| Konu: | 6/2/2023 Tarihinde Meydana Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi için Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 14 |
| Tarih: | 12.07.2023 |
YEŞİL SOL PARTİ GRUBU ADINA SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Her şeyden önce, sözlerime, tabii, sizin yönettiğiniz bir Genel Kurulda konuşmanın dayanılmaz hafifliğiyle, dayanılmaz keyfiyle başladığımı belirtmek isterim.
Tabii, bu acı haber sonrası da Sayın Özkan'a da taziyelerimi iletiyorum.
Bir torba yasa görüşüyoruz, sıra sayısı 33 fakat bu yasaya "torba yasa" demek çok da mümkün değil çünkü artık bir çuval yasayla karşı karşıyayız. Yasanın içine baktığınızda içinde yok yok; aile hekimliğinden yaşlı bakımına, askerî okul öğrencilerinin eğitim süresinden zeytinlik alanların imara açılmasına, aklınıza gelebilecek her şey var. Dolayısıyla artık bir çuval yasa fakat bunun etiketi, deprem. Dolayısıyla deprem gibi bir konuyu etiketlediğiniz zaman her türlü şeyi içine koymanız sanki mümkünmüş gibi bir anlayışla bu çuval yasa önümüze gelmiş durumda. Peki, yasanın içine baktığımızda, gerçekten depremle ne kadar alakası var diye incelediğinizde, bütün bu yasa teklifinin içindeki tekliflere baktığımızda belki yüzde 20'si, 25'i depremle alakalı olarak karşımıza çıkıyor.
Bir de böyle bir yasa yapma tekniğine zaten hem anayasal olarak da hem yasa yapma anlayışı olarak da hem de bütçe hakkı anlamında itirazlarımız var, bunları dile getireceğiz ama bir de şöyle bir şey var: Sanki diğer komisyonlar işlevini yitirmiş gibi tek bir Komisyon -Plan ve Bütçe Komisyonu- her konunun uzmanı anlayışıyla göreceğimiz bu yasa teklifi içindeki bütün konulara el atmış ve Komisyondan geçmiş durumda. Bu, kabul edilebilir bir şey değil; bu, yasanın ruhuna da aykırı bir şey, yaptığımız işin içeriğine zaten tümüyle aykırı. Dediğim gibi bir deprem etiketi var ve bu deprem etiketi olduğu içinde sanki her şey mübahmış gibi anlaşılıyor ve bunun üzerinden konuşuluyor. Gerçekten öyle mi? Deprem ne zaman oldu? 6 Şubatta. Şimdi, temmuz ayındayız, aradan beş ay geçmiş. Deprem konusunda hassas olmak kadar doğal bir şey yoktur. Depremin yaralarını sarmak konusunda üzerimize düşen her şeyi hep birlikte tabii ki yapmak zorundaydık ama şubat ayında yapmak zorundaydık, mart ayında yapmak zorundaydık, Meclisi kapatmadan yapmak zorundaydık. Meclis kapandı gitti, seçimler yapıldı, geldik şimdi, depremin yaralarını sarmak için torba yasa teklifini görüşmeye. Bu, gayriciddi bir yaklaşımdır. Bu, depremzedelere yönelik aslında hiç de kabul edilemeyecek bir tavırdır. Dolayısıyla, AKP-MHP iktidarı bunun öz eleştirisini de vermeli, hesabını da vermek zorundadır.
