GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: On İkinci Kalkınma Planının (2024-2028) Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:14
Tarih:30.10.2023

HEDEP GRUBU ADINA SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu ve televizyonları başında bizleri seyreden değerli halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Evet, cumhuriyetin 100'üncü yılını dün geride bıraktık. Bugün yeni bir takvim yaprağıyla 2'nci yüzyıl başladı ama sadece takvimlerdeki bir yaprak değişimi çünkü yeni yüzyıla başlamak aslında geçmiş yüzyılın hakikatleriyle yüzleşmekten geçiyordu, geçmiş yüzyıldan gerekli dersleri çıkarmaktan geçiyordu ve yeni yüzyıla, hazırlanarak, büyük değişim ve dönüşümleri gerçekleştirerek geçmek geriyordu. Nasıl geçtik? Çocuk müsamereleri gibi havai fişeklerle geçtik ya da asker postallarının sokaklarda dolaşmasıyla geçtik. Şırnak'taki sahne gerçekten hepimiz adına aslında kara hafızalarımızı canlandıran bir sahneydi. Postmodern darbeleri aklımıza getirdi, 28 Şubatı aklımıza getirdi Şırnak'ta gördüğümüz sahne.

Yine, baktığımızda, cumhuriyetin 2'nci yüzyılından bahsederken biz fazlasıyla hamasetle yoğrulduğumuzu gördük. Evet, 2'nci yüzyılın ilk kalkınma planı On İkinci Kalkınma Planı, geride bıraktığı planlardan çok büyük farklılık göstermiyor. 2'nci yüzyılın ilk kalkınma planı da yine hayalî hedeflerle yani geçmiş yüzyılın sorunlarına teşhisler koyup bunlar üzerinden çözüm üreterek değil, hayalî hedefleri önümüze koymaya devam ederek yol alıyor. 1920 demokratik birlik zemininde buluşmuş bir Meclisin yüz üç yıl sonra geldiği nokta tekçi bir anlayışa sıkışmışlıktan başka bir şeyi bize göstermiyor. Oysa, demokratik birlik temelinde çoğulcu bir Meclis, çoğulcu bir toplumun iradesine sahip olarak belki kalkınma planları, belki yasaları hayata geçirecek bir iradeyi karşımıza getirebilirdi. Maalesef, bundan çok uzağız, demokratik cumhuriyetten çok uzağız. Ama demokratik cumhuriyeti mutlaka inşa etmek zorundayız. Türkiye'nin geleceği, hepimizin geleceği, çocuklarımızın, gençlerimizin, Orta Doğu halklarının geleceği demokratik cumhuriyetten geçiyor. Ya bunu inşa edeceğiz ya da burada bu hayalî hedefleri birbirimize anlatmaya, bu hamasetten beslenmeye devam edeceğiz.

Şimdi, dönüp baktığımızda, mesela, 2'nci yüzyıl... Bu "yüzyıl" lafı, "yüz" lafı çok geçiyor ama hâlâ Türkiye'yi demokratikleştirecek ilk 100'ler listesine maalesef giremediğimiz rakamlar var. Örneğin, siyasi tutsaklar var bu ülkede. Türkiye, Demokrasi Endeksi'nde 167 ülke içinde 103'üncü sırada. Evet, Can Atalay'dan bahsettik, Selahattin Demirtaş'tan bahsedelim, Figen Yüksekdağ'dan bahsedelim, tutukluluk süresinin dolmasına rağmen Gülten Kışanak'tan bahsedelim. Dolayısıyla bunca siyasi tutsağın olduğu bir yerde artık kalkıp da 2'nci yüzyıl üzerine hayal bile kuramazsınız. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 180 ülke arasında 165'inciyiz, hukukun üstünlüğü konusunda 142 ülke arasında 117'nciyiz, Cinsiyet Eşitliği Endeksi'nde 146 ülke arasında 129'uncuyuz, Küresel Barış Endeksi'nde 163 ülke arasında 147'nciyiz. İlk 100'e giremediğimiz bu rakamlar aslında 2'nci yüzyıla neden umutlu başlayamadığımızı da bize çok güzel tarif ediyor, çok güzel anlatıyor.

