GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 126 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:85
Tarih:05.04.2023

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 126 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin yasalaştırma sürecini gerçekleştiriyoruz. Bu kararnameye göre, deprem bölgelerinde yapılaşma konusunda bütünüyle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkili kılınıyor, planlamadan kamulaştırmaya, ihalelerden inşaata kadar bütün yasal zorunluluklar ve kısıtlamalar ortadan kaldırılıyor. Bu yetkilendirmenin sebebi de yasanın gerekçesinde "Afete dayanıklı yapıların inşa edilebilmesi için ortalama dört ay süren alan belirleme, planlama, arazi ve arsa düzenlemesi süreçlerinin kısaltılması" olarak açıklanıyor. Bir diğer deyişle, işlemlerin geniş yetkilerle ve denetimsiz olarak yürütülebilmesi hızlı karar alma ve uygulamayla açıklanmak isteniyor. Bu, tabii, bize başka bir hızlı karar verme arayışını hatırlatıyor. Türk tipi ucube başkanlık sistemi halka sunulurken "Kararlar hızlı alınacak, uygulamalar hızlı yapılacak." propagandasını hatırlayacaksınız. Sınırsız yetkilerle donatılmış, her türlü denetimden ari bir tek adam sisteminde kararlar hızla alınacaktı, yürütme her alanda hızlı bir refleks verecekti. Ne yazık ki, sistem o noktaya geldi ki, bir hastane yangınına bile ancak Cumhurbaşkanının izni ve direktifiyle müdahale edildiği beyan edildi. Şubat ayında yaşadığımız deprem afeti sırasında ilk iki gün afete müdahale etmesi gereken kurumlar neredeyse donakalmış bir vaziyette yukarıdan emir bekler bir hâle geldi. Sonuç olarak, Sayın Erdoğan deprem bölgesine gidip birkaç günlük gecikmeyle helallik isteyerek bu beceriksizlikten ellerini yıkamak istedi. Fakat arama kurtarma çalışmalarındaki yetersizlik ve kaos bir tarafa, sadece askerin kışlada tutulmasının millete maliyeti çok ağır oldu. Depremde enkaz altında kalanların ilk üç gün içerisinde sağ çıkarılma oranının yüzde 95 olduğunu, üç günden sonra bunun yüzde 5'e düştüğünü daha önce yine bu kürsüden yaptığım bir konuşmada hatırlatmıştım.

Şimdi, size, 1999 Marmara depreminden sonra bir üniversite öğretim üyesinin deprem hakkında hazırladığı tezden bir bilgi aktarmak istiyorum. Öğretim üyesi bu depremde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından enkaz altından sağ çıkarılan depremzede sayısını tez konusu yapmış ve yayınlamış; verdiği rakam tam 10.527 değerli arkadaşlar. Peki, şimdiki depremle ilgili yani şubat ayındaki depremle ilgili Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın bölük pörçük ve anlaşılmaz cümlelerle TSK'nin ilk andan itibaren sahada olduğu şeklindeki gerçek dışı beyanlarında bu deprem için verdiği rakam kaç? Sadece 327 arkadaşlar; evet, yanlış duymadınız, sadece 327. Bu büyük fark nereden kaynaklanıyor? Sayın Erdoğan'ın "Birkaç günlük gecikme." diye tarif ettiği dönemde, TSK'nin bütün imkân ve kabiliyetleriyle sahada olmamasından kaynaklanıyor.

Geçtiğimiz günlerde Sayın Erdoğan "Yeni imar afları olacak mı?" şeklindeki bir soruya "Hayır, bundan sonra asla imar affı olmayacak, sonra bu gibi sonuçlarla karşılaşacağız." diyor. Böylece "imar barışı" adı altında milletten para toplamayı, yönetmeliğe de "Depreme mukavemet konusu malikin sorumluluğundadır." yazdırarak sorumluluktan kaçamayacağını anlamış görünüyor ama bu deprem vergilerinin, imar affı gelirlerinin yirmi yıl boyunca deprem güçlendirme alanlarında harcanmamış olmasını o soru sorulduğunda "Harcanması gereken yere harcadık, bundan sonra da bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok." şeklinde cevaplarını unutamıyoruz.

Şimdi, deprem bölgelerinde başlatılan inşaatlar konusunda da benzer bir belirsizlik ve denetimsizlik söz konusu. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanının ifadesine göre, 21 Şubatta başlayan ihalelerde 30 Mart itibarıyla toplam 106 ihale yapılmış ve 118 milyar lira büyüklüğünde ihaleler gerçekleştirilmiş. Bütün deprem bölgelerinde yapılacak ihalelerin toplamı yaklaşık 400 milyar civarında tahmin ediliyor. Peki, bu ihaleler nasıl yapılıyor ve kimlere veriliyor? İhaleler 21/B yöntemiyle yani pazarlık usulüyle ve kapalı olarak yapılıyor. Kimlerin çağrıldığı, hangi şartlarda verildiği belli değil, toplu konut sayfasında ilan edilmiyor ancak ihaleler verildikten sonra kime verildiğini ve miktarını öğrenebiliyorsunuz.

