GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Afet Yeniden İmar Fonunun Kurulması ile Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:72
Tarih:14.03.2023

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller; hepinizi selamlıyorum.

Öncelikle bugün 14 Mart ve bütün meslektaşlarımın Tıp Bayramı'nı kutlayarak sözlerime başlamak istiyorum. Çünkü her kritik dönemde hekimler gerçekten son derece önemli mücadelelerin içerisinde oldular. En son gördüğümüz ve izlediğimiz, tanık olduğumuz, kurtarma çalışmalarında bulunduğumuz depremde de hekimler yine her zaman olduğu gibi en öndeydiler. "Hekimlik" deyince tabii ki öncelikle koruyucu hekimlik akla geliyor. Yani hastalık ortaya çıkmadan, hastalığı ortadan kaldırma temeline bağlı hekimlik anlayışı bu. Buradan -tabii hekimlikle devam etmeyeceğim- kastım deprem. Yani koruyucu hekimlik nasıl ki hastalık ortaya çıkmadan, insan hasta olmadan onu korumayı temel alıyorsa aslında depreme yönelik yaklaşımın da temelinde hiç kuşku yok ki koruyucu hekimlik anlayışına benzer bir riski azaltıcı tedbirler bütünü olmak zorunda. Eğer böyle olursa ne olur? Daha sağlıklı binalar olur, daha bilimsel temellere dayalı bir kentleşme politikası olur, daha iyi sosyal donatılar olur, daha sağlıklı kentler olur ve sonuçta da insanlar depremler sebebiyle hayatını kaybetmez.

Ne yazık ki gördüğümüz ve tanık olduğumuz şey bizi son derece üzüyor, o üzüldüğümüz şey de Türkiye'de koruyucu hekimlik gibi deprem riskini azaltacak bir tedbirin alınmamış olması, ne bu Hükûmet zamanında alındı ne bundan öncekiler zamanında alındı. Böyle bir perspektif olmadığından dolayı da ne yazık ki cenazeler hâlâ enkaz altında, aileler büyük bir açmaz içinde, aciz içinde ve bu kısır döngü sürekli sürekli tekrarlanıyor. Dolayısıyla, temelde bizim ihtiyacımız olan şey, deprem olmadan önce olası bir depremin tedbirlerini almak olmalı. Niye söylüyorum bunu? Çünkü Türkiye nüfusunun aşağı yukarı yüzde 98'i deprem bölgelerinde yaşıyor. Demek ki tedbir almak bu işin olmazsa olmazı ve bu tedbirlerin alınması için periyodik olarak da birtakım şeyler yapılıyor aslına bakılırsa. Mesela ne oldu? Geçtiğimiz dönemde bir Deprem Araştırma Komisyonu kuruldu ve bu Deprem Araştırma Komisyonu nelerin yapılması gerektiğiyle ilgili tuğla gibi bir yayına imza attı. Değerli arkadaşlar, kimse aklımızla dalga geçmesin diyeceğim ama dalga geçecek kimse de yok yani iktidar sıraları bomboş. Yani bu Komisyon toplantılarını yaptıktan sonra buna ilişkin tedbirler alınmıyorsa bunların ne anlamı var? Ha, şimdi bir komisyon daha kuruldu, yarın da toplantısı var bu Komisyonun. Bu Komisyon yine oturacak, diyecek ki: "Deprem şöyle önemli, böyle önemli; şunu yapalım, bunu yapalım." Peki, ne olacak sonuçta? Hiçbir şey olmayacak, hiçbir şey olmayacak çünkü aslında depreme yönelik tedbir almak bu iktidarı ayakta tutan sermaye birikim rejimiyle çelişkili. Yani siz depreme yönelik olarak Komisyondaki kararları hayata geçirecekseniz böyle 5'li çete gibi inşaat rantı üzerinden hayatını sürdüren asalak takımıyla aranıza mesafe koyacaksınız. Küçüklü büyüklü müteahhit sürüleriyle ilişkinizi keseceksiniz. Kendi siyasetinizin finansmanını onların yaptığı sağlıksız yapılarda, yollarda, köprülerde, şurada burada aramayacaksınız. O sebeple hani, mutlaka bilirsiniz: "Bir işin yapılmamasını istiyorsan komisyona havale et." diye bir laf vardır. İşte, ne yazık ki Meclisin yaptığı da o. Bu komisyonlardan herhangi bir şey çıkmıyor. Hatta ne oluyor biliyor musunuz? Bir şey çıkmıyor da bakın, geçen Komisyonda 268 tedbir konuşuldu, bir rapor yayınlandı ve biz, 13 bakanlığa yönelik olarak bu rapora ilişkin sorular sorduk ve böyle 40 maddelik bir kanun teklifi kaleme aldık. Bu bakanlıkların neredeyse hiçbir tanesinden sorduğumuz sorulara cevap gelmedi ama mesele daha derin, daha vahim. O ne biliyor musunuz? Şimdi, bu raporda Maraş, Hatay, Adıyaman, Malatya gibi depremden çok etkilenen illere ilişkin de bazı veriler vardı. Örneğin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Komisyona bir rapor sundu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığına denildi ki: "Ya, kardeşim, siz ne yapıyorsunuz? Olası bir depreme karşı tedbiriniz var mı, ne yaptınız, ne ettiniz?" Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tabii bütün tedbirleri almış, diyor ki: "Adıyaman için yüzde 94,95, Hatay için yüzde 84,32 -küsurlarını okumayayım hadi- Maraş için yüzde 93 oranında riskli yapıları yıktık." Yani demiş oluyor ki: "Biz depreme karşı tedbir aldık." Yüzde 85-95 oranında bu yapılara ilişkin tedbirini aldığını hiç utanmadan, sıkılmadan koskoca Bakanlık, Komisyona bilgi diye geldi, sundu. Hep diyorum ya sizin adınıza utanmaktan gerçekten yıldık, gerçekten bıktık, bu kadar utanmazlık yani inanılır gibi değil.

