GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:66
Tarih:28.02.2023

HDP GRUBU ADINA GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, depremde vefat eden yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlar, cumhuriyet tarihi boyunca herhâlde bu kürsüden yüzlerce milletvekili buraya gelip yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet ve yakınlarına başsağlığı dilemiştir, öyle değil mi? Ama ne oldu arkadaşlar? Her seferinde bizim görevimiz yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet dilemek mi, başsağlığı dilemek mi yoksa "Bizim görevimiz nedir?" diye bir kere titreyip düşünmemiz gerekmez mi arkadaşlar, bir kere titreyip düşünmemiz gerekmez mi? Her seferinde gel buraya, Allah'tan rahmet dile, iki yıl sonra yine yurttaşlarımız enkaz altında kalsın, sel felaketlerinde ölsün, deprem felaketlerinde ölsün.

"Asrın felaketi" diyorsunuz, değil, asrın cinayeti bu, cinayeti. Felaket nedir, beklenmeyen şeydir öyle değil mi? Beklenmeyen bir konu olur, buna felaket diyebilirsiniz ama bilim insanları "Deprem geliyor." diyor, Mersin'de "Deprem geliyor." diye bar bar bağırdı. Meclis raporları "Deprem geliyor." dedi, hatta AFAD'ın raporunda bile "Çok yakında Maraş merkezli bir deprem olacak." deniliyor.

Değerli arkadaşlar, buradan siz nasıl bir felaket çıkarıyorsunuz, buna nasıl "Kader planı" diyorsunuz? Ya, bu kader planı bir tek Türkiye'de mi işliyor? Neden demokratik ülkelerde bu kader planı işlemiyor da bilimi, aklı esas alan ülkelerde bu kader planı işlemiyor da bir tek Türkiye'de bu kader planı işliyor ve iki yılda, üç yılda, beş yılda bir yurttaşlarımız enkaz altında kalıyor? 1999 depreminde ben deprem bölgesinde sabah oradaydım, arama kurtarma faaliyetlerine katıldım, binlerce yurttaşımızın cenazelerini gördüm. O zaman ne dedik? "Bir daha asla! Bu depremden ders çıkaracağız, şehirlerimizi depreme karşı güvenli hâle getireceğiz." dedik. Dönemin milletvekilleri burada Allah'tan rahmet dilediler, sonra araştırma komisyonu kurdular; tuğla kalınlığında araştırma komisyonu raporu var. O araştırma komisyonu raporundakilerin yüzde 50'si yapılsaydı bugün yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu hayattaydı değerli arkadaşlar.

Bakın, size söyleyeyim: Bu anlamda, bizlerin görevi Allah'tan rahmet dilemek değil, derhâl gereğini yapmak. Bu gereği de nedir biliyor musunuz? Ben depremin ilk gününden beri sahadayım arkadaşlar ve tecrübemle insanlara dokunmaya çalıştım, enkaz altındakileri kurtarmaya çalıştım, ilk yardım faaliyetlerinde onların yaralarını sarmaya çalıştım ama oralarda en çok hissettiğim duygu neydi biliyor musunuz? Utanma duygusuydu, utanma! Ben bir muhalefet milletvekiliyim, her yerde başım aşağı düştü, utandım yurttaşlarımızdan. Peki, siz utanıyor musunuz arkadaşlar? Bakın, size söyleyeyim, utanma duygunuz yoksa hiçbir şeyiniz yoktur; böyle bir noktada önce utanmanız gerekir ve yurttaşlarımızdan özür dilemeniz gerekir, özür! Ama siz ne yapıyorsunuz? Yurttaşlarımızı azarlıyorsunuz, tehdit ediyorsunuz, dayanışma faaliyetlerini durdurmaya çalışıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, titreyip bir kendinize gelmenizi istiyorum. Bakın, bu dünyanın hesabından korkmuyorsanız öbür dünyanın hesabından korkun. Vebali büyük bunun ama biz öbür dünyaya bırakmayacağız, bu dünyada bunun hesabını göreceğiz. Neden? Çünkü cezasız kalan suçlar tekrarlanır. Osmanlı Meclis-i Mebusanında bile depremlerle ilgili aynı görüşmeler yapılmış, biliyor musunuz güvence altına almak için. Bu ülkede de yapıldı, Türkiye Cumhuriyeti devletinde, Meclisinde de bunlar yapıldı ama gerekleri yerine getirilmedi arkadaşlar.