Elimizde bugüne kadar ihale alan firmaların bir listesi var, isteyene gösterebilirim. Kimler yok ki ihale alanların içerisinde; eski AKP milletvekilleri, belediye başkanları ve AKP'li iş adamları. Anadolu'da, benim büyüdüğüm yerlerde, yabancılara kapalı, kendi içinde iş çeviren insanlara sorduğunuzda, "Bu olayda kimler var?" dediğinizde "Sen, ben, bizim oğlan." derler yani böylece AKP iktidarı deprem konutlarının bulunduğu, o bölgelerde "sen, ben, bizim oğlan" ekonomisini yaratmış görünüyor. İki ay önce sosyal konut projesi için 100 metrekarelik eve 800-900 bin lira fiyat biçerken -veren iktidar- bugün deprem konutlarını ortalama 1 milyon 750 bin liraya ihale etmiş. Tabii her şey gizli kapaklı olunca iki ayda bu kadar büyük bir farkın ortaya çıkması da kuşkulara neden oluyor.

Bir diğer konu da deprem bilimcilerin ve inşaatçıların bölgede sayısız artçı deprem devam ederken kalıcı deprem konutları inşaatının yapılmaması konusundaki ikazları. Bilim adamlarına göre, 3,4,5 şiddetindeki depremler daha temel döneminde yapıları yorgun hâle getiriyor ve daha büyük depremlerde ciddi hasara sebebiyet veriyor. Şehircilik Bakanlığı meseleyi sadece depreme dayanıklılık açısından gördüğü için başka afetler açısından değerlendirmiyor. Amaç, varsa yoksa seçime kadar bir inşaat şovu yapmak; bilim, vizyon Hak getire. Bu iddiamızı somutlaştıralım, altını dolduralım, AKP iktidarının uygulamalarını kendi ağızlarından anlatalım.

Bildiğiniz gibi, Mecliste bir Deprem Araştırma Komisyonu kuruldu. Geçen haftaki toplantılarından birinde Komisyon Başkanı Veysel Eroğlu şöyle söylüyor: "Hatay Havaalanı konusunda... Ben Bakandım. Hatay DSİ'den görüş istendi. Esasen biz de burada havaalanı yapılmasının uygun olmadığını belirtmiştik -onu açıkça ifade edeyim- fakat Antakya'dan çok baskı geldi dolayısıyla sosyal baskı neticesinde oraya havaalanı yapıldı."

Değerli arkadaşlar, herhâlde dünyanın en geri ülkelerinde bile, en sağlam şekilde, depreme karşı sağlam şekilde yapılması gereken bir havaalanı sosyal baskı sonucu yapılmaz ve Hatay'da bunun yapılmasının sonucunu depremden sonraki yedi sekiz gün boyunca oraya uçakların inememesiyle gördük. Arama kurtarma ekipleri getirilemedi, lojistik destek sağlanamadı ve Hatay'da belki kurtarılabilecek on binlerce can kaybedildi.

Yine, aynı yerde Sayın Eroğlu havaalanlarıyla ilgili başka bir şey daha söylüyor: "Havaalanlarının seçimini gözden geçirmek lazım." Yani birbirine yakın havaalanları işlemiyor, israf oluyor. Burada söylemediği havaalanları Zafer Havaalanı -Kütahya Havaalanı- Çanakkale Havaalanı; arkadaşlar, aralarında 50-60 kilometre mesafenin olduğu yerlerde havaalanları inşa edilmiş ve sayın iktidar yetkilileri her ile bir havaalanı yapmayı büyük bir başarı olarak lanse ediyorlar. Milletin parasını anlamsız ve gereksiz şekilde, fizibil olmayan şekilde toprağa gömmüş olduklarını kendileri itiraf etmiş oluyorlar. Böyle bir hastalık da "her ile üniversite" adı altında var, üniversiteyi sadece bina kabul eden bir anlayış.

Değerli arkadaşlar, sonuçta bunları konuşmamızın belki de faydası da yok çünkü çok kısa bir süre sonra bu iktidar veda ediyor. Ama hedefleri, 2023 hedefleri aklımızda kalacak; 2 trilyon gayrisafi millî hasıla, 25 bin dolar kişi başına gelir, 500 milyar dolar ihracat. Son dönemde Sayın Cumhurbaşkanı ve Cumhur ortağının diğer lideri bu arzuları, bu hedefleri 2053'e, daha sonra da 2071'e taşımak gibi bir söylem geliştirdiler. Ama sonuçta kalan miras şu arkadaşlar; kayıtlara geçmesi açısından söylüyorum: Yüzde 60'ı yoksulluk sınırı altında kalan bir Türk milleti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Sağ olun.

Çalışanların yüzde 60'ının açlık sınırı altında ücret aldığı bir halk. Ülkemizin gelecekte siyasetini, sosyolojisini, ekonomisini, demografisini ve güvenliğini altüst edecek olan, resmî rakamlara göre 5,5 milyon, gayriresmî rakamlara göre ise 8-9 milyona varan sığınmacı. Yolsuzluklar, adaletsizlikler ve yaratılan bir ikili hukuk; iktidardan yana olanlar için yandaş hukuku, iktidara karşı olanlara düşman hukuku. Böyle bir ülke hâline geldik. Bu da AKP iktidarının yirmi yıl sonraki ülkemize bıraktığı miras. İnşallah önümüzdeki seçimden sonra bunları düzelteceğiz, bu ülkeyi yeniden kuracağız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)