Bu yasa teklifine baktığımızda, içeriğini incelediğimizde, depremden çok aslında bir seçim nedeniyle oluşmuş olan belli sorunların giderilmesine yönelik bir çalışmanın yapıldığını görüyoruz. Zaten Türkiye uzun süredir bir ekonomik buhranın içinde, uzun süredir bir siyasi buhranın içinde. AKP iktidarı yirmi bir yıldır bu ülkeyi yönetiyor, yirmi bir yılın sonunda geldiğimiz yer derin bir ekonomik buhran, derin bir siyasi buhran iklimidir. Bu siyasi ve ekonomik buhranın üzerine tabii ki özellikle son beş yıldır Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi olarak adlandırılan bir yönetim anlayışı çok daha büyük yükler, maliyetler getirmiştir. Bu koşullarda gidilen seçimin de kazanılması adına her türlü seçim yatırımı fütursuzca hayata geçirilmiş ve işte, şimdi, onu telafi etmek adına, bu buhrandan çıkmak adına her türlü kaynak arayışına başvurulmaktadır. Depremin maliyetinin çok çok ötesinde bir maliyetle bir seçim süreci yaşadık aslında, baktığımızda bunu çok net görebiliyoruz. Örneğin, burada zikredilen birçok başlıkta, işte "deprem vergisi" "depreme dair vergilerin artırılması" "depremle ilgili çeşitli mevzuların ele alınması" denildiğinde, şunu çok iyi biliyoruz ki eğer bunu başlığa koymazsanız bu Anayasadan zaten dönecekti. 1999'da da deprem oldu, büyük bir felaketti, Meclis toplandı, 1999 yılında deprem vergilerini yasalaştırdı, daha sonra kalıcı hâle geldi. Bu deprem vergilerinin cari fiyatlarla karşılığı yaklaşık 86 milyar lirayı bulmuş durumda fakat bunlar harcandı. Nasıl mı harcandı? Bugünkü Hazine ve Maliye Bakanı 2011 yılında da Bakandı, o zamanki açıklamasında gayet böyle "cool" rahat bir şekilde bize şunu söyledi: "Tabii ki harcadık, yollar yaptık, köprüler yaptık." dedi. Şimdi, deprem vergisi alıyorsunuz, Bakan yine aynı Bakan, teknik yine aynı teknik; acaba bu vergileri nereye harcayacaksınız? Yine yol mu yapacaksınız? Yine köprü mü yapacaksınız? Gerçi yapılacak yol, köprü de kalmadı, bir israf ekonomisi anlayışıyla geldiğimiz yer aslında bize bunu gösteriyor.
Deprem vergisi almak aslında toplumsal dayanışma adına yapılan bir hamledir. Peki, burada gündeme gelen vergiler bir toplumsal dayanışmaya mı karşılık geliyor yoksa bir toplumsal çöküşe mi karşılık geliyor? Bakın, kurumlar vergisini yüzde 20'den yüzde 25'e çıkarıyorsunuz. Türkiye'de efektif kurumlar vergisi yükünün yüzde kaç olduğunu biliyor musunuz? Yüzde 8 ila 9 arasında. Zaten siz kurumlardan vergi alamıyorsunuz, almanız da mümkün değil çünkü böyle bir piyasa yapısı altında kurumlar kurum kazançları üzerinden size vergi vermez; onu maliyetlerine yansıtır, tüketiciye aktarır ve o vergiyi aslında nihai tüketici öder. Nihai tüketicilerin de büyük bir kısmı emekçilerdir, yoksullardır, dolayısıyla da bu verginin yükünü, alamadığınız verginin yükünü yoksullar, emekçiler taşır yani adaletsizdir, bir toplumsal dayanışma ruhuyla alınacak bir vergi asla değildir. Kurumlar vergisindeki istisnalar, muafiyetler bu durumdayken kurumlar vergisi artışının bir karşılığı olmayacaktır.
Bir başka vergi, katma değer vergisi, dolaylı vergiler, özel tüketim vergileri; bunlar zaten başlı başına bir adaletsizlik vergileridir. Türkiye'de dolaylı vergilerin oranı yüzde 70. Şimdi, cuma günü ek bütçe gelecek. Ek bütçede vergi teklifleri var, yüzde 80'e çıkmış yani adaletsizlik, bu hakkaniyetsizlik devam ediyor. Bu vergi yapısıyla, bu vergi sistemiyle zaten herhangi bir sorunu çözmek mümkün değil. Türkiye'nin en büyük sorunu, adalet sorunu. Herhangi bir alanda bir adalet sorununu çözmek istiyorsanız önce dönüp vergide adaleti sağlamanız gerekiyor çünkü ekonomik olan siyasidir ama siyaseten izlemiş olduğunuz yol, aslında bu ekonomi politikalarını topluma dayatmaya devam ediyor. Evet, kaynak arıyorsunuz, kaynağa çok ihtiyacınız var çünkü ülkenin bütün kaynaklarını çarçur ettiniz, heba ettiniz. Şimdi de yollara düşmüşsünüz, kaynak arıyorsunuz. Hazine Bakanı, Türkiye'de kaldığı süreden daha fazlasını Arabistanlı Lawrence gibi Arabistan çöllerinde geçiriyor, kaynak arıyor, sürekli kaynağa ihtiyacı var. Fakat bu kaynakları bulup nasıl harcayacağınızı çok iyi biliyoruz, geçmişte de buna benzer kaynaklar buldunuz. Sizin kaynak bulma tekniğinizi, yönteminizi çok iyi biliyoruz. Üç şekilde kaynak buluyorsunuz: Bir, özelleştirmeler yoluyla. Yani halka ait, topluma ait üretici işletmeleri, KİT'leri özelleştirip halka satıyorsunuz. AKP iktidarının ilk döneminde 66 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. Bugüne kadar 70 milyar dolarlık özelleştirme yaptınız. 70 milyar dolar nerede? Eğer onu, o kaynağı doğru değerlendirseydiniz belki sonuçlar böyle olmayacaktı fakat bırakın kaynağı doğru değerlendirmeyi, özelleştirme zaten başlı başına büyük bir hatadır. Hata olduğunu bütün dünya öğrendi, bütün dünya bu anlayıştan vazgeçti, siz vazgeçmiyorsunuz. Vazgeçmediğiniz için de işte böyle bir yoksulluğu bu ülke yaşıyor, böyle bir işsizliği bu ülke yaşıyor.