Şimdi, bu Bakanlık bu kurulan Fonda da Fonun Yönetim Kurulunda. O Bakan ve o Bakanlık, 5 Bakanlıkla birlikte, 5 Bakanla birlikte Fonun Yönetim Kurulunda. Bu kafaya sahip olan bir anlayış deprem fonunu sevk ve idare edecek, "Hangi işlere ne türden yatırımlar yapalım? Bu parayı nereye harcayalım? Yol mu yapalım, bina mı yapalım? Hangi müteahhide finansman desteği sağlayalım?"ı kararlaştıracak. Bu ne demek biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Bu, bu iktidar eliyle insanlar öldürülmeye devam edecek demek.

Yine buna ilişkin mesela "Malatya ilinde -ya, inanmak gerçekten zor- afete maruz kalacak ve risk oluşturabilecek herhangi bir yerleşim yeri bulunmuyor." diyor. Utanmazlığa bakar mısın? Bakanlık diyor bunu. Malatya'da böyle bir yer yokmuş. Malatya yerle bir oldu, insanlar hâlâ canı başı derdinde yani buradan ortaya çıkan sonuç şu: Bu zamana kadar başımıza bu çorabı örenler, bu zamana kadar bu kadar insanın ölümünde söz sahibi, pay sahibi olanlar, bu kadar insanın kanı elinde olanlar şimdi çıkmışlar, diyorlar ki: "Biz bu bakanlıklarla bir komisyon kuracağız, bu komisyon deprem fonunu sevk ve idare edecek, bu deprem fonu da bu meselelere yönelik olarak tedbirler alacak."

