| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması hükümlerinden kaynaklanan taahhütlerimizi yerine getirmek, ateşkesin gözlenmesi, ihlallerin önlenmesi, bölgede barış ve istikrarın sağlanması amacıyla, Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili şekilde korumak ve kollamak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ortak Merkezin görevlerinin ifası yönünde hareket etmek üzere yabancı ülkelere gönderilmesi, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 17/11/2020 tarihli ve 1272 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla verilen ve son olarak 1/11/2022 tarihli ve 1348 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla uzatılan izin süresini |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 21 |
| Tarih: | 15.11.2023 |
HEDEP GRUBU ADINA SERHAT EREN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün her ne kadar "bölgesel barış ve istikrarın sağlanması adına" dense de özellikle Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan gerilime taraf olarak, Cumhurbaşkanlığı tarafından Meclis Genel Kuruluna sunulan tezkerenin bir yıl daha uzatılması hakkında partimiz HEDEP adına söz almış bulunuyorum.
Konuşmama başlamadan önce, seksen altı yıl önce, 15 Kasım 1937 tarihinde Elâzığ Buğday Meydanı'nda idam cezasına çarptırılarak katledilen, Kürt halkının ve Dersim'in tarihsel önderi Seyit Rıza'yı ve yoldaşlarını saygıyla, sevgiyle, minnetle anıyorum. Seyit Rıza ve arkadaşları önce komployla teslim alındılar, daha sonra şeklî ve göstermelik bir yargılamayla idam cezasına çarptırıldılar ve katledildiler. Direnişin önderleri idam edilmelerine rağmen Dersim halkına yönelik soykırım operasyonu devam etti. Yapılan bu soykırım operasyonu neticesinde resmî tutanaklara göre 12 bin, Dersim halkının ifadelerine göre 70 bini aşkın yaşlı, genç, çocuk uçaklardan atılan kimyasal bombalarla, kurşunlara dizilerek ve kayalıklardan atılarak katledildiler. Seyit Rıza şahsında Dersim'de yitirmiş olduğumuz bütün canları anıyor, bu insanlık dışı katliamı gerçekleştirenleri bir defa daha kınıyorum. Türkiye'nin buna benzer katliamlarla yüzleşmediği sürece toplumsal barışı tesis etmeyeceğini bu kürsüden bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, öncelikli olarak bizler Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak bugüne kadar Meclis Genel Kuruluna getirilmiş olan bütün askerî ve savaş tezkerelerine "hayır" dedik, bundan sonraki tavrımız da, tutumumuz da bu tezkerelerin "hayır" olması yönünde olacaktır.
Azerbaycan ve Ermenistan arasında tarihsel olarak yıllardır devam eden, zaman zaman azalıp zaman zaman artan gerilim ve çatışmalı süreç son olarak 2020 yılında bir savaşa dönüşmüş, kırk dört gün boyunca süren bu savaşta 5 bini aşkın asker yaşamını yitirmiş, yüzlerce sivil yaşamını yitirmiştir. Üstelik bu savaşa Türkiye doğrudan silahlı kuvvetleri ve teknik imkânlarıyla müdahil olmuş, aynı zamanda devam eden bu savaşa Libya ve Suriye'den getirilen Selefi gruplar dâhil edilmek suretiyle uluslararası savaş hukuku taraflarca defalarca ihlal edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, bu sürece nasıl gelindi, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaş nasıl derinleştirildi ve halklara rağmen başlatıldı; biraz bu sürecin başına götürmek istiyorum sizleri. Bilindiği gibi 2003 yılında önce Gürcistan'da Gül Devrimi, 2004 yılında da Ukrayna'da Turuncu Devrim olmuş, Putin'e yakın bütün hükûmetler tasfiye edilmişti. Bu tasfiyeler sonucunda Putin, Gürcistan'da, Güney Osetya'nın ve Abhazya'nın bağımsızlığını ilan etmesine destek vermiş, yine Ukrayna'da Kırım'ın önce bağımsızlığının ilan edilmesine, daha sonra da Rusya'yla birleşmesine olanak sağlayan yolu açmıştı. Aynı politikayı Putin, Ermenistan'a karşı da yürütmüş, geçmişte sorunlu bir şekilde Ermenistan'a verdiği Dağlık Karabağ'ı sorun olarak kullanarak eski Sovyet bölgelerindeki ekonomik, kültürel ve askerî hegemonyasını güçlendirmek, Kafkasya'daki yayılma ve egemenlik kurma politikalarını sağlamlaştırmak adına Azerbaycan ve Ermenistan'ı kırk dört gün sürecek bir savaşın içerisine çekmiştir. Bu kırk dört günün sonunda kazanan Rusya olmuş, bölgede "garantör" adı altında meşru bir şekilde asker bulundurma yetkisini de ele geçirmiştir. Söz konusu anlaşma gereği Rusya, Dağlık Karabağ'daki Temas Hattı ve Laçın Koridoru boyunca 1.960 Rus askerî personeli, 90 zırhlı personel aracı, 380 otomotiv birimi ve özel teçhizatlı Rus Barış Gücü bulunacağı konusunda anlaşma sağlanmış ve askerî varlığının beş yılda bir otomatik olarak uzatılmasını sağlamıştır.