Bir başka kaynak bulma yönteminiz; borçlanma. İnanılmaz borçlandınız. Hani bize sürekli şeyi anlatıyorsunuz ya; Maastricht Kriterlerine göre Türkiye'nin borç yükü aslında katlanılabilir bir yük. Sizin bu anlayışınıza göre Hollanda perişan, İtalya perişan, Almanya perişan; sürünüyorlar, büyük krizler, buhranlar içinde yaşıyor olmaları lazım, oysa hiç de öyle değil. İtalya'da borç yükünün gayrisafi millî hasılaya, yurt içi hasılaya oranı yüzde 110 ama İtalya'da böyle bir enflasyon yok, İtalya'da böyle bir kriz yok. Hollanda'da yüzde 120, Hollanda'da böyle bir kriz yok. Avrupa OECD ülkeleri ortalamasının hepsi yüzde 60'ın üzerinde, kimse bu konuda Maastricht Kriterini tutturmuyor. Siz tutturuyorsunuz, biz perişanız, bırakın bunu da tutturmayın. Yani bunu tutturmaktan dolayı böyle bir perişanlığı yaşayacaksak tutturmayın çünkü bunu tutturmak aslında Kopenhag Kriterleri yoksa, ekonominin diğer alanlarında yapısal sorunları çözememişseniz hiçbir şey ifade etmez, etmiyor da.
Üçüncü bir yönteminiz daha var kaynak bulmada. Eskiden IMF'nin kemer sıkma politikalarıydı, bu sizin elinizde ümük sıkma politikasına dönüştü, artık insanların ümüğünü sıkıyorsunuz. Kim bunlar? Emekçiler. Kim bunlar? Kadınlar. Kim bunlar? Yoksul halklar yani mağdurlar, madunlar. Sizin iktidarınız eliyle yirmi yılda yaratmış olduğunuz, aslında, tahribatın sonucu bu.
Evet, işin vergi yönü böyle ve bütün bunları yaparken de bize şunu pazarlıyorsunuz: "İstikrar için." "Mali disiplin için." Bunca disiplinsizlikten sonra hâlâ "mali disiplin" diyorsunuz. Ortodoks politikalara dönüş yapmışsınız, bir dönem önce irrasyonel politikalar söz konusuymuş yani akıl dışılık söz konusuymuş. Siz böyle giderseniz Sayın Nebati'yi arayacaksınız çünkü en azından ruhen heterodokstu yani yeniliğe açıktı; siz şimdi fazlasıyla muhafazakârsınız. Oysa ortodoks politikaların hepsi çöktü dünyada, siz gittiniz İngiltere'den ortodoks politikalarının savunucusunu getirdiniz bakan yaptınız. Dolayısıyla Sayın Nebati'ye buradan selamlarımı yolluyorum. Ben de bir heterodoks iktisatçıyım ama tabii ki Nebati gibi değilim, bunu takdir edersiniz. Türkiye'nin çok ciddi sorunları var. Bu ciddi sorunları bu ekonomik anlayışla çözmeniz mümkün değil. Çözemediniz zaten, çözemediğiniz için bu hâldeyiz ama bu sorunların hepsi ekonomik değil, büyük bir kısmı siyasi. Mesela, cari açığı var bu ülkenin, mesela, bütçe açığı var -daha da açık büyüyor- tasarruf açığı var. Aslında bu açıkları kapatabilmek adına atılması gereken bütün adımlar o siyasi stratejilerden, siyasi hatlardan geçiyor. Neden cari açığınız var? Çünkü izlemiş olduğunuz politikalar cari açığa neden oluyor. Neden bütçe açığınız var? Çünkü izlemiş olduğunuz politikalarınız bütçe açığına neden oluyor. "Bütün bunların arkasında ne yatıyor?" dediğinizde en temel yapısal sorunlarınız yatıyor. Bu ülkenin çözmek zorunda olduğu ama çözmekten kaçındığı 2 temel yapısal sorunu var. Bunu her yerde, her zaman, ısrarla söylemeye devam edeceğiz çünkü bu sorunları, en temel bu 2 yapısal sorunu çözemediğimiz sürece aslında "buhran" dediğimiz, "kriz" dediğimiz, "çöküş" dediğimiz girdabın içine hep birlikte sıkışıp kalacağız. Nedir bunlar? Bir, Kürt meselesidir; iki, yoksulluk meselesidir. Bu 2 mesele birbiriyle ilintilidir. Bu 