Arkadaşlar, açık konuşmak gerekir, asrın felaketi falan değil, hep söylediğimiz gibi, bu, asrın cinayetidir. Bu felaketin temelinde esas olarak Recep Tayyip Erdoğan vardır ve onun kurduğu iktisadi rejim vardır; inşaata dayalı sermaye birikim rejimi vardır, neoliberal politikaların olanca vahşiliğiyle uygulanması vardır, liyakatsizlik vardır, kurumların içinin boşaltılması vardır ve günün sonunda döndük geldik, bize bu sorunları ortaya çıkaran temel meseleler hiç yokmuş gibi kerameti kendinden menkul, bütüne şamil olmayan, yalnızca oradaki meseleyle ilgilenen, koruyucu tedbirler nasıl alınır, ne türden planlamalar yapılır, kentleşme, bilimsel temellerde kentleşme nedir bunları içermeyen böyle bir lambadan cin çıkardılar, bunun da sorunları çözeceğini varsayıyorlar. Bir defa, sizin bütün süreç boyunca, depremin olduğu ilk günden bu zamana kadar yaptığınız şeyler neyse bunların tam tersini yapmak gerekir bir deprem politikasını oluşturmak için. Yani insanlara "Be adi, be şerefsiz, be ahlaksız!" diye hitap eden bir Cumhurbaşkanının olduğu yerde ne yazık ki bu kafa değişmeden depreme yönelik önlemler almak, tedbirler uygulamak mümkün falan değildir.

Ya, şunların hepsi bir tesadüf müdür? En büyük orman yangınları sizin zamanınızda, değil mi? En büyük deprem katliamları sizin zamanınızda. Hep bunlar kader, hep bunlar kader. En büyük madenci katliamları hep sizin zamanınızda. Niye? "E, kader." Kader falan değil; bu, sizin iktidarınızın ve sürdürdüğünüz ranta dayalı politikalarınızın temel sonucu. O sebeple biz diyoruz ki: Bu insanların her birinin kanı sizin ellerinizdedir ve bu akıl değişmeden, bu yaklaşım değişmeden depreme yönelik olarak tedbir almak mümkün değildir. Kardeşim, bu kader hep bize mi ya? Japonlara niye bu kader olmuyor? Amerikalılar, fay hattının tam da yakınlarında kentleşme politikaları uygulayanlar niye bu kaderden müstefit olmuyorlar da hep bu kader dönüyor dolaşıyor bizi vuruyor? Kader mader değil, palavra. Hırsızlıklarını ve üçkâğıtçılıklarını kader maskesinin arkasında sergilemek suretiyle insanların öfke potansiyelini, insanların reddetme duygusunu ehlileştirmeye çalışıyorlar. Daha insanlar yani cenazeler çıkarılmamış ve çok kötü tanıklıklarımız var, artık cenazelerin vücut bütünlüğüne bakılmaksızın enkaz kaldırılıyor karga tulumba parçalara bölünerek -ki ben de tanık oldum buna, bizzat gözlerimle gördüm- artık böyle bir hâle gelinmiş durumda. Hâl bu düzeydeyken iktidar yine inşaat naraları atıyor. E, bu inşaatlar nasıl finanse olacak? Bir fona ihtiyaç var. Bu fona nereden paralar gelecek? Yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan gelecek. Peki, bu fondaki biriken parayı kimler sevk ve idare edecek? Başımıza 5'li çeteyi açan, 5'li çete belasını açan ne kadar bakanlık varsa onların hepsi bu parayı sevk ve idare edecekler. Bir defa merkeziyetçi her şeyden önce. Şimdi, Japonya'da 2014 yılında deprem bakanlığı kurulmuştu çünkü onlar şunu çok iyi görüyorlar: Depremle mücadele etmenin yöntemi merkezden direktifler yağdırmak falan değildir; depremle mücadele etmenin yöntemi, halkın da depremle mücadele sürecine aktif bir özne olarak katılmasından geçer. Bu sebeple bizler hep döne döne diyoruz ki: Bu işleri merkezîleştirir, bakanların eline verirseniz, 5 bakan bu işle iştigal ederse, halk, oradaki demokratik kitle örgütleri, meslek odaları bu işin içerisine girmezse kardeşim, burada toplanan paranın tek bir anlamı olur, o da nedir biliyor musunuz? O toplanan parayla 5'li çetenin ve onun uzantılarının finansmanı sağlanır. Yani daha inşaat yapılacak durum söz konusu değilken inşaatçılığa başlamanın -ben size soruyorum- bize düşündürmesi gereken başka ne var? Hiçbir şey yok çünkü bilimsel ölçütler, normlar diyor ki: Bu depremin üzerinden belli bir süre geçmeden inşaatçılığa başlayamazsınız, başlarsanız yeni felaketlerin kapısını aralarsınız. Bu hem böyle olduğu için hem de bakın, Türkiye ekonomisi o bölgede o kadar konut yapacak güce sahip değildir, bir yıl içerisinde bu konutlar yapılmayacak hem o sebeple doğru söylemiyor, bir yıl dolmadan inşaatçılığa başladığı için, insanlar enkaz altında olduğu hâlde inşaatçılığa başladığı için yanlış yapıyor hem de insanlara "Bir yılda sizin konutlarınızı yapacağız, evlerinize gireceksiniz." yalanını söylediği için iktidar halkı dolandırıyor ve kandırıyor; bunun böyle olmayacağını hepimiz biliyoruz. Şimdi gelinmiş, böyle bir fonun yönetimi de böyle bir 5'liye verilmiş, bir de başkanlık var, orada zannediliyor ki gelen kaynaklarla böyle sağlıklı, insanların rahatça barınabileceği işler yapılacak. Bir defa bu Fondaki paranın nasıl denetleneceği konusu bile net değil. Hep Sayıştay denetiminden bahsediliyor, sormak gerekir: Ya, Sayıştay denetliyorsa -değil mi- diğer denetim kuruluşlarına, bağımsız denetime, dışarıdan denetime ne gerek var? Yani eğer bu, uluslararası alandan finans desteği sağlayacak kurumların bir dayatmasıysa, bu teklifin sahipleri çıkıp demelidir ki: "Bu böyledir." Meclis bunu böyle konuşmalıdır. Yok, eğer bu böyle değilse, bağımsız denetçiliğin maliyetini göz önünde bulundurmak gerekir, bunlar ciddi maliyetler. Böyle olunca da ekstra bir kalem daha ortaya çıkmış durumda.