Değerli milletvekilleri, Azerbaycan ve Ermenistan halkı için hayati önemde olan Laçın Koridoru'nun tamamen Rusya'nın kontrolü altında olması, yaşanan savaşın ve varılan anlaşmanın kaybedenlerinin Ermenistan ve Azerbaycan halklarının olduğunun açık kanıtıdır bu. Türkiye'nin ise ne yazık ki -söylemeden geçemeyeceğim- Rusya'nın bu savaşın kazananı olmasında rolü çok büyüktür. AKP iktidarı Minsk Barış Grubunu canlandırmak ve etkin hâle getirmek yerine çatışmayı derinleştiren bir rol oynayarak bununla, Gazze'ye bombalar yağdıran İsrail'le birlikte Azerbaycan'ı silahlandırarak bölgede savaşın fitilini ateşlemiştir. Bu arada şunu da söylemek isterim: İsrail'in yakıt ihtiyacının, petrol ihtiyacının yüzde 40'ının da Azerbaycan tarafından karşılandığını da ifade etmek isterim. AKP iktidarı tıpkı Suriye, Rojava ve güney Kürdistan'da olduğu gibi, Dağlık Karabağ'da da savaş ve çatışmadan beslenen politik bir hattı benimsemektedir. Bizler, savaşların iktidar amaçlı olduğunu, çelişkileri ve çatışmaları sonlandırmayı değil, daha derinleştirdiğini, derin bir yozlaşmayı beraberinde getirerek siyaseti, diplomasiyi, çözümü, diyaloğu tasfiye ederek ortadan kaldırdığını, halkların ellerindeki birikimlere en kısa yoldan el koymanın bir aracı olduğunu çok iyi biliyoruz. AKP iktidarı da "kardeş ülke Azerbaycan" "tek millet, iki devlet" söylemleri altında bu savaşa bir meşruluk elbisesi giydirerek hukuki altyapısını oluşturmaktır. Bizler, bu savaşın hiçbir boyutunda olmayı kabul etmiyor, halkların birikimlerine el koymasını reddediyoruz.
Değerli milletvekilleri, iki kadim halkın arasında 2020 yılından bu yana devam ettirilmek istenen savaş ve çatışmada bugüne kadar çok sayıda hak ihlali ve insanlık suçu işlendi. Bu suçlardan bahsetmeden önce Türkiye Büyük Millet Meclisinin hazırladığı taraflı rapora dair de birkaç şey söylemek isterim: Sizler de çok iyi hatırlarsınız, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden oluşan heyet Azerbaycan'ı ziyaret etmiş, Ermenistan'ın insancıl hukuku çiğnediğine dair raporu kabul etmişti. Öncelikli olarak savaşta açık bir şekilde Aliyev yönetiminden taraf olan AKP iktidarının Azerbaycan'da hak ihlaline yönelik inceleme yapması tarafsızlık ilkesine aykırıdır. Diğer yandan, sadece, insan hakları sicili oldukça kabarık olan Aliyev Hükûmetinin dinlendiği, Ermenistan tarafı ziyaret edilmeden hazırlanan bu araştırmanın ise ne barışa ne de hakikate hiçbir faydası bulunmadığını belirtmemiz gerekiyor. Aliyev Hükûmetinin savaş sırasında yaralı olarak rehin alınan Ermenistan askerlerini toplu infaz ettiği videoları internetten bulmak çok zor değil. Yine, Aliyev Hükûmetinin Ermenistan askerlerinin bedenlerini teşhir ettiği ve Aliyev'in öldürülen askerlerin önünde poz verdiği görüntüler hâlen akıllardadır.
