GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/462, 1737, 1908, 2372, 4832, 5448, 7097, 7098, 7099, 7100, 7101, 7102, 7103) No.lu Balıkçılık ve Su Ürünleri Sektöründe Yaşanan Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına Dair Önergelerin Ön Görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:75
Tarih:20.03.2023

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Yaşar Kemal'in "Deniz Küstü" diye bir romanı vardır, çok önemli bir romandır. Bu romanda Marmara Denizi'nden bahseder; o dönemde teknelerin böyle kilolarca, yüzlerce kilo, binlerce kilo yakaladığı palamuttan, torikten bahseder; bunların bir kısmını teknelerin ücretsiz olarak halka dağıttığından bahseder. Romanın "Selim Balıkçı" diye bir kahramanı vardır, Hayırsızada'da 15 kulaçta sinariti gördüğünden, sinaritin burnunun önüne olta salladığından bahseder; Hayırsızada açıklarında, o zaman, 15 kulaçla taşlıkta görülebileceği kalitede bir sudan bahsetmiş olur dolaylı olarak. Selim Balıkçının bir yunus ailesi vardır. O dönemde de yunus balıkları yağı için avlanmaya başlamıştır ve Selim Balıkçı kendi ailesi olarak gördüğü yunusları muhafaza etmek için uzun süre mücadele eder. Daha sonra, bu aile bir balıkçı tarafından öldürülür ve Selim Balıkçı hayata küser. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim; işin edebî yanı bir tarafa, o döneme ait, çok değil yani 79-80 dönemine ait Marmara Denizi'nin ve boğazların durumu hakkında çok önemli ipuçları da vardır. O zamandan bu zamana çok şey değişti.

Karekin Deveciyan'dan hiç bahsetmiyorum; hep bahsederim, çok önemli gördüğüm bir Osmanlı Ermenisidir ve Türkiye'de balık ve balıkçılık konusunda yazmış olduğu kült eser nereden nereye geldiğimizi çok açık gösterir. İstanbul Balıkçılar Halinin Müdürüdür Karekin Deveciyan ve balıkların nasıl tutulduğunu, hangi yöntemlerle tutulduğunu, balıkların resimlerine kadar kendi el çizimleriyle yazmıştır bu kitabı ve son derece önemlidir; palamuttan, kılıçtan, balık haline gelen on binlerce tondan bahseder; şu anda bunlar yok.

Değerli arkadaşlar, bu Komisyon önemli bir komisyon kuşkusuz fakat önce şunu tespit etmek gerekir: Türkiye'de balıkçılık sektöründeki sorunların temelinde denizlerin kirliliği gelmekte. Yani denizleri o kadar kirletmiş durumdayız ki bir canlı yaşayabileceği ortamdan uzaklaştırıldığında, bu ortam çeşitli yol ve yöntemlerle kirletildiğinde o canlının oralarda yaşayabilmesi doğal olarak mümkün olmuyor. Müsilaj Komisyonunu kurmuştuk önceki yıl ve Müsilaj Komisyonu uzun toplantılar yaptı. Neticesinde, Müsilaj Komisyonuna katılan milletvekillerinin tümünün ortak görüşü şuydu: Denizler alıcı ortam olarak kabul edilmemelidir. "Alıcı ortam" nedir değerli arkadaşlar? Alıcı ortam "Evsel atıkların, endüstriyel atıkların atılabildiği ortam" anlamındadır yani karada yaşayan insanlar kendi pisliklerini denize süpürürler.

Marmara Denizi büyük bir felaketle yüz yüze geldi ta ki 89'da güney Haliç kolektörlerinin kurulmasıyla İstanbul'un evsel atıklarının denize basılmasıyla birlikte bir süreç başladı ve bu süreç şu anda hâlâ bir biçimiyle devam ediyor. İleri biyolojik arıtmadan filan bahsediliyor ama durum öyle değil yani hem endüstriyel atıklar hem evsel atıklar hem tarımsal atıklar hem meteorolojik kirlenme, lojistik kirlenme yüzünden Marmara Denizi gerçekten çok kötü durumda, balık türlerinin önemlice bir kısmı ne yazık ki yok. İstanbul ve kentsel atıkların, evsel atıkların yanında bunların en önemlisi esasen Ergene derin deşarjının taşımış olduğu karışık atığın denizi kirletiyor olması. Bunlar klasik arıtma yöntemleriyle temizlenemeyecek olan, arıtılamayacak olan nitelikte kimyasal atıklar; cıvasından kadmiyumuna, nikelinden kurşununa her şeyi içinde barındıran atıklar ve bu, deniz ekosistemini giderek çok daha olumsuz hâle getiriyor.

