GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Başkan Vekili olarak kendisine yönelik bulunulan atıflara ilişkin konuşması
Yasama Yılı:2
Birleşim:10
Tarih:19.10.2023

BAŞKAN - Şimdi, bütün onurum ve şerefim üzerine söylüyorum ki cezaevlerinin benim üzerimde, arkadaşlarımın üzerinde bir yaptırım değeri yok. Efkâr ettiğimiz, memleketin hâlidir. Cezaevleri de memlekettendir, memleket toprağıdır, icap ediyorsa oraya da gireriz. Bizim de yolumuz, çizgimiz, derdimiz bu. Biraz sizlerden farklı düşünüyoruz, olay özetlendiğinde hülasası bu. Belli konularda sizin düşündüğünüz gibi düşünmüyoruz. Bu incitici gelebilir, aykırı gelebilir, sıkıntılı gelebilir ama burası tam da bunun istişare edileceği, söze döküleceği, bir ortak yol bulunacağı, ortak noktaların çoğaltılacağı bir yer.

Kendimle ilgili konuşmaya hayâ ediyorum, bu doğru bir şey de değil ama bu kadar atıf yapılınca söylemek farz oldu, bir garabetin içerisindeyiz. Normalde milletvekili dokunulmazlığı Anayasa'da çok açık bir şekilde düzenlenmiş, bunun rağmına birtakım uygulamalar olduğunda Anayasa Mahkemesinin Sayın Berberoğlu, Sayın Gergerlioğlu -Vekil- ve Sayın Leyla Güven kararlarında bu yargılamaların vekil seçilmesiyle beraber durması gerektiği konusunda net, kesin, şeddeli kararları var.

Şimdi, ben hâlen bu davada yargılanıyorum. Şu an, diyelim dünkü tezkere kararında... Bu mahkemede bugün benimle ilgili bir dosya görülüyor ve bu benim için yaşamsal bir şey, 39 kere ağırlaştırılmış müebbet isteniyor. "Aha, birleşimi kapattım, gidip mahkemeyi izleyeceğim." desem ne mâni? Kim ne diyecek? Garabete işaret ediyorum. Suçluyum, suçsuzum; buralara hiç girmiyorum. Milletvekili dokunulmazlığı tam da bunun için lazım, milletvekilinin yasama faaliyetini bu tür tazyik ve baskılardan azade bir şekilde yürütebilmesi için. Kim bana ne diyebilir? Ben bugün mahkemede olmak zorundayım çünkü bir hayat memat meselesi; 1 kere değil, 5 kere değil, 39 kere ağırlaştırılmış müebbet isteniyor.

Bu son cümleyle bitireceğim: Hem o mahkemede hem gözaltına alındığımda defalarca şunu söyledim, son defa olarak... Bir daha da bu tartışmalara girmeyeceğim, anlayışınıza sığınarak son defa şunu belirtmek istiyorum: Ben orada dedim ki: AK PARTİ'li bütün hukukçu arkadaşlardan özel istirhamımdır, bütün milletvekillerinden de. Bu iddianame -Özlem Hanım hassasiyet gösterdi ya "'Sanık' diyorsunuz." diye- AK PARTİ'yi yargılamanın ön iddianamesidir. Buradan bize bir hüküm çıkarsa ve bu hüküm kesinleşirse bu, içtihada dönüşecek ve AK PARTİ'nin karar süreçlerindeki bütün ilgililer bir davalar zinciriyle karşı karşıya kalacak. Bunu bir buğuzla söylemiyorum. Niye? Çünkü "delil" diye söylenen her şey, çözüm süreci faaliyetleri ve bu Meclis çözüm sürecinde rol ve sorumluluk alanlar için bir bağışıklık yasası getirdi, oyladı, kabul etti, yasaya dönüştürdü; yönetmeliğini çıkarmayarak kadük etti ama bu, o yasanın çıkmış olduğu ya da o dönem bu faaliyette bulunanları kapsamamış olduğu gerçekliğini değiştirmiyor, sorun bu. Benim mahkemedeki -AK PARTİ'li arkadaşlara da söyledim- bu iddianameye alıcı gözle bir bakın hele. Biz mahkemelere -ikinci ikametgâhımız olmuş- alışkınız ama bu, sizin bir ön iddianameniz kafasıyla hazırlanmış. Kimse bu ülkede ne yazık ki, ne acı ki yargıya bu konuda kefil olabilecek durumda değil çünkü iç iktidar savaşları, herkes bizim üzerimizden diğerlerine ateş ediyor, bir diğerine ateş ediyor. İç hesaplaşmaların bir enstrümanına dönüştürülmüş durumdayız. 6-8 Ekimle ilgili hayatını kaybeden bütün yurttaşları bir kez daha rahmetle anarak şunu söyledim: Sayın Efkan Ala, Sayın Ahmet Davutoğlu, Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin bütün ilgilileri, Sayın Sadullah Ergin, Kamu Güvenliği bürokratları o gece, iki gece ben, Sayın Pervin Buldan, Sayın İdris Baluken İçişleri Bakanının makamında sabahladık; iki gün, iki gece "Bu hadise toplumsal bir tahribat yaratmasın, ağırlaştırılmasın." diye. Başınızı ağrıtmayayım, uzun uzun anlattım. Gelsinler, dedim; tanık olarak gelsinler, desinler ki: "Bu gerçeklik tam olarak böyle değil." ya da "Tam olarak böyle, Sayın Önder sırasını yanlış anlatıyor." ya da "Böyle olmayabilir." Buraya tanık olarak gelmiyorlarsa bir röportaj, beyanat versinler, desinler ki: "Ya böyle diyor ama tam olarak onun dediği gibi değil." Bak, "Yalan söylüyor." demelerine gerek yok, "Tam olarak onun dediği gibi değil." desinler, bu sözümü bugün de hepinizin huzurunda tekrarlıyorum: Milletvekilliğinden istifa edeceğim aynı gün. O zaman nasıl istiyorsanız yargılayabilirsiniz ama burada, bakın, bununla ilgili kanun teklifi görüşülüyor, bana onlarca atıf yapılıyor ve ben o davanın sanığıyım, bu duruşmanın riyasetini yürütüyorum.

Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük'ün 19'uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutmadan önce son bir söz daha ekleyeyim: Ben bunu bu kadar ısrarlı belirtince savcılık mütalaaya bir ek yaptı, Kobani'yi çözüm süreci sarmalında kriminalize ediyordu, baktı, dedi ki: "Her ihtimale karşı -hukukçu arkadaşlar bilir, ben de sabıka kontenjanından alaylı bir hukukçuyum- örgüt üyeliğinden de ek savunma yapsınlar." Yeryüzünde "her ihtimale karşı savunma yapmak" diye bir şey yok, tadat edilir, tek tek sayılır sanıklar bakımından, ilişkisi şudur, şekli şudur, niteliği budur, zamanı budur, bunlar sayılır ve denir ki: "Bunlara karşı da bu sanık savunma yapsın." İşi bu mecraya aktardılar. Bu, tarihe bir tespit; kimseye bir tavassut değil, hayâ ederim, tenezzül etmedim, tenezzül etmedik, tenezzül de etmeyiz, tevessül de etmeyiz ama yarın öbür gün biz gideceğiz, birileri diyecek ki: "Bak, bu arkadaş vaktinde bunları kürsüden altını çize çize söylemiş."

Sabrınız için tekrar teşekkür ediyorum.