak dile getirdiğimiz komşularla sıfır sorun ilkesi Türkiye'nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturulmasını hedeflemektedir. Suriye ile ilişkilerimize yaklaşımımız da bu ilke temelinde şekillenmektedir. Bu itibarla en uzun kara sınırına sahip olduğumuz, köklü tarihî, kültürel ve insani bağlarımızın bulunduğu ve ikili ilişkilerimizin geliştirilmesi için son on yılda büyük emek sarf edilen Suriye ile ilişkilerimizi karşı karşıya getirecek bir çatışma ortamı yaratılması hiçbir şekilde bizim dış politika hedefimiz olamaz. Öte yandan, Türk halkı asırlardır yan yana, iç içe yaşadığı, aynı tarihi ve kültürü paylaştığı Suriye halkını dost ve kardeş olarak görmektedir. Suriye'yi kana bulayan ve ülkeyi bir şiddet sarmalına sürükleyen Suriye yönetimi karşısında Türk halkının başından beri kararlılıkla durduğu nokta Suriye halkının yanında olmasıdır.
Diğer taraftan, Türkiye'nin temel dış politika ilkeleri ve komşularla iyi ilişkiler tesis etme hedefi çerçevesinde Suriyeli muhalif gruplara silah sağlanmasına yönelik herhangi bir faaliyete girişmesi söz konusu değildir. Kaldı ki Türkiye, Suriye halkının meşru taleplerini barışçıl yoldan dile getirilmesinin yararına inanmakta ve muhalefetle temaslarında barışçıl yolların terk edilmemesi gerektiğini kuvvetle vurgulamaktadır. Bununla birlikte, iç karışıklıkların yaşandığı ve çatışma ortamının hüküm sürdüğü ülkelerde kaçakçılık faaliyetlerinin arttığı bir vakıadır. Bu doğrultuda, Suriye'de kaçak olarak ele geçirildiği ileri sürülen silahların önemli bir kısmının menşeinin Suriye rejimine destek veren ülkeleri kapsadığı da bir gerçektir.
Öte yandan, Suriye'nin geleceğinin Suriye halkı tarafından belirlenmesi gerektiğine inanan ülkemiz, Suriye halkının bu çerçevede ortaya koyacağı irade ve tercihlere saygı duyacaktır. Bununla birlikte, Suriye halkının ülkenin yönetimine ilişkin tercihlerini sağlıklı bir şekilde ortaya koymasını temin edecek asgari demokratik koşulların mevcudiyetine izin verilmediği de bir vakıadır.
Seçim Yasası'nın kabulüne ilişkin kanun hükmünde kararnamenin Esad rejimi tarafından 4 Ağustos 2011 tarihinde çıkarılmasını takiben Şubat 2012'de seçimlere gidileceği açıklanmış olmakla birlikte, hür bir seçim takviminin ilan edildiğine dair bir bilgi de bulunmamaktadır. Türkiye olarak arzumuz, Suriye halkının tercihlerini demokratik yollardan dile getirebileceği ve ülkelerinin geleceğinde gerçek anlamda söz sahibi olmalarını sağlayacak bir siyasi sistemin en kısa sürede tesis edilmesidir.
Sayın Kamer Genç'in (6/676) esas numaralı sorusu: Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünden alınan konuya ilişkin yazıda; nokta otomasyon sisteminin kurulması için belirtilen miktarın kesinlikle doğru olmadığı ve 180 bin TL+KDV olarak ihale edildiği, bu ihalenin öğrenci işleri otomasyonu olarak OPUS Bilişim Teknolojileri Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketine Kamu İhale Kanunu'nun 21/b maddesine göre pazarlık usulüyle ihale edildiği, programın rutin olarak kullanıldığı, bakım sözleşmesi gereği firmanın verdiği hizmetin devam ettiği, dünyada hiçbir kuruma ve üniversiteye uyan standart, hazır bir program olmadığı, her programın kurumlara uyumu için belli bir süre ve emek gerektiği, bu programda da zaman zaman sıkıntılar yaşandığı -bu sıkıntıların bir bölümü de üniversitenin son üç yıldaki kontenjan artışları, Öğrenci Af Kanunu, açık ve uzaktan eğitim fakültesinin kurulmasıyla eklenen 20 bin civarındaki öğrenci yüküne bağlı olarak ortaya çıktı- ortaya çıkan sıkıntılarla ilgili üniversite tarafından her türlü inceleme ve soruşturmanın yapıldığı, programın şu anda aktif bir şekilde çalışmaya devam ettiği ve yıllardır kâğıtlarla yapılan birçok öğrenci işleminin İnternet üzerinden entegre olarak çok daha kısa sürelerde yapıldığı beyan edilmiştir.
