GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Vakfı Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:67
Tarih:01.03.2023

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 393 sıra sayılı Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Vakfı Kanunu Teklifi'nin tümü üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 6 Şubat günü Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,4 büyüklüğünde olmak üzere 2 büyük deprem sonucu depremden etkilenen 11 ilimizde meydana gelen felakette resmî verilere göre 44 binden fazla vatandaşımız yaşamını yitirmiş, 100 binden fazla vatandaşımız da yaralanmıştır. Bölgede on binlerce bina yıkılmış ya da ağır hasar alarak kullanılamaz hâle gelmiştir. Depremde kaybettiğimiz vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına ve Türkiye'mize başsağlığı ve sabırlar diliyorum; yaralılarımıza Allah'tan acil şifalar niyaz ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bu teklifle merkezi Ankara'da olacağı öngörülen ancak bazı faaliyetlerinin Gaziantep'te bulunan Türk Arkeoloji Kültürel Miras Enstitüsü tarafından yürütüleceği ve Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanının da mütevelli heyetinde olacağı, Kültür ve Turizm Bakanlığının yetkilerinin neredeyse tamamının yer alacağı Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Vakfı kurulması amaçlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, kurulması teklif edilen vakfın organlarının Kültür ve Turizm Bakanı, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı ve Kültür ve Turizm ile Dışişleri Bakanlıkları bürokratlarından müteşekkil 11 üyeden oluşarak karar organı olacak mütevelli heyeti, temsil yetkisini haiz olup 7 üyeden oluşacak icra organı yani yönetim kurulu ve Türk ve yabancı bilim insanları arasından yönetim kurulunca beş yıllığına seçilip en fazla 50 kişiden oluşarak danışma organı olacak olan bilim kurulu ile denetim kurulundan oluşacağı öngörülmektedir.

Değerli milletvekilleri, Yönetim Kurulunda 7 üyenin 5'inin vakfın faaliyet alanlarında on yıllık tecrübeye sahip en az dört yıllık fakülte mezunlarından oluşacağı belirtilmiştir ancak bu fakültelerin isimlerinin yazılmaması önemli bir eksikliktir. Kurulların hiçbirinde sivil toplum örgütlerine yer verilmemiştir, bu da giderilmesi gereken bir eksikliktir, toplumun vakfın tüm faaliyetlerine ortak edilmesinde fayda görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, vakfın kuruluş amacı kamu malı niteliğinde olan kültürel mirasın yönetilmesi ve kültürel anlamda bilimsel çalışmalar yapılması yönündedir. Yetki sınırlandırması olmadığından alınacak kararlarda keyfîliğe yer verileceğinden duyduğumuz endişeyi belirtmeliyim. AK PARTİ iktidarının yirmi yıldır sürdürdüğü "ben yaptım, oldu" anlayışıyla şirket yönetir gibi kullanmasının vahim sonuçları olacağını da belirtmeliyim.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, özellikle Anadolu zengin bir tarihî mirasa sahip. Kapadokya'dan Nemrut Dağı'na, İshak Paşa Sarayı'ndan Aspendos'a, Zeugma Antik Kenti'nden Ani Harabeleri'ne, Artemis Tapınağı'ndan Bursa Ulu Cami'ye kadar sayılamayacak eser bulunmaktadır. Hitit, Lidya, Frigya gibi uygarlıkların yanı sıra Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı İmparatorluklarının yaşam sürdüğü bu topraklarda yapılan arkeolojik kazılar, son dönemde Göbeklitepe gibi alanların keşfi dünya tarihini değiştirmeye devam ediyor, işte bu bakımdan bu vakfı ve faaliyetlerini önemsiyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığının yetkilerinin neredeyse tamamının bu vakıfta yer alacağının ifade edilmesi ise bu vakfa büyük sorumluluklar yüklemektedir. Sorumluluklarının bilincinde olmaları talebiyle vakfın hayırlı olmasını diliyor, yapılanların takipçisi olacağımızı da belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, konu tarihî miras olunca seçim bölgem Gaziantep'te tarihî miraslarımızdan ikisiyle ilgili taleplerimizi yinelemek istiyorum. Nizip ilçemiz, Belkıs Köyü'nde yerleşim yeri olan Zeugma Antik Kenti'ne sahip olmasına rağmen turizm anlamında istifade edememektedir. Antik kentin hak ettiği değere kavuşması için Zeugma'nın turizm destinasyonu kapsamına alınması, Fevkani Kilisesi ve Ak-İş Ticaret arasındaki yolun kültür yolu şeklinde Kültür ve Turizm Bakanlığınca turizme kazandırılması Nizip ekonomisine de değerler katacaktır.