2 meseleyi de birlikte, eş anlı çözmek zorundasınız. Eğer sizin bütçeleriniz bu kadar militaristse, siz eğer silah sanayisine bu kadar yatırım yapıyorsanız, bu harcamalarla Kürt meselesini çözümsüzlüğe mahkûm ediyorsanız sonuçta bu açıklar devam eder, siz de kaynak aramaya Katar'a, Birleşik Arap Emirlikleri'ne gitmeye devam edersiniz. Siz Kürt meselesini burada çözemediğiniz için işte NATO'da Avrupa Birliğine üye olmak için saçma sapan önerilerinizi ortaya koyarsınız ve o öneriler de tabii alaya alınarak bir ülkeyi ciddi anlamda rencide edecek şekilde size geri döner, öyle de olmuştur. Neden? Çünkü kendi meselelerinizi çözmekten acizsiniz. Bu meselenin çözümü adına ne zaman bir şey ileri sürsek, bir önerge versek, bir adım atsak, sürekli bize karşı alışılagelmiş bir saldırıyla, şiddetle harekete geçiyorsunuz; bu kabul edilemez. Oysa bu Meclisin yapması gereken, geçmişteki bunca yaşanmışlıklardan çıkaracağı derslerle işte bu temel yapısal meselesini çözmek üzere bir tasarrufta bulunmaktır. Bunu yapmak zorundayız, toplumsal barış için bunu yapmak zorundayız, bir arada yaşamak için bunu yapmak zorundayız. Kürt meselesinin çözümünü mutlaka birlikte üretmek zorundayız. Sorunlarımızın çözümünü orada burada değil, tam da bu topraklarda aramak zorundayız, İmralı'da aramak zorundayız. Tecritle, hukuku yok sayarak aslında sürüklendiğimiz yer işte buhrandır. Evet, ekonomi konuşuyoruz; evet, kaynaklar üzerine konuşuyoruz ama altındaki yapısal sorunu konuşmadığımız sürece bunları tekrar etmeye devam ederiz. Yoksulluk da konuşalım. Evet, bu ülke büyük bir yoksulluk cenderesindedir, bu yoksulluk o denli büyük boyutlardadır ki aslında göreli yoksulluk sınırının altında yaşayan nüfus neredeyse 20 milyona ulaşmıştır -devasa bir nüfustan bahsediyorum- 20 milyon insan göreli yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Nedir göreli yoksulluk? Günde 2 doların üzerinde gelir elde edememe durumu. Oysa gayrisafi yurtiçi hasılaya baktığımızda "Kişi başına yıllık 10 bin dolar düşüyor." diyorsunuz. 10 bin doları kimse hayal bile edemez. Bu denli yaygın, derin, acımasız bir yoksulluk var. Oysa bu ülkenin ihtiyaç duyduğu kaynağı bu ülkenin sınırları dışında değil de gidip Muş'ta arasaydınız o kaynağa ulaşacaktınız çünkü Türkiye'nin en bereketli, en verimli ovası Muş'ta, oysa Türkiye'nin en yoksul ili Muş. Çünkü o ova zenginlik değil yoksulluk üretiyor. Kürt meselesini de çözemiyoruz, yoksulluk meselesini de çözemiyoruz çünkü Muş Ovası'nın zenginliğine aslında kötülük yapmaya devam ediyoruz. Eğer bu ülkede bu sorunları çözmek istiyorsanız Urfa'nın verimli ovalarına gitmeniz lazım. Oysa bir DEDAŞ zulmüyle, hasat zamanı, şu anda insanlar elektrikten yoksun kalarak o suya ulaşamıyorlar. Eğer bu ülkenin zenginlikleriyle, kaynaklarıyla bu ülkenin sorunlarını çözmek istiyorsanız Ağrı'ya gitmelisiniz, Hakkâri'ye gitmelisiniz. Oysa siz ne yapıyorsunuz? Hayvancılık yasak. Neden? Sırbistan'dan zaten et geliyor. Ne yapmışsınız? Şeker fabrikasını kapatmışsınız. Neden? Cargill var. TEKEL'leri kapatmışsınız. Neden? Philip Morris var. Dolayısıyla Cargill, Philip Morris kârlarına kâr katarken Muş'un payına, Urfa'nın payına, Ağrı'nın, Hakkâri'nin, Van'ın payına yoksulluk düşüyor, işsizlik düşüyor, zulüm düşüyor. Bu