Sayın Kamer Genç'in (6/677) esas numaralı sorusuna cevap: Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca konuyla ilgili olarak İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünden alınan yazıda; soru önergesinde belirtilen iddianın asılsız olduğu, Öğretim Üyesi Profesör Doktor Recep Seymen'in hiçbir şekilde psikiyatri muayenesine yollanmadığı gibi, esasen mevzuatta herhangi bir öğretim üyesinin rektörlük makamı tarafından muayeneye gönderilmesini veya sevk edilmesini mümkün kılacak yasal bir düzenlemenin bulunmadığı, soru önergesine konu olan davetin Profesör Doktor Recep Seymen'in rektörlük teşkilatı içindeki bazı birimlerde yaptığı konuşmalar ile rektörlüğe ve İktisat Fakültesi Dekanlığına verdiği dilekçelerde rektörlük yönetimine ve çalışanlarına isnat ettiği suçlar ve ileri sürdüğü iddiaları incelemek üzere incelemeci olarak görevlendirilen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor Alaattin Duran tarafından kendisinin bilgisine başvurulmak için yapıldığı, söz konusu incelemenin Profesör Doktor Recep Seymen'in şikâyetleri üzerine başlatıldığı ve incelemeci Profesör Doktor Alaattin Duran tarafından iddialarıyla ilgili bilgisine başvurulmak üzere davet edildiği hâlde davete icabet etmediği gibi 12 Mayıs 2011 tarihli dilekçesinde yazılı ve sözlü olarak "Tekrar rahatsız edildiğim takdirde sizi görevlendiren yetkililer ve sizin hakkınızda suç duyurusunda bulunacağımı saygılarımla bildiririm." ifadelerini içeren dilekçe verdiğinden incelemenin sonuçlandırılamadığı, ayrıca adı geçenin Cumhurbaşkanlığına verdiği şikâyet dilekçesinin bir örneğini rektör sekreterliğine 12 Temmuz 2011 tarihinde bıraktığı, böyle bir şikâyet başvurusu yaptığından 12 Temmuz 2011 tarihinde haberdar olunduğu, oysa 18 Nisan 2011 tarihli ve 23863 sayılı yazıdan da anlaşılacağı üzere Profesör Doktor Alaattin Duran'ın incelemeci olarak üç ay önce görevlendirildiği, soru önergesinde belirtildiği gibi ilgilinin Profesör Doktor Alaattin Duran tarafından Cumhurbaşkanlığına yaptığı şikâyet nedeniyle psikiyatri muayeneye tabi tutulmak için davet edilmesinin mümkün olmadığı, adı geçenin İstanbul Belediye Başkanıyla, belediyede çalışan kişiler hakkında açtığı davanın da üniversiteyle bir ilgisinin bulunmadığı, rektörlüğe yapılan ve birçok görevli hakkında çeşitli iddialar içeren şikâyetler üzerine söz konusu iddiaların gerçek olup olmadığı, suç teşkil edecek eylemlerin vuku bulup bulmadığının tespiti amacıyla soruşturma açmadan önce konu hakkında inceleme yapılması yönünde çok sayıda işlem tesis edildiği, Profesör Doktor Alaattin Duran'ın incelemeci olarak görevlendirilmesinin amacının da adı geçenin rektörlüğe ve rektörlük yönetimiyle çalışanlarına isnat ettiği suçlar ve ileri sürdüğü iddiaların araştırılarak soruşturma açılmasına dayanak oluşturacak herhangi bir suç oluşup oluşmadığının tespit edilmesi için olduğu, soruşturmacı ve incelemecilerin ise üniversitede görevli öğretim üyeleriyle idari personel arasından Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği'nin ilgili hükümlerinin dikkate alınarak görevlendirildiği belirtilmektedir.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, aslında bu sorulara bize hemen cevap verme hakkı vermeniz lazım. İç Tüzük'te böyle yani.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Sayın Alim Işık'ın (6/740) esas numaralı sorusuna cevap olarak: 13 Ocak 2012 tarihli Bakanlığımız MEBBİS e-Personel Modülü'ne işlenmiş mezuniyet bilgilerine göre iktisadi ve idari bilimler fakültesi mezunlarından 2003 yılında 114, 2004 yılında 36, 2005 yılında 41, 2006 yılında 63, 2007 yılında 148, 2008 yılında 25, 2009 yılında 62, 2010 yılında 341, 2012 yılında 42 olmak üzere toplam 872 kişi, öğretmenlik dâhil, ilgili Bakanlığın diğer kadrolarında istihdam edilmiştir. 13 Ocak 2012 tarihli Millî Eğitim Bakanlığının MEBBİS e-Personel Modülü'ne işlenmiş mezuniyet bilgilerine göre fen edebiyat fakültesi mezunlarından ise 2003 yılında 1.964, 2004 yılında 1.866, 2005 yılında 983, 2006 yılında 1.564, 2007 yılında 1.456, 2008 yılında 1.208, 2009 yılında 1.611, 2010 yılında 5.043, 2011 yılında 5.498 olmak üzere toplam 21.193 kişi, öğretmenlik dâhil, Millî Eğitim Bakanlığının diğer kadrolarında istihdam edilmiştir. Devlet Personel Başkanlığınca konuya ilişkin olarak kamu kurum ve kuruluşları personel ihtiyaçlarına göre her kamu personel seçme sınavı yerleştirme döneminde iktisadi ve idari bilimler fakültesi mezunlarını talep etmekte olduklarını, 2012 yılı içerisinde iki kamu personel seçme sınavı yerleştirilmesinin yapılmasının planlandığı, söz konusu yerleştirmede iktisadi ve idari bilimler fakültesi mezunlarına ve diğer lisans mezunlarına ne kadar kadro ve pozisyon ayrılacağı kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet Personel Başkanlığına intikal ettirecekleri personel talepleriyle belli olacağı belirtilmektedir. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca konuya ilişkin olarak iktisadi ve idari bilimler fakültesi mezunlarından kamu personel seçme sınavı sonucuna göre 2002'de 983, 2003'te 40, 2004'te 653, 2005'te 1.882, 2006'da 2.025, 2007'de 3.351, 2008'de 3.487, 2009'da 3.512, 2010'da 4.435, 2011'de 7.014 kişinin yerleştirildiği, fen edebiyat fakültesi mezunlarından kamu personel seçme sınavına göre 2002'de 271, 2003'te 16, 2004'te 390, 2005'te 1440, 2006'da 1201, 2007'de 1671, 2008'de 1684, 2009'da 2480, 2010'da 2380, 2011'de 3279 kişinin yerleştirildiği belirtilmektedir.