Değerli milletvekilleri, Yavuzeli ilçemiz işsizliğin ve yoksulluğun en yoğun hissedildiği bir ilçemizdir. Bu ilçenin sınırları içinde Fırat Nehri üzerinde doğa harikası Rumkale'nin UNESCO'nun Kültürel Miras Listesi'ne alınması hâlinde oluşacak turizm hareketiyle ilçede hayat canlanacak, Yavuzelililer için ek gelir ve istihdam kaynağı olacaktır. Kültür ve Turizm Bakanlığımızdan Rumkale'nin UNESCO Kültürel Miras Listesi'ne dâhil edilmesi yönünde girişim yapılmasını bir defa daha talep etmekteyim.

Değerli milletvekilleri, 6 Şubat tarihinde gerçekleşen depremin etkilediği illerimizde çok sayıda tarihî eser ya büyük hasar gördü ya da tamamen yıkıldı. Gaziantep'te Gaziantep Kalesi'nin restore edilen bütün bölümleri, Bayazhan, 17'nci yüzyılda yapılan Şirvani Camisi, Antep harbinde müştemilatı hastane olarak kullanılan Şıh Camisi, Karatarla Camisi, Kurtuluş Camisi, Eyüpoğlu Camisi ve Hazreti Ukkaşe Türbesi'nin riskli görüldüğü için yeniden inşa edilen camisi de tamamen yıkılırken türbe de hasar gördü. Kahramanmaraş'ta Ulu Cami ve Fransızlar tarafından ateşlenen bir top mermisinin çakılı kaldığı minaresiyle kentin sembol yapılarından olan Kahramanmaraş'ın Şeyh Camisi, Hatay'da Antakya Ulu Cami, Anadolu'nun bilinen ilk camilerinden 7'nci yüzyılda yapılan on dört asırlık Habibi Neccar Camisi ve yanı başındaki Yeni Hamam, Hatay Meclis Binası, İskenderun Latin Katolik Kilisesi, kısacası iki bin iki yüz otuz sekiz yıllık tarihe sahip Hatay'da tarihi eser kalmadı. Adıyaman'da Ulu Cami, Kâhta Kalesi; Şanlıurfa'da Şanlıurfa Ulu Cami, Dergâh Camisi; Diyarbakır'da Diyarbakır Surları; Malatya'da Malatya Sütlü Minare ve Teze Camisi, Osmaniye'de Envar-ül Hamit Camisi. Bu tarihî ve kültürel değerlerimizin en kısa zamanda tamir edilerek yeniden hizmete alınması çok önemlidir. Çünkü tarihî ve kültürel taşınmaz varlıklarımız sadece geçmişten bize kalan miras değil, gelecek nesillerimize ulaştırmamız gereken emanetlerdir. Bu emanetlerin ayakta tutulması, gelecek kuşaklara doğru şekilde aktarılması çok önemlidir. Binlerce yıl ayakta kalmış, yıpranmış ya da depremde hasar görmüş eserlerimizin kendi dönemine uygun şekilde restore edilmesi tarih bilincinde olmanın gereğidir. Ancak birçok restorasyon çalışmasının acemi ellerde, tarihî mirasın değerinin farkında olmayıp sadece para kazanmak derdinde olan birtakım firmalar tarafından resmen katledildiğine şahit olduk, olmaktayız. Yüzlerce hatta binlerce yıl ayakta kalmayı başarabilmiş tarihî eserlerin "restorasyon" adı altında kılık değiştirmesine müsaade edilmemelidir.