Bu bahis uzun, zaman kısa fakat şundan bahsedeyim: "Balıkçıların sorunları" diye anlatıldığında hemen herkesin konuştuğu şey endüstriyel balıkçılığın sorunları yani denize daha fazla nasıl saldırabiliriz? Trol tekneleriyle, devasa teknolojilerle, ufacık bir balığın bile denizin dibinde saklanamayacağı onu görecek sonar aygıtlarıyla, balık bulucularla denize bir fetih ruhuyla saldırıldığı koşullarda bu denizlerin derdi de bitmez, balıkçılığın derdi de bitmez değerli arkadaşlar. Biz "balıkçılığın sorunları" "balıkçılık sektörünün sorunları" deyince temel olarak küçük ölçekli balıkçılığın sorunlarını anlıyoruz, zaten büyük ölçekli balıkçılığın bir sektör olarak sorunundan bahsetmek mümkün değil. Zira, aslında denizleri bu hâle getiren önemlice faktörlerden bir tanesi, dünyada ve Türkiye'de bu endüstriyel balıkçılık teknelerinin, devasa teknelerin denizi hallaç pamuğu gibi atması meselesidir. O nedenle sorun esasen artık yok olmaya yüz tutan, on binlerce yıllık bir geçmişi olan ve aslında bir sosyal ilişki biçimi, bir sosyal varoluş biçimi olan küçük ölçekli balıkçılığın desteklenmesidir, küçük ölçekli balıkçılığın korunmasıdır. Bunlar aile ölçekli işletmelerdir, yoğun olarak içlerinde kadınlar çalışırlar ve tekne itibarıyla, sayı itibarıyla Türkiye'deki filonun yüzde 90'ını oluştururken balığın ancak yüzde 10 kadarını avlayabilirler. Şimdi, bu kesim yarışmak zorunda kaldığı endüstriyel balıkçılık filolarıyla, tekneleriyle nasıl yarışacak, bu sektörde nasıl var olacak; sorulması gereken soru budur. Mesela bu alanda çok ciddi bir toplumsal cinsiyet sorunu vardır. Kadın balıkçılar çoktur ama mesela bizim 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu'nda bundan hiç bahsedilmez. 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu'nda küçük ölçekli balıkçılıktan yani yasak savmak adına bahsedilir ama gerçek çözüm önerileri ne olacaktır, bundan bahsedilmez. Bu yanıyla aslında yeni düzenlemelerle bundan dört beş yıllık zaman dilimi öncesinde bu kanun restore edilmiş olsa da işe yarayabilir niteliğe sahip değil. Hem deniz kirliliği hem endüstriyel balıkçılığın denizler üzerinde giderek artan baskısı hem de insanların sürekli balık stoklarına saldırı hâlinde olması balıkçılığı başlı başına bir sorun yumağı hâline getirmiş durumda.

Bugün pek çok türden bahsedemiyoruz. Mesela uskumru İstanbul'un alametifarikasıdır normalde, tarihsel olarak bu böyle bilinir; uskumru bulamazsınız İstanbul'da, yakalanmaz çünkü bitti. Hamsi mesela, hepimizin çok sevdiği hamsi; Karadeniz'e akan bütün derelerin önüne HES'ler yapılmak suretiyle bu balıkların varlık koşulları ortadan kalktı. Yalnızca Marmara için söylemiyorum, Türkiye denizlerinin hemen tümünde -kendi seçim bölgem olan Mersin için de bahsedebilirim- olağanüstü bir kirlilik problemi var. Şimdi, bu kirliliğin esas sebebi, daha çok kâr etmek isteyen işletmeler, atığını arıtmak istemeyen işletmeler, mevzuata uygun olmadan daha fazla balık yakalamak için denizi bir savaş alanı gibi gören kapitalist zihniyet. Bunlar yan yana geldiğinde gerçekten bu işin altından kalkılmıyor.

Biz tarımda hep şunu anlatıyoruz Halkların Demokratik Partisi olarak, biliyorsunuz değerli arkadaşlarım: "Tarımda sorunların çözülmesinin esası küçük ölçekli işletmelerin, küçük ölçekli çiftçilerin desteklenmesidir. Bu desteklenirse hem toprağa daha fazla fayda sağlar hem fosil yakıtlar daha az kullanılır hem kırsal kalkınma söz konusu olur." diye anlatıyoruz böyle her defasında.

Aynı şey işte küçük ölçekli balıkçılık için de geçerlidir. Balıkçılığın sorunlarını çözmek için anahtar olan halka küçük ölçekli balıkçılığın desteklenmesidir. Evet, birtakım desteklemeler var; devlet 1.200 lira para veriyor, 1.000 lirasını geri alıyor çeşitli harçlarla, şunlarla bunlarla. Mazot desteği var; ya, ulaşabilirsen var. Bunların her biri başlı başına bir problem hâline ne yazık ki gelmiş durumda. O sebeple, kooperatifçilik temelinde... Bu alanda da çok ciddi sorunlar var. Su kooperatifleri işlevsel hâle getirilemedi bir türlü, getirilmesinin önünde 12 Eylülden bu zamana kadar kooperatifçilik mevzuatının önüne dikilmiş olan sorunlar var. Kooperatifler mevzuatını mutlaka demokratik bir muhtevaya kavuşturmak ve su ürünleri kooperatifini de bu şekilde her bir üreticinin mutlaka bu kooperatiflerde örgütlenmesini sağlayacak birtakım destekler sunmak suretiyle bu kooperatifleri güçlendirmek lazım, demokratik bir muhtevaya kavuşturmak lazım, toplumsal cinsiyet meselesini mutlaka önemsemek ve burada temel olarak ele almak lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Şimdi, böyle olduğunda yani küçük ölçekli balıkçılık, endüstriyel balıkçılığın karşısında bir denge unsuru hâline gelmeye başladığında yavaş yavaş denizler de ıslah olmaya başlar. Küçük ölçekli balıkçılık denizleri korur, az girdi kullanır, çok istihdam yaratır, deniz ekosistemine faydalıdır. Şimdi, düşünsenize deniz çayırlarının geldiği hâli, trollerin dibi taramak suretiyle ne türden bir dehşet tablosu oluşturduğunu. Ben balıkçıyım, biliyorum bu alanı yani o trollerin ardından atılan balıklar, "ıskarta" diye tabir edilenler, böyle, parmak kadar karagözler, melanuryalar, orfoz yavruları bilmem neler; bunlara ilişkin bir denetlemenin mutlak suretle yapılması lazım, bu endüstriyel balıkçılığın önüne engeller dikilmesi lazım. Dünün sorunu balıkçılık, balık ürününün artırılmasıydı, daha çok tutmaktı belki; şu andaki temel sorunumuzsa daha az avlanmaktır, ekosistemi daha fazla korumaktır.

Teşekkürler.