Sayın Kamer Genç'in (6/719) esas numaralı sorusuna cevap olarak: Konuyla ilgili olarak müşteki tarafından yapılan itiraz üzerine Danıştay 1. Dairesinin 10 Mart 2010 tarih ve 2010/238 esas, 2010/419 karar sayılı kararına istinaden ilgili Bakanlıkça 16 Ağustos 2010 tarihli ön inceleme onayı alınmış olup yapılan ön inceleme sonucunda düzenlenen ön inceleme raporuna istinaden ilgili Bakanlıkça verilen 7/10/2011 tarih ve 2011/364 sayılı soruşturma izni verilmemesi kararı Danıştay 1. Dairesinin 18/10/2011 tarih ve 2011/1621 esas, 2011/1552 karar sayılı kararıyla soruşturma izni verilmemesine ilişkin ek kararın kaldırılmasına, dosyanın karar ekli olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Söz konusu kararlar neticesinde açılan davaların safahatına ilişkin ilgili Bakanlıkta bilgi bulunmamaktadır.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Nasıl Bakanlıkta? "Sonucu ne oluyor?" diyorum ya.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Dava dosya numaraları var Sayın Kamer Genç, dosyada. Yargılamada aleniyet ilkedir, herkes takip edebilir.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Var da yani, dosyaları savcılar kaybetmiş. Savcılar Topbaş'la ilgili dosyaları kaybetmişler.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Kamer Genç'in (6/758) esas numaralı sorusuna cevap olarak: Önergede belirtilen ihalelerin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun 19'uncu maddesine istinaden kanunun temel usul olarak öngördüğü ve bütün isteklilerin teklif verebildiği açık ihale usulüyle gerçekleştirildiği, ihalelerde Kamu İhale Kanunu'nun 5'inci maddesinde zikredilen temel ilkelere riayet edildiği, ihale konusu hizmetin yürütülmesiyle alakalı belirlenen iş kalemlerinin yaklaşık maliyetlerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun 9'uncu maddesiyle Hizmet Alımları Uygulama Yönetmeliği'nin 8, 9 ve 10'uncu maddelerinde belirtilen hususlar göz önünde bulundurularak tespit edildiği, söz konusu ihalelerin yeterliliği olan yaklaşık maliyetin altında ve en düşük teklifi veren isteklinin üzerinde bırakıldığı, İSMEK faaliyetlerinin hizmet satın alınması suretiyle gerçekleştirildiği, satın alınacak hizmetin türü, miktarı ve özelliklerinin ihale şartnamelerinde belirtildiği, bu doğrultuda, satın alınmak istenen hizmetin azami saat miktarının belirtildiği, belirtilen saatler içinde kısmi zamanlı çalışacak kişilerin kesin sayısının ise ancak eğitim öğretimin başlamasından sonra halktan gelen talepler doğrultusunda belirli hâle gelebildiği, örneğin 2010-2011 eğitim öğretim döneminde 2.063 çalışan ile faaliyete başlanmış iken devam eden süreçte dönem sonu itibarıyla toplam çalışan sayısının 3.078 olduğu, dolayısıyla eğitim dönemi başlangıcında çalışan kişi sayısının devam eden aylarda şartname esasları doğrultusunda artabildiği, İSMEK ihaleleri kapsamında çalışan personel ile ilgili iddiaların daha önce de gündeme getirildiği, bu meyandaki iddiaları da kapsayan genel ve rutin denetimlerde mevzuata aykırı bir husus bulunmadığı anlaşılmıştır.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Ya, biz diyoruz: Tayyip Bey'in damadına? Ona cevap vermiyorsunuz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Mesut Dedeoğlu'nun (6/797) esas numaralı sorusuna cevap: İlgili bakanlıkça mahallî idarelerde sözleşmeli olarak çalışan personelin kadroya geçirilmesine ilişkin çalışma devam etmektedir. 19 Ocak 2012 tarihi itibarıyla mahallî idarelerde sözleşmeli olarak çalışan personel sayısı 18.273'tür.
Mesut Dedeoğlu'nun (6/826) esas numaralı sorusuna cevap: 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu'nun 35'inci maddesi hükmü çerçevesinde toplu görüşmelerin yapıldığı ilgili yıllara ait uzlaştırma kurulu kararları ve mutabakat metinlerinde yer verilen hususlara ilişkin gerekli düzenlemeler imkânlar ölçüsünde yerine getirilmiştir. Türkiye ekonomisi 2002-2008 döneminde makroekonomik istikrara yönelik olarak uygulanan politikalar sayesinde ortalama yüzde 5,9 oranında büyümüştür.
VAHAP SEÇER (Mersin) - 5,9 mu?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - 2009 yılında yaşanan küresel ekonomik kriz sonucunda yüzde 4,8 oranında daralan Türkiye ekonomisi 2010 yılından itibaren güçlü bir toparlanma sürecine girmiştir. 2010 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 9 oranında büyümesi sonucunda Türkiye ekonomisi dünyada en hızlı büyüyen ekonomiler arasında yer almıştır. 2011 yılında yüzde 7,5 olarak tahmin edilen yıllık büyüme oranının üzerinde bir ekonomik büyümenin gerçekleşmesi beklenmektedir.
Tabii, yüce heyete şunu belirtmek isterim: Soruların verildiği tarihle cevapların verildiği tarihler arasında da büyük süre geçmiş olmasından dolayı da böyle bir farklılık ortaya çıkabilmektedir.
Fert başına düşen millî gelir büyüklüğü ise, 2001 yılında 3.021 dolar iken 2011 yılı sonunda 10.363 dolar seviyesine yükselmiştir; 3.021 dolardan 10.363 dolara. Satın alma gücü paritesine göre, 2001 yılında 8.613 dolar olan kişi başına gelirin 2011 yılında 16.504 dolara ulaşması beklenmektedir. 2011 yılı büyümesi yüzde 7,5 üzerinde gerçekleştiğinden bu rakamlar da yükselecektir. Türkiye'de gelir dağılımı 2002 yılında yüzde 44 olan gini katsayısının 2010 yılında yüzde 38'e gerilemesiyle kısmen daha adil bir düzeye ulaşmıştır.
2002 yılı sonrasında sosyal yardım programları yeniden şekillendirilmiş, kişi başına yapılan sosyal yardım harcaması ve bu yardımların ulaştığı kişi sayısı artmıştır. 2002 yılında, toplam sosyal yardım harcaması 1.346 milyon TL iken 2010 yılında 10 milyar 746 milyon TL'ye yükselmiştir. Yeşil kart sahiplerinin sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırılmış, şartlı sağlık yardımları çerçevesinde, çocuklarının sağlık muayenelerinin yaptırılması kaydıyla yoksul ailelere düzenli para transferi yapılmaktadır.