Bir yurttaş kamu yönetiminden ne bekler? Can güvenliğini güvence altına almasını bekler, değil mi? Deprem güvenli şehirlerde, deprem güvenli evlerde yaşatmasını bekler, değil mi? Ya, yirmi dört yıl geçti 1999 depreminden. Ne yaptınız arkadaşlar? Ne yaptınız? Ne yaptığınızı söyleyeyim: Rant çarkını daha hızlı döndürdünüz. Gözünüz paradan başka bir şey görmüyor. İnsan yaşamını esas almıyorsunuz, parayı esas alıyorsunuz, rantı esas alıyorsunuz. Batsın o rant düzeniniz! Batsın o rant düzeniniz! O rant düzeninizin, rant çarkının altında çocuklarımız, bebekler, kadınlar, gençler kaldı, yaşamlar kaldı, hayalet şehirler kaldı. İnsanlarımızı kaybettik, şehirlerimizi kaybettik, hikâyemizi kaybettik, insanlığımızı kaybettik. Şimdi bu insanlığımızı geri kazanmak için ne yapacağız değerli arkadaşlar? Ne yapacağız?

Bakın, imar affını getirdiniz buraya, değil mi? O Mehmet Özhaseki'nin yatacak yeri yok, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki'nin. Getirdi buraya imar affını. Neymiş? "Biz imarı affedeceğiz, gelen kaynakla da şehirlerimizi depreme karşı güvenli hâle getireceğiz." Değil mi? Nerede o Mehmet Özhaseki? Sokağa çıkabiliyor mu, insan içine çıkabiliyor mu? Çıkamaz. Çünkü dedik ki: "Bu katil bir düzenlemedir arkadaşlar, yapmayın etmeyin, tabut evlere yurttaşlarımızı mahkûm etmeyin." AKP buna destek verdi değerli arkadaşlar. Maalesef HDP dışında diğer siyasi partiler de buna "evet" dediler ve seçim öncesi oyu düşündüler çünkü. Biz "hayır" dedik. Niçin? Çünkü biz yaşamı esas alıyoruz.

Öfkeli yurttaşlarımız "Hükûmet istifa!" diyor değil mi? Siz bu sesleri kısmaya çalışıyorsunuz. Ya, demokratik bir ülkede böyle 50 bin kişi ölmüşken "Hükûmet istifa!" demekten daha meşru ne vardır be? Demokratik bir ülkede değil 50 bin 50 kişi ölse o ülkede ne hükûmet kalır ne bakan kalır ne AFAD Başkanı kalır; hepsi istifa eder ve görevden alınır, hatta Japonya'da harakiri yapıyorlar be! Biz sizden harakiri yapmanızı da beklemiyoruz, istifa edin diyoruz; bu işi bilen, ehil insanlar görev başına gelsin, yaraları sarsın diyoruz.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum çıkmış "Binalar yapacağız, İstanbul'a binalar yapacağız." diyor. Yıllardır bakanlık bütçesinde önerge veriyoruz "Sayın Bakan, bütçenizde kaynak yok şehirleri depreme karşı güvenli hâle getirmek için, beş kuruş kaynak yok; her yıl 50 milyar, 100 milyar kaynak koyalım." diyoruz. "Bu kaynakla da şehirlerimizi depreme karşı güvenli hâle getirelim." dedik. Ne yaptı Bakan? Reddetti. AKP ve MHP bu önergelerimizi reddetti. Bugüne kadar 2 trilyon liralık önerge vermişiz; bugünkü değerle o 2 trilyon lira olsaydı yüz binlerce yurttaşımızı kurtarabilirdik, 50 bin yurttaşımız ölmezdi, şehirlerimiz depreme karşı güvenli hâle gelirdi ama bu önergelerimizi reddettiniz değerli arkadaşlar. Hâlâ utanmıyor Murat Kurum boyum boyum gezmeye, istifa etmiyor; büyük bir vebaldir bu.