Biz, bir şeyi Komisyonda konuştuk arkadaşlar, bir şeyi konuştuk, buraya "indir kaldır"la geldi o şey ve fakat biz henüz bu depremin -devlet tarafından- kaç paraya mal olduğuna ilişkin bir fikre sahip değiliz. Normalde şöyle olması gerekmez mi: "Ya, bizim tahminimiz bu kadar milyar liraya, dolara -neyse- mal olacaktır bu deprem. O sebeple biz şöyle bir fon öneriyoruz." Doğru değil midir bu yaklaşım? Bilmiyoruz, onlar da bilmiyorlar; afaki, tamamen rant çarklarının dönmesi temeli üzerine kurulmuş bir dolambaç, öyle, kendi kendine dönüyor. En az 100 milyar dolar olarak biz düşünüyoruz bunu ve bütçeye 700 milyar liradan daha fazla bir ek kaynağın eklenmesini gerektirecek olağanüstü bir yıkımla ne yazık ki karşı karşıyayız. Şimdi, biz bu 5'li Bakanlığa güvenmemekte haksız mıyız? Vallaha, AFAD, İçişleri Bakanlığına bağlı ve AFAD'ın nasıl bir fonksiyon gördüğünü hepimiz gördük. Geçen gün, komisyondan geçen teklifle, iki yıl tarlasını ekmeyenlerin tarlasına el koymaya niyetlenmiş bir Tarım Bakanlığı söz konusu. Ulaştırma Bakanlığı, Çevre Bakanlığı; bunlar zaten 5'li çetenin memleketteki taşeronu gibi çalıştılar. O yüzden, güvenmiyoruz, açık söyleyelim, güvenmiyoruz; bu zihniyete güvenmiyoruz, bu yaklaşıma, bu perspektife güvenmiyoruz.