Eğitim yardımları artırılmış ve eğitimi destekleyen yeni sosyal yardım programları oluşturulmuştur. Bu kapsamda, dar gelirli ailelerin çocuklarının kırtasiye ve önlük gibi temel ihtiyaçları karşılanmakta, yoksul öğrencilere öğle yemeği verilmekte ve özürlü öğrenciler ücretsiz taşınmaktadır. Bu çerçevede, şartlı eğitim yardımları kapsamında, 2003-2010 döneminde toplam 1 milyar 619 milyon TL yardım yapılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı, YURTKUR ve Vakıflar Genel Müdürlüğünce 2003-2010 döneminde öğrencilere toplam 2 milyar 500 milyon TL tutarında burs verilmiştir. İlk ve ortaöğretimde ders kitapları ücretsiz verilmekte olup bu kapsamda, 2003-2010 döneminde ilk ve ortaöğretim okullarında toplam 1 milyar 430 milyon TL tutarında kitap ücretsiz dağıtılmıştır.
Yaşlılar, özürlüler ve korunmaya muhtaç çocukların ihtiyaçlarına karşı duyarlı bir yaklaşım sergilenmektedir. Bu kapsamda, 2006-2010 yıllarında toplam 2 milyar 970 milyon TL ödeme yapılmıştır. 2002 Aralık-2012 Ocak döneminde kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarında önemli ölçüde artışlar sağlanmış, 2002 yılı Aralık ayında aile yardım ödeneği dâhil 578 TL olan ortalama devlet memuru maaşı, yüzde 227,8 oranında artarak 1.894 TL'ye, en düşük devlet memuru maaşı ise yüzde 316,5 oranında artarak 392 TL'den 1.633 TL'ye yükselmiştir. Söz konusu dönemde TÜFE'deki artış ise 129,5'tir.
(6/827) esas numaralı Sayın Mesut Dedeoğlu'nun soruna cevap: 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle genel ek ödeme ile kurumsal bütün ek ödemeler de dâhil olmak üzere personele mali haklar kapsamında değişik adlar altında ve farklı tutarlarda yapılan ilave ödemeler yürürlükten kaldırılarak tek bir ödeme getirilmiş ve farklı kurumlarda aynı hizmet sınıfında aynı ve benzer unvanlı kadrolarda çalışan kamu görevlilerinin aynı tutarda ek ödemelerden yararlandırılması sağlanmıştır.
Buna göre, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye eklenen ve 15 Ocak 2012 tarihinde yürürlüğe giren ek 9'uncu madde hükmü uyarınca kamu iktisadi teşebbüslerinde aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na göre almakta olan ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle ek (I) sayılı cetvele dâhil memurların tamamı ek ödemeden yararlanmaktadır.
(6/829) esas numaralı Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: Kamu kurum ve kuruluşlarında 25.260 adet geçici personel istihdam edilmektedir. Geçici personele aile yardımı verilmesine ilişkin hukuki bir düzenleme bulunmadığından aile yardımı verileceklerin tespiti yapılamamakta olup, söz konusu personele aile yardımı ödeneği verilmesine ilişkin olarak da herhangi bir çalışma bulunmamaktadır.
(6/831) esas numaralı Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: 5510 sayılı Kanun'un 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında sigortalı sayılan ve altmış günden fazla borcu olanların sağlık yardımlarından faydalandırılması ile ilgili olarak 5997 sayılı Kanun'la değişiklik yapılarak prim borçlarının taksitlendirilerek sağlık yardımlarından faydalandırılması sağlanmıştır. Altmış günden fazla borcu olanlardan 18 yaşını doldurmamış olan kişilere, tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişilere, trafik kazası hâlleri, acil hâller, iş kazası ile meslek hastalığı hâlleri, bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, afet ve savaş ile grev ve lokavt hâllerinde, borcu olup olmadığına bakılmaksızın sağlık yardımı yapılmaktadır. Böylece, acil ve riskli durumlarda sağlık yardımı yapılma imkânı sağlanmıştır. Ayrıca, altmış günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcu bulunan ve tecil ve taksitlendirme talebi olmayanların 18 yaş altı çocukları hariç olmak üzere bakmakla yükümlü olduğu kişilerin gelir testine tabi tutulmak suretiyle sağlık yardımlarından yararlanma imkânı getirilmiştir.
(6/868) esas numaralı Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: Sağlık Uygulama Tebliği'nin "Ayakta Tedavide Sağlanan İlaçlar İçin Katılım Payı" başlıklı maddesinde gerekli düzenleme yapılarak yürürlük tarihi 8 Mart 2012 olarak 29/2/2012 tarih ve 28219 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Bu kapsamda, kişilerin adına düzenlenen 3 kutuya kadar her reçete için 3 TL alınmaktadır. 3 kutunun üzerindeki her bir kutu ilaç için 1 TL ödenmektedir. 5 kutu ilaç yazılan bir reçete için 3+2=5 TL ödenmesi gerekmektedir. Kişi emekli ise ayrıca yüzde 10 ilaç katkı payı ödemesi gerekmektedir. Ancak kişinin ilaçları ilaç katkı payı ödenmeyecek ilaçlar arasında ise reçete ve ilaç için katılım payları ödenmez. Kişinin reçetesinde yazılı ilaçlar injectable form, serum, beslenme ürünü veya majistral grubu ilaç ise reçetede yazılı kutu sayısına bakılmaksızın her bir kalem 1 kutu olarak değerlendirilir. Böyle bir durumda, kişi reçete başına 3 TL ödeyecek, 3 kutuyu geçen 2 kutu için ilave 2 TL ödememiş olacaktır. Memur emeklisi bir ay içinde 2 defa devlet hastanesine gittiğinde ve kendisine 5 kutu ilaç yazıldığında toplam 15 TL ve kişinin ilaçları ilaç katkı payı ödenmeyecek ilaçlar arasında değil ise yüzde 10 ilaç katkı payı ödeyecektir. Aynı memur emeklisi bir ay içinde 2 defa özel hastaneye gittiğinde ve kendisine 5 kutu ilaç yazıldığında toplam 29 TL ve kişinin ilaçları ilaç katkı payı ödenmeyecek ilaçlar arasında değil ise yüzde 10 ilaç katkı payı ödeyecektir.