Değerli milletvekilleri, tarihî ve kültürel değerlerimizin somut olanlarının yanı sıra sahip çıkılması gereken soyut kültürel miraslarımız var. Meddahlık, Mevlevi sema törenleri, âşıklık geleneği, Karagöz, nevruz, yârenlik, sıra geceleri gibi geleneksel sohbet toplantıları ile Alevi-Bektaşi ritüelleri gibi miraslarımıza sahip çıkılmalı ve halk oyunlarının da bu listenin içine dâhil edilerek yaşatılmaları geçmişimiz için bir gelecek olacaktır. Bu konular da vakfın sorumluluğu altına girmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin zengin tarihi arkeolojik kazılarla gün yüzüne çıkarılıyor. Yaklaşık 400 civarında kazı çalışması tüm hızıyla sürerken üniversitelerin arkeoloji bölümünde kontenjanlar dolmuyor. 43'ü devlet, 2'si vakıf olmak üzere, 45 üniversitede arkeoloji bölümlerinde yer alan toplam 2.027 kontenjanın yarısına yakını boş kaldı. Anadolu'nun tarihî hazinesini gün yüzüne çıkarmak için Türkiye'de yüzlerce kazı çalışması yürütülmesine rağmen arkeoloji bölümleri gerekli ilgiyi görmüyor; buna rağmen her yıl toplamda binin üzerinde öğrenci mezun oluyor ama iş alanı kısıtlı kalıyor. Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisinin ÜNİ-VERİ araştırmasına göre, arkeoloji bölümü mezunlarının yüzde 53'ü ilk altı ayda işe girebiliyor, yüzde 21,9'unun işe girme süresi on iki aydan fazla sürüyor. Mezuniyetten sonra yüzde 62,4'ü asgari ücret civarında bir maaşla işe başlıyorlar. Kamuda iş bulamayan arkeologlar çoğunlukla bankacılık, pazarlama, profesyonel turist rehberliği gibi mesleklere veya özel sektörde farklı alanlara geçiş yapmaktalar. Bu bakımdan ya kontenjanlar azaltılmalı ya da devlet arkeologlara daha fazla kadro vermeli ve kadrolu çalışanlar 3600 ek göstergeden yararlandırılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, dünya her açıdan çok hızlı bir şekilde değişmekte ve üniversite eğitimi ve uzmanlaşma alanları da bu gidişatın içinde sürekli olarak yenilenmektedir. Türkiye'de standart arkeoloji eğitimi belli kurumlar hariç dünyayla yarışabilecek durumda değildir. Bütün dünyaya arkeolog yetiştirme potansiyeline sahip ülkemizde teknoloji ve arkeoloji arasında bir entegrasyon probleminden dolayı bu vizyon hiçbir zaman oluşamamıştır. Kaçak arkeolojik kazılardan dolayı tahrip edilen millî zenginliklerimizin üstünde durmamız, AK PARTİ'nin kentleşme politikalarından dolayı tahrip edilen tarihî dokuları burada ayrıntılı olarak konuşmak ve Osmanlı Devleti döneminde yurt dışına taşınan tarihî varlıkları asıl yurtlarına taşımayı bir politikayla yürütmek gerekiyor. Bu konudaki çabaları desteklediğimi ifade ediyorum.