Değerli arkadaşlar, bakın, depremden sonra hadi şehirleri hazırlamadınız... Bir hekimden siz ne beklersiniz? Koruyucu hekimlik beklersiniz değil mi? Bir insan kanser olduktan sonra hekim yakalamış, neye yarar? Bir insan kalp krizi geçirdikten sonra hekim onu yakalamış, neye yarar? Önce yakalamasını beklersiniz, kalbinize anjiyo yapmasını beklersiniz. İşte, biz bunu yapamadık. Bunu yapamadığımız gibi afet planını da devreye sokamadık. Niye? Çünkü afet planı yoktu bu iktidarın be, yoktu, bir afet planı yoktu, ne yapacağını bilmiyordu. Kırk sekiz saat, yetmiş iki saat insanlar enkaz altında inim inim inlediler.

Arkadaşlar, ben, deprem kurtarma konusunda uzmanım. İlk on iki saat içinde enkaz altındakilerin yüzde 90'ı ölür, geri kalanlar mucizedir. 1 kişi, 3 kişi mucizeyle kurtarıldı, on binler öldü. Afet planı olsaydı yurttaşlarımız kurtarılabilirdi ama afet planınız yoktu. Çadırların nereye gideceği belli değildi, hatta çadırlar da yoktu çünkü çalmışsınız, yemişsiniz, çadır paralarını yemişsiniz. Yetmedi, Sayın Cumhurbaşkanı "Ülkeyi bir şirket gibi yönetmek istiyorum." dedi, değil mi? Öyle demedi mi tek adam rejimine geçerken? "Şirket gibi yöneteceğim." dedi. Ama "Devlette şirket gibi yönetmek olmaz. Şirketlerde kâr esastır; devlette kamu yararı, yurttaş yararı esastır." dedik, dinlemedi. Kızılay Başkanı bundan ne anlamış? Şirket gibi yönetecek ya, kâr esas. 5 bin liraya çadırı mal ettim, üç gün bekletirsem 25 bin liraya kadar çıkar diye düşünmüş o alçak. Açıkça söylüyorum: Bu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin gördüğü en büyük alçaklıklardan biridir. Üç gün o çadırları bekletmek alçaklıktır. Adıyaman'da eksi 15 derecede titredi yurttaşlarımız ya. Nerede Adıyaman milletvekilleri? Eksi 15 derecede titredi yurttaşlarımız Hatay'da, Maraş'ta, Adıyaman'da. Ve o alçak üç gün o çadırları bekletiyor, 5 binlik çadırı 25 bin liraya satarım diye. Bu, alçaklığın şahikasıdır arkadaşlar. Ve hâlâ utanmadan o kişi görevde duruyor ve hâlâ Cumhurbaşkanı o kişiyi görevden almıyor. Böyle bir şeyi siz nasıl kabul ediyorsunuz, nasıl vicdanlarınıza sığdırıyorsunuz değerli arkadaşlar? Ve bunu da unutmayın, bunun mutlaka hesabı sorulacaktır. Niçin hesabını soracağız? Bir daha olmasın diye.

Arkadaşlar "Yaraları sarmalıyız." diyoruz, değil mi? Nasıl saracağız bu yaraları, nasıl saracağız? Yurttaşlarımızı enkaz altından kurtaramadık, çadırlarını kuramadık. Şimdi ne yapmamız lazım arkadaşlar? Bakın, ne oldu? Ben Malatyalıyım ya. Malatya'da arkadaşlarımız yeniden enkaz altında kaldı dün. Niye? Eşyalarını kurtarmak için. Hatay'da enkaz altında kaldı. Şunu diyemiyor musunuz be vicdansızlar, "Eşyanız, malınız, mülkünüz bizim güvencemizde. O ağır hasarlı evlere girmeyin." diyemiyor musunuz be? Bunu niçin diyemiyoruz arkadaşlar? Yurttaşlar enkaz altından bir buzdolabı, bir çamaşır makinesi kurtarmak için ağır hasarlı binalara giriyorlar. Utanmıyor musunuz be? Ben utanıyorum. Niye sokuyorsunuz o yurttaşlarımızı o evlere? Bırakın, girmesinler "O eşyanız bizim güvencemizde, biz size sağlayacağız." deyin. Niye diyemiyorsunuz arkadaşlar?