(6/885) esas numaralı Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap: Ülkemizde kaba boşanma oranının Avrupa Birliği ülkeleriyle kıyaslandığında oldukça düşük olduğu ve Avrupa Birliği ülkelerinde 2002 ila 2009 yılları arasında kaba evlenme oranı azalırken -binde 4,88'den binde 4,51'e- ülkemizde artış gösterdiği, binde 7,36'dan binde 8,21'e yükseldiği görülmektedir. Bütün sosyal olay ve olgularda da karşılaşıldığı gibi boşanma olgusunun ve istatistiklerinin tek bir değişkenle açıklanması mümkün olmamaktadır. Her değişken diğer tüm değişkenlerle birlikte boşanma olgusuyla orantılı veya ters orantılı olabilmektedir. Sonuç olarak, her ne kadar ülkemizde boşanma verilerinde ciddi bir artış olmasa dahi ilgili Bakanlığımız tarafından aile kurumunu güçlü tutmamıza katkı sağlayacak eğitici, öğretici yayın ve programlarla ailelerimize farkındalık oluşturacak ve ailelerin sorunu çözme kapasitelerini artıracak faaliyetlerine devam edilmektedir. İlgili Bakanlığımız, Türk ailesinin bütünlüğünün korunması ve sosyal refahının artırılmasını sağlanmak amacıyla araştırmalar yapmak ve yaptırmak görevini yerine getirmek üzere aileyi doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendirebilecek çeşitli sorun alanlarını tespit etmek ve bu sorunlara yönelik çözüm önerileri geliştirmek üzere araştırma ve inceleme çalışmalarını aralıksız olarak sürdürmektedir.
(6/908) esas numaralı Sayın Alim Işık'ın sorusuna cevap: 2010 kamu personel seçme sınavı lisans sınavına fen edebiyat fakültesi mezunu olarak 158.046 aday başvurmuş, bu adaylardan 3.704'ü ÖSYM tarafından 2010 kamu personel seçme sınavı lisans sınavının geçerli olduğu merkezî yerleştirmelerde kamu kurumlarına yerleştirilmiştir. Kamu kurum ve kuruluşları, personel ihtiyaçları doğrultusunda, her merkezî yerleştirme döneminde talep ettikleri kadro ve pozisyonlar için fen edebiyat fakültesi programlarının öğrenim nitelik kadrolarına da yer vermektedirler. 2012 yılı içerisinde 2 kez merkezî yerleştirme planlanmış, söz konusu yerleştirmelerde fen edebiyat fakültesi ve diğer lisans mezunlarına ne kadar kadro ve pozisyon ayrılacağı kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet Personel Başkanlığıyla beraber yapacağı çalışmayla belirlenmektedir.
(6/909) esas numaralı Sayın Alim Işık'ın sorusuna cevap: 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye eklenen ve 15 Ocak 2012 tarihinde yürürlüğe giren ek 9'uncu madde hükmü uyarınca kamu iktisadi teşebbüsleri de dâhil olmak üzere bütün kamu kurum ve kuruluşlarında aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na göre almakta olan memurlar için en yüksek devlet memuru aylığına (ek gösterge dâhil), 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye ekli (I) sayılı cetvelin "Aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre alanlar" kısmında yer alan kadro ve görev unvanlarına karşılık gelen oranların uygulanması suretiyle hesaplanan tutarda, kamu iktisadi teşebbüslerinde 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye ekli (II) sayılı cetvele dâhil pozisyonlarda istihdam edilen sözleşmeli personel ise en yüksek devlet memurluğu aylığına (ek gösterge dâhil), 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle ekli (I) sayılı cetvelin (ç) bölümünde pozisyon unvanlarına karşılık gelen ve yüzde 42 ilâ yüzde 82 arasında değişen oranların uygulanması suretiyle hesaplanan tutarda ek ödeme yapılmaktadır. Buna göre 15 Ocak 2012 tarihi itibarıyla 657 sayılı Kanun'a tabi olarak istihdam edilen ve 1'inci dereceden aylık alan mühendis için yüzde 150 oranında ek ödeme öngörülmüş olup bu personelin aylık mali hakları toplamı net tutarı 2.819 TL'dir. 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname eki (II) sayılı cetvele dâhil mühendis pozisyonunda ve sosyal güvenlik açısından aynı durumda bulunan 1'inci derece sözleşmeli personel ek ödemesi yüzde 82 oranında olduğu hâlde aylık mali hakları toplamı net tutarı 2.956 TL'ye ulaşmaktadır. Benzer şekilde 657 sayılı Kanun'a tabi olarak istihdam edilen ve 5'inci dereceden aylık alan lise mezunu memur için yüzde 90 oranında ek ödeme öngörülmüş olup aylık mali hakları toplam net tutarı 1.602 TL olmakta ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname eki (II) sayılı cetvele dâhil memur pozisyonunda ve sosyal güvenlik açısından aynı durumda bulunan 5'inci derece sözleşmeli personel ek ödemesi de yüzde 42 oranında olduğu hâlde aylık mali hakları toplam net tutarı 1.974 TL'ye kadar ulaşabilmektedir. Bu itibarla 657 sayılı Kanun'a tabi olarak istihdam edilen memurların yararlandığı ek ödeme oranları kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışan aynı unvanlı sözleşmeli personelin yararlandığı ek ödeme oranlarından daha yüksek belirlenmiş olsa dahi, sözleşmeli personelin yararlandığı diğer ödeme unsurları nedeniyle bu personele ödenen aylık mali hakların toplam net tutarı daha yüksek olabilmektedir.
