GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Aile ve Gençlik Fonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:23
Tarih:21.11.2023

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA BİROL AYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bir büyüğümüzden dinlemiştim, eski Dışişleri Bakanlarımızdan İhsan Sabri Çağlayangil Bey Dışişleri bürokratlarıyla otururken bir sohbet esnasında sormuş "Arkadaşlar, insanın en hassas yeri neresidir?" diye. Orada bulunanların bir kısmı "Gözüdür." bir kısmı "Kalbidir." bir kısmı "Beynidir." bir kısmı "Kanıdır." demişler. Her birine Sayın Çağlayangil "cık" demiş, "Hiçbiri değil." demiş. "Peki, neresidir efendim?" diye sormuşlar. Çağlayangil Bey demiş ki: "İnsanın en hassas yeri ağrıyan yeridir. Türkiye'nin de en ağrıyan yeri Kıbrıs'tır." O günkü şartlar için. Kabul edelim ki bugün Türkiye'mizin, insanımızın, toplum kesimlerinin her birinin bir ağrıyan, bir hassas yeri var. Her bir dert ve her bir hassas yer bir diğerinden daha az önemli değildir çünkü herkesin, her toplum kesiminin derdi, kendisinin en önemli derdi, en hassas yeri. Evini geçindiremeyen annelerin-babaların, aldığı emekli maaşıyla bırakın torunlarına harçlık vermeyi geçinemeyen emeklilerimizin, üniversite kantininden simit alamayan gençlerimizin, evinde bir madde bağımlısı ferdi barındıran ailenin, ürettiğinin karşılığını alamayan çiftçinin, finansal bir darboğaz içerisinde olan iş insanının, sanayicinin, esnafımızın, evlilik hayalini belirsiz bir tarihe ertelemiş gençlerimizin a'dan z'ye şüphesiz çok derin dertler, sıkıntılar var ve yine, şüphesiz iktidarın ve bu Meclisin görevi bütün bu dertlere derman olmak için çaba sarf etmektir, gayret göstermektir.

Ancak yine, kabul edelim ki son kırk beş gündür bütün bir insanlığın, ülkemizin, insanımızın ve İslam âleminin yüreğini paramparça eden, ruhlarını delik deşik eden bir İsrail zulmü var ve bu zulüm karşısında İslam dünyasının, İslam ülkelerinin yöneticilerinin acziyeti, çaresizliği elinin kolunun bağlı olma durumu var.

İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy diyor ki: "Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir./Davransana... Eller de senin, baş da senindir!/His yok, hareket yok, acı yok.../Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin." Doğrusu, kendimize hayret ediyorum, iktidara hayret ediyorum, iktidar yöneticilerine hayret ediyorum, İslam dünyasına hayret ediyoruz. Tam kırk beş gündür... İstenilse günde kaç çocuk kurtarılabilirdi? Devletler kırk beş güne neler sığdırabilir, STK'ler neler yapabilirdi? Kırk beş gün boyunca onlarca miting, onlarca konvoy düzenlendi, binlerce kınama yapıldı; hiçbiri İsrail'den duyulmadı, görülmedi, hiçbiri atılacak tek bir bombanın dahi atılmasına engel olmadı, hiçbiri tek bir masumun dahi ölümüne engel olmadı, hiçbiri zalime korku salmadı, mazluma umut vermedi, güven vermedi.

Değerli milletvekilleri, kıymetli arkadaşlar; hepimiz hemfikiriz, Birleşmiş Milletler de İslam İşbirliği Teşkilatı da sınıfta kaldı. Peki, biz Türkiye olarak bu sınavdan geçebildik mi? Herkesin sustuğu, sindiği bir dönemde "Bir Türkiye var." dedirtebildik mi? "Zalimle iş birliği yapanların karşısında, mazlumlara kol kanat geren bir Türkiye var." dedirtebildik mi? En azından İslam İşbirliği Teşkilatının sonuç bildirgesinin satırlarının arasında Türkiye'nin varlığını hissettirebildik mi? Maalesef hayır, maalesef hiçbirini dedirtemedik; Türkiye'nin varlığını ne zalimlere ne de mazlumlara hissettiremedik.

Cahit Zarifoğlu'ndan sürekli alıntı yaparak kürsülerde bol bol "Kudüs bir sınav kâğıdı her mümin kulun önünde." dedik ancak maalesef bu sınavı geçmek için tek bir adım atamadık. "Filistin bizim kırmızı çizgimizdir." dedik ancak bu kırmızı çizginin her geçen gün pembeleştiğini gördük, hissediyoruz.

Değerli arkadaşlar, diplomatik ilişkilerde semboller, jest ve mimikler şüphesiz önemlidir ancak sadece bunlarla kendini avutmak ise komikliktir. Sivil toplum kuruluşlarının miting yapması, konvoy düzenlemesi önemlidir, vatandaşlarımızın tarafını, tutumunu belirlemek için boykot çağrısı yapması ve uygulaması önemlidir ancak iktidarın bunları yapması acizliktir. Sivil toplum kuruluşlarının iktidar güzellemesi yapmak için ve iktidarın izin verdiği kadar bunları yapması ise tükenmişliktir. Meydan okumak önemlidir ama meydana çıkmak hepsinden daha önemlidir.

Biz diyoruz ki bari bırakın, havuzda topladığınız sivil toplum kuruluşları, medya kuruluşları, yazarçizerler Filistin meselesinde hakikaten işe yarar, dişe dokunur, sadra şifa olacak sözleri söylesinler, işler yapsınlar; sizin imajınızı değil, Filistin davasını öncelesinler; sizi kurtarmayı değil de Gazze'yi kurtarmayı öncelesinler.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, denildi ki: "Biz Filistin meselesinde, Gazze'de yaşananlar konusunda görünenden daha çok fazlasını yapıyoruz." Kamuoyunun İsrail'e öfkesini ve iktidara kızgınlığını dindirmek için söylenen bu cümle apaçık manipülasyon değil midir? Bari bunu yapmayın diyoruz; ruhu öldürmeyin, mazlumlar için zalimlere karşı öfke duyan vicdanları manipüle etmeyin. Ayrıca, görünen ne ki görünmeyenleri konuşalım! Biz Irak'ta ve Afganistan'da ne gördük? Biz Mısır'da sizi gördük; dün gördük, bugün de görüyoruz. Libya'da gördük, Suriye'de de gördük, görüyoruz. Buralarda ne olduğunu gördük maalesef ve "Aynı vahim hatalar Filistin meselesinde, Gazze meselesinde yaşanmasın; onulmaz, telafisi gayrimümkün olan sonuçlara doğru gitmeyelim." diyoruz.

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır şunu sorar: "Ne oldun? Ne oldunsa ne için oldun?" Biz de diyoruz ki: "Arkadaşlar, bunlar olurken yani Irak'ta, Suriye'de, Mısır'da, Libya'da bir bütün olarak İslam dünyası yeniden coğrafi olarak, rejimler olarak planlanırken ne oldu? Yirmi bir yıldır bunlar olup biterken siz ne oldunuz? Ne oldunuzsa ne için oldunuz?"

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)