Değerli milletvekilleri, Aliyev Hükûmetinin işlediği suçlar bunlarla da sınırlı değil, ele geçirilen bölgelerdeki inanç mekânlarına saldırılar, Ermenilere ait mezarların tahrip edilmesi, tecavüz edilen Ermeni kadın askerler, göç ettirilen 90 bin Ermeni, ateşkese aykırı davranışlar ve sivillere yönelik hak ihlalleri AKP iktidarı tarafından hep görmezden gelinmiştir. Bu savaşta aynı acıları Azerbaycan halkı da yaşamıştır; aynı hak ihlallerine, aynı katliamlara onlar da maruz kalmıştır. Bizler bu savaşta asla taraf tutmuyoruz. Savaşın kazananı değil kaybedenidir her zaman için halklar. Sonuç olarak AKP iktidarı eliyle Türkiye, 2 komşu ülke arasındaki yaşanan kanlı çatışmalarda taraf olmuş ve uzun vadede Türkiye halklarının zarar görebileceği bölgesel bir düşmanlık yaratmıştır. Şimdi, bu tezkere de halkların zararına olan durumu "ulusal çıkarlar" adı altında meşrulaştırmaktadır. Bu savaşta Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan halkları kaybetmiş, bölgesel çatışmadan Putin ve Rusya güç sağlamıştır.
Değerli milletvekilleri, bizlerin, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisinin tuttuğu taraf Azeri ve Ermeni halklarının tarafıdır. İki halkın hem kısa vadede hem de uzun vadede çıkarları ancak ve ancak kalıcı, adil bir barışla sağlanabilecektir. Bölgede savaş devam ettikçe bu çatışmadan ancak hegemonik güçler fayda sağlayacaktır; savaş devam ettikçe kazanan Rusya olacaktır, kazanan İran olacaktır, kazanan silah satan İsrail olacaktır.
Türkiye'nin izlediği militarist politikaların ve müdahalelerin bölgesel barışa ve istikrara, Türkiye halklarına, Azerilere ve Ermenilere tek bir faydası bulunmamaktadır. Aksine savaş devam ettikçe tıpkı Suriye'deki Orta Doğu halklarında olduğu gibi Orta Doğu ve Kafkas halklarına da acı ve katliamlar yaşatacaktır. Bizler halkların aleyhine olan bu savaşa taraf olmayacağız ancak yaşanan tarifsiz acılara da kayıtsız değiliz. Son üç yılda yaşanan bu yanlışlıktan bir an önce dönülmelidir. Hâlâ geç değil, emin olun, bugünden başlayarak değişimi halkların bir arada, barış içerisinde yaşayacağı bir yaşamın kurulmasında rol oynayabiliriz. Bu kapsamda Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir heyet oluşturup hem Azerbaycan hem de Ermenistan ordusunun işlediği savaş suçlarını bağımsız ve tarafsız bir şekilde incelemesi ve sonuçlarını dünya kamuoyuyla paylaşmasını talep ediyoruz. Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi öncülüğünde Ermeni ve Azeri halklarının barışçıl geleceği için diyalog, müzakere ve barış sürecinin başlatılmasını istiyoruz. Bu diyaloğun ilk adımı olarak barış için Parlamentoya sunulan bu savaş tezkeresine gelin hep birlikte "hayır" diyelim.