(6/915) esas numaralı, Sayın Alim Işık'ın sorusuna cevap: Kamu kurum ve kuruluşlarında, muhtelif kanun, kanun hükmünde kararname ve Bakanlar Kurulu kararları gereğince kamusal istihdamın icaplarına göre farklı süre, şekil ve şartlarda sözleşmeli personel istihdam edilebilmektedir. 5393 sayılı Kanun'a göre belediyelerde ve 5302 sayılı Kanun'a göre il özel idarelerinde yaklaşık 17 bin; 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye göre kamu iktisadi teşebbüslerinde 76.785 sözleşmeli personel istihdam edilmektedir. Diğer taraftan Devlet Personel Başkanlığına intikal eden bilgilerin analizi sonucu, kamu kurum ve kuruluşlarında 657 sayılı Kanun'un 4'üncü maddesinin (b) fıkrası uyarınca istihdam edilen 187.280; 4924 sayılı Kanun uyarınca istihdam edilen 10.758 olmak üzere toplam 197.307 sözleşmeli personelin, 21 Aralık 2011 tarihi itibarıyla 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle memur kadrolarına atamalarının gerçekleştirildiği tespit edilmiştir. 657 sayılı Kanun'un 4/b maddesi kapsamında bahsedilen kanun hükmünde kararnamenin yürürlük tarihinden sonra Devlet Personel Başkanlığınca 36.659 adet sözleşmeli personel pozisyonunun uygun görüldüğü anlaşılmış olup bu pozisyonlar Maliye Bakanlığının vizesi üzerine kullanılabilmektedir.
Bunun dışında 2547 ve 2914 sayılı Kanun'a göre üniversitelerin akademik hizmetlerinde, kurum ve kuruluşların teşkilat kanunları ile başka bazı kanunlara veya kanun hükmünde kararnamelere dayanılarak istihdam edilen sözleşmeli personel de bulunmaktadır. Bu itibarla, bahsedilen tüm sözleşmeli personelin aynı kategori altında birleştirilmesi suretiyle sayı tespiti yapılamamıştır.
Ayrıca, sözleşmeli personel pozisyonlarında istihdam edilen personelin eğitim durumlarına yönelik olarak Devlet Personel Başkanlığında bir veri de mevcut değildir. Sözleşmeli personel pozisyonlarında istihdam edilenlerin memur kadrolarına atanmaları kanunla yapılacak bir işlem olup, bu maksatla Devlet Personel Başkanlığınca yürütülen herhangi bir çalışma bulunmamaktadır.
(6/950) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 55'inci maddesinde gelir ve aylıkların, her yılın ocak ve temmuz ödeme tarihlerinden geçerli olmak üzere bir önceki altı aylık döneme göre Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan en son temel yıllık Tüketici Fiyatları Genel İndeksi'ndeki değişim oranı kadar artırılarak belirleneceği öngörülmüştür. Buna göre, TÜİK tarafından 2011 yılı Temmuz-Aralık dönemine ilişkin TÜFE artış oranı yüzde 6,79 olarak gerçekleştiğinden, gelir ve aylıklar 2012 Ocak ödeme döneminde yüzde 6,79 oranında artırılarak ödenmiş olup, bu şekilde aylıkların enflasyon karşısında değer kaybetmesi önlenmiştir.
(6/952) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: Son on yıl içerisinde hastalık, ailevi geçimsizlik, geçim zorluğu, ticari başarısızlık, olumsuz hissî ilişkiler ve öğrenimde başarılı olamama gibi nedenlerden kaynaklanan ruhi bunalımlar neticesinde toplam 26.745 vatandaşımız intihar etmiştir. Sosyal bir sorun olan intihar olaylarının önlenmesi konusunda ilgili kurum ve kuruluşlarca sosyal düzeyde rehabilite içerikli projeler üretilerek yaşama geçirilmesinin gerektiği de değerlendirilmektedir.
(6/955) esas numaralı Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun geçici 12'nci maddesi gereği herhangi bir sosyal güvencesi olmayanlar 1 Ocak 2012 tarihi itibarıyla Kanun'un 60'ıncı maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi kapsamında tescil edilmiş ve PTT ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında yapılan protokole göre bir ay içerisinde gelir testine müracaat etmeleri gerektiğine ilişkin bilgilendirme yazısı gönderilmiştir.
Söz konusu yasal düzenlemeler uyarınca herhangi bir sosyal güvencesi olmayandan veya genel sağlık sigortasından yararlanma hakkı sona eren kişilerden bir ay içerisinde gelir testi yaptırmak üzere Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına başvurmayanların tescil, başlangıç tarihinden itibaren aile içindeki gelirin kişi başına düşen aylık tutarı, asgari ücretin 2 katı esas alınarak 2012 yılı ilk altı ayı için aylık 213 TL tutarında genel sağlık sigortası primi tahakkuk ettirilecektir.
(6/957) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: Eğitim-öğretimde niteliği artırmak, fırsat eşitliğini sağlamak, bilişim teknolojisi araçlarını öğrenme, öğretme sürecinde daha fazla duyu organına hitap edecek şekilde etkin kılmak amacıyla ilgili bakanlıkça yürütülen FATİH Projesi kapsamında tüm temel eğitim ve ortaöğretim okullarındaki her bir derslik etkileşimli akıllı tahta ve İnternet altyapısı, her okul çok amaçlı fotokopi makinesi ve doküman kamera ile donatılacaktır. Projenin ilk etabında 3.657 ortaöğretim kurumunun ihalesi tamamlanmış ve sözleşmesi imzalanmıştır. Tedarikçi firmalar tarafından Kahramanmaraş ve diğer illerimizdeki ortaöğretim okullarında Eylül 2012 tarihi itibarıyla kurulumlar tamamlanmış olacaktır.
(6/1023) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna ilişkin cevabımız: 5510 sayılı Kanun, sigortalı emeklilik mevzuatı yönünden 2008 Ekim ay başı itibarıyla yürürlüğe girmiş olup, anılan kanunun 55'inci maddesinde, gelir ve aylıkların her yılın ocak ve temmuz ödeme tarihlerinden geçerli olmak üzere bir önceki altı aylık döneme göre Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan en son temel yıllı tüketici fiyatları genel indeksindeki değişim oranı kadar artırılarak belirleneceği öngörülmüştür. Buna göre, TÜİK tarafından 2011 yılı Temmuz-Aralık dönemine ilişkin TÜFE artış oranı yüzde 6,79 olarak gerçekleştiğinden, gelir ve aylıklar 2012 Ocak döneminde yüzde 6,79 oranında artırılarak ödenmiş olup, bu şekilde, aylıkların enflasyon karşısında değer kaybetmesi önlenmiştir.