Fonlarla yapılması gereken şey çok açıktır. Süreğen ve sistematik niteliğe sahip olmayan, denetlemesi son derece güç olan ve pek çok olumsuz örnekle tarihimize mal olan fon işini bir kenara bırakmak gerekir. Bu konuda atılması gereken ivedi adımlar, mutlaka ve mutlaka bu konuda bir afet ve kentsel dönüşüm bakanlığının ve bir afet ve kentsel dönüşüm bankasının kurulmasını zorunlu kılıyor. Artık, böyle günlük tedbirlerle bu meselenin içinden çıkmak mümkün değil. Arkadaşlar, bir Marmara depremi Türkiye'nin mali iflası anlamına gelir, Türkiye çöker böyle bir durumda. Buna ilişkin niye tedbir alınmıyor? Buna ilişkin alınacak tedbir ancak dönemsel fonlarla değil, kurumsal yapılarla mümkün olabilir, bunun için bakanlık gerekir. O bakanlığın işi gücü bu olacak, bilim insanlarıyla çalışacak; inşaatlar nasıl yapılır, fayda hareketlenmeler var mıdır? Bunlar yedi gün yirmi dört saat böyle çalışacaklar. Yapacakları işin finansmanı da bankaya -yani deprem, afet ve kentsel dönüşüm; bakın, hem afetler için hem de kentsel dönüşüm için geçerli bu- oraya aktarılacak, kaynaklar orada. Kaynaklar nereden gelecek? Vallahi, bu zamana kadar bizi soyanlar var ya, inşaat rantından dünyanın en zenginleri olanlar var ya, işte, onlara servet vergileri salarak, rant vergileri salarak bu kaynakları elde edeceğiz. Lüzumsuz yere topa tüfeğe yatırım yapmayarak bu kaynakları derleyeceğiz. Sarayın günlük milyonlarca lirayı aşan harcamalarına "Artık yeter, dur!" diyerek bu kaynakları derleyeceğiz ve bu kaynaklar bir banka vasıtasıyla bu alana kanalize edilecek. Yetmez, bu bankanın -az önce eleştirdim ya- demokratik bir muhtevası olması için katılımcı bir perspektife sahip olması lazım yani bu bankanın ortakları içerisinde kooperatifler olmalı, demokratik kurumlar olmalı, yerel yönetimler olmalı. Bu neyi sağlayacak, biliyor musunuz? insanların depremden korunmayı kendi meselesi, bire bir kendi sorunu olarak görmesi ve bunun için adım atmasını sağlayacak yoksa öyle fonlarla, şunlarla bunlarla olacak işler değil. Mesele -tehlikeyi- kamusal bilinci yükseltmektir. Bunun için ilk mektepte dahi dersler konulmalıdır; deprem nedir, nasıl korunulur? Öyle Bakanlığın, İçişlerinin yaptığı gibi "çök, otur, kapan"la falan olacak işler değil arkadaşlar bunlar. Daha büyük depremler ne yazık ki kapımızda.

Çok utanç duyduğumuz şeyler var. Şimdi bunları konuşuyoruz da hiç kimsenin sesi çıkmıyor oysa şu anda 8'inci imar affı geçmiş olacaktı değil mi? Bunun üzerinden Cumhur İttifakı oy devşirecek ve seçime bu kendinden emin durumla gidecekti. Sahi imar affı nedir?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

RIDVAN TURAN (Mersin) - İmar affı, vatandaşın depremde yıkılacak evini devlet görmesin diye devletin vatandaştan aldığı rüşvettir, utanç verici bir şeydir yani ama 7 tanesi uygulandı, 8'incisi de ne yazık ki yoldaydı.

Bu fasit dairenin mutlak suretle bir yerinden kırılması gerekiyor. Merkeziyetçiliğin yerine herkesin kendini içinde göreceği, herkesin demokratik bir biçimde katılacağı mekanizmaların kurulması; kamu bilincinde depremin yer tutmasının sağlanması gerekiyor ama bu olmadığı koşullarda işte, o zaman bir jeolojik olay devasa bir katliama sebep oluyor. O sebeple, biz diyoruz ki hâlâ, hâlâ önlem alınabilir, hâlâ geç kalmış değiliz bazı konularda. Bir an evvel bu konuda fonlarla uğraşmak yerine daha temelli tedbirlere yönelim.

Teşekkür ediyorum.