Bakın, artçı depremler oluyor. Sayın Cumhurbaşkanının yöntemi ne? Bütün müteahhitleri toplamış "Sen 5 bin ev yapacaksın, sen 20 bin ev yapacaksın." diyor. Niye? Güç gösterisi yapacak, seçim öncesi güç gösterisi yapacak. Bakın, ben inşaattan da anlarım; artçı deprem olurken inşaat yapılmaz. Niye? Beton sallanır ve o betonun özelliği gider. Artçı depremler 3'üncü aydan sonra hafifler yani temellerin ancak 3'üncü aydan sonra atılma olasılığı doğar. Jeolojik araştırmalar yapmalıyız; bir daha yurttaşlarımız deprem altında kalmasın diye jeolojik araştırmalar yapıp artçı depremlerden sonra binaları başlatmamız lazım. Ama gün var mı? Yok. "Mayısta seçim yapacağım, martta temel atmam lazım." Niye? "Güç gösterisi yapacağım." Yapmayın arkadaşlar, bu rant çarkı yurttaşlarımızı öldürdü.

Şimdi yapmamız gereken, bir üst kurul kurmak yani TMMOB gibi, mimar ve mühendisler odası, şehir plancıları odası gibi sivil toplum kuruluşlarını, meslek örgütlerini bir araya getirmeliyiz ve şehir nereye yapılır, nasıl yapılır, kültürüyle, tarihiyle nasıl barışık hâle gelir birlikte planlamamız lazım, yerel yönetimlerle birlikte planlamamız lazım ama merkezden Sayın Cumhurbaşkanı ferman yazıyor. Bunları kabul etmeyin değerli arkadaşlar.

Başka, OHAL ilan etti, değil mi? Meclisi kapattı üç hafta, ekonomik ve sosyal tedbirler için OHAL ilan etti, değil mi? Ne tedbir aldı biliyor musunuz Sayın Cumhurbaşkanı arkadaşlar? Depremde işsiz kalan yurttaşlarımıza aylık 3.972 TL vermeyi reva gördü. Bu vicdansızlığa Meclis sessiz mi kalacak arkadaşlar? Aylık 3.972 lira. Ne oldu? O yurttaş Mersin'e göç etti. Git Mersin'e -Rıdvan Turan söylesin- 10 bin liranın altında ev var mı? Yok. Evine eşya koyacak, ne yapıyor? Yıkık binasına gitmeye çalışıyor. O yurttaşlarımıza 3.972 lirayı reva görüyor Cumhurbaşkanı. Meclis ne yapacak arkadaşlar, Meclis? İşte, depremde yaraları saracak yasaları çıkarmak zorundayız. Değerli arkadaşlar, çünkü bunlar bizlerin sorumluluğu, bunlar bizim yurttaşlarımız.

Bakın, size söyleyeyim, bütün kamu kaynaklarını seferber etmeliyiz ama bu noktada tercihler değişmeli. O lüks Mercedeslerinizden vazgeçeceksiniz, saraylarınızdan vazgeçeceksiniz, kamu kaynaklarını yandaşlarınıza aktarmaktan vazgeçeceksiniz, kamu kaynaklarını savaş politikalarına, aşırı güvenlikçi politikalara aktarmaktan vazgeçeceksiniz. Böyle en az 1 trilyon liralık tasarruf elde ederiz. Bu 1 trilyon lirayla depremzedenin yarasını sarabiliriz ama yetmez, 1 trilyon daha lazım; ülkemizi deprem güvenli bir ülke yapmak için 1 trilyon daha lazım kısa vadede. İstanbul'u, Bingöl'ü, Hakkâri'yi yeni depreme hazırlamalıyız, bunun için de bir deprem bütçesi yapmalıyız. Bak, Meclis üç hafta kapalı kaldı, belki üç hafta sonra kapanacak. Hepinize önerim, bir deprem bütçesi yapalım arkadaşlar; bütçeden israfa giden kaynakları keselim ve yurttaşlarımızın yarasını saralım, şehirlerimizi depreme güvenli şehirler hâline getirelim.