Öte yandan, 2010 ve 2011 yıllarının Ocak aylarında emekli, dul ve yetim aylıklarında seyyanen artış yapılarak, gelir ve aylıkların 5510 sayılı Kanun'un 55'inci maddesinde öngörülen artış oranından daha yüksek oranda artması sağlanmıştır.
Ayrıca, 8 Mart 2012 tarihli ve 28227 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 1 Mart 2012 tarihli 6283 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 5510 sayılı Kanun'a eklenen geçici 39'uncu madde gereğince, emekli aylıkları arasındaki eşitsizliği gidermeyi amaçlayan intibak düzenlemesi yasalaşmış olup, düzenlemeyle ilgili süreçte sosyal tarafların da görüşleri alınarak sürece katılımları sağlanmıştır. Prim ödeme gününe bağlı olarak yapılan intibak düzenlemesinin yaklaşık maliyeti 2,7 milyar TL'dir.
(6/1024) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: Göreve yeni başlamış kadrolu bir öğretmen Şubat 2012 tarihi itibarıyla 1.640,71 TL maaş almaktadır, ayrıca alanlarına göre ayda 468 TL'den, 844 TL'ye kadar ek ders ücreti alınabilecektir.
Millî Eğitim Bakanlığının kadrolarına sözleşmeli öğretmen alımı yapılmamaktadır. Mevcut sözleşmeli öğretmenlerin de 4 Haziran 2011 tarihli 27954 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Devlet Memurları Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri çerçevesinde kadrolu öğretmenliğe geçişlerine imkân sağlanmış ve 14 Haziran 2011 tarihinde atamaları gerçekleştirilmiştir. Söz konusu yasanın yürürlüğe girdiği tarihte askerlik ve doğum gibi aylıksız izinde olmaları nedeniyle kadrolu öğretmenliğe atanamayanların da il millî eğitim müdürlüklerine başvuruda bulunmaları hâlinde kadrolu öğretmenliğe atanma hakları hâlen devam etmektedir.
(6/1025) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevabımız: Kamuda memur statüsünde çalışan kamu görevlilerinin 2011 yılında mali ve sosyal haklarında önemli artışlar sağlanmıştır. Aile yardımı ödeneği dâhil en düşük devlet memuru maaşı yüzde 18,3 oranında artırılarak 1.299,5 Tl'den 1.537,6 Tl'ye, ortalama devlet memuru maaşı ise yüzde 14,1 oranında artırılarak 1.576,8 Tl'den 1.799,1 Tl'ye yükselmiştir. Aynı dönemde TÜFE rakamı ise yüzde 10,45 oranında artmıştır.
Söz konusu göstergeler Aralık 2002-Ocak 2012 dönemi açısından da incelendiğinde, aile yardımı ödeneği dâhil en düşük devlet memuru maaşının yüzde 316,5 oranında, ortalama devlet memuru maaşının ise yüzde 227,80 oranında arttığı, buna karşılık TÜFE rakamının yüzde 129,5 oranında artış gösterdiği görülmektedir. Bu artışlar karşılaştırıldığında, memur aylıklarındaki artışların enflasyonun üzerinde olduğu açıkça görülmektedir.
Öte yandan, kamu kurumlarında çalışan işçilere 2011 yılının birinci altı aylık dönemi için yüzde 4, 2011 yılının ikinci altı aylık dönemi için yüzde 4 oranında zam yapılması kararlaştırılmıştır. 2012 yılının birinci ve ikinci altı aylık dönemlerinde her biri için yüzde 3 oranında artış yapılması ve söz konusu dönemler için tüketici fiyat endeksinin yüzde 3'ü aşması hâlinde aradaki fark kadar da ayrıca artış yapılması hususunda da mutabakata varılmıştır.
Buna göre, kamu kuruluşlarında çalışan işçilerin ücretlerinin hem 2011 yılı için hem de 2012 yılı için tüketici fiyat endeksindeki değişimden daha düşük olmayacak şekilde artırılmaları sağlanmıştır. 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununda Değişiklik Öngören Kanun Tasarısı, başta 5982 sayılı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın bazı maddelerinde değişiklik olmak üzere Uluslararası Çalışma Örgütü normları ve Avrupa Birliği standartları dikkate alınarak sosyal tarafların ve ilgili kurumların da katkılarıyla hazırlanan ve 28 Ocak 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Kanun tasarısının yasalaşması durumunda, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin ücret ve diğer sosyal hakları toplu sözleşme çerçevesinde tarafların özgür iradeleriyle belirlenecektir.
(6/1029) esas numaralı, Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap: 5510 sayılı Kanun, sigortalı emeklilik mevzuatı yönünden 2008 Ekim, ay başı itibarıyla yürürlülüğe girmiş olup, anılan kanunun 55'inci maddesinde gelir ve aylıkları her yılın ocak ve temmuz tarihlerinde geçerli olmak üzere, bir önceki altı aylık döneme göre Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan en son temel yıllı tüketici fiyatları genel endeksindeki değişim oranı kadar artırılarak belirleneceği öngörülmüştür. Buna göre, TÜİK tarafından 2011 yılı temmuz-aralık dönemine ilişkin TÜFE artış oranı yüzde 6,79 olarak gerçekleştirilen gelir ve aylıklar, 2012 Ocak döneminde yüzde 6,79 oranında artırılarak ödenmiş olup, bu şekilde aylıkların enflasyon karşısında değer kaybetmesi önlenmiştir.
