| Konu: | Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 75 |
| Tarih: | 20.03.2023 |
HDP GRUBU ADINA AYŞE SÜRÜCÜ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Görüşülmekte olan kanun teklifinin birinci bölümüne dair söz almış bulunmaktayım.
Maalesef ki yaşanan 2 büyük depremde on binlerce yurttaşımızı kaybettik. Can kayıplarının yanı sıra iktidarın devam ettiği yanlış politikalarının sonucu olarak başka yıkımlarla da karşı karşıya kaldık.
Bizler uzun süredir Tarım Komisyonunda çiftçinin, tarım emekçilerinin, hayvancılıkla uğraşan yurttaşlarımızın sorunlarını dile getirdik, tarım politikasının, çiftçinin ihtiyaçlarının doğrudan çiftçilerle konuşularak masaya yatırılmasının önemini anlattık. Fakat Türkiye'nin tarım politikası sermayenin insafına bırakıldı; ekolojik denge gözetilmeden tarım alanları yerleşime açıldı; çiftçinin geçimi değil, sermayenin geliri önemsendi. Yine, üreten kesimi dikkate almayan, aksine, sözleşmeli tarım yapan firmaları, çok uluslu firmaları gözeten öneriler yapılmış durumda. "Sözleşmeli tarım" olarak tariflenen bu durumda çiftçinin kullanacağı tohum, gübre, tarım zehirleri gibi girdiler şirketler tarafından belirlenecekti; çiftçiler tarla bekçisine dönüştürülmektedir. Sözleşmeli tarımla gerçekleştirilen üretim biçimi çiftçilerin örgütlenmesini engellemekte ve çiftçileri yine şirketlerin insafına bırakmaktadır. Kanun teklifinde bir de çiftçilerin ürünlerini ekmeden önce izin alması öngörülüyor.
Bir diğer temel sorun da mevsimlik işçilerin durumudur. AKP'nin neoliberal tarım politikaları sonucunda binlerce çiftçi topraksız kalmış, kentlere göç ederek ucuz iş gücü hâline dönüştürülmüştür. Tarımsal üretimin artırılmasında, mevsimlik tarım işçisi önemli bir üretim gücü potansiyelidir. Kamunun elindeki atıl arazilerin bu üretim gücüyle buluşması gerekmektedir. Mevsimlik tarım işçilerinin çalışma koşulları, ücretleri devlet tarafından güvence altına alınmalıdır değerli halkımız fakat atılması gereken bu adımlar maalesef ki atılmıyor.
Tarım alanlarının bir rant kapısı olarak görülmesinin en büyük yıkımlarını bizler yaşanan deprem ve sel felaketinde bir kez daha gördük. Maalesef ki birinci derece verimli tarım arazilerinin imara açılarak müteahhitlere, patronlara, şirketlere peşkeş çekilmesi bugün bu büyük felaketleri yaşamamıza da sebep olmaktadır. Hâlen çiftçinin değil, şirketlerin geleceğini düşünen bu neoliberal yaklaşım yaşamlarımızdan çalmaya devam ediyor.
Biliyorsunuz, Urfa'da büyük bir sel felaketi yaşadık. Aslında doğal afet olan sel yanlış kent politikaları yüzünden bir afete dönüştü; dönüşmesinin sebeplerinden biri de bu iktidarın yanlış tarım politikalarıydı.
Urfa'da selden en fazla etkilenen yerlerden biri, güya en verimli alanlardan olması gereken Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi oldu. Hastaneyi su bastı ve hastalar acilen tahliye edildi. Neden, biliyor musunuz? Hastane birinci derece tarım arazisinin üzerine inşa edilmiş. Aşırı yağmur birikmesi sonucu su, tuvalet rögarlarından taştı. Urfa İnşaat Mühendisleri Odası "Uyardık. Tarım arazileri imara açılırsa sonu böyle olur." dedi.
Urfa'da sadece hastane değil, sular altında kalan, imara açılmış birçok verimli tarım arazisi, alanı bulunuyor. Bunlardan ders çıkarmayan iktidar, depremden sonra konteyner kenti dahi Harran Üniversitesinin üzerindeki verimli tarım arazilerine kuracağını açıkladı. Üstelik Suruç'ta 35 bin kişilik, Ceylanpınar'da 10 bin kişilik çadır ve konteyner alanı bulunmasına rağmen Ziraat Odası açıklama yaptı "Burası verimli tarım arazileri, buraya konteyner kent kurulamaz." dedi fakat tarım arazilerine bakınca yeni inşaat alanından başka hiçbir şey göremeyen iktidar "Tarım arazisi değil, 2014'te imara açılmış." diye savundu. İmara açılma kararı verilince bir arazi, verimli tarım arazisi olma statüsünden çıkıyor mu? Soruyoruz.
