| Konu: | Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 640 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 55 |
| Tarih: | 26.01.2023 |
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben bugün bu kürsüden cezaevinde bulunan önceki dönem Grup Başkan Vekilimiz Sayın İdris Baluken'in cezaevindeki sağlık ihlalleri ve genel cezaevine ilişkin yazdığı bir yazıyı, bir makaleyi sizinle paylaşmak istiyorum. Baluken'in yazısı şöyle: "Hapishane ve sağlık ilişkilerini doğru temelde anlaşılır kılmanın yolu, her ikisine dair temel mantığı kısa da olsa irdeleme çabasından geçer. Bilindiği gibi, hapishane kurumsallaşması, iktidar ya da yönetsel erkler tarafından yasaları ihlal eden suçluların belli bir ceza mekanizmasıyla yola getirilmesi, bir nevi, ıslah ve rehabilitasyon süreci olarak ifade edilegelmiştir. Bu ifade tarzı, insanlıkla bağdaşması zor bu uygulamanın hem geniş toplumsal kesimler tarafından meşru görülmesini kolaylaştırmış hem de bireyi ve toplumu denetim altında tutmanın kullanışlı bir aygıtı hâline gelmesini sağlamıştır.
Gerçekte durum nedir? Tarihin en netameli tartışma konuları olan suç ve ceza kavramları bağlamında devletin, toplumun, bireyin sorumluluk payları veya bu payların hakkaniyetli taksimatları ne ölçüde ortaya konabilmiştir? Suçu üreten ya da ona zemin hazırlayan, vasatı sorgulamadan suçluyu ilan edip ceza sopasıyla dize getirdiğini iddia eden anlayışın gerçek amaçları yeterince bilince çıkarılmış mıdır? Daha açık ifade edersek, bireyi veya belli bir sosyal, siyasal, kültürel ve benzeri grupları suçlu ilan ederek devlet ve toplum kendi payına düşen sorumluluktan kurtulmuş veya onu görünmez kılmayı başarmış mıdır? İnsanlık tarihinin neredeyse her döneminde filozoflar, aydınlar, yazarlar, politikacılar, bilim insanları devlet, toplum, birey ilişkilerini sorgulamış, suç, suçlu, ceza gibi kavramların çıkış kaynaklarına doğru nitelikli, derinlikli, badireli ve tehlikeli yolculuklar yapmaktan geri durmamışlardır. Bu kavramların gelecekte de önemli bir tartışma konusu olacağı açıktır. Çünkü bireyi veya bir grubu suçlu yaftasıyla damgalama ve bu yolla kendi sorumluluklarından kaçma davranışının devlet ve toplum bazında yaygın şekilde kullanılmaya devam ettiği görülmektedir. Deyim yerindeyse, suç ve suçlu kavramları, asıl suç kaynaklarını ve suçluları saklayan birer örtü niyetine kullanılmaktadır. Suça itilmiş birey veya grup gerçekliğinin kendisi dahi onu oraya iten toplum veya devlet sorumluluğunu orta yere sermeye fazlasıyla yeter.
Tüm bu hususları, hapishaneye giren bireye karşı devletin veya toplumun taşıması gereken sorumluluklarla ilgili bir kanı uyandırmak için vurgulamak istedim. Hâl böyleyken sorumlulukta payı olan devletin, aynı zamanda kendisine emanet edilmiş her bir cana, onun bireysel hukukuna ve insan olmaktan kaynaklı bütün haklarına saygıyı esas alması, keza bu hususların tümünün uyulması zorunlu yasal ve anayasal güvencelerle korunması tartışmadan muaf bir zorunluluktur. İnsan onuruyla bağdaşmayacak hiçbir muamele emanet cana reva görülemeyeceği gibi, yaşam ve sağlık hakkı başta olmak üzere temel hakların ulusal mevzuat veya uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınması da tercihten azade bir zorunluluk olarak ifade edilmelidir. Bu husustaki en küçük ihmal veya ihlallere de göz yumulmamalıdır, bizler de göz yummamalıyız.
Bu genel çerçeveden özgün bir alana doğru yavaş yavaş ilerleyecek olursak yani başlıkta belirttiğimiz şekliyle cezaevi uygulamaları ile sağlık gerçekliğini birbiriyle bağlantılandırırsak çarpıcı tablo biraz daha netleşir. Bunun için temel sağlık hizmetleriyle ilgili dışarıda kabul ettiğimiz genel kuralları cezaevindeki sağlık ortamı ya da bununla ilişkili sorunlara uyarlayarak yol alabileceğimiz kanaatindeyim. Sağlıkçılar olarak her birimiz olması gereken sağlık hizmetlerini ulaşılabilir, eşit, nitelikli, parasız ve ana dilinde hizmet olarak tanımlamayı esas alıyoruz.
Cezaevlerindeki sağlık sisteminden bahsederken açlık grevlerine ya da ölüm oruçlarına ve son dönemde sıkça tartışılan çıplak aramalara değinmezsek eksik kalır. Başlı başına birer yazı konusu olan bu hususlarla ilgili sadece cezaevindeki sağlık sistemini ilgilendiren boyuta dikkat çekmekle yetineceğim."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - "Yakın dönemde dahi ölümlerin yaşandığı açlık grevlerinde, hayati önemi haiz vitaminlerin temininden rutin kontrollerin yapımına, irade dışı müdahale girişimlerinden tutsakların eyleme gerekçe olan taleplerinin karşılanmasına kadar yaşam ve sağlık hakkını ilgilendiren sayısız ihlalden bahsetmek mümkün. Bu ihlallere genelin sosyal, siyasal, hukuksal duyarsızlıkları da eklendiğinde sonu ölüm ya da kalıcı arazlarla biten bir sağlık sorununu özetlemiş oluruz.
Benzer bir durumu cezaevindeki fiziksel veya psikolojik baskıların getirdiği intiharlar için de vurgulamak mümkün. Çoğu intihar olayının tutsak yakını veya arkadaşları tarafından şüpheli olarak ifade edilmesi sorunun vahameti açısından önemlidir."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Tamamlayayım Sayın Başkan, bir iki cümle kaldı.
BAŞKAN - İlave söz verdim zaten size.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Biliyorum ama mektup olduğu için...
BAŞKAN - Buyurun.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Çok teşekkür ederim.
"Çıplak arama konusunda da insanın biyopsikososyal varlığını doğrudan hedefleyen bir yönelim tanımı yapmak yanlış olmasa gerekir. İnsan onurunu hiçe sayan ve belki de insanlığı en fazla utandıran çıplak arama mevzusunda, bunun savunusunu yapmaya yeltenenlerin ya da bilerek, isteyerek kamuoyunu yanıltma amacıyla inkâr edenlerin arsızlığını, pişkinliğini, karaktersizliğini ifade edecek sözcükleri bulmakta zorlanıyorum. Hayretle ve ibretle takip ettiğimiz bu insanların halkın, tarihin ve gerçek adaletin vicdanında şimdiden mahkûm edildiklerini belirtebiliriz."
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)