Değerli arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanı kira desteği olarak 3 bin lira verecekmiş; Allah Allah ya, 3 bin liraya kulübe var mı memlekette ya, kulübe var mı, kulübe, kulübe? Buna bu Meclis sessiz mi kalacak? Saraydaki halktan kopmuş, halkın hâlini bilmiyor, peki, milletin vekilleri de mi halkın hâlini anlamıyor arkadaşlar? Bakın, enkaz altında kalan yurttaşın güvenidir, bunu unutmayın. Enkaz altında kalan güvendir, bu güveni tekrar yerine getirmeliyiz. Yaşam hakkını esas alacak şekilde güvenilir şehirler yapmalıyız değerli arkadaşlar.

Bakın, değerli arkadaşlar, EYT'yi çıkarıyoruz değil mi, EYT yasasını? EYT'liler uzun bir mücadele verdiler ve uzun mücadele sonucunda bugün başarıya ulaşacaklar ama buruk bir başarı. Niye biliyor musunuz? Adıyaman'da bir baba -diyeyim 75-80 yaşında- evladı enkaz altında bekliyordu ve sonra ölü olarak çıkarıldı, dedi ki: "Evladım EYT yasasını göremeden öldü." Bunu bu kulaklar duydu arkadaşlar. Binlerce EYT'li enkaz altında kaldı. EYT'liler de buruk bir şekilde sevinecekler hatta sevinemeyecekler. Niye? Binlerce EYT'li de bu depremde hayatını kaybetti değerli arkadaşlar.

Çok ironik bir şey daha söyleyeceğim. Deprem 6 Şubat 2023 tarihinde oldu değil mi, yirmi iki gün önce? Yirmi iki gün sonra biz yasayı görüşüyoruz. 17 Ağustos 1999 depreminden tam yirmi iki gün sonra da Meclis bu mezarlıkta emeklilik yasasını görüşmüştü yani 17 Ağustos depreminden yirmi iki gün sonra. Aynı bugün olduğu gibi 8 Eylül 1999'da EYT çıkmıştı yani yurttaşlarımız EYT'li olmuştu. Bir deprem felaketinden bir deprem felaketine geldik ve mahvettiğimiz, mezarda emekli ettiğimiz yurttaşlarımızın yarasını sarmaya çalışıyoruz. Peki, size sorarım: Şimdi bugün deseniz ki -yurttaşlarımızla ilgili bir düzenlemede- "Bugün başvurmak zorunda Maraşlı, Hataylı, Adıyamanlı." Ne olur, başvurabilir mi yurttaşımız? Siz söyleyin, başvurabilir mi evi yıkılmış, çadırda kalmış? O günlere gidelim, o gün Kocaeli'de, Sakarya'da, İstanbul'da olan yurttaşlarımıza da diyorsunuz ki: "O gün başvurmadın sen, işe girişini yapmadın, ben seni EYT'li saymıyorum.". Bunun için Komisyonda dedik ki gelin, en azından 17 Ağustos 1999 depremi nedeniyle bu işin miladını 31 Aralık 1999 yapalım AKP ve MHP bunu reddetti. Bütün EYT'lilere şikâyet ediyorum değerli arkadaşlar.