Bu ülkede siyasi kriz var, bu ülkede ekonomik kriz var, toplumsal kriz var. Çok uzun süredir derin ve çoklu kriz sarmalının içine sıkışıp kaldık, buradan çıkamıyoruz, zaman zaman çıksak da aslında dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. "Planlama" deyince, "kalkınma planı" deyince aslında cumhuriyet tarihinin bir yerde altmış yıldan fazla bir dönemini konuşuyoruz anlamına gelir. 63'ten bugüne planlı bir dönem içindeyiz. Çok önemlidir Devlet Planlama Teşkilatı, 63'te yapılan plan; sonrasında gelen ilk 3 plan özellikle cumhuriyet tarihi adına çok çok önemli gelişmelere karşılık gelmiştir fakat bu planlar aynı zamanda bir darbe mekaniğinin de içinde gelişti. Mesela 63'te yapılan plandan 1971'e geldiğimizde, 12 Mart 71 cuntacıları verdikleri muhtıranın arasına şöyle cümleler sıkıştırmışlardı: "Siyasi ve toplumsal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçti." Şimdi, siz -siyasi gelişme ya da ekonomik gelişmeye dair dile getirdiğiniz şeyler- toplumsal gelişmeden beslenmeden, toplumsal gelişmeleri bastıracak, siyasi gelişmeleri bastıracak, otoriter rejimleri besleyecek bir anlayışla ekonomi planları yapıyorsunuz. Çünkü ekonomi dediğiniz şey, bir kere her şeyden önce siyasetle, toplumla barışık anlamda düzenlenecek bir alandır; siyasete rağmen, topluma rağmen düzenlenebilecek bir alan değildir. Öyle olduğunda zaten otoriter, bürokratik rejimleri inşa edersiniz, nitekim de karşılaştığımız sahneler böyle. Yapısal hiçbir soruna çözüm üreten bir plan yok karşımızda ne Kürt sorununa ne yoksulluk sorununa ne de herhangi başka yapısal bir sorunumuza sağlıklı, nitelikli bir çözüm ürettiğini söylemek çok mümkün değil.

Plana baktığımızda ne görüyoruz? Teknokratik bir akılla ama orada da çarpık bir büyüme anlayışıyla tasarlandığını görüyoruz planın. Neden çarpık büyüme anlayışı? Planın bütün içeriğine baktığınızda, bir kere salt iktisadi bir mesele bile olsa bir büyüme hedefi önünüze koyuyorsanız onun bir birikim stratejisi olmalı, onun bir bölüşüm aklı olmalı. Şimdi, burada adaletten bahsediyorsanız o adaletin bizim açımızdan anlamlı olabilmesi için -çünkü adalet de sınıfsal bir yaklaşıma ihtiyaç duyar- o bölüşüm ilişkilerine dönüp bakmalı, eşitlikçi bir anlayışı içinde barındırmalı. Şimdi, bu plana baktığınızda hangi alanda eşitlikçi bir anlayışı önümüze getiriyor; toplumsal cinsiyet alanında mı, yoksullukla mücadele alanında mı, işsizlikle mücadele alanında mı? Hayır. Ya da siyasi özgürlükler alanında mı ya da toplumsal gelişmeler anlamında mı? Hayır. Toplumsal barış anlamında mı? Hayır, hiçbirine bu plan yanıt veremez. Bu plan sadece ve sadece çarpık büyüme anlayışına odaklanmış ve sadece bir hamasete ya da temennilere sıkışmış değil, aslında, büyük bir tutarsızlığı da içinde barındıran plan yani tek tek, ayrı ayrı başlıklarını alıp bunun bir mühendisliğini yapsanız, bunu bir masanın üzerinde haritalandırsanız birbiriyle uyuşmayacak bir tablo ortaya çıkar. Örneğin "Bu plan nasıl büyüyecek? Bu planın arkasındaki büyüme anlayışı nedir?" diye baktığımızda, silah sanayisiyle ilgili rakamlara bakın, birkaç tane örnek vermek istiyorum: 2022 yılında 12,2 milyar dolarlık cirosu olan bu sektör, 2028'e geldiğimizde 26 milyar dolara fırlayacak yani öyle bir artacak ki ekonomiyi büyütecek. Oysa "silah sanayisi" demek "savaş" demek -savaş deyince arkadaşlar alınıyorlar- F-16'lar kullanılıyor, obüsler kullanılıyor, helikopterler, tanklar kullanılıyor. Bu silahları kullandığınız şeyin adı "savaş" olmayacak da ne olacaktı? Yarın bir savaş çıksa ne kullanacaksınız? Elinizde bir tek nükleer bomba kalır. Demek ki savaş ve silah sanayisine yatırım yapıyorsunuz, demek ki ne Orta Doğu barışı için ne de Türkiye'de toplumsal barış adına aslında bir beklentiniz yok. Tam tersine, silahlanma üzerinden böyle cirolarla ihracatı da 4,4 milyardan 11 milyar dolara çıkartacaksınız. Bu anlayış, bir toplumsal barış inşa edebilir mi, demokratik bir cumhuriyet inşa edebilir mi, Kürt sorununu çözebilir mi? Mümkün değil. Peki, ekonomiyi büyütür mü? O da şüpheli çünkü dediğim gibi, masanın üzerine rakamları yaydığınızda çelişkileri, tutarsızlıkları görmeniz mümkün.