Ancak şunu da Hükûmete hatırlatmak gerekiyor: Son yirmi yıldır kamuda kaç tane kadrolu arkeolog istihdam edildi? Neden Türkiye'deki arkeolojik kazıları Türk iş adamları, şirketleri ve Türk Hükûmeti değil de ABD, Alman ve Fransız kuruluşları finanse ediyor? Yerel yöneticilerimiz, kentlerindeki tarihî varlıkları korumak için tarihî doku temelli kent imar planlarını uygulama konusunda gerekli hassasiyeti göstermelidir. Kurulacak vakfın bu sorumluluğu da üstlenmesi gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, geri kalan zamanımı depremle ilgili görüşlerime ayırmak istiyorum. Araştırmacılar, doğal afetlerin sosyal normlarda meydana gelen değişimler yoluyla toplumsal değişime etki ettiğini, insanın kendi yok oluşunu seyretmediğini ve varlığını zedeleyen dayatmalar karşısında sessiz kalmadığını ortaya koymaktadırlar. İnsanlar kendi yıkımlarına karşı direnirler. Bu söylem, Türkiye'de deprem sonrası erken dönemde kendini göstermiştir. Türk halkının kolektif tepkisi son derece organize, hızlı, etkili ve verimli oldu. Bu coğrafyada unutulduğu düşünülen bir şeydi bu. Milletimiz Hükûmetin tüm sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğinde bile ortaya konan yeni bir dayanışma anlayışıyla yeni bir toplum türü oluşturuyor.

Değerli milletvekilleri, birçok uzmana göre Hükûmet Türkiye'nin deprem bölgesindeki vatandaşlarının yaşamlarını korumada maalesef başarısız oldu. Bunda başlıca iki nedenden bahsedebiliriz: Her şeyden önce düzenli olarak imar afları çıkarıldı ve Türkiye'deki binaların yüzde 50'den fazlası yönetmeliklere aykırı olarak inşa edildi. Bunun açık ve somut bir örneği 5 Şubat 2022 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 5175 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı'dır. Bu karar, popülist hükûmetlerin, ruhsatsız evlerde, iş yerlerinde yaşayan insanları mülk sahibi yaparak oy peşinde koşmalarının yaygın bir uygulaması olarak görülebilir. Son imar affı 24 Haziran 2018'de yapılan genel seçimlerden hemen önce, 6 Haziran 2018'de ilan edildi. Sayın Cumhurbaşkanı Hatay'da 250 bin, Kahramanmaraş'ta 144 bin, Gaziantep'te 133 bin kişinin tapu alma sorununu çözdüklerini açıkladı.

İkinci ana neden ise acil durum yönetimi kurumlarının yetersizliğidir; AFAD ve Kızılay. AFAD Arama Kurtarma Genel Müdürünün acil durum yönetimi veya arama kurtarma geçmişi yoktur. İlahiyat fakültesinden mezundur ve Diyanet İşleri Başkanlığında çalışmış, tasavvuf konusunda da yüksek lisans yapmış. Ben işiyle ilgisini göremedim, sizler görebildiniz mi? Ayrıca, afet risk azaltma raporlarında bütçe, teknik kurtarma ekibi ve sorumluluk dağılımındaki eksiklikler nedeniyle AFAD'ın yetersiz kaldığı defalarca rapor edilmiştir. Ancak bunları azaltmak için herhangi bir önlem de alınmamış görünüyor. İkincisi, yüz elli beş yıllık acil durum yönetimi geçmişi olan Kızılay; iktidar partisi tarafından buruşturulup bir kenara itilmiştir. Elindeki kaynaklar ne olursa olsun afetlere müdahale edemez hâle geldi. Yöneticilerinin eski partili olmasıyla AK PARTİ'nin arka bahçesi hâline geldi. Kızılay son zamanlarda birçok yolsuzluk skandalına da karıştı.

Depremlerin ardından çok sayıda vatandaşın devlet yetkilileri ve AFAD'la iletişime geçmeye çalıştığı, ancak saatlerce ve ilk iki gün boyunca sorumlu makamlara ulaşamadığı bilinmektedir. Bu arada Kızılay Başkanı nerede olduğunu soranlara bu sorulardan rahatsız olduğunu ifade ediyor. Ben kendim Kızılayı Nurdağı'nda, İslâhiye'de, Hassa'da, Kırıkhan'da görmedim. Besni'de Kızılay mensubu 3 kişiye rastladım, "Kızılay nerede?" dedim, boyunlarını büktüler, cevap veremediler; ne iş yaptıklarını sordum, "Psikolojik desteğe geldik." dediler.