Değerli milletvekilleri, günlerdir Anayasa Mahkemesi ve yargıda devam eden yargı krizine ilişkin de birkaç şey söylemek istiyorum. On yıllardır Kürtlere başka bir hukuk işletilmesine her zaman için göz yumuldu. 2016'da Kürt siyasi aktörlerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması noktasında CHP maalesef en ön saflarda yer aldı. Kürt halkının demokratik yollarla siyasete katılması el birliğiyle engellenmeye çalışıldı. Kürtler yaşadıkları bütün haksızlıklara ve hukuksuzluğa rağmen demokratik siyasette ısrar etse de Kürtlerin yaşadığı olağanüstü hâl ve istisna hâli Türkiye'de yaşayan ve demokratik bir yönetim arzulayan herkesin sorunu hâline maalesef gelemedi. Dışarıda uluslararası hukuku göz ardı eden ve içerideyse kalıcı bir istisna hâli yaratarak gene de hukuku uyguladığını öne süren bir şiddet rejimindeyiz. Türkiye için istisna hâlinin başında İmralı Hapishanesi geliyor. Hiçbir tutsak yoktur ki avukatıyla, ailesiyle, vasisiyle görüşemez olsun; telefonla, ailesiyle iletişime geçemez olsun, haberleşme hakkını kullanamamış olsun ama Sayın Öcalan otuz iki aydır, yaklaşık üç yıla yakın bir süredir mahrum edilmektedir. AKP ve diğer muhalefetin tamamı... Buna ilişkin hem uluslararası mevzuat hem Anayasa hem de ulusal mevzuatın tamamı ayaklar altına alınmış, askıya alınmış. Buna rağmen bu hukuksuzluk hâline göz yumuluyor, Anayasa ve uluslararası hukuk tamamen göz ardı ediliyor. Bakın, dünyada 74 ülkede aydınlar, sanatçılar, siyasetçiler, hukukçular bu hukuksuzluk hâline, bu tecrit hâline, son verilmesi konusunda çağrıda bulunuyor ama AKP Grubu, Meclis, muhalefet bu duruma göz yumuyor, kulaklarını kapatıyor, bu hukuksuzlukta ısrar ediyor. Bir gün bu kürsüde ses çıkardınız mı? "Sayın Öcalan her hükümlünün hakkı ne ise o hakka sahiptir." dediniz mi? Bugüne dek muhalefetten buna ilişkin bir söz söyleyen oldu mu? Neden söylemiyorsunuz? Size göre o, cezası kesinleşmiş bir hükümlü. Bu suçtan mahkûm edilmişse hele de bir terör suçlu ise eh yani bazı haklardan mahrum kalması da normaldir size göre. Şimdi, bu tecrit genişledi, çemberine sizi de aldı.
Değerli milletvekilleri, Can Atalay türlü hukuksuzluklarla ceza aldı, cezası onandı, şimdi ihlal kararına rağmen tahliye edilmiyor. Yarın bir gün hapishanede avukatlarıyla görüştürülmediği zaman ne diyeceksiniz, ne yapacaksınız? O zaman yine Kürtlere "Siz teröristsiniz, biz farklıyız." mı diyeceksiniz? Oysa Can Atalay her zaman Kürtlerin yanında yer almış, Kürtlere yapılan haksızlıklara karşı dik durmuş, Türkiye halklarının yanında yer almış biridir ama siz tarihten ders çıkarmıyorsunuz, siz Kürtlere yapılan haksızlıklara ses çıkarmıyorsunuz ancak yangın sizin mahallenizde olunca bu hukuksuzluklardan yeni haberiniz oluyormuş gibi hayrete düşüyorsunuz. Oysa yeni değil, bunlar ilk de değil. Bakın, AİHM 18 Mart 2014 tarihinde verdiği Öcalan-Türkiye Kararı'nda "Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının koşullu salıverilme hakkı yani umut hakkı olmaksızın ölünceye kadar infaz edilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3'üncü maddesini yani işkence ve kötü muamele yasağını ihlal eder." dedi, sustunuz. Tam 2014 tarihinden bugüne kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu bu karara karşı Meclisin infaz kanununda yeniden bir yasal düzenleme yapması gerekiyorken Meclis bu karara direniyor, direnmesinin nedenini çok iyi biliyoruz, muhalefetin buna karşı neden sustuğunu çok iyi biliyoruz çünkü Kürtlere yapılan bütün haksızlıklara karşı muhalefet ve iktidar bir olup Kürtlere karşı bu hukuksuzluk hâli için her zaman sessiz kalmaya devam ediyor.
Bakın, AİHM Büyük Dairesi, Kobani kumpas davasındaki arkadaşlarımızın Kobani eylemleriyle ilişkilendirilmesini hukuka aykırı buldu. Kobani davasında, Kobani sürecinde yaşanan olaylarla siyasetçi arkadaşlarımızın, bugün esir tutulan, Kobani davasında esir tutulan arkadaşlarımızın bu olayla illiyet bağının olmadığını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tespit etmesine rağmen, bu arkadaşlarımızın derhâl tahliye edilmesi gerektiğine ilişkin bir karar vermiş olmasına rağmen AKP, bu Meclis ısrarla direniyor.
Yine AKP'nin talimat vermiş olduğu mahkemeler, AKP'nin ikinci bir talimatı özgürlükler lehine olmadığı için, arkadaşlarımızın serbest bırakılmasına ilişkin bir talimat verilmediği için sizin alt derecedeki mahkemelerinizden tutun da Yargıtaya kadar bu mahkemeleriniz sessiz kalıyor, bu hukuksuzluk hâlini sürdürmeye devam ediyorlar.