zulme karşı da elinizde şiddetten başka, savaştan başka bir şey yok. İşte, çözmemiz gereken meselemiz budur. Bu meseleleri çözmek yerine hep yan yollardan... İşte getirmiş olduğunuz çeşitli rakamlar var burada. Kur korumalı mevduatlar; yok, Cumhurbaşkanının borçlanma yetkisini 3 kata kadar artırmalar; yok efendim, çeşitli manevralarla bugünü geçiştirmeye çalışmalar, bütün bunları yaşıyoruz. Çözüm var mı? Yok, olmayacak da. Neden bunu biliyoruz? Çünkü yirmi bir yıllık deneyim bize bunu gösterdi. Sonuçta geldiğimiz yer burası. Siz bunda ısrar ediyorsunuz. Göreceksiniz, siz gelecek sene de ek bütçe yapacaksınız, gelecek sene de çuval çuval torba yasa getireceksiniz ve her seferinde aynı şeyleri söylemeye devam edeceksiniz ama bu yapısal sorunlara bir çözüm üretememiş olacaksınız.
Şimdi, bu rakamlarla niye bu kadar haşır neşir oluyoruz? Şimdi, neden bu kadar çok kaynağa ihtiyaç duyuyoruz? Çünkü yerel seçimler geliyor. Dolayısıyla, şimdi, yerel seçimlere gidene kadar biraz yol temizliği yapmak adına, biraz ekonomideki sıkıntıları geçiştirmek adına bu kaynaklara başvurmak istiyorsunuz ama maharetli bir şekilde de bunu yapamıyorsunuz. Mesela, bir kur korumalı mevduat hesabının yaratmış olduğu maliyet, önümüzdeki on yıl aslında ekonominin bir çöküş sürecinde kalmasına neden olacak. 70'lerin döviz tevdiat hesabını hatırlayın, onun yaratmış olduğu sorun yirmi yıl sürdü, tam yirmi yıl sürdü. Rahmetli Özal, 32 sayılı Kararname'yi çıkarırken hâlâ döviz tevdiat hesaplarını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.
SEZAİ TEMELLİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
...referans vererek aslında Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'u kaldırıyordu. Bunun da etkileri bu kadar sürecek, göreceksiniz, çok ciddi bir tahribatın yaratıldığını hep birlikte yaşayacağız. Aynı şekilde, kamu-özel iş birliğiyle yaratılmış olan o devasa kara delik aslında önümüzdeki yirmi yıla sirayet etmiş durumda. Sosyal güvenlik sisteminde yaratmış olduğunuz sorun, çok ciddi anlamda, büyük maliyetleri toplumun üzerine yıkıyor. Yine size hatırlatmak isterim, iktidara geldiğinizin ilk döneminde kamu reformları çerçevesinde insanlara şunu anlatıyordunuz, diyordunuz ki: "Biz bu kamu reformları eliyle sosyal güvenlik deliğini kapatacağız." Bırakın o kara deliği kapatmak, sosyal güvenlik deliğini öyle bir hâle getirdiniz ki bu kara delik şimdi hepimizi yutacak boyutlara ulaşmış durumda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen tamamlayalım Sayın Temelli.
SEZAİ TEMELLİ (Devamla) - Tamamlıyorum.
Son olarak, bunca adaletsizlik varken ücret adaletsizliği de devam ediyor. Bunca adaletsizlik varken bu adaletsizliğe en fazla yine emekliler, çalışanlar katlanmaya devam ediyor. Dolayısıyla, bunca adaletsizlik varken bu adaletsizliği ortadan kaldırmak her şeyden önce bizlerin sorumluluğundadır. Bizler bu yasa teklifine karşı çıkarak sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeye çalışacağız ama iktidardan da beklentimiz, muhalefetin eleştirilerini ciddiye alıp yasaların geldiği gibi geçmesine bir nebze olsun karşı çıkarak, önemli uyarıları ciddiye alarak gerekli değişiklikleri yapmasıdır.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (Yeşil Sol Parti sıralarından alkışlar)