Bir kere, plan turizme inanılmaz şekilde bel bağlamış. 46,5 milyar dolardan 100 milyar dolara çıkacak önümüzdeki beş yılda, yüzde 115 artacak turizm gelirleri. Yani siz bir yandan silaha yatırım yapacaksınız, Orta Doğu'daki bütün bu savaşların üzerine benzin dökecek bir akılla yatırım stratejisi belirleyeceksiniz, sonra da turist sayısını artırarak turizm gelirlerini 2 kattan fazla bir yere çıkaracaksınız. Tam tersine, bugün Gazze'de masum Filistinliler ölürken, Orta Doğu bu denli büyük bir savaş cenderesine sürüklenirken bırakın turistin gelmesini, gelen turist sayısında da ciddi azalmalar yaşanacaktır.

Bir başka rakam, doğrudan yabancı yatırımların payı; beş senede yüzde 50 artacak. Yirmi senede ne kadar artırdınız? Yirmi senede artırmanın yegâne yolu neydi, biliyor musunuz? Özelleştirme. Geldikten sonra beş yıl içinde yaklaşık 66 milyar dolarlık özelleştirme yaptınız; bunların çoğu bankalardı, çoğu sigorta şirketleriydi, kaynak böyle girdi. Aslında, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının dağılımına baktığınızda, bunu yüzde 50 artırmanın olanaklı olmadığını görürsünüz. O yüzden, şimdi, "Varlık Fonu kapsamındaki şirketleri nasıl satarız?" diye aslında planlarınız var ama bu çare olabilseydi bunca özelleştirmeden sonra ekonomi bu denli bir felakete sürüklenmiş olmazdı.

Başka bir şey, yeşil dönüşüm. "Yeşil dönüşüm" diyorsunuz, onun hemen yanında madencilik sektörüne o denli fazla yatırım yapıyorsunuz ki siz "yeşil" dediğinizden hangi rengi anlıyorsunuz, biz şüpheye düştük. Dolayısıyla, Gabar'da fosil atık yani petrol bulmanın sevinciyle, Sakarya havzasında doğal gaz bulmanın sevinciyle ve ekonomideki enerji sektörünü bunlara bağlayarak yeşil dönüşüm yaratmanız mümkün değil, olsa olsa onun adı "kahverengi dönüşüm" olur.

Dijital sektör; evet, dijital gelişme, yapay zekâ, dünyada inanılmaz gelişmeler var. Bunlarla rekabet edebilmemiz için de aslında buna dair bir gelişme perspektifi, projeksiyonu olmalıydı. İmalat sektörü öncelikli bir gelişmeden bahsediyorsunuz yani siz hâlâ endüstri 3.0'a takılıp kalmışsınız, hâlâ sanayi endeksli bir büyüme modeli var burada. Oysa dünya endüstri 4.0'ı geçti, 5.0'ın hazırlığını yapıyor. Dolayısıyla da "dijital dönüşüm" dediğiniz şey bu anlamıyla bir karşılık buluyor mu?