Değerli milletvekilleri, bahsedilen eksikliklere ve yetkililerin bu tutumlarına rağmen 2017 yılında Türk müzisyen ve Türkiye'nin en güvenilen isimlerinden biri olan Haluk Levent tarafından kurulan sivil toplum kuruluşu Ahbap sahada kararlılıkla yer aldı. Gönüllüleri depremin ilk saatlerinden itibaren acilen yardım topladı ve harcanan miktarın dağıtımını vatandaşlarla paylaştı. Ahbap, bağışlar için, AFAD veya herhangi bir kamu kurumu yerine tercih edilen seçenek hâline geldi. Türk halkı bağışlanan paranın depremzedeler için kullanılacağından şüphe duymadıklarını ancak AFAD'a bağış yaparlarsa depremzedelere nasıl harcanacağını bilmediklerini söyleyerek Ahbapa daha çok güveniyor. Sivil çabaların çeviklik, hız ve her şeyden önce tarafsızlık açısından Hükûmeti geride bıraktığına tanık olan birçok vatandaş Ahbapa güveniyor.

Değerli milletvekilleri, yıkıcı depremlerin ardından Türkiye'nin her yerinde sıradan vatandaşlar hızlı bir şekilde geçici yardım çalışmaları organize ettiler. Üstelik sıradan insanlar kurtarma ekiplerinden yardım malzemelerinin toplanmasına ve dağıtılmasına kadar her türlü organizasyona dâhil oldular. 6 Şubat sabah saatlerinden itibaren Türkiye'de dağılmış bir topluluk değil, birbirine güvenen, birbirine bağlı bir topluluk olduğu görüldü. Türk insanı kendi kendine etkin ve verimli olabileceğini açıkça gösterdi. Depremin yarattığı felaket göz önüne alındığında düşüncemiz odur ki Türkiye'de yolsuzlukla, dolandırıcılıkla, hırsızlıkla, kurumsal düzenbazlıkla ve blöfle sermayenin biriktirilmesi artık zor olacaktır ve diyorum ki: Türk milleti artık gücün kendisinde olduğunun, gücü yönlendirebileceğinin ve gücün kendinin olduğunun bir kez daha farkına varmıştır.

Değerli milletvekilleri, yetkililerin sorumlu oldukları ancak yerine getiremedikleri hizmetlerden dolayı helallik isteme hakları yoktur. Hele sayıları 44 bini geçen can kaybımızdan sonra kim, kimin hakkını, kime helal edecek? Vatandaş zaten ölmüş. Değerli milletvekilleri, yönetim sorumluluk ister, ciddiyet ister; Fırat'ın kenarında kaybolan keçinin sorumluluğunu üstlenen bir gelenekten geldiğimiz için bir işi hakkıyla yerine getirmesini bekliyoruz. Görevlerini tam olarak yapmadıkları için depremin felakete dönüşmesine sebep olan hiçbir yetkilinin istifa etmemesi gerçekten düşündürücüdür.

Gezdiğimiz yerlerde liyakatsiz ellerle inşa edilmiş yapılarda kullanılan elverişsiz beton, yanlış veya eksik uygulanan demir, taşıyıcı kolon ve kirişlerde yapılan tahribat ve en önemlisi fay hatları üzerinde imar planlaması yapılarak şehirleşmeye izin verilmiş olmasıyla yaşanan depremde enkaza dönen binalarla yüzyılın afeti yaşanmıştır. Binaları çürük yapanlar kadar onlara inşaat ruhsatı verenler, yapı denetiminde rol alanlar, iskân verenler de suçludur. Şehir içinde ve dışında deprem toplanma alanlarını ranta çevirip bina yaptıran, depremde vatandaşı eksi 8 derecede sokakta bırakanlar da depreme müdahalede gecikenler de suçludur. Söylenecek çok şey var ama işin özü: Liyakat ve ahlak yok olunca afetlerle karşılaşmaya devam ederiz ama biz buna "kader" diyemeyiz.

Yüce Allah Nisâ suresinde "Size gelen her iyilik Allah'tandır, başınıza gelen her kötülük de kendinizdendir." diye buyuruyor. Yani, yaşadığımız afet insanların yaptıklarından kaynaklanmaktadır diyor, Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.