Bakın, Gültan Kışanak, bu Mecliste milletvekilliği yapmış bir arkadaşımız. Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre yedi yıldan fazla tutulamaz, aramızda hukukçular var, çok sayıda hukukçu var. Yani ilkokul öğrencisi, daha doğrusu hukuk fakültesi 1'inci sınıfa başlayan bir hukuk öğrencisi bile önüne koyduğunuzda bu maddeyi farklı yorumlamaz ama sizler arkadaşlarımızı rehin tutmak adına...
Yine, Sayın Figen Yüksekdağ arkadaşımızın, Selahattin Demirtaş arkadaşımızın 4 Kasımda uzun tutukluluk hâli bitmiş olmasına rağmen esir olarak tutmaya devam ediyorsunuz.
Yine, Sebahat Tuncel arkadaşımızın uzun tutukluluk hâli 6 Kasımda dolmuş olmasına rağmen kendi çıkarmış olduğunuz yasayı, bu Meclisin iradesini hiçe sayarak bu arkadaşlarımızı esir tutmaya devam ediyorsunuz.
Anayasa Mahkemesi, bakın, Cumartesi Anneleri buluşmasıyla ilgili ihlal kararı verdi ancak beş buçuk yıl boyunca işkenceyle gözaltına alındılar. AİHM Işıkırık Kararı'nda Türk Ceza Kanunu'nun 226'ncı maddesinin öngörülebilir olmadığına, belirli olmadığına, belirlilik ilkesine aykırı olduğuna ilişkin karar vermiş olmasına rağmen, altı yıldır Meclisin bu yasayı değiştirmesi gerektiğine ilişkin bir karar vermiş olmasına rağmen bu Meclis Kürtler söz konusu olunca, muhalifler söz konusu olunca yine kulaklarını tıkıyor, Anayasa Mahkemesinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu kararına direnmekten bir an için vazgeçmiyor.
Bakın, AİHM'in siyasi tutsak Abdullah Altun Kararı'nda bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlaline karar verildi; Hizbullahçılar için uyguladınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayalım Sayın Eren.
SERHAT EREN (Devamla) - Diyarbakır'da, Mardin'de, Batman'da yüzlerce cinayetin faili olmaktan yargılanıp ömür boyu hapisle cezalandırılan 273 Hizbullahçıyı, hepsini yeniden yargılama adı altında sessiz sedasız bıraktınız ama AİHM'in o siyasi tutsakla ilgili vermiş olduğu kararı hem o siyasi tutsak için uygulamadınız hem diğer siyasi tutsaklar için uygulamadınız. Hesabınıza gelen kişiler için uyguladınız, Hizbullahçılar için uyguladınız ama arkadaşlarımız için uygulamamakta direniyorsunuz. AİHM'in, AYM'nin vermiş olduğu böyle yüzlerce karara AKP Grubu, Meclis direniyor; bunu uygulamamaktan vazgeçmiyor.
"Darbe anayasasını değiştirelim." diyoruz fakat AİHM, AYM kararlarının uygulanmadığı ve iktidarın yargı mensuplarına sürekli akıl verdiği, emir verdiği, gruplaştırdığı bir ortamda insan hak ve özgürlükleri lehine yargının tarafsızlığını sağlayacak Anayasa değişikliğini yapmak mümkün mü?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SERHAT EREN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun, bitirelim lütfen.
SERHAT EREN (Devamla) - Kesinlikle hayır. Bu sebeple darbe anayasasından çıkıp Cumhur anayasasını yazacağınızı da çok iyi biliyoruz. Bir Afrika atasözü şöyle der: "Aslanlar kendi tarihlerini yazana kadar bütün tarih kitapları avcılar tarafından yazılacaktır." Bugün hukukun ters yüz edilmiş hâlinin sebebi yurttaşları "dost-düşman" diye ayıran, hukuku da düşmanca uygulayan, yurttaşıyla yargıyı araç kılarak savaşan bugünün avcısı AKP ve MHP iktidarıdır. Bugün Türkiye'de Yargıtayın takındığı tutum ve millî yargı hepimiz için hukuki güvenlik sorunudur. Kürt'e gelince sessiz kalan muhalefet, tarihin avcıları iktidar; size söylüyorum: Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner. Bugünkü ajandanız için hukukta yarattığınız boşluk bir gün sizi de yutar. (HEDEP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ederim.