Başka neyi şikâyet ediyorum? EYT'lilerin talebi neydi? "8 Eylül 1999 tarihi öncesindeki kazanılmış hakkımız neyse onu istiyoruz." dediler. Neydi kazanılmış hak? Kadınlarda yirmi, erkekler yirmi beş yıl sigortalılık ve 5000 prim ödeme gün sayısı. Şimdi bu yasayla ne oluyor? 5975 güne kadar prim ödeme gün sayısı oluyor yani emeklilikte yaşa takılanlar, emeklilikte prime takılan hâline geliyor değerli arkadaşlar. Bunun da düzeltilmesi için AKP ve MHP'ye önerdik, AKP ve MHP bunu reddetti; EYT'lilere şikâyet ediyorum.

Başka neyi şikâyet ediyorum? Stajyer ve çırakların işe girişlerini işe giriş olarak saymıyor bu düzenleme. MHP'nin seçim bildirgesinde bu olmasına rağmen -ki MHP'nin seçim bildirgesinde var- biz önergemizi verdik "Stajyer ve çırakların işe girişi işe giriş sayılsın, o tarih esas alınsın." dedik, AKP ve MHP bunu yine reddetti; EYT'lilere bunu da şikâyet ediyorum değerli arkadaşlar.

Başka neyi söyledik? 8 Eylül 1999 öncesi 3600 günle kısmi emeklilik hakkı vardı; bununla ilgili de önerge verdik, AKP ve MHP bunu da reddetti.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Yaparsa Cumhur İttifakı yapar.

HAYATİ ARKAZ (İstanbul) - Siz konuşursunuz, Cumhur İttifakı yapar.

GARO PAYLAN (Devamla) - Bakın, size söylüyorum: Bunu AKP ve MHP yapmadı ya değerli EYT'liler, üç vakte kadar seçim olacak, ama iki ay ama üç ay sonra seçim olacak, biz bu iktidarı değiştireceğiz ve stajyer ve çırakların işe girişini esas alacağız, 5000 prim gün ödeme sayısına düşüreceğiz ve 3600 prim ödeme gün sayısıyla kısmi emekliliği sağlayacağız ve işe ilk giriş tarihini de 31 Aralık 1999 yapacağız deprem gerekçesiyle.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Onu da biz yapacağız.

GARO PAYLAN (Devamla) - Size söyleyeyim, aynı şeyi, benim söylediğim şeyleri Çalışma Bakanı Vedat Bilgin de söylemişti ama Sayın Vedat Bilgin hâlâ bugüne kadar istifa etmedi, "8 Eylül 1999 öncesi şartlar neyse o." dedi: Maalesef memleketimizde istifa gibi onurlu bir müesseseyi kullanan kimse yok. Ne deprem bölgelerinde telefonları çalıştırmayan Adil Karaismailoğlu istifa etti ne depremzedeye elektrik sağlayamayan Enerji Bakanı Fatih Bey istifa etti ne de AFAD'ı batıran Süleyman Soylu istifa etti. Elbette EYT'yle ilgili talebini ortaya koyup bunun arkasında duramayan Çalışma Bakanı da istifa etmeyecek değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

GARO PAYLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, ben, son olarak, yeniden, yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum ama yeniden çağrı yapıyorum tüm Meclise: Bakın, Meclisin son haftalarındayız. Hepimiz şapkayı önümüze koyup bir daha böyle afetlerin yaşanmayacağı düzenlemeler yapmalıyız ve yaraları hep beraber sarmalıyız. OHAL düzenlemesiyle sarayın vicdanına bu işi bırakırsanız saray bu işi böyle batırdığı gibi yeniden batırır. Hiç kimse unutmasın; 1 milyon konutu 1 trilyon lira kaynak olmadan kimse yapamaz. Sayın Cumhurbaşkanının da böyle bir kaynağı yok, aynı İzmir depreminde olduğu gibi yurttaşlarımıza vaatte bulunuyor ama bu vaadin yerine gelebilmesi için, bir, akla ihtiyaç var, bilime ihtiyaç var; iki, kaynağa ihtiyaç var. Bu açıdan, hepimizi kamu kaynaklarını deprem yaralarını sarmak için seferber etmeye çağırıyorum.

Saygılar sunarım.