Bunlar daha kabul edilebilir acayiplikler, esas daha büyük acayiplik rakamlarda. Kur beklentisine baktığınızda kur beklentisi yok bir kere ama kişi başına gayrisafi yurt içi hasıla beş yılda yüzde 70 artıyor; 10 bin dolar 2022'de, 2028'e gelince 17.500 dolar olacak. Bu, şu demek: Bileşik büyüme hesabına göre -tabii ki plancılar çok iyi bilir, bilmeyenlerin de cep telefonunda hesap makinesi var- yılda ortalama yüzde 12 büyüyecek kişi başına gelir. Peki, büyüme tahmininiz ne? Yüzde 5. Ekonomi yüzde 5 büyüyecek, kişi başına gelir ortalama yüzde 12 büyüyecek. Nasıl olacak bu? Bunun bir yöntemi var; nüfusun bir kısmının vefat etmesi, aritmetiği bu bunun, başka yöntemi yok. Başka bir mucize varsa bilmiyorsak bize de anlatın. Aynı tutarsızlık cari işlem açığında da var. Cari işlem açığı 48 milyar dolardan 2,8 milyar dolara pike yapıyor. Bunu nasıl sağlayacaksınız? İhracatın ithalatı karşılama oranı sadece yüzde 5 iyileşiyor. Peki, aradaki farkı ne kapatacak? İthalat devam edecek, ihracat devam edecek, faizler devam edecek, borçlanma devam edecek ama cari işlem açığı sanki bütün bu finansal gelişmelerden bağımsız bir şey, kendi kendine düşecek, gerçekten ilginç. Ama değişmeyen şeyler, planda bile değiştirmemişsiniz yani oraya hayal pompalamamışsınız. O da ne? Yoksulluk. Yoksullukta bir gelişme olmayacak. Baktığımız zaman bizim göreli yoksulluktaki yüzde 23 olan nüfus payı ancak 1 puan ya düşüyor ya düşmüyor. Yani yoksulluk devam edecek, kadın yoksulluğu devam edecek, işsizlik devam edecek, çocuk yoksulluğu devam edecek; emekliler sefalet ücretleri, sefalet maaşları almaya devam edecek, asgari ücrette bir iyileşme olmayacak. Çünkü sizin yoksullukla mücadele siyasetiniz sadece ve sadece yoksulluğu yönetmektir ve sosyal yardımlarla bu işi sürdürmektir. Oysa gerçek anlamda yoksullukla mücadele edebilmenin yolu adaletli bir bölüşüm sisteminden, eşitlikçi bir bölüşüm sisteminden, bunun için de her şeyden önce her şeyden önce insanca yaşamı sağlayabilecek bir ücret politikasından geçer.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temelli, lütfen tamamlayalım.

SEZAİ TEMELLİ (Devamla) - Bunu sağlayabilmenin yolu her şeyden önce işsizlik oranlarının çok dramatik bir düşüşü sağlamasından geçer. Dönüp baktığımızda, gerçek anlamda yoksullukla mücadele edebilecek ne bir plan -yarından itibaren Komisyonda görüşülecek, daha sonra Genel Kurula gelecek; aynı şeyleri bütçede de göreceksiniz- ne de bu anlayışla hazırlanmış bir bütçe var karşımızda.

Plan, orta vadeli program, bütçe; zaten bunlar aynı merkezden hazırlandığı için bu merkez yoksullara, kadınlara, emekçilere, mazlum halklara bakan, gören; onlar için bir planlama, onlar için bir bütçe üreten bir merkez değil. Bu merkez sermaye için çalışan, sermayenin çıkarları uğruna planlarını düzenleyen, ekonomiyi de işte bu anlayışa sıkıştıran bir merkezdir. Buradan gelen hiçbir şeye de bizim olumlu yaklaşımımız söz konusu değildir. (HEDEP sıralarından alkışlar)