Değerli halkımız, maalesef ki Türkiye'nin tarım politikası para politikasından ibaret. Yıkıcı bir depremden sonra ahırı, evi yıkılmış çiftçiye büyükbaş için 500 lira, küçükbaş için 50 lira desteği layık gören bir anlayış var. Bu sadaka gibi parayı alabilmek için de Çiftçi Kayıt Sistemi'ne kayıtlı olması gerekiyordu. Bu sistemin aslında küçük ölçekli çiftçileri baz almadığı görülmüş olacak ki kanun teklifinde yeni kayıt sistemi yapılması öngörülmüş.
Depremin üzerinden bir buçuk ay geçti, deprem bölgesinde küçük ölçekli çiftçiler ne yaptılar? İnsanlar depremden sonra hayvanlarını ucuza satmak zorunda kaldılar. Hakkını yemeyelim; Elbistan'da depremde evi yıkılmış, ahırda 2 ineğiyle kalan bir annemiz vardı, aşevlerinden kalan yemekleri hayvanlarına götürüyordu, her gün 10 kilometre yol yürüyüp gidip geliyordu; sabah ineklerini sağıyor, sütünü gönüllü çalışanlara getiriyordu "Niye bu zahmete katlanıyorsun?" denilmiş. "Sütümü ucuza onlara satacağıma size içiririm, bari bir işe yarar." demiş. Verdiğiniz sözde yardım da deprem bölgesindeki üreticiye sözde desteğiniz de işte bu kadar.
Değerli halkımız, çiftçiye, üreticiye verilen değeri, tarım arazisine biçilen değeri biz depremden sonra Malatya Mamurek bölgesinde bir kez daha gördük. Valilik molozları yerleşim merkezi olan, insanların yaşadığı Mamurek bölgesine ve tarım alanlarına döküyor. Birincisi, insan yaşamı hiçe sayılıyor. Bir diğeri, tarım arazileri molozlardaki asbestlerle zehirli ölüme terk ediliyor. Depremden etkilenen çiftçi, yurttaş daha kendi yaşamını doğru düzgün kuramamışken bir de bu dertle uğraşıyor. Belediyeye başvurulmuş, Valiye başvurulmuş; çözüm yok. Yöre dernekleri bu kıyametin içinde gidip suç duyurusunda bulunmak zorunda kalmış. Bunun adı aynı zamanda ekolojik yıkımdır. Tarım alanlarını zehirliyorsunuz. Aynı durum, maalesef, Adıyaman için de geçerli. Adıyaman'da organize sanayi bölgesinden tutalım da dere yataklarına, tarım arazilerine, neredeyse bulunan her boş noktaya moloz dökülüyor. Geçen hafta Adıyaman'daydım ve her yeri de gözlerimle gördüm. Sadece Malatya ve Adıyaman'da değil, birçok deprem bölgesinde molozlar götürülüp tarım arazilerine, şehre yakın yerlere dökülüyor, hem halk sağlığı hem toprak sağlığı tehlikeye atılıyor.
Değerli halkımız, deprem bölgesindeki küçük ölçekli çiftçiler depremden en fazla etkilenen kesimin başında gelmektedir. Küçük ölçekli çiftçilerin traktör gibi üretim araçları enkaz altında kalarak kullanılamaz bir hâle geldi ve yüzlerce hayvanı da telef oldu. Ayrıca, depremin değiştirdiği su yataklarından dolayı bölgedeki çiftçiler su kıtlığıyla karşı karşıya kalmıştır. Deprem bölgesindeki tarımsal üretim büyük bir tehdit altındadır. Küçük ölçekli çiftçiyi desteklemektense çiftçiyi sermayenin kollarına bırakan ithalat bakanlığı ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu depremden olumsuz etkilenen şehirlerdeki tarımsal üretimi desteklemek ve yeniden canlandırmak için çaba sarf etmeliydi. Maalesef ki bir yandan Komisyonda çiftçinin hakkı sözde savunulurken bir yandan gerçeklik başka. Türkiye'nin tarım politikasını baştan yapılandırması, sermayeyi bu alandan çekmesi gerekmektedir. Özellikle deprem bölgesindeki yurttaşlarımızın zararlarının bir an önce karşılanması ve tarımsal üretimin yeniden güçlü desteklenmesi gerekmektedir.
Ve bitirirken tekrardan tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum. Arkadaşlar, yarın 21 Mart "Nevroz" Bayramı. Bugünden tüm Türkiye halklarının, Orta Doğu halklarının ve tüm dünya halklarının "Nevroz" Bayramı'nı kutluyorum. "..."(*)