Öte yandan, 2010-2011 yıllarının ocak aylarında emekli, dul ve yetim aylıklarına seyyanen artış yapılarak aylıklarının 5510 sayılı Kanun'un 55'inci maddesinde öngörülen artış oranından daha yüksek oranda artması sağlanmıştır. Ayrıca 8 Mart 2012 tarihli ve 28.227 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan 1 Mart 2012 tarihli ve 6283 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 5510 sayılı Kanun'a eklenen geçici 39'uncu madde gereğince, emekli aylıkları arasında eşitsizliği gidermeyi amaçlayan intibak düzenlemesi yasalaşmış olup, düzenlemeyle ilgili süreçte sosyal tarafların da görüşleri alınarak katılımları sağlanmıştır. İntibak düzenlemesinin de yaklaşık maliyeti 2,7 milyar TL'dir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; (6/1031) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap:
Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun'un 68'inci maddesinde, Sosyal Güvenlik Kurumunca sağlanan sağlık hizmetlerinin hangilerinden katılım payı alınacağı, 69'uncu maddesinde ise katılım payı alınmayacak hâller, sağlık hizmetleri ve kişiler tanımlanmıştır. Sözü edilen kanunun 68'inci maddesinin ikinci fıkrasında ise katılım paylarında (b) ve (c) bentlerindeki sağlık hizmetleri için gereksiz kullanımı azaltma, sağlık hizmetlerinin niteliği itibarıyla hayati öneme sahip olup olmaması, kişilerin prime esas kazançlarının gelir ve aylıklarının tutarı ve benzeri ölçütler dikkate alınarak yüzde 10 ilâ yüzde 20 oranları arasında olmak üzere kurumca belirleneceği öngörülmüştür.
Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği'ne göre, emekli olup olmadığına bakılmaksızın tüm genel sağlık sigortalılarından, sağlık raporuyla belgelendirilmesi kaydıyla, kurumca belirlenen kronik hastalıklarda ilaç katılım payı ve kişilerin bu hastalıkları ile ilgili branştaki ayaktan muayenelerinde muayene katılım payı alınmamaktadır.
Sosyal Güvenlik Kurumunca sağlanan sağlık hizmetlerinden alınan katılım payı uygulamasının temel amacı, sağlık hizmetlerine olan talebin yöneltilmesine ilişkin olup, katılım payı kişilerin sağlık kurum ve kuruluşlarına gerektiği ölçüde başvurmalarını ve basamaklı sevk sistemini benimsemelerini teşvik etmek amacıyla sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırmayı ve hizmetten beklenen yararı artırmayı esas almaktadır.
(6/1032) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, kamu idarelerinde aynı hizmet sınıfında aynı veya benzer kadrolarda bulunan personel arasında "ek ödeme", "ikramiye" ve "fazla çalışma" gibi değişik adlar altında yapılmakta olan ilave ödemelerden kaynaklanan kurumlar arası ücret dengesizliğinin ortadan kaldırılması amacıyla hazırlanmıştır. Bu kapsamda, söz konusu Kanun Hükmünde Kararname ile kurumlar arası ücret dengesizliğine neden olan kurumsal ilave ödemeler ve denge tazminatı başta olmak üzere, değişik adlar altında ve farklı tutarlarda yapılan ilave ödemelerin uygulanmasına son verilmiştir. Bu ödemeler yerine, tüm personeli kapsayacak yeni bir ek ödeme sistemi getirilmiştir. Bu çerçevede, söz konusu düzenlemeyle, farklı kamu idarelerinde istihdam edilen icra memurlarının kurumsal ayrım yapılmaksızın aynı tutarda ek ödemeden yararlandırılması sağlanarak mali haklar arasındaki farklılığa son verilmiştir. Böylece, söz konusu personel arasında ücret eşitliği de sağlanmıştır.
(6/1099) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap olarak: 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ilgili maddesine göre, kadın memura, çocuğunu emzirmesi amacıyla ilk altı ay içinde günde üç saat, sonraki altı ay için günde bir buçuk saat süt izni verilmektedir. Süt izninin hangi saatler arasında ve günde kaç kez kullanılması gerektiği konusunda kadın memurun kendi tercihi esas alınmaktadır. Süt izninin günlük kullandırılması gereken bir izin hakkı olması nedeniyle, bu iznin birleştirilerek sonraki günlerde kullanılmasına imkân bulunmamaktadır. Bu iznin nasıl kullanılacağı hususunda kamu kurum ve kuruluşlarının herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Ayrıca, süt izninin kullandırılmasında zorluk çıkarıldığına ilişkin herhangi bir bilgi veya belge ilgili bakanlığın personel başkanlığına intikal ettirilmemiştir.
(6/1101) esas numaralı, Sayın Mesut Dedeoğlu'nun sorusuna cevap: Bilindiği üzere, kamu çalışanlarının mali ve sosyal haklarında yapılan artışlar, devletin mali imkânları, ülkenin ekonomik gelişmesi ve millî gelir düzeyi, genel geçim şartları ile yıllık enflasyon oranları göz önünde bulundurulmak suretiyle tespit edilmektedir. Bu çerçevede, 2011 yılında, kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarına önemli ölçüde artışlar sağlanmıştır. Buna göre, 2011 yılı Ocak ayından geçerli olmak üzere, kamu görevlilerinin kamu mali ve sosyal haklarında yüzde 4,22 oranda genel artış yapılmıştır. Ayrıca, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ek 3'üncü maddesiyle yapılan ek ödeme 82,4 TL, eş için ödenmekte olan aile yardımıyla 20 TL artırılmış ve sendika üyesi kamu görevlilerine üç ayda bir 45 TL toplu sözleşme primi ödenmeye başlanmıştır. 2011 Temmuz ayından geçerli olmak üzere ise, kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarında yüzde 4 oranında genel artış yapılmış ve eş için aile yardımı ödemesi ise 20 TL artırılmıştır. Yapılan bu düzenleme neticesinde, aile yardımı dâhil en düşük devlet memuru maaşı yüzde 18,3 oranında, ortalama devlet memurunun maaşı ise yüzde 14,1 oranında artış göstermiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakanım, süreniz tamam efendim.
Diğer sorular için arkadaşlara